Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə20/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   62

Roland başını salladı. "Yani şimdi dört yüz yirmi hayvandan söz ediyoruz."

Renfrew, "Ah, bundan fazla," diyerek güldü. Bira kupasını almak için uzanırken iş ve havanın etkisiyle kızarmış elinin yanıyla ona vurdu. Kupa devrildi. Küfrederek onu kaldırdı. Kupayı tekrar doldurmak için ağır ağır gelen biracı çocuğa da küfretti.

Renfrew yine birasını içtikten sonra delikanlı onu zorladı. "Ondan daha fazla mı?"

"Burasının balıkçılık yapan değil, daha çok at yetiştiren bir ülke olduğunu unutmamalısınız, Bay Dearborn. Birbirimize takılıyoruz. Biz ve balıkçılar. Ama pek çok 'pul sıyırıcısı'nın evinin arkasında bir beygiri var. Atın üzerine yağmur yağmasını önleyecek kapalı bir yeri olmayanlar da hayvanlarını Baronluk ahırlarına koyuyorlar. Baronluk ahırlarına onun zavallı babası bakardı."

Renfrew başıyla Susan'ı işaret etti. Kız masanın karşı tarafında, Roland'dan üç iskemle ötede oturuyordu. Başa geçmiş olan Belediye Başkanı'yla aralarında masanın köşesi vardı. Roland kızın oturtulduğu yeri biraz garip buldu. Özellikle Thorin'in karısı masanın tâ dibine yakın bir yerde oturduğu için. Kadının bir yanında Cuthbert vardı,, diğer tarafındaysa henüz tanıştırılmadıkları bir çiftçi.

Roland, herhalde Thorin dikkatleri üzerine çekmek için yanında genç ve güzel bir akrabasının olmasını istiyor, diye düşündü. Ya da ona bakıp neşelenmek için. Ama bu durum yine de garip. Bu durum insanın karısına neredeyse bir hakaret sayılır. Madem karısıyla konuşmaktan sıkılıyor, o halde zavallıyı neden başka bir masanın başına oturtmadı?

Ah, ama onların kendi gelenekleri var. Hepsi bu kadar. Ve bu ülkenin töreleri de senin üzerine vazife değil. Senin üzerine vazife olan bu adamın atların sayısıyla ilgili delice sözleri.

Sonra Renfrew'ya döndü. "Başka ne kadar koşucu at var dersiniz? Toplam olarak?"

Renfrew ona kurnazca baktı. "Dürüst bir cevap yüzünden başım derde girmeyecek değil mi, evlat? Ben Birlik yanlısı bir adamım. Gerçekten. Sapına kadar Birlik'çiyim. Herhalde mezar taşıma Excalibur'u oyacaklar. Ama Hambry'nin ve Mejis'in hazinelerinin ellerinden alınmasını istemiyorum."

"Böyle bir şey olmayacak, sai. Zaten sizi istemediğiniz bir şeyi vermeye nasıl zorlarız? Elimizdeki güçlerin hepsi de kuzey ve batıda. İyi Adam'a karşı savaşıyorlar."

Renfrew bu sözleri düşündü. Sonra da başını salladı.

"Ve artık beni Will diye çağıramaz mısınız?"

Çiftçi sevinerek başıyla onayladı. Elini delikanlıya ikinci defa uzattı. Roland elini avuçlarının arasına alınca da neşeyle güldü. Bu iki avuç arası el sıkışmasını daha çok sürücüler ve kovboylar tercih ederlerdi.

"Kötü günler geçiriyoruz, Will. Ve bu da terbiyesiz davranışlara neden oluyor. Bence Mejis ve etrafında yüz elli at daha olabilir. Kastettiğim cins atlar."

"Safkan."

Renfrew yine başını sallayarak delikanlının sırtına vurdu. Birasından bol bol içti. "Evet, safkan."

Masanın başından kahkahalar yükseldi. Jonas'ın komik bir şey söylediği anlaşılıyordu. Susan kaygısızca gülüyordu. Başını arkaya atmış, ellerini zafir gerdanlığının önünde birbirlerine kenetlemişti. Kızın solunda oturan Cordelia ve onun yanına geçmiş olan Jonas da kahkahalar atıyorlardı. Thorin ise gülmekten kırılıyordu. İskemlesinde öne arkaya sallanıyor, peçeteyle gözlerini siliyordu.

Renfrew, "O çok güzel bir kız," dedi. Adeta huşuyla konuşmuştu. Roland sağından hafif bir ses geldiğinden pek emin olamadı. Kadınca bir "hıh" sesi miydi? Delikanlı o tarafa baktı. Coral Thorin hâlâ çorbasını karıştırıp duruyordu.

"Belediye Başkanı o kızın dayısı mı? Ya da amcası?"

Ondan sonra olanlar Roland'ın hafızasına olanca canlılığıyla kazındı. Sanki biri dünyanın bütün renklerini ve seslerini salıvermişti. Susan'ın arkasındaki kadife perdeler daha parlak bir kırmızıya büründü. Coral Thorin'in çirkin kahkahası bir dal kırılırken çıkan çatırtıya benziyordu. Roland, Coral'ın sesinin yakınlarında herkesin konuşmalarını keserek ona bakacak kadar yüksek olduğunu düşündü... Ama sadece Renfrew ve masanın karşı tarafında oturan iki çiftçi kadına baktılar.

"Dayısı mı?" Kadın o akşam ilk kez konuşuyordu. "Dayısıymış. Ah çok hoş! Öyle değil mi, Rennie?"

Renfrew hiçbir şey söylemedi. Sadece bira kupasını iterek sonunda çorbasını içmeye başladı,

"Size şaşıyorum, genç adam. Gerçekten. Belki İç-Dünyalar'dansınız. Ama, Tanrım, gerçek dünya konusunda eğitiminizle ilgilenen kimse bunu tamamlamamış. Demek istediğim kitaplar ve haritalar değil. O kız, Thorin'in..." Coral yerel aksanla bir kelime söyledi ama Roland ne olduğunu çıkaramadı. Seefin gibi bir şeydi bu. Ya da Sheevin.

"Efendim?" Delikanlı gülümsüyordu ama dudağını donduran bu tebessüm ona çok sahteymiş gibi de geliyordu. Midesinde bir ağırlık vardı, sanki punç ve nezaketen yediği dana şeritleriyle çorba birbirine karışıp bir topağa dönüşmüşlerdi. Roland, Susan'a, "Hizmet mi ediyorsun?" diye sormuştu. Bununla kızın sofraya servis yapıp yapmadığını kastetmişti. Ama galiba Susan gerçekten hizmet ediyordu. Ancak bundan daha küçük bir odada herhalde. Roland birdenbire başka bir şey duymak istemediğini düşündü. Belediye Başkanı'nın kızkardeşinin kullandığı kelimenin anlamı da onu hiç ilgilendirmiyordu.

Sofranın başından yine kahkahalar yükseldi. Susan başını arkaya atmış gülüyordu. Yanakları pembe, gözleri ışıl ısıldı. Tuvaletinin bir askısı koluna doğru kaymış, omzundaki yumuşak çukur ortaya çıkmıştı. Roland kalbinde korku ve özlemle bakarken Susan askıyı parmağıyla dalgın dalgın yerine itti.

Renfrew, "Bu 'tam küçük kadın' anlamına geliyor," dedi. Sıkıldığı belliydi. "Bu eski bir deyim. Son zamanlarda pek kullanılmıyor..."

Coral Thorin, "Boşversene, Rennie," dedi. Sonra Roland'a döndü. "O sadece eski bir kovboy. Sevgili beygirlerinden uzaktayken bile bütün pislikleri süpürüp atmaya çalışıyormuş gibi davranıyor. Sheevin 'ikincil eş' anlamına geliyor. Annemin ninesinin zamanında bu sözcük 'fahişe' anlamında kullanılıyordu. Ama belirli türde bir fahişe anlamında." Açık renk gözleriyle Susan'a baktı. Kız şimdi birasını yudumluyordu. Coral tekrar delikanlıya döndü. Bakışlarında kinci bir alay vardı. Bu ifade Roland'ın hiç hoşuna gitmedi. "Para vermeniz gereken bir fahişe anlamına. Basit insanlarla iş yapmayacak kadar kibar olan biri anlamına."

Roland, "Yani o ağabeyinizin metresi mi?" diye sordu. Ona dudakları buza dönmüş gibi geliyordu."

Coral, "Evet," dedi. "Ama daha biraraya gelmediler. Hasat'a kadar bekleyecekler. Bunun ağabeyimin hiç hoşuna gitmediğinden eminim. Ama kız için eski günlerde olduğu gibi para verdi. Onu satın aldı. Evet, öyle." Coral bir an durdu, sonra da ekledi.. "Babası kızını görseydi, utancından ölürdü." Bu sözleri kederli bir memnunlukla söylemişti.

Renfrew hem sıkıntıyla, hem de ukalaca bir tavırla, "Belediye Başkanı hakkında sert yargılara varmamalıyız," diye mırıldandı.

Coral ona aldırmadı. Susan'ın ipek tuvaletini yakasından gözüken dekoltesini ve beline kadar inen saçlarını inceliyordu. Coral Thorin'in yüzündeki o hafif alaycı ifade kaybolmuş, onun yerini insanı donduran bir aşağılama almıştı.

Roland istememesine rağmen Başkan'ın iri eklemli ellerinin Susan'ın tuvaletinin askılarını indirdiğini, çıplak omuzlarının üzerinde dolaştığını düşündü. Adamın gri yengece benzeyen ellerini saçlarının arasına soktuğunu hayal etti. Başını çevirerek masanın diğer ucuna doğru döndü. Orada gördüğü şey daha iyi sayılmazdı. Delikanlı Olive Thorin'e baktı. Masanın diğer ucuna atılan Olive'e. Kadın sofranın başında kahkahalarla gülen insanlara dikmişti gözlerini. Yerine genç ve güzel bir kızı geçiren kocasına. Ona kendi ateş taşı küpelerini biçimsizleştirip sönükleştiren bir gerdanlık hediye eden adama, Olive'in yüzünde Coral'ınki gibi nefret ve öfkeli bir aşağılama yoktu. Öyle olsaydı ona bakmak daha kolaylaşacaktı. Ama kadın kocasını alçakgönüllü, umutlu ve mutsuz gözlerle süzüyordu. Roland artık neden kadının kederli olduğunu düşündüğünü anlıyordu. Olive'in kederli olması için pek çok nedeni vardı.

Başkan ve yanındakiler yine güldüler. Rimer başında oturduğu diğer masadan eğilerek bir nükte yaptı. Hoş bir şey olmalıydı; bu kez Jonas da kahkahalar atmaya başladı, Susan elini göğsüne götürdü. Sonra peçetesini alarak göz kuyruklarındaki gülmesinin neden olduğu yaşları silmek için yukarı kaldırdı. Thorin avucunu kızın diğer elinin üzerine koydu. Susan, Roland'a doğru baktı. Hâlâ gülüyordu. Delikanlıyla göz göze geldiler. Roland masanın dibinde oturan ve mutsuzca gülümseyen Olive'i düşündü. Kadın önünde tuz ve baharat kapları ve elini sürmediği çorbayla öylece oturuyordu. Olive, Susan'ın onu görebileceği bir yerdeydi. Roland, tabancalarım yanımda olsaydı, diye düşündü. Birini çeker ve Susan Delgado'nun bir fahişeye yakışan o soğuk kalbine bir kurşun gönderirdim.

Sonra kendi kendine, sen kimi kandırmaya çalışıyorsun, dedi.

O arada garson çocuklardan biri yanında belirdi. Önüne balık dolu bir tabağı koydu. Roland ömrü boyunca iştahının hiç böylesine kapanmamış olduğunu düşündü... Ama yemekleri yine de yiyecekti. Ve Lazy Susan Çiftliği'nden Hash Renfrew'yle yaptığı konuşmasının kafasında yarattığı soruların üzerinde duracaktı. Babasının yüzünü hatırlayacaktı.

Roland, evet, onu hatırlayacağım, dedi içinden. Ama şu zafirlerin yukarsındaki yüzü unutabilirsem...

Yemek sona ermek bilmedi. Delikanlılar yemekten sonra da kaçamadılar. Kabul salonunun ortasındaki masa kaldırılmıştı. Konuklar tekrar oraya döndüler. İyice yükselen dalgaların gerilemesi gibi. Konuklar Cuthbert'in sonradan "Başkan Thorin'in Eğlence Bakanı" diye tanımladığı kısa boylu, kızıl saçlı, neşeli bir adamın talimatına uyarak yan yana iki daire oluşturdular.

Dairelerin bir kız, bir erkek sırasıyla oluşturmaları bor kahkahalar arasında biraz da zorlukla başarıldı. (Roland konuklardan dörtte üçünün sarhoş olduğunu tahmin ediyordu.) Sonra gitarcılar bir quesa çalmaya başladılar. Bu bir tür oynak Amerikan ya da İskoç dansıydı. Daireler ters yönde dönmeye başladılar. Herkes el ele tutuşmuştu. Sonra iki dairenin birbirine yanaştığı noktadaki delikanlıyla kız bir çift oluşturdular. Ve kızın dairesinin ortasında dansa başladılar. Diğerleri el çırpıyor ve bağırıyorlardı.

Şef gitarcı bu eski ve çok sevildiği anlaşılan geleneksel dansı gülünç sahneler sağlamak için dikkatle yönetiyordu. Muchachos'u gülünç çiftler oluşturmak için birdenbire durduruyordu. Uzun boylu kadın-kısa erkek. Şişman kadın-sıska erkek. Yaşlı kadın-genç adam. (Cuthbert sonunda ninesinin annesi yaşında bir kadınla yanlara doğru ayak sağlamak zorunda kaldı. Yaşlı kadın soluk soluğa gıdaklar gibi kahkahalar atıyor, diğerleri takdirle bağrışıyorlardı.)

Roland'ın bu budalaca dansın hiç sona ermeyeceğini düşündüğü bir sırada müzik birdenbire durdu ve delikanlı kendini Susan Delgado'nun karşısında buldu.

Roland bir an hiçbir şey yapamadı, kıza bakakaldı. Gözlerinin yuvalarından uğradıklarından emindi. Uyuşmuş ayaklarını hiç kımıldatamayacağından da. Sonra kız kollarını kaldırdı ve müzik başladı. (Başkan Thorin'in ve hafifçe gülümseyen, gözünden hiçbir şey kaçmayan Eldred Jonas'ın da bulunduğu daire genç çifti alkışladı. Delikanlı Susan'la dansa başladı.)

Roland önce kızı döndürdü. (Uyuşmuş olsun olmasın ayakları her zamanki gibi ustaca ve zarifçe hareket ediyorlardı.) Delikanlıya vücudu camdan oluşmuş gibi geliyordu. Sonra kızın vücudunun kendisininkine dokunduğunu farketti. Ve o zaman tam bir insana dönüştü.

Susan bir an ona sokuldu. Konuşmaya başladığı zaman soluğu Roland'ın kulağını gıdıkladı. Delikanlı, bir kadın erkeği çıldırtabilir mi, diye kendisine sordu. Gerçekten delirtebilir mi? Bu geceye kadar böyle bir şeye inanamamıştı. Ama bu gece her şey değişmişti.

Susan, "Dikkatli ve dürüst davrandığın için teşekkür ederim," diye fısıldadı.

Roland hafifçe gerilerken aynı anda kızı döndürdü. Elini Susan'ın sırtına dayamıştı. Avucu serin satenin üzerindeydi, parmaklarıysa sıcak tene dokunuyordu. Kız hiç duraklamadan onun hareketlerini izledi. Duraklamıyor, sendelemiyordu. Ayakları kusursuz bir zarafetle dans ediyor, incecik ipek ayakkabılarıyla delikanlının botlu iri ayaklarından korkmuyordu.

Roland, "Ben dikkatli davranabilirim, sai," dedi. "Ama dürüstlük? Bu kelimeyi bilmenize bile şaşırdım."

Kız başını kaldırarak delikanlının soğuk suratına baktı. Yüzündeki gülümseme silindi. Roland, Susan'ın gözlerinde öfkeli bir pırıltının belirdiğini gördü. Ama ondan önceki kırgınlığı da. Sanki kızı tokatlamıştı. Roland hem sevindi, hem de üzüldü.

Susan fısıldadı. "Neden böyle konuşuyorsun?"

Roland cevap veremeden müzik sona erdi... Ama delikanlı ne söyleyecekti, bunu da bilmiyordu. Susan reverans yaptı, Roland eğildi. Etraflarındakiler alkışlayarak ıslık çaldılar. Sonra iki genç kendi dairelerindeki yerlerini aldılar. Gitarlar tekrar başladı. Roland iki yanındaki dansçıların ellerini tuttuklarını farketti. Ve daireyle birlikte tekrar dönmeye başladı.

Roland gülüyor, ayaklarını yana doğru sallıyor ve tempoya uyarak el çırpıyordu. Susan'ın arkasında bir yerde aynı şeyleri yaptığını biliyordu. Kendi kendine, o da bir an önce benim gibi buradan çıkmayı istiyor mu, diye soruyordu. Karanlıklara karışmayı? Karanlıklarda yalnız kalmayı? Böylece karanlıkta asıl yüzü alev alev yanacak kadar ısınmadan o sahte çehresini bir tarafa bırakacaktı.
6. Sheemie
Saat ona doğru İç Baronluklardan gelen üç genç evsahiplerine teşekkürlerini sunduktan sonra mis kokulu yaz gecesine çıktılar. Baronluk'un hayvan yetiştiricisi Henry Wertner'in yanında duran Cordelia Delgado yabancıların yorulmuş olduklarını söyledi. Wertner güldü ve komik sayılacak koyu bir lehçeyle, "Hayır, hanımefendi," dedi. "O yaşta çocuklar şiddetli yağmurdan sonra bir odun yığınını araştıran farelere benzerler. Gerçekten. Bar K.'deki ranzalarına saatler sonra gidecekler."

Olive Thorin de delikanlıların gidişinden kısa bir süre başının ağrıdığını bahane ederek salondan ayrıldı. Rengi öylesine uçmuştu ki, neredeyse gören buna inanacaktı.

Saat on birde Belediye Başkanı, kâtibi ve yeni kurulmuş koruma örgütünün başı Thorin'in çalışma odasında geride kalan birkaç konukla konuşuyorlardı. (Bu konukların hepsi çiftçiydi. Ve yine hepsi de Atçılar Demeği'nin üyeleriydiler.) Konuşma kısa ama ateşli oldu. Odadaki çiftçilerden bazıları Birlik'in elçilerinin o kadar genç oldukları için rahatladıklarını açıkladılar. Eldred Jonas bu sözler karşısında hiçbir şey söylemedi. Uzun parmaklı, bembeyaz ellerine bakarak yine alaycı bir ifadeyle hafifçe gülümsedi.

Gece yarısı yaklaşırken Susan evindeydi ve yatmak için soyunuyordu. Hiç olmazsa zafir gerdanlığı düşünmesine gerek yoktu. O Baronluk'a ait bir mücevherdi ve kız Belediye Başkanı'nın evinden ayrılmadan önce gerdanlık kasaya kilitlenmişti. "Ama Biz Ne Kadar Soyluyuz" der gibi davranan Will Dearborn gerdanlık ve kendisi hakkında ne düşünürse düşünsün. Başkan Thorin mücevheri Susan'dan almıştı. (Kız Thorin'in isteğine rağmen onu, "Hart," diye çağıramıyordu. Hatta bu adı kendi kendine bile söyleyemiyordu.) Başkan gerdanlığı kabul salonunun yanındaki holde almıştı. Buradaki duvar halısında Arthur Eld'in resmi vardı; elinde kılıcıyla gömüldüğü piramitten çıkıyordu. Thorin bu fırsattan yararlanarak kızı dudaklarından çabucak öpmüş, göğüslerine de şöyle bir dokunmuştu. Zaten Susan bütün o sonsuz gece boyunca göğüsleri çıplakmış gibi bir duyguya kapılmıştı. Başkan kulağına melodrama kaçan bir tavırla, "Hasat'ın gelmesi için çıldırıyorum," diye fısıldamıştı. "Bu yazın her günü bir yüzyıl gibi." Soluğu konyak kokuyordu.

Susan şimdi odasında kısa, sert vuruşlarla saçlarını fırçalıyor ve küçülmekte olan aya bakıyordu. Ömrü boyunca hiç bu kadar öfkelenmemişti. Thorin'e kızıyordu. Cordelia Hala'sına da. Ve o kendini üstün gören ukala Will Dearborn'u düşündükçe öfkesinden çıldırıyordu. Ama en çok da kendine kızıyordu.

Babası ona bir keresinde, "Her durumda yapabileceğin üç şey vardır, kızım," demişti. "Bir şey yapmaya karar verirsin. Bir şey yapmamaya karar verirsin... Ya da hiç. karar vermezsin." Babası açık açık söylememişti ama ona göre bu üçüncüsü zayıf ve akılsız insanların başvuracakları bir yoldu. (Zaten söylemesine de gerek yoktu.) Susan da kendi kendine bu yola hiçbir zaman sapmayacağına yemin etmişti... Ama yine de bu çirkin duruma sürüklenmesine göz yummuştu. Şimdi ona bütün seçenekler kötü ve şerefsizceymiş gibi geliyordu.

Bütün yollar ya taşlarla doluydu ya da tekerlek göbeğine kadar gelen çamurla.

Olive Thorin Başkan'ın evinde odasında oturuyordu. (Hart'la on yıldan beri bir odayı paylaşmamıştı. Beş yıldan beri de aynı karyolayı.) Arkasında sade pamuklu bir gecelik olan kadın da oturmuş küçülen aya bakıyordu. Kendini bu özel ve güvenli yere attıktan sonra ağlamıştı... Ama uzun süre değil. Şimdi gözleri kuruydu. Ve içini kurumuş bir ağaç kütüğü kadar bomboş hissediyordu.

En kötüsü hangisiydi? Hart'ın bu durumunun ne kadar gurur kırıcı olduğunu anlamaması mı? Ve sadece Olive için de değil. Kocası kabara kabara, çalım satarak dolaşır ve her fırsatta Susan Delgado'nun tuvaletinin göğsünden içeri bakmaya çalışırken çok kimse onun arkasından gülüyordu. Onların arasında kendi kâtibi de vardı. Kız büyümüş karnıyla halasının yanına döndüğü zaman bu durum sona erebilirdi. Ama buna daha aylar vardı. Büyücü böyle istemişti. Kız kolay kolay hamile kalmazsa bu süre daha da uzayabilirdi. Ve hepsinin en gülüncü ve en gurur kırıcı olanı neydi? Kendisinin, John Haverty'nin kızı Olive'in kocasını hâlâ sevmesiydi. Hart kendini fazla beğenen, kibirli ve caka satmaya meraklı bir budalaydı. Ama Olive ona yine de âşıktı.

Bir şey daha vardı. Hart'ın orta yaşın sonlarında George'un Keçileri'ne dönmesinden çok daha başka bir şey. Olive'e bir entrika çevriliyormuş gibi geliyordu. Tehlikeli ve şerefsizce bir dolap. Hart'ın bu konuda pek bilgisi yoktu. Ama Olive, Kimba Rimer'le o iğrenç topalın kocasına sadece onun bilmesini istedikleri kadar bilgi verdiklerini tahmin ediyordu.

Bir zamanlar Hart, Rimer gibilerin onu böyle atlatmasına izin vermezdi. Hem de kısa bir süre önce. O günlerde Elmer Jonas'la arkadaşlarına bir göz atar ve onları daha bir kez sıcak yemek yiyemeden batıya defederdi. Ama bu Hart'ın Susan Delgado'nun gri gözleri, dik göğüsleri ve dümdüz karnı yüzünden sarhoş olmasından önceydi.

Olive lambayı üfleyerek söndürdü. Sonra usulca yatağına girdi. Şafağa kadar uy uyamayacaktı.

Saat birde evin halka açık olan bölümünde dört temizlikçi kadından başka kimse yoktu. Kadınlar işlerini Eldred Jonas'ın kontrolunda sessizce (ve endişeyle) yapıyorlardı. Sonra biri başını kaldırarak adamın oturup sigara içtiği pencerenin önündeki bankta olmadığını gördü. Bunu usulca arkadaşlarına haber verdi. Kadınlar biraz gevşediler o zaman. Ama yine de ne güldüler, ne de şarkı söylediler. Elinde mavi tabut dövmesi olan adam gölgelerin arasına gizlenmiş olabilirdi. Belki hâlâ onları gözetliyordu.

Saat ikide temizlikçiler bile gitmişlerdi artık. Bu saatte Gilead'daki bir parti dedikodu ve ışıltının doruğuna erişirdi. Ama Gilead çok uzaklardaydı. Orası sadece başka bir baronluk değil, adeta başka bir dünyaydı. Burası Dış Kavisti. Ve Dış Kavisle kibarlar bile erken yatıyorlardı.

Ama Yolcuların Dinlenme Yeri'nde kibarlar yoktu. Kolay Av'ın bütün meyhaneyi gören gözlerinin altında gecenin henüz yeni başladığını düşünenler toplanmıştı.

Meyhanenin bir köşesinde hâlâ konçları kıvrık çizmelerini çıkarmamış olan balıkçılar içki içiyor ve az bir parayla "Beni Seyret" oynuyorlardı. Sağ taraflarında bir poker masası vardı. Sol tarafta ise çoğu sığırtmaç olan bir grup "İblisin Geçidi"nin yanında durmuş bağırıyor, fikir yürütüyordu. Zarların meyilli kadifeden yuvarlanmasını seyrediyorlardı. Salonun diğer ucunda Sheb McCurdy boogie çalıyordu. Sağ eli uçuyor, sol eli inip kalkıyordu. Soluk yanakları ve boynundan terler akıyordu. Onun yanında ve yukarsında Pettie bir taburenin üzerinde ayakta duruyordu. Sarhoştu. İri kalçalarını sallıyor ve şarkının sözlerini olanca sesiyle haykırarak söylüyordu. "Haydi, gel, bebek, ambarda tavuk var. Hangi ambar, kimin ambarı? Benim ambarım. Haydi, gel, bebek, bebek, bebek, öküzü boynuzlarından yakala..."

Sheemie piyanonun yanında durdu. Elinde büyük bir kova, başını kaldırmış kadına sırıtıyor, ve onunla birlikte şarkı söylemeye çalışıyordu. Pettie uzaklaşması için ona vurdu. Ama hiçbir sözü ve kıvrılıp bükülmeyi de kaçırmadan. Sheemie o acayip kahkahasını attı. Sesi tizdi ama kötü de değildi.

Bir yanda hedefe ok atılıyordu. Salonun dibinin yakınındaki bir bölmede Up'ard ve Killian Kontesi Jillian olduğunu iddia eden bir fahişe ("Biz uzaklardaki Garkan'dan sürgüne yollandık, hayatım. Biz çok özel insanlarız.") iki kovboyla ilgileniyor ve o arada piposunu da içiyordu. Barın önüne dizilmiş olan serseriler, itler, sığırtmaçlar, kovboylar, sürücüler, gemiciler ve silahşorlar Kolay Av'ın çift kafasının altında içki içiyorlardı.

Meyhanede gerçek iki silahşor vardı. Barın bir ucunda kendi başlarına içkilerini yudumluyorlardı. Kimse onlara katılmaya kalkmıyordu. Bunun tek nedeni kalçalarının üzerine indirilmiş ve silahşor tarzı bağlanmış tabancaları değildi. O sırada Mejis'te silahlar ender görülen şeylerdi. Ama hiç görülmemiş de sayılmazlardı. Yerlilerin onlardan pek korktukları yoktu. Ama barın önündeki bu iki adam bütün gün yapmak istemedikleri bir işle uğraşanların yaptıkları gibi suratlarını asmışlardı. Durup dururken kavga çıkaracakları belliydi. Günü yeni bir dulun kocasını arabayla eve göndererek sona erdirmek hoşlarına gidecekti.

Barmen Stanley onlara arka arkaya viski veriyor ama adamlarla konuşmaya kalkışmıyordu. Hatta onlara, "Hava ne sıcak, değil mi, baylar?" bile dememişti. İki silahşor ter kokuyorlardı ve ellerine de çam reçinesi bulaşmıştı. Ama Stanley'in adamları ellerindeki mavi tabut dövmesini görmesini engelleyecek kadar değil. Neyse ki, hiç olmazsa o kız saçlı, topal bacaklı yaşlı akbaba yanlarında değildi. Stanley'e göre Büyük Tabut Avcıları'nın en kötüsü Jonas'tı. Ama bu ikisi de yeteri kadar kötüydüler. Ve barmen onları kızdırmak niyetinde değildi. Tabii bu mümkündüyse. Şansları yardım ederse kimse bu adamları öfkelendirmeyecekti. Belki de çok yorgun oldukları için erkenden gideceklerdi.

Reynolds ve Depape gerçekten yorgundular. Bütün günü Citgo'da geçirmişlerdi. Yanlarında (Texaco, Citgo, Sunoco ve Exxon gibi) saçma sapan şeyler yazılı bir dizi boş çelik tankeri kamufle etmeye çalışmışlardı. Onlara bir trilyon çam dalını getirip üst üste dizmişler gibi geliyordu. Ama içki içmeyi erkenden kesmek gibi bir niyetleri de yoktu. Eğer Sayın Kontes olsaydı Depape belki böyle yapacaktı. Ama (asıl adı Gert Moggins olan) kız bir çiftlikte çalışıyordu. Ancak iki gece sonra dönecekti. Depape sıkıntıyla, "Bol para verirlerse orada bir hafta kalacak," diye söylenerek gözlüğünü burnunda yukarıya doğru itti.

Reynolds, "Canı cehenneme," dedi.

"Öyle söyleme..."

Reynolds barın öbür ucunu işaret etti. "Ben kendime bedava yemek alacağım." Oraya mutfaktan yeni getirilmiş olan buğulanmış midye dolu bir kova konulmuştu. "Sen de ister misin?"

"Onlar sümüğe benziyor. İnsanın boğazından öyle kayıyorlar. Bana bir şerit tuzlanmış dana eti getir."

"Pekâlâ, ortak." Reynolds barın önünden ilerledi. Diğerleri hemen iyi yana açıldılar. Hatta adamın ipek astarlı pelerinin değmemesi için iyice gerilediler.

Depape, Piyano Çiftliği'nde pirzola yiyen Sayın Kontes'i düşünürken canı büsbütün sıkıldı. İçkisini başına dikti. Elindeki reçine kokusu yüzünden suratını buruşturdu. Sonra bardağını Stanley Ruiz'e doğru uzattı. "Şunu doldur, köpek!" diye bağırdı. Tezgâha sırtını dönerek dirseklerini ve kabaetlerini oraya dayamış olan bir kovboy Depape'nin böğürmesi yüzünden irkilerek öne doğru çıktı. Ve bu, felaketin başlaması için yeterli oldu.

Sheemie midyelerin getirildiği kapıya doğru gidiyordu. Kovayı iki eliyle kavrayıp yukarı kaldırmıştı. Daha sonra meyhane boşaldığı zaman orayı temizleyecekti. Ama şimdiki görevi elinde kovayla dolaşmak ve bulduğu bütün bitirilmemiş içkileri içine boşaltmaktı. Bu karmakarışık ab-ı hayat sonunda tezgâhın arkasındaki testiye dolduruluyordu. Testinin üzerine dürüstçe "Deve Sidiği" yazılmıştı. Üç yeni karşılığı içkiden bir duble içilebiliyordu. Bu parasız pulsuzlar ya da pervasızlar için bir içkiydi. Her gece böyle pek çok insan Kolay Av'ın haşin bakışlı gözlerinin önünden geçiyordu. Stanley testiyi boşaltmak konusunda ender zorluk çekiyordu. Gece sona ererken testinin boşalmamış olması önemli değildi. Nasıl olsa başka geceler de vardı. Ve tabii susamış ahmaklar da.

1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət