Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə19/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   62

Susan biraz dönünce Roland'ı farketti. Gözleri hafifçe irileşti. (Delikanlı bu gözlerin gri olduğunu gördü.) Roland'a kızın yanakları biraz daha kızarmış gibi geldi. Dudakları, o karanlık yolda dururlarken onunkilere dokunan dudakları hafifçe aralandı. Sonra Thorin'in yanında duran bir adam bir şeyler söyledi. (O da uzun boylu ve sıskaydı. Bıyıklıydı. Ve beyaz uzun saçları siyah ceketinin omuzlarına düşüyordu.) Susan ona döndü. Bir dakika sonra Thorin'in çevresini saran gruptakiler kahkahalarla gülüyorlardı. Susan da öyle. Ama beyaz saçlı adam onlara katılmadı. Soğuk bir tavırla hafifçe gülümsedi.

Roland kalbinin deli gibi çarptığının yüzünden anlaşılmadığını umuyordu. Delikanlıyı punç kâselerinin yakınında duran bu gruba doğru götürdüler. Roland, Rimer'ın kemik gibi parmaklarıyla kolunu dirseğinin yukarsından tuttuğunun hayal meyal farkındaydı. Birbirine karışan parfümlerin, duvarlardaki gaz lambalarının ve okyanusun birbirlerine karışan kokularını daha iyi duyuyordu. Ve sebepsiz yere, ah ben ölüyorum, diye düşünüyordu. Ben ölüyorum.

Kendine gel, Gilead'lı Roland! Babanın hatırına bu budalalığa son ver. Kendini topla!

Delikanlı bunu denedi... ve bir dereceye kadar da başardı... Kız ona tekrar bakarsa yine kendinden geçeceğini biliyordu. Bunun nedeni gözleriydi. O gece karanlıkta o sis rengi gözleri iyice görememişti. Ne kadar şanslı olduğumu farketmemiştim, diye düşündü kendiyle alay ederek.

Rimer, "Sayın Başkan Thorin," dedi. "Size İç Baronluklardan gelen konuklarımızı takdim edebilir miyim?"

Uzun beyaz saçlı adam ve onun yanındaki kadınla konuşan Thorin döndü. Neşelenmişti. Kâtibinden daha kısaydı ama onun kadar sıska değildi. Dar omuzlu, sıska bacakları inanılmayacak kadar uzundu. Roland onu şafak zamanı bataklıkta dolaşarak kahvaltı eden bir kuşa benzetti.

Başkan güçlü ve tiz bir sesle bağırdı. "Tabii takdim edebilirsin! Gerçekten de bunu yapabilirsin! Bu anı sabırsızlıkla, müthiş bir sabırsızlıkla bekliyorduk! Güzel bir tanışma, çok güzel bir tanışma! Hoşgeldiniz, beyler! Geçici sahibi olduğum bu evde geçireceğiniz akşamın mutlu olmasını dilerim. Dünyadaki günleriniz de uzun olsun!"

Roland adamın uzattığı kemikli elini kavradı. Bu eli sıkarken eklemlerinin çıtırdadığını duydu. Başkanın suratında rahatsız olduğunu belirten bir ifadenin belirip belirmediğine baktı. Öyle bir şey olmadığını görünce rahatladı. Bacağını uzatarak yerlere kadar eğildi.

"Sayın Başkan Thorin, William Dearborn emrinizde. Bizi böyle karşıladığınız için teşekkür ederiz. Sizin günlerinizin de bu dünyada çok uzun olmasını diliyoruz."

Ondan sonra "Arthur Heath" ve "Richard Stockworth" saygılarını sundular. Delikanlıların her yerlere kadar eğilişlerinde Thorin'in tebessümü iyice yayıldı. Rimer de elinden geldiği kadar gülücükler saçmaya çalıştı ama buna alışık olmadığı belliydi. Uzun beyaz saçlı adam bir bardak punç alıp yanındaki kadına verdi. Hâlâ hafifçe, alayla gülümsüyordu. Roland salonda herkesin onlara baktığının farkındaydı. Odada elli kişi kadar vardı. Ama delikanlı en çok kızın bakışlarının farkındaydı. Bunu teninde hissediyordu. Yumuşak bir kanat çırpışı gibi. Roland yan gözle Susan'ın ipek elbisesinin mavisini görebiliyordu. Ama ona doğrudan doğruya bakmaya cesaret edemiyordu.

Thorin, "Yolculuğunuz zor mu geçti?" diye soruyordu. "Birtakım maceralar yaşadınız ve tehlikelerle karşılaştınız mı? Yemekte bunları en ince ayrıntılarına kadar dinleyeceğiz! Gerçekten! Çünkü son zamanlarda İç Kavis'ten pek az konuk geliyor." Heyecanlı ve biraz da aptalca gülümsemesi kayboldu. Gür kaşları çatıldı. "Farson'un devriyeleriyle karşılaştınız mı?"

Roland, "Hayır, ekselans," dedi. "Biz..."

"Hayır, hayır, delikanlı... 'Ekselans' demek yok. Buna izin veremem. İstesem bile hizmet ettiğim balıkçılar ve sürücüler buna razı olmazlar. Beni lütfen 'Başkan Thorin' diye çağırın."

"Teşekkür ederiz. Yolculuğumuz sırasında pek çok acayip şeyle karşılaştık, Başkan Thorin. Ama İyi Adamlar'ı görmedik."

Rimer, "İyi Adamlar!" diye söylendi. Gülerken üst dudağı kalkınca bir köpeğe benzedi. "İyi Adamlar, ha?"

Thorin, "Her şeyi dinleyeceğiz," dedi. "Her sözcüğü. Ama heyecanım yüzünden nezaketle davranmayı unutmadan önce, size etrafımdakileri tanıtmama izin verin, genç centilmenler. Kimba'yla tanıştınız. Solumdaki bu tehlikeli görünüşlü adam Eldred Jonas. Yeni yarattığımız koruma örgütünün başı." Thorin'in gülümsemesine biraz utanç karışmıştı. "Aslında daha fazla korunmaya ihtiyacım olduğuna pek inanmıyorum. Şerif Avery her zaman dünyanın bu köşesindeki memleketimizde huzuru korumayı başardı. Ama Kimba ısrar ediyor. Ve Kimba ısrar ettiği zaman Belediye Başkanı da boyun eğer."

Rimer, "Bu çok akıllıca bir şey, efendim," diyerek eğildi. Jonas dışında hepsi güldü. O hâlâ hafifçe gülümsüyordu.

Sonra başıyla selam verdi. "Memnun oldum, beyler." Sesi ince ve titrekti. Jonas delikanlılara dünyadaki günlerinin uzun olmasını dilediğini söyledi. Üçüne de. En son Roland'ın elini sıktı. Eli, titrek sesinden umulmayacak kadar güçlü ve avucu da kuruydu. Roland o sırada Jonas'ın sağ elinin üzerinde, baş ve işaret parmağının arasındaki yumuşak ete yapılmış olan acayip mavi dövmeyi farketti. Bu bir tabuta benziyordu.

Roland düşünmeden, "Uzun günler, hoş geceler," diye mırıldandı. Bu çocukluğundan kalma bir selam biçimiydi. Delikanlı daha sonra bunun Hemphill gibi kırsal kesimdeki bir yerden çok, Gilead'a uyacak sözler olduğunu düşündü. Basit ve küçük bir hataydı. Ama Roland hata yapma paylarının, babasının onu Marten'in yolunun üzerinden kurtarmak için buraya yolladığı zaman sandığından daha az olduğuna inanmaya başlıyordu.

Jonas, "Size de," dedi. Parlak gözleriyle Roland'ı küstahlığa yakın bir dikkatle tepeden tırnağa kadar süzdü. Hâlâ delikanlının elini tutuyordu. Sonra Roland'ın elini bırakarak geriledi.

Belediye Başkanı Thorin, Jonas'la konuşan kadını selamlayarak, "Cordelia Delgado," diye açıkladı. Roland kadına doğru eğilirken aileden gelen o benzerliği farketti... Ama Susan'ın güzel yüzündeki cömertçe ifade, Cordelia'nın suratında aynı etkiyi yapmıyordu. Hatları büzülmüştü bu yüzün. Delikanlı, o Susan'ın annesi olamaz, diye düşündü. Galiba Cordelia Delgado bunun için biraz genç.

Thorin tanıtma törenini, "Ve özel dostumuz Susan Delgado," diye tamamladı. Biraz bocalamış gibiydi. Roland, Susan herkesi böyle etkiler, diye düşündü. Başkan gibi yaşlı birini bile. Thorin eklemleri irileşmiş elini kızın belinin arkasına dayayarak onu öne çıkmaya zorladı. Başını ona doğru eğiyor, sırıtıyordu. Roland ani, zehirli bir kıskançlık duydu. Ama adamın yaşı ve tombul, hoş karısı düşünülecek olursa gülünç bir şeydi bu. Gelgelelim delikanlı yine de kıskançlık duyuyordu. Şiddetli bir duyguydu kıskançlık. Cort olsaydı, "Bir arının poposu kadar sivri," derdi.

Sonra Susan başını Roland'a doğru kaldırdı. Ve delikanlı yine onun gözlerinin içine baktı. Bir şiir ya da romanda bir kadının gözlerinde boğulmaktan söz edildiğini duymuş ve bunu gülünç bulmuştu. Hâlâ da gülünç buluyordu. Ama bunun pekâlâ olabileceğini artık kabul geliyordu. Ve kız da biliyordu bunu. Roland, Susan'ın gözlerindeki endişeyi farketti. Hatta belki korku da vardı bu gözlerde.

Bana söz ver. Belediye Başkanı'nın evinde karşılaştığımız zaman beni ilk kez görüyormuşsun gibi davranacaksın."

Bu sözleri hatırlaması Roland'ı kendine getirdi, kafasını berraklaştırdı ve görüş alanını da biraz genişletti. Yani Jonas'ın yanındaki, yüzü biraz Susan'a benzeyen kadının kıza merak ve endişeyle baktığını farkedecek kadar.

Roland yerlere kadar eğildi ama kızın uzattığı yüzüksüz eline sadece hafifçe dokundu. Yine de parmaklarının arasından kızınkine bir kıvılcım sıçradığını farketti. Susan'ın gözlerinin bir an irileşmesinden onun da bunu hissettiğini sezdi.

Roland, "Tanıştığımıza memnun oldum, sai," dedi. Kayıtsızca davranmaya çalışmıştı. Ama sesi kulağına ince ve yapmacık gibi geldi. Ne çare ki, başlamıştı bir kere. Sanki bütün dünya onu (onları) seyrediyordu. Sözlerine devam etmekten başka çaresi yoktu. Boğazına üç defa vurdu. "Günlerinizin uzun olmasını dilerim..."

"Ve sizinki de, Bay Dearborn."

Susan kaba sayılacak bir çabuklukla Alain'e döndü. Sonra da Cuthbert'e. O da eğilerek boynuna vurdu, sonra da ciddi ciddi, "Acaba bir an ayaklarınızın dibinde yatabilir miyim, küçük hanım?" diye sordu. "Güzelliğiniz yüzünden dizlerimin bağı çözüldü. Başımı bu soğuk fayanslara dayayarak aşağıdan birkaç dakika profilinize bakarsam kendime geleceğimden eminim."

Herkes bu sözlere güldü. Jonas ve Bayan Cordelia bile. Susan sevimli bir utangaçlıkla kızardı ve Cuthbert'in elinin üzerine vurdu. Roland bu kez arkadaşına bu abartılı şaklabanlıkları yüzünden minnet duydu.

Punç kâsesinin yanındaki gruba biri daha katıldı. Küt kuyruklu ceketiyle tıknaz görünen bir adamdı. Yanakları pespembeydi. Ama galiba bunun nedeni içki değil, rüzgâr yakmasıydı. Açık renk gözlerinin etrafı kırışık içindeydi. Roland, bu adam bir çiftçi, diye kararını verdi. Babasıyla az dolaşmamıştı ve bu tipi tanıyordu.

Yeni gelen dostça bir gülümseyişle, "Bu gece sürüyle genç kızla tanışacaksınız, çocuklar," dedi. "Dikkat etmezseniz parfüm kokuları yüzünden sarhoş olursunuz. Ama onlarla tanışmadan önce sıra bende. Fran Lengyll hizmetinizde."

Çabucak ve kısaca el sıktı. Eli güçlüydü. Boyun kırıp eğilmek gibi saçmalıklara da kalkışmadı.

"Rocking B çiftliğinin sahibiyim... Ya da o benim sahibim. Artık bu görüş açınıza bağlı. Ayrıca Atçılar Derneği'nin de patronuyum. Yani hiç olmazsa diğerleri beni kovuncaya kadar. Bar K. benim fikrimdi. Orada rahat olduğunuzu umarım."

Alain, "Yerimiz kusursuz, efendim," dedi. "Temiz ve kuru. Yirmi kişilik yer var. Teşekkür ederiz. Çok naziksiniz."

Lengyll, "Saçma," dedi ama memnun kalmış gibi bir hali vardı. Bir bardak puncu başına dikti. "Hepimiz beraberiz, oğlum. Son zamanlarda John Farson inatçılık tarlasındaki bir tek saman sadece. Herkes dünyanın geçip gittiğini söylüyor. Hah! Evet, öyle. Ama dünya cehenneme giden yolda biraz daha ilerlemiş oldu. Bizim görevimiz samanın fırına yaklaşmasını elimizden geldiğince engellemek. Başarabildiğimiz sürede. Babalarımızdan çok çocuklarımızın geleceği için."

Başkan Thorin, "Doğru, doğru," dedi. Çok ciddi bir tavırla konuşmuş ama gülünç olmuştu. Roland bu sıska yaşlı adamın Susan'ın elini sıkıca tuttuğunu farketti. (Kız bunun pek farkında değilmiş gibiydi. Dikkatle Lengyll'e bakıyordu.) Delikanlı birdenbire durumu kavradığını düşündü. Belediye Başkanı Susan'ın dayısı ya da yakın bir akrabasıydı. Lengyll kıza da, Thorin'e de aldırmıyordu. Gözlerini üç yeni konuğa dikmişti. İki delikanlıyı dikkatle süzdü. En son da Roland'ı.

"Biz Mejis'lilerin yapabileceği bir şey varsa, bunu hemen isteyin, oğlum. Ben, John Croydon, Hash Renfrew, Jake White, Hank Wertner... hepimize ya da herhangi birimize söyleyin. Evet, bu gece onlarla tanışacaksınız. Karıları, oğulları ve kızlarıyla da. İstediğinizi bize söylemeniz yeterli olur. Burada Yeni Canaan'ın merkezinden iyice uzaktayız ama yine de Birlik'i güçle destekliyoruz. Evet, tüm gücümüzle destekliyoruz."

Rimer yavaşça, "Çok güzel konuştun," dedi.

Lengyll, "Şimdi," dedi gülümseyerek. "Buraya gelmenizi uygun bir biçimde kutlayacağız. Punç içebilmek için bir hayli beklediniz. Herhalde boğazınız toz kadar kuru."

Dönüp daha büyük ve süslü olan kâsedeki kepçeye uzandı. Yardımcıya eliyle yaklaşmamasını işaret etti. Konukları, onlara servis yaparak onurlandırmayı istediği anlaşılıyordu.

Roland yavaşça, "Bay Lengyll," dedi. Ama sesinde yine de otorite vardı. Fran Lengyll bunu farkederek döndü.

"Küçük kâsedeki alkolsüz punç sanırım. Öyle değil mi?"

Lengyll düşündü. Önce delikanlının ne demek istediğini anlamamıştı. Sonra kaşlarını kaldırdı. İlk kez o zaman Roland ve arkadaşlarını sadece Birlik ve İç Baronlukların sembolleri gibi görmekten vazgeçti. Birer insandı onlar. Gençtiler. Aslında birer çocuk.

"Evet?"


"Lütfen bize o kâseden punç verin." Roland şimdi herkesin gözlerini onlara dikmiş olduğunun farkındaydı. Özellikle kızın gözlerini. Ama o dikkatle sadece çiftçiye bakıyor, yine de gözucuyla her şeyi görebiliyordu. Jonas yine o alaycı tavrıyla gülümsemeye başlamıştı. Bütün bunların ne anlama geldiğinin farkındaydı. Galiba Thorin ve Rimer de öyle. Bu taşralı fareler çok şey biliyorlardı. Hatta bilmeleri gerekenden daha fazlasını. Roland bunu daha sonra dikkatle düşünmek zorundaydı. Ancak şu ara bu konu pek önemli değildi.

"Hambry'ye görevle gönderilmemize neden olan bir olayla ilgili bu. O olayda babalarımızın yüzlerini unutmuştuk." Roland sıkıntıyla ister istemez bir konuşma yaptığını düşündü. Neyse ki, salondakilerin hepsine hitap etmiyordu. Buna da şükür! Ama yine de karşısındaki grup daha kalabalıklaşmıştı. Bu durumda konuşmasını tamamlamaktan başka çaresi yoktu. Tekne suya indirilmişti. "Ayrıntıların üzerinde durmama gerek yok. Biliyorum, siz de böyle bir şeyi beklemiyorsunuz. Size şu kadarını söyleyebilirim. Burada geçirdiğimiz sürece içki içmemeye söz verdik. Bir tür ceza olarak."

Punç kâselerinin etrafındaki grup bir an sessizce durdu. Sonra Lengyll, "Babanız böyle açık açık konuştuğunuzu duysaydı sizinle gururlanırdı, Will Dearborn," dedi. "Evet, gerçekten. Ama hangi benim diyen delikanlı arada sırada biraz gürültü etmez?" Roland'ın omzuna vurdu. Vuruşu sertti ama tebessümü içten gibiydi. Ancak bakışlarındaki ifadeyi anlamak zordu. Kırışıklıkların arasına gömülmüş bu gözlerde düşünceli bir pırıltı vardı. "Onun yerine ben gururlanabilir miyim?"

Roland da gülümsedi. "Evet. Ve çok teşekkür ederim."

Cuthbert atıldı. "Ben de."

Alain, "Ve ben de," dedi.

Lengyll kadehlere içki doldurarak onları çabucak dağıttı. Ellerinde kupalar olanlarınkileri aldı ve yerlerine alkolsüz punç dolu olanları verdi. Gruptakilerin hepsi de içkilerini aldıktan sonra döndü, şerefe kadeh kaldırmak niyetinde olduğu anlaşılıyordu. Ama Rimer onun omzuna vurarak başını hafifçe salladı. Ve Belediye Başkanı'na bir göz attı. Başkan irileşmiş gözlerle onlara bakıyordu. Ağzı da biraz açılmıştı. Roland onu bir penilik yerde oturan ve oyuna iyice dalmış bir tiyatro meraklısına benzetti. Lengyll kâtibin bakışlarını izledi, sonra o da başını salladı.

Ardından Rimer müzisyenlerin ortasında duran gitarcıya baktı. Adam çaldığı parçayı yarıda kesti. Diğerleri de öyle. Misafirler önce onlara baktılar, sonra da Thorin konuşmaya başlarken salonun ortasına. Başkan sesini o andaki gibi kullandığı zaman hiç de gülünç değildi. Etraftan iyice duyulan hoş bir sesti bu.

Başkan, "Sayın Bayanlar ve Baylar," dedi. "Dostlarım! Üç yeni dostumuza 'hoşgeldin' diyebilmem için bana yardım edin! Bu gençler İç Baronluklardan geldiler. Birlik adına uzun mesafeleri aşan ve türlü tehlikeyle karşılaşan olağanüstü gençler onlar. Düzene ve barışa hizmet ediyorlar."

Susan Delgado punç kupasını bir tarafa bıraktı. Elini (biraz da zorlukla) dayısının avucundan kurtardı ve alkışlamaya başladı. Diğerleri de ona katıldılar. Salona yayılan alkışlar kısa ama dostçaydı. Roland, Eldred Jonas'ın kadehini bırakıp alkışlara katılmadığını farketti.

Thorin gülümseyerek genç adama döndü. Kadehini kaldırdı. "Son bir söz söyleyebilir miyim, Will Dearborn?"

Roland, Hambry'li aksanıyla konuştu. "Evet. Tabii. Çok teşekkür ederiz." Bu söz yeniden alkışlar ve kahkahalarla karşılandı.

Thorin kupasını daha da yukarıya kaldırdı. Salondaki herkes onu taklit etti. Avizenin ışığında kristaller yıldız yıldız ışıldadılar.

"Sayın Bayanlar ve Baylar, karşınızda Hemphill'den William Dearborn, Pennilyon'dan Richard Stockworth ve Gilead'lı Arthur Heath."

Konuklar bu son sözleri duydukları zaman hayretle mırıldandılar. Sanki Başkan, "Cennetten Arthur Heath," demiş gibi.

"Onları hoş karşılayın. Hoş şeyler verin. Mejis'te geçirecekleri günleri tatlılaştırın. İşlerinde onlara yardım edin. Hepimiz için çok değerli olan o amaçlarına destek verin. Belediye Başkanı'nız böyle söylüyor."

Diğerleri, "BİZ DE ÖYLE SÖYLÜYORUZ!" diye gürlediler.

Thorin içkisini yudumladı. Diğerleri de ona katıldılar. Yeniden alkış sesleri duyuldu. Roland döndü ve yine Susan'ın gözlerinin içine baktı. Bunu yapmamak elinde değildi. Kız da bir an gözlerini ondan kaçırmadı. Roland, Susan'ın bakışlarından bu karşılaşmanın onu da kendisi kadar etkilediğini anladı. Sonra ona benzeyen kadın eğilerek kızın kulağına bir şeyler fısıldadı. Susan döndü. Yüzü bir maske gibi ifadesizdi... Ama Roland onun gözlerindeki ilgiyi görmüştü. Ve yine yapılanın düzeltileceğini, verilen sözün geri alınabileceğini düşündü.

Yemek salonuna girerlerken Cordelia yeğeninin elini çekiştirdi. Salona bu akşam destekler üzerine dört masa kurulmuştu. (Masalar birbirlerine o kadar yakınlardı ki, aralarında rahatlıkla geçilecek yer bile yoktu.) Cordelia, Susan'ı çekiştirerek Fran Lengyll'le konuşmaya dalmış olan Belediye Başkanı'yla Jonas'dan uzaklaştırdı.

Öfkeyle, "Neden ona öyle baktın, küçük hanım?" diye fısıldadı. Yine alnının ortasında dikey çizgi belirmişti. Bu gece bir hendek kadar derin gözüküyordu. "O güzel ama beyinsiz kafandan neler geçiyor?" Kadının bu sözleri söyleyiş tarzından Susan halasının öfkeden çılgına dönmüş olduğunu anladı.

"Kime baktım? Ve nasıl?" Susan sesindeki ifadenin çok uygun olduğunu düşündü. Ama ah, ama kalbi...

Cordelia onun parmaklarını canını acıtıncaya kadar sıktı. "Bana yalan söyleme, Çok Güzel ve Genç Küçük Hanım! Şimdi bana söyle bakalım, o pek süslü üç züppeyi daha önce gördün mü? Bana gerçeği söylemelisin!"

"Hayır, görmedim. Nereden göreceğim? Canımı yakıyorsun, hala!"

Cord Hala kinle gülerek kızın parmaklarını daha da sıktı. "Canının şimdi biraz yanması, ilerde acıyla kıvranmandan daha iyi. Küstahlığı bırak! O çapkın bakışlarını da kontrol et."

"Hala! Ne demek istediğini anlayamıyorum..."

Cordelia sert bir sesle, "Bence pekâlâ da anlıyorsun," dedi. Konukların geçebilmeleri için yeğenini iyice duvar panosuna dayadı. Onların kayıkhanesinin yanındakinin sahibi olan çiftçi, "Merhaba," dediği zaman Cordelia ona dostça gülümsedi. Tekrar Susan'a dönmeden "İyi akşamlar," dedi.

"Beni dinle, küçük hanım. Beni iyi dinle. Ben senin inek gibi baktığını gördüğüme göre oradakilerin yarısı da bunu farketti demektir. Neyse... Olan oldu. Ama artık bu iş şuracıkta sona eriyor. Çocuk-genç kız oyunları oynamanın zamanı geçti. Anlıyor musun?"

Susan sesini çıkarmadı. Yüzünde Cordelia'nın o en çok nefret ettiği inatçı ifade belirmişti. Kadın bu ifadeyi gördüğü zaman yeğenini burnu kanayıncaya ve o iri ceylan gözlerinden yaşlar akıncaya kadar tokatlamak istiyordu.

"Yemin ettin ve bir anlaşma imzaladın. Belgeler verildi. O uğursuz cadının fikri alındı. Paralar harcandı. Ve sen söz verdin! Belki bunun senin için bir önemi yok, kız! Ama bunun baban için ne anlama geleceğini unutma."

Susan'ın gözleri doldu yine. Cordelia bu yaşları görünce pek sevindi. Ağabeysi bir işe yaramayan, onu durmadan sinirlendiren bir yaratıktı. Sadece bu fazla güzel kadın-çocuğun dünyaya gelmesini sağlayabilmişti... Ama adam işe yarıyordu. Ölüsü bile.

"Şimdi bana söz ver! Bakışlarına dikkat edeceksin! Ve o çocuğun geldiğini gördüğün zaman onun yolundan çekilecek, yana sapacaksın. Evet, ondan olabildiğince uzaklaşacaksın."

Susan, "Söz veriyorum, hala," diye fısıldadı. "Gerçekten."

Cordelia gülümsedi. Kadın böyle anlarda bayağı güzelleşiyordu. Hala ve yeğen tuvaletlerini hışırdatarak yan yana yemek salonuna girdiler. Susan'ın göğsündeki zafir gerdanlık ışıldıyordu. Yemek salonundakilerin çoğu, "Birbirlerine ne kadar da benziyor," dediler. "Zavallı Pat Delgado yanlarında olsaydı onlarla çok gururlanırdı."

Roland ortadaki masanın baş tarafına yakın bir yerde oturuyordu Lengyll'den daha iriyarı ve tıknaz bir çiftçi olan Hash Renfrew'la Thorin'in suratsız kızkardeşi Coral'ın arasındaydı. Renfrew bir hayli punç içmişti. Sofraya çorba getirildiği zaman bira içmekte de usta olduğunu kendi kendine kanıtlamaya çalıştı.

Adam balıkçılıktan söz etti. ("Artık bu iş eskisi gibi değil, oğlum. Ama neyse ki, son zamanlarda ağlara daha az değişim geçirmiş balıklar takılıyor. Bu da bir şey sayılır.") Renfrew çiftçilik konusunu da açtı. ("Burada insanlar hemen her şeyi yetiştirebilirler. Mısır ve fasulye olması şartıyla.") Sonunda sözü en çok sevdiği anlaşılan o konulara getirdi: atçılık, avcılık ve çiftçilik. Bu işler eskisi gibi devam ediyordu. Ama kıyıdaki otlaklarla kaplı Baronluklar'ın durumu kırk yıldan beri pek de parlak sayılmazdı.

Roland, "Hayvanların kanları temizlenmiyor mu artık?" diye sordu. Çünkü geldiği yerde temizlenmeye başlamıştı.

Renfrew başını salladı. Patates çorbasını bırakmış kızarmış dana şeritlerini yemeye başlamıştı. Onları eliyle alıyor ve biranın yardımıyla yutuyordu. "Evet, genç efendi. Hayvanların kanları gerçekten çok güzel temizlenmeye başlıyor. Hem safkanlarda, hem de sıradan hayvanlarda beş yavrudan üçü temiz. Dördüncüsü çalıştırılacak durumda oluyor, ama üremesine izin verilmiyor. O beş yavrudan sadece biri fazla bacak ya da gözle doğuyor. Ya da bağırsakları vücudunun dışında oluyor. Bu oran çok iyi. Ama doğumların sayısı iyice azalıyor. Aygırlar yine işe yarıyorlar ama galiba güçleri az. Döllenme kolay kolay olmuyor."

Renfrew bir an Roland'ın önünden Coral Thorin'e doğru eğildi. "Affedersiniz, hanımefendi." Kadın tatsız bir ifadeyle hafifçe gülümsedi. (Roland'a Jonas'ın tebessümünü hatırlattı.) Coral kaşığıyla çorbasını karıştırdı ve bir şey söylemedi. Renfrew bira kupasındaki birayı bitirerek neşeyle dudaklarını şapırdattı. Ve kupasını tekrar uzattı. Kupa doldurulurken yine Roland'a döndü.

"İşler artık eskisi kadar iyi değil. Ama daha da kötü olabilirdi. Tabii Farson denen o aşağılık köpek istediğini yaptığı takdirde her şey iyice kötüleşecek." (Renfrew bu kez Coral Thorin'den özür dilemek zahmetine girmedi.) "Hep birlikte çaba harcamamız gerekiyor. Bu şart. Şu ara böyle çabalar işe yarar. Zengini fakiri, küçüğü büyüğü, herkes elinden geleni yapmalı." Adam sonra Lengyll'in sözlerini destekledi. Roland'a o ve arkadaşlarının sadece isteklerini, ihtiyaçlarını açıklamalarının yeterli olacağını söyledi.

'Roland, "Bilgi bizim için yeterli," dedi. "Her şeyin sayısı."

Renfrew başını salladı. "Tabii. Sayı olmadan sayım olmaz." Gülerken biraları etrafa sıçrattı. Roland'ın solunda oturan Coral Thorin biraz salata yedi. Dana şeritlerine elini bile sürmedi. Yine hafifçe gülümsüyordu. Sonra çorbasını karıştırdı. Roland onun kulaklarının hiçbir kusuru olmadığından emindi. Herhalde ağabeysine bu konuşmaları kelimesi kelimesine anlatacaktı. Ya da belki de raporu Rimer'e verecekti. Belki kesin bir şey söylemek için çok erkendi ama Roland'a ülkenin gerçek güçlü adamı Rimer'miş gibi geliyordu. Belki de Jonas'la birlikte.

Roland, "Örneğin," dedi. "Kaç binek atı var? Birlik'e nasıl bir rakamı bildireceğiz?"

"Ondalık mı, toplam mı?"

"Toplam."

Renfrew kupasını bırakarak bir hesap yapmaya başladı. Roland da o arada masanın diğer tarafına baktı. Lengyll'e hayvan yetiştiricisi Henry Wertner'in bakıştıklarını farketti. Onlar bu konuşmayı duymuşlardı. Dikkatini tekrar yanındaki adama verdiği zaman bir şeyin daha farkına vardı. Hash Renfrew sarhoştu. Ama galiba genç Will Dearborn'un inanmasını istediği kadar da değil.

"Toplam dediniz değil mi? Yani Birlik'e olan borcumuzu kastetmiyorsunuz. Ya da sıkışık durumda oraya gönderebileceğimiz hayvan sayısını?"

"Evet."

"Durun bakayım, genç sai. Fran'ın yüz kırk baş hayvanı olmalı. John Croydon'un yüze yakın. Hank Wertner'in kendi hayvanlarının sayısı kırka yakın. Uçurumda Baronluk için altmış hayvan daha yetiştiriyor. Hükümetin atları bunlar, Bay Dearborn."



Roland gülümsedi. "Bunu çok iyi biliyorum. Yarık toynaklar, kısa' boyunlar. Doymak bilmeyen mideler. Hızla koşamayan yaratıklar."

Renfrew bu sözler karşısında kahkahalarla gülerek başını salladı... Ama Roland kendi kendine, bu sözlerim onu gerçekten eğlendirdi mi, diye sordu. Hambry'de yüzeyde sularla derindekiler zıt yönlere doğru akıyor.

"Bana gelince. On, on iki yıllık kötü bir süre geçirdim. Beyin humması. Bir ara uçurumda iki yüz at koşuyordu. Üzerlerinde Lazy Susan işareti olan hayvanlar, Ama galiba şimdi orada ancak seksen at var."

1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət