Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə18/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   62

Alain bardağını buzları şıkırdatacak kadar hafifçe salladı. Roland da belli belirsiz başını salladı. Çayı yakındaki bir kaynak-evinden testiyle getireceklerini sanmıştı. Ama bardakların içinde gerçek buz parçaları vardı. Yaz günü buz. Bu ilginç bir şeydi.

Ve çay da şerifin söylediği gibi nefisti.

Avery mektubu okumasını bitirerek kâğıdı kutsal bir emanetmiş gibi Roland'a geri verdi. "Bunu üzerinizde taşıyın ama iyi koruyun, Will Dearborn. Evet, iyi koruyun onu."

"Evet, efendim." Roland mektubu ve kimlik belgesini cüzdanına yerleştirdi. Arkadaşları "Richard"la "Arthur" da aynı şeyi yaptılar.

Alain, "Bu beyaz çay harika, efendim," dedi. "Hiç bu kadar lezzetlisini içmemiştim."

Avery de kendi çayını yudumluyordu. "Öyle. Bunu bu kadar lezzetli yapan bal. Öyle değil mi, Dave?"

İlan tahtasının yanında duran monoklü yardımcı gülümsedi. "Öyle sanıyorum. Ama Judy bunu açıklamaktan hoşlanmıyor. Çayın tarifi ona annesinden kalmış."

"Ah, evet. Biz annelerimizin yüzlerini de hatırlamalıyız." Şerif Avery bir an duygusal bir tavır takındı. Ama Roland ihtiyar adamın o anda annesinin yüzünü pek düşünmediğinden emindi. Şerif, Alain'e döndü ve yüzünde şaşılacak kadar zekice bir ifade belirdi.

"Yanılmıyorsam, buzu merak ettiniz, Bay Stockworth."

Alain irkildi. "Şey, ben..."

Avery, "Hambry gibi geri kalmış bir yerde böyle bir şey bulacağınızı sanmıyordunuz değil mi?" Şakacı bir tavırla konuşmuştu ama Roland bunun gerisinde başka bir şeyler olduğunu sezdi.

Bizden hoşlanmıyor, diye düşündü. "Kentli tavırları" diye tanımladığı şeylerden nefret ediyor. Bizi nasıl davrandığımızı anlayacak kadar tanımıyor bile. Ama yine de bizden hoşlanmıyor. Bizim üç toy delikanlı olduğumuzdan emin. Ona ve buranın halkına taşralı ahmaklar gözüyle baktığımızı sanıyor.

Alain usulca, "Sadece Hambry'de değil," diye cevap verdi. "Bugünlerde her yerde olduğu gibi İç Kavis'te de buz ender bulunuyor, Şerif Avery. Yetiştiğim yıllarda buzu sadece doğumgünü gibi özel toplantılarda gördüm."

Şerif Avery yapmacık bir hayretle, "Öyle mi, öyle mi?" dedi.

Avery belki onların böyle atla kente gelmelerinden hoşlanmamıştı. Lanet olasıca sabahın yarısını ziyan ettikleri için sinirleniyordu. Giysilerinden, süslü kimlik belgelerinden, aksanlarından ve genç olmalarından hoşlanmamıştı. Özellikle çok genç olmalarından. Roland bütün bunları anlıyordu. Ama bütün hikâye bu kadar mıydı? Burada bir şeyler oluyorsa, bunlar neydi?

Avery, "Kent Toplantı Evi'nde gazla çalışan bir buzdolabı var," diye açıkladı. "Bir de fırın. İkisi de çalışır halde. Citgo'dan bol bol yer-gazı çıkıyor. Şu kentin doğusundaki petrol alanından. Herhalde buraya gelirken onun önünden geçtiniz."

Delikanlılar, "Evet," der gibi başlarını salladılar.

"Fırın artık son zamanlarda sadece ilginç bir eşya sayılıyor. Okul çocukları için bir tarih dersi.. Ama buzdolabı işe yarıyor. Gerçekten." Şerif bardağı kaldırarak yanından baktı. "Özellikle yazın." Çayından bir yudum alarak dudaklarını şapırdattı ve Alain'e gülümsedi. "Gördünüz mü ya? Bunun esrarlı bir yanı yok."

Roland, "Petrolü kullanacak yer bulamamanıza şaşıyorum," dedi. "Kentte hiç jeneratör yok mu, şerif?"

Avery, "Evet, dört beş tane var," diye cevap verdi. "En büyüğü Francis Lengyll'in Rocking B çiftliğinde. Onun çalıştığı günleri de hatırlıyorum. Bir HONDA o. Bu adı biliyor musunuz, çocuklar? HONDA adını?"

Roland, "Evet, bu adı bir iki defa gördüm," dedi. "Eski motorlu bisikletlerde."

"Gerçekten mi? Her neyse... Jeneratörlerden hiçbiri Citgo alanından çıkarılan petrolle çalışmıyor. Fazla koyu, katranlı yapışkan bir şey. Burada rafineri yok."

"Anlıyorum... Ama ne olursa olsun yazın buz harika bir şey. Bardağa nereden gelirse gelsin..." Alain buz parçalarından birini ağzına kaydırarak dişlerinin arasında çiğnedi.

Avery bir an daha ona baktı. Sanki konunun kapanıp kapanmadığını anlamaya çalışıyordu. Sonra bakışlarını Roland'a kaydırdı. Yine şişman suratında o hiç güvenilmeyecek abartılı gülümseme belirmişti.

"Belediye Başkanı Thorin size onun adına, 'Hoşgeldiniz,' dememi istedi. Bugün burada olamadığı için çok üzüldüğünü bildirmemi de... Bizim Sayın Belediye Başkanı'mızın işi başından aşkın. İşleri çok yoğun. Ama yarın akşam konağında bir ziyafet veriyor. Konukların çoğu yedide gelecek. Ama siz gençleri sekizde bekliyor... Yani herkes toplandığı sırada gösterişli bir giriş yapacak. Biraz tiyatromsu. Sizin gibilere tam zamanında gelmenizi söylememe hiç gerek yok. Herhalde benim sıcak yemek yediğim gecelerden daha fazla ziyafette bulundunuz."

Cuthbert endişeyle, "Resmi gece kılığı mı giyilecek?" diye sordu. "Çünkü biz uzaklardan geldik. Hemen hemen dört yüz tekerlek uzaktan. Hiçbirimiz gece kılığı ve kuşakları getirmedik."

Avery gülüyordu. Roland onun bu kez içtenlikle güldüğünü düşündü. Belki de şerif, "Arthur"un deneyimsiz ve çekingen bir yanı olduğunu açıklamasından hoşlanmıştı. "Hayır, genç efendi. Thorin buraya bir görevi yerine getirmek için geldiğinizi biliyor. Hemen hemen kovboylar gibi çalışacaksınız! Dikkatli olun, yoksa yakında size denizden ağları da çektirebilirler."

Monoklü Yardımcı Dave odanın dibinden gürültülü bir kahkaha attı. Beklenmedik bir şeydi bu. Roland, belki de bu ancak yerlilerin anlayabileceği bir şaka, diye düşündü.

"En iyi kılıklarınızı giyin. Bu yeterli olur. Zaten ziyafette kuşaklı kimse olmayacak. Hambry'de böyle şeyler yapılmıyor." Şerifin kentini ve Baronluk'unu durmadan gülerek aşağılaması Roland'ın yine ilgisini çekti. Ve bunun gerisinde yabancılara duyulan öfke de vardı.

"Her neyse... Yarın gece eğlenmekten çok çalışacaksınız sanırım Hart bu yöredeki bütün büyük çiftlik sahiplerini, hayvan yetiştiricilerini sürü sahiplerini çağırdı. Tabii böyle pek çok kişi yok. Sonuçta Mejis uçurumdan sonra çölle birleşiyor. Mallarını, mülklerini saymanız için gönderildiğiniz herkes orada olacak. Onların hepsinin Birlik'e sadık olduklarını göreceksiniz. Size canla başla yardım etmeye hazır olduklarını da. Gelecekler arasında Rocking B'den Francis Lengyll... Piyano Çiftliği'nden John Croydon... Hem Baronluk'un atlarına bakan, hem de kendisi hayvan yetiştiren Henry Wertner... Mejis'teki 'Lazy Susan' adlı en büyük haranın sahibi olan Hash Renfrew... Tabii hara sizin ölçülerinize göre fazla büyük bir yer sayılmaz. Ziyafette daha başkaları da olacak. Rimer sizi onlarla tanıştıracak, böylece işinize hemen başlayabileceksiniz."

Roland, Cuthbert'e döndü. "Yarın gece elinden gelenin en iyisini yapmaya hazır ol."

Cuthbert başıyla onayladı. "Endişelenme, Will. Ben her şeye dikkat edeceğim."

Şerif Avery çayını yudumlayarak bardağın üzerinden delikanlılara çapkınca baktı. Bakışı o kadar sahteydi ki, Roland neredeyse sıkıntıyla kıpır kıpır kıpırdanacaktı.

"Çoğunun evlilik çağında kızları var, ziyafete onları da getirecekler. Dikkatli olun, çocuklar."

Roland çay ve ikiyüzlülüğün o sabah için yeterli olduğuna karar verdi. Başını salladı, çayını bitirerek gülümsedi. Tebessümünün Avery'ninki kadar sahte olmadığını umuyordu. Ayağa kalktı. Cuthbert'le Alain de onu izlediler.

Roland, "Bu hoş karşılama ve çay için teşekkür ederiz," dedi. "Lütfen Belediye Başkanı Thorin'e bizden bir mesaj yollayın. Nezaketi için ona teşekkür edin. Ve bizi yarın gece tam sekizde karşısında göreceğini bildirin."

"Evet. Bunu yaparım."

Roland, Dave'e döndü. Adam dikkatleri ikinci kez üzerine çektiği için şaşırıp irkildi. Az kalsın kafasını ilan tahtasına çarpacaktı. Delikanlı, "Lütfen eşinize çay için teşekkür edin," dedi. "Çok nefisti."

"Bunu ona söylerim. Teşekkürler, sai."

Dışarı çıktılar. Şerif onları fazla şişman, neşeli bir çoban köpeği gibi önüne katmıştı.

Basamakları inip yoldan ilerlerken, "Kalacağınız yere gelince..." dedi. Güneşe çıkar çıkmaz terlemeye başlamıştı.

Roland elinin ayasını alnına vurdu. "Ah, Tanrım! Size bunu sormayı unuttum. Gece o uzun yamaçta kamp kurduk. Aşağıya inerken sürüyle at gördük. Nereyi kastettiğimi herhalde anladınız..."

"Evet. Uçurum."

"Tabii kamp kurmak için izin almamıştık. Bu konuyu kiminle konuşacağımızı bilmiyoruz."

"Orası John Croydon'un. Onun kamp kurmanıza itiraz edeceğini sanmıyorum. Ama biz size daha iyi bir yer bulmak istedik. Buranın kuzeybatısında bir çiftlik var. Bar K, Orası Garber ailesinindi. Ama yangından sonra orayı bırakıp taşındılar. Şimdi çiftlik Atçılar Derneği'nin. Bu küçük grup yerli çiftçiler ve haracılardan oluşuyor. Francis Lengyll'e siz çocuklardan söz ettim. O bizim derneğin şimdiki başkanı. 'Onları Garber'lerin eski yerine yerleştirelim,' dedi. 'Neden olmasın?"

Cuthbert düşünceli ve nazik bir tavırla, "Neden olmasın?" diye yineledi. Roland ona sert sert baktı ama arkadaşı gözlerini limana dikmişti. Su böcekleri gibi sağa sola giden küçük balıkçı teknelerini seyrediyordu.

"Evet, ben de, 'Neden olmasın?' dedim. Ev yanıp kül oldu. Ama yatakhane hâlâ duruyor. Yanındaki ahır ve mutfak da öyle. Belediye Başkanı Thorin'in verdiği emre uydum ve yatakhaneyi süpürterek biraz düzene sokma cüretini gösterdim. Kilere de yiyecek doldurttum. Arada bir böcek çıkabilir. Ama ısıracak ya da insanı sokacak türden değil... Orada yılan da yoktur. Tabii zeminin altında birkaç yılan olabilir. Eğer varsa hiç aldırmayın. Ben öyle diyorum. Hey çocuklar, bırakın yılanlar orada kalsınlar."

Cuthbert kollarını kavuşturmuş, hâlâ limana bakıyordu. "Evet yılanlar zemin tahtalarının altında kalsınlar. Nasıl olsa orada mutlular"

Avery ona şaşkınlıkla bir göz attı. Gülümsemesi biraz silinir gibi oldu. Şerif sonra Roland'a döndü ve tebessümü yine iyice yayıldı. "Damda delik yok, oğlum. Yağmur yağarsa ıslanmazsınız. Buna ne diyorsunuz? Yer iyi değil mi?"

"Layık olduğumuzdan daha iyi. Siz son derecede beceriklisiniz Belediye Başkanı Thorin de çok nazik." Roland gerçekten böyle düşünüyordu. Ama önemli olan nedendi. "Onun ince düşünceli bir insan olduğu anlaşılıyor. Bunu takdir ediyoruz. Öyle değil mi, çocuklar?"

Cuthbert'le Alain bu sözleri hemen heyecanla onayladılar.

"Ve seçilen yeri teşekkürlerimizle kabul ediyoruz."

Avery başını salladı. "Bunu ona söylerim. Güvenle gidin, çocuklar."

Atların bağlandığı direğe gelince şerif orada tekrar hepsinin ellerini sıktı. Ama daha çok delikanlıların atlarıyla ilgileniyordu.

"Yarın akşam görüşmek üzere. Öyle değil mi, küçük beyler?"

Roland başını salladı. "Yarın akşam görüşürüz."

"Yalnız başınıza Bar K.'yi bulabilecek misiniz?"

Roland yine adamın gizli aşağılamasını ve bilinçsizce azametini farketti. Sanki lütfen konuşuyordu. Ama belki böylesi daha iyiydi. Yüksek Şerif onların aptal olduklarına inanırsa kim bilir bu nelere yol açardı...

Cuthbert atına bindi. "Çiftliği buluruz." Avery delikanlının eyer kaşındaki kuş kafasına şüpheyle bakıyordu. Cuthbert bunu farketti ama neyse ki bu sefer dilini tutmayı başardı. Onun böyle beklenmedik bir biçimde gevezelikten kaçınması Roland'ı hem şaşırttı, hem de memnun etti. "Hoşçakalın, şerif."

"Siz de öyle."

Avery orada atların bağlandığı direğin yanında durdu. Kollarının altı terden lekelenmiş haki gömlekli iriyarı bir adam. Avery'nin botları işine düşkün bir şerif için fazla parlak ve cilalıydı. Roland, bütün gün onu kırlarda taşıyacak at nerede, diye kendi kendine sordu. O atı görmek isterdim.

Delikanlılar uzaklaşırken şerif onlara el salladı. Yardımcıları da basamaklardan yola indiler. Dave en öndeydi. Onlar da çocuklara el salladılar.

Birlik'ten gelen piçler babalarının pahalı atlarının sırtında köşeyi dönerek anayoldan inerlerken şerifle yardımcıları el sallamayı bıraktılar. Avery, Dave Hollis'e döndü. Yardımcısının yüzündeki budalaca hayranlık yerini daha zekice bir ifadeye bırakmıştı.

"Ne diyorsun, Dave?"

Dave monoklunu ağzına götürerek pirinç çerçevesini sinirli sinirli dişlemeye başladı. Şerif Avery onu bu alışkanlığından vazgeçirmek için adama dırdır edip durmuştu. Ama uzun süre önce bundan vazgeçmişti. Dave'in karısı Judy bile bu konuda yenilgiyi kabul etmişti. Oysa kızlık adı Judy Wertner olan Judy Hollis istediğini yaptırmaya gelince insanı ezer geçerdi.

Dave, "Yumuşak onlar," dedi. "Tavuğun poposundan yeni çıkan yumurtalar kadar yumuşak."

Avery başparmaklarını kemerine sokarak öne arkaya sallanmaya başladı. "Belki. En çok konuşan çocuk... şu tepesi düz şapkalı olanı, o yumuşak olduğunu hiç düşünmüyor."

Dava hâlâ tek gözlüğünü dişliyordu. "Onun ne düşündüğü önemli değil. O artık Hambry'de. Düşüncelerini bizimkilere uydurmak için değiştirmek zorunda kalabilir."

Arkasındaki iki şerif yardımcısı güldüler. Hatta Avery bile sırıttı. O zengin çocuklarına karışmayacaklardı, zengin çocukları da onlara karışmazlarsa. Emir böyleydi. Belediye Başkanı'nın evinden gelmişti bu emir. Ama Avery bu çocuklarla biraz dalaşmaktan memnun kalacaktı. Gerçekten. Eyer kaşında o budalaca kuş kafası olan çocuğun hayalarını tekmelemek ona zevk verecekti. Çocuk orada durmuş kendisiyle alay etmişti. Herk Avery'nin bu alayı farketmeyecek kadar ahmak olduğunu düşünmüştü. Taşralı bir ahmak olduğunu. Ama Avery'ye en Çok vaiz şapkalı o çocuğun gözlerindeki soğuk ifadeyi silmek zevk verecekti. Hemphill'li Bay Will Dearborn, New Canaan'ın çok uzaklarda olduğunu ve zengin babasının ona yardım edemeyeceğini anladığı zaman gözlerinde müthiş bir korku ifadesinin belirmesi çok hoşuna gidecekti.

Avery, Dave'in omzuna vurdu. "Evet. Belki de çocuk fikirlerini değiştirmek zorunda kalacak." Gülümsedi. Ama bu tebessümü Birlik'ten gelen sayım görevlileriyle konuşurken yüzünde belirenden çok farklıydı.

Üç delikanlı Yolcuların Dinlenme Yeri'ne kadar tek sıra halinde ilerlediler. Hanın önündeki tuğladan yapılmış verandayı fırçalayan kıvırcık siyah saçlı bir genç başını kaldırarak onlara el salladı. Gerizekâlı olduğu belliydi. Üç arkadaş da ona karşılık verdiler. Sonra yan yana geldiler. Roland ortadaydı.

Roland, "Yeni dostumuz Yüksek Şerif Avery hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu.

Cuthbert, "Benim bir fikrim yok," dedi. "Hiçbir fikrim yok. Fikir politikadır. Ve politika çok kötü bir şeydir, birçok genç ve güzel insanın asılmasına neden olmuştur." Öne doğru eğilerek elinin eklemleriyle ekinkargasının kurukafasına vurdu. "Ama korkarım bizim sadık nöbetçi şeriften hoşlanmadı. Şerif Avery'nin şişman bir bağırsak torbası olduğunu ve dürüstlükle hiçbir ilgisi bulunmadığını düşünüyor."

Roland, Alain'e döndü. "Ya sen, genç Bay Stockworth?"

Alain her zaman olduğu gibi bir süre düşündü. Eyerden eğilip yolun kenarından kopardığı otu dişliyordu. Sonunda, "Bizi sokakta alev alev yanarken görseydi, yangını söndürmek için üzerimize işemezdi bile," dedi.

Cuthbert bu sözleri duyunca neşeyle güldü. "Ya sen, Will? Sen ne diyorsun, sevgili komutan?"

"Şerif beni pek ilgilendirmiyor... Ama söylediği bir tek şey dikkatimi çekti. Atların otladığı uçurum dedikleri o yer en aşağı otuz tekerlek uzunluğunda çölün sınırına kadar gidiyor. Beş ya da daha fazla tekerlek genişliğinde yani. O halde Şerif Avery bizim Croydon'un Piyano Çiftliği'ne ait araziye kamp kurduğumuzu nereden biliyordu?"

İki delikanlı ona önce hayretle, sonra da düşünceli tavırla baktılar. Sonra Cuthbert eğilerek ekinkargasının kurukafasına tekrar vurdu. "Bizi gözetlemişler. Ama sen bunu hiç haber vermedin! Sana akşam yemeği yok. Bunu bir daha tekrarlanırsa kendini hapiste bulursun!"

Ama daha fazla ilerlemeden Roland'ın Şerif Avery'yle ilgili düşüncelerinin yerini daha hoş bir şey aldı. Susan Delgado. Ertesi gece kızı görecekti. Roland bundan emindi. Acaba saçlarını açacak mı, diye düşündü.

Bunu görmek için sabırsızlanıyordu.

Ve işte şimdi burada, Belediye Başkanı'nın evindeydiler. Roland, artık oyun başlasın, diye düşündü. Ama daha bu sözler kafasında belirirken ne demek istediğini kendisi de anlamadı. Herhalde şato oyununu düşünmüyordu... Hiç olmazsa şimdi.

Seyisler delikanlıların atlarını götürdüler. Üç arkadaş bir an basamakların önünde durdular. Hatta birbirlerine sokuldular da. Atların kötü havada yaptıkları gibi. Meşalelerin ışıkları henüz sakalları çıkmamış yüzlerini aydınlatıyordu. İçerde gitarlar çalıyor ve sesler yükselerek yeniden kahkahalara dönüşüyordu.

Cuthbert, "Kapıya vuracak mıyız?" diye sordu. "Yoksa açıp içeri mi gireceğiz?"

Roland bu soruyu cevaplamaktan kurtuldu. Hanın ana kapısı açıldı ve iki kadın dışarı çıktı. Arkalarına, çocukların vatanlarındaki hayvan yetiştiren çiftçilerin karıları gibi beyaz yakalı uzun elbiseler giymişler, saçlarını geriye tarayıp filelere sokmuşlardı. Filelerdeki pırlanta tozu gibi taşlar meşalelerin ışığında pırıldıyordu.

Kadınlardan daha tombul olanı gülümseyerek öne doğru çıktı. Yerlere kadar eğilerek bir reverans yaptı. Zümrüt kesimi ateş taşlarından yapılmışa benzeyen küpeleri sallanarak ışıldadı. "Siz Birlik'ten gelen genç beylersiniz. Evet, öyle. Geldiğiniz için çok seviniyoruz gerçekten. İyi akşamlar, beyler. Dünyadaki günlerinizin uzun olmasını dilerim."

Üç arkadaş da aynı anda botlu ayaklarını öne doğru atarak eğildiler. İstemeden bir ağızdan kadına teşekkür ettiler. Kadın bu yüzden gülerek ellerini çırptı. Yanındaki uzun boylu, zayıf kadın sadece hafifçe gülümsedi.

Tombul kadın, "Ben Olive Thorin'im," diye açıkladı. "Belediye Başkanı'nın eşi. Bu da görümcem Coral."

Coral Thorin çocuklara başıyla şöyle bir selam verdi. Hâlâ gülümsüyordu ama dudakları fazla oynamıyor, tebessümü gözlerine yansımıyordu. Roland, Cuthbert ve Alain tekrar ayaklarını uzatarak ona da selam verdiler.

Olive Thorin, "Deniz Kıyısı'na hoşgeldiniz," dedi. Dostça gülümsemesi onu daha hoş kılıyordu. İç-Dünya'dan gelen bu genç ziyaretçilerin gözlerini kamaştırdığı belliydi. "Evimize neşeyle girin. Bunu bütün kalbimle söylüyorum. Gerçekten."

Roland, "Biz de neşeyle içeri gireceğiz, hanımefendi," diye cevap verdi. "Çünkü bizi karşılamanız bize mutluluk verdi." Kadının elini tuttu, dudaklarına götürerek öptü. Bunu düşünmeden yapmıştı. Olive Thorin'in sevinçli kahkahası gülümsemesine neden oldu. Roland, Olive Thorin'le karşılaşır karşılaşmaz kadından hoşlanmıştı. Belki de daha başlangıçta onun gibi biriyle karşılaşması iyi olmuştu. Çünkü bir sorun yaratan Susan Delgado dışında o gece hiç kimseden hoşlanmadı. Hiç kimseye güvenmedi.

Denizden rüzgâr esmesine rağmen hava yine de sıcaktı. Antredeki pelerin ve mantoları alan görevliye pek iş çıkmıyordu galiba. Roland bu işin Şerif Yardımcısı Dave'e verilmiş olduğunu farkedince fazla şaşırmadı. Adam birkaç tutam saçını parlak bir yağla yapıştırmıştı. Monoklü uşaklara özgü beyaz ceketinin önüne sarkmıştı. Roland ona başıyla selam verdi. Ellerini arkasında kavuşturmuş olan Dave de eğildi.

İki adam onlara doğru geldiler. Bunlardan biri şerifti, diğeriyse karikatürdeki "İhtiyar Doktor Ölüm"e benzeyen son derece zayıf bir adam. Ardına kadar açılmış olan çift kanatlı kapının gerisinde salon dolusu insan ellerinde kristal punç kapları, konuşuyor ve etrafta dolaştırılan tepsilerden lokma büyüklüğündeki yiyeceklerden alıyorlardı.

Roland bir an gözlerini kısarak Cuthbert'e bakacak kadar zaman buldu. "Her şey. Her ad, her surat... Her nüans. Özellikle bu."

Cuthbert yavaşça baş sallaması anlamına gelecek bir biçimde tek kaşını kaldırdı. Sonra da Roland ister istemez konuklara katıldı. Çalışan bir silahşor olarak katıldığı ilk gerçek davetti bu. Ve delikanlı pek ender olarak bu kadar çaba harcamıştı.

"İhtiyar Doktor Ölüm" aslında Kimba Rimer'dı. Thorin'in Kâtibi ve Demirbaş Bakanı. (Roland bu unvanın sırf onların ziyareti yüzünden özel olarak yaratılmış olduğundan kuşkulandı.) Rimer delikanlıdan en aşağı on iki santim uzundu. Oysa Roland, Gilead'da uzun boylu bir genç sayılıyordu. Adamın suratı kum kadar beyazdı. Sağlıksızlık belirtisi değildi böyle olması. Sadece Rimer soluk renkliydi. Adamın başının iki yanından örümcek ağları kadar ince telli kurşuni saçlar birer kanat gibi uzanıyordu. Kafasının tepesi tamamiyle kabaktı. Bir kabarcığa benzeyen burnuna kelebek gözlük takmıştı.

Delikanlılarla tanıştırıldıktan sonra, "Çocuklarım," dedi. Tatlı, kederli ve içten sesi bir politikacı ya da bir cenaze levazımatçısınınkine benziyordu. "Mejis'e hoşgeldiniz! Hambry'ye ve Belediye Başkanı'mızın mütevazı evine de!"

Roland, "Eğer bu mütevazı bir evse," diye cevap verdi. "Yapacağınız sarayı görmek isterdim." Aslında gelişigüzel söylenmiş bir laftı. Nükteden çok bir takılma. (Roland nükteleri Cuthbert'e bırakırdı.) Ama Kâtip Rimer kahkahalarla güldü. Şerif Avery de öyle.

Rimer yeteri kadar neşeli bir tavır takındığına kanaat getirdikten sonra, "Gelin çocuklar!" dedi. "Belediye Başkanı'nın sizi sabırsızlıkla beklediğinden eminim."

Arkalarından biri çekine çekine, "Evet," diye mırıldandı. Sıska görümce Coral ortadan kaybolmuştu. Ama Olive Thorin hâlâ salondaydı. Ellerini artık kalınlaşmış olan belinin hizasında nazikçe kavuşturmuştu. Başını kaldırmış yeni konuklara bakıyordu. Yüzünü yine o umut dolu, hoş tebessüm aydınlatıyordu. "Hart sizinle tanışmayı çok istiyor. Gerçekten çok çok istiyor. Kimba ben onları götüreyim mi, yoksa..."

Rimer, "Hayır, hayır, zahmet etme," dedi. "İlgilenmen gereken başka pek çok konuğun var."

"Galiba haklısın." Kadın Roland ve arkadaşlarını son defa bir reverans yaparak selamladı. Hâlâ gülümsüyordu. Tebessümü Roland'a içtenmiş gibi geldi ama delikanlı yine de, onu üzen bir şey var, diye düşündü. Son derecede mutsuz ve çaresiz.

Rimer, "Baylar?" diye sordu. Gülümserken insanı şaşırtacak kadar iri olan dişleri ortaya çıktı. "Geliyor musunuz?"

Delikanlıları sırıtan şerifin önünden geçirerek kabul salonuna sok tu.

Bu salon Roland'ı pek de o kadar etkilemedi. Ne de olsa Gilead'daki Büyük Salon'u görmüştü. Bazen Dedeler Salonu diye tanımlanan yeri. Hatta her yıl verilen büyük baloyu bile gözetlemişti. Geniş Dünya'nın sonunu ve Ekim'in gelişini müjdeleyen bu toplantı "Doğu Dansı" diye biliniyordu. Gilead'daki Büyük Salon'da bir değil beş avize vardı. Etrafı gaz lambaları değil elektrik ampulleri aydınlatıyordu. Baloya gelenlerin giysileri çok daha zengindi. (Bunlardan çoğu pahalı şeylere alışmış olan genç erkekler ve kadınlardı. Yaşamları boyunca bir tek iş bile yapmamışlardı. John Farson da her fırsatta bundan söz ediyordu.) Müzik daha etkili, konuklar daha eski ve soylu ailelerdendiler. Kökleri Arthur Eld'e uzanırken aralarındaki akrabalık da artıyordu. Ülkeyi birleştiren beyaz atlı Arthur'un soyundandılar.

Ama burada Gilead da görülmeyen bir canlılık vardı. Ama bu eksiklik sadece Doğu Dansına özgü de değildi. Roland Belediye Başkanı'nın evindeki kabul salonuna girerken hissettiği hava ortadan kaybolduğu zaman aramadığınız bir şeydi. Çünkü bu sessizce, acı vermeden ölüyordu. Sıcak su dolu bir küvette kesilen bir damar gibi.

Oda büyüktü ama bir salon sayılacak kadar görkemli değildi. Daire biçimiydi. Tahta kaplama duvarlarına eski Belediye Başkanları'nın (çoğu kötü) portreleri asılmıştı. Yemek salonuna açılan kapıların yanında yüksekçe, sahne gibi bir yerde tati ceketli ve sombrero'lu sırıtan dört gitarcı valse benzeyen ama daha oynak bir parça çalıyorlardı. Odanın ortasındaki masaya iki kesme cam punç kâsesi konmuştu. Bunlardan biri çok büyük ve süslüydü. Diğeriyse küçük ve sadeydi. İçki servisine de yine Avery'nin yardımcılarından biri bakıyordu.

Yüksek Şerifin bir gün önce onlara söylediklerine rağmen birkaç adam türlü renkte kuşak takmışlardı. Ama Roland kendini pek de uygunsuz bir kılıktaymış gibi hissetmedi. Beyaz ipek gömlek ve abiye dar siyah bir pantolon giymiş, siyah kordondan bir boyunbağı takmıştı. Her kuşaklı adama karşılık üç erkek, delikanlının hayvan yetiştiricilerin kiliseye giderken giydiklerine benzettiği biçimsiz, küt kuyruklu ceketler giymişlerdi. Bazılarıysa ceketsizdi. (Çoğu gençti bunların.) kadınlar mücevherler takmışlardı. (Ama bunlar da Bayan Thorin'in ateş taşı küpeleri kadar pahalı şeyler değillerdi.) Yuvarlak yakalı, uzun elbiselerin altından renkli iç eteğinin dantelleri gözüküyordu. Ayakkabıları koyu renk ve alçak topukluydu. Saçlarına file takmışlardı. (Bunların çoğu Olive ve Coral Thorin'inkiler gibi pırlanta tozu serpilmişçesine pırlıyorlardı.)

Sonra Roland farklı birini gördü.

Tabii Susan Delgado'ydu bu. Işıl ışıl, adeta bakılamayacak kadar güzeldi. Kız yüksek belli mavi ipek bir elbise giymişti. Tuvaletin kare biçimi yakasından göğüslerinin üstü gözüküyordu. Boynuna, Olive Thorin'in küpelerinin sahteymiş gibi durmasına neden olan zafir bir gerdanlık takmıştı. Sıcak odun ateşinin korları renginde kuşak takmış bir adamın yanında duruyordu. Bu koyu turuncumsu kırmızı Baronluk'un renkleriydi. Roland adamın evsahipleri olduğunu tahmin etti. Ama o anda adamı pek farketmedi, gözleri Susan Delgado'ya takılmıştı. Mavi tuvalet, yanık ten, yanaklarındaki boya olmayacak kadar uçuk renkli ve kusursuz olan üçgen biçimli pembelikler. Ve en önemlisi saçlar. Susan saçlarını açmıştı. Ve bu saçlar ışıltılı ipekler gibi beline kadar iniyordu. Roland birdenbire kızı istedi. Her şeyiyle. Duyguları o kadar çaresizcesine derindi ki, hastalığa benziyordu. Olduğu ve almak için geldiği her şey kızın yanında ikinci derecede kalıyordu.

1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət