Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə23/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   62

Susan, "Bu konu şu ya da bu biçimde seni neden ilgilendiriyor?" diye sordu. "Sen paranı aldın ya. Öyle değil mi? Ve daha fazlasını da alacaksın. Adam benimle yattıktan sonra."

Cord Hala'nın suratı geçirdiği şok yüzünden bembeyaz kesildi. Öfkeyle masanın üzerinden eğilerek kızı tokatladı. "Evimde bu kelimeyi nasıl söyleyebiliyorsun, gidi sürtük? Bu ne cüret?"

Susan'ın gözleri doldu. Özellikle kadın "evimde" dediği için. "Burası benim babamın evi! Onun ve benim evim! Senin gidecek hiçbir yerin yoktu. Belki Fakir Mahallesi'ne gitmek zorunda kalacaktın. Babam sana acıyıp evine aldı! Seni evine aldı, hala!"

Kızın elinde son iki portakal dilimi kalmıştı. Onları kadının suratına attı. Sonra masadan kalkmak için öyle hızla geriledi ki, sandalyesi sarsıldı, iskemle devrilirken kız da yere yuvarlandı. Halasının gölgesi Susan'ın üzerine düştü. Kız telaşla sürünerek bu gölgeden kaçtı. Saçları yüzüne düşmüştü, tokatın indiği yer zonkluyordu. Yaşlar gözlerini yakıyordu. Boğazı şişmiş, sanki kavrulmuştu.

Cordelia, "Seni nankör!" dedi. Sesi yumuşak ve kin doluydu; kızı okşayacakmış gibi konuşuyordu. "Senin için bütün yaptıklarımdan sonra... Hart Thorin'in bütün lütuflarından sonra... Ah! Bu sabah binmeyi düşündüğün o beygir bile Hart'ın bir hediyesi..."

Halasının gerçekleri böyle çarpıtması yüzünden öfkesinden çıldıran Susan tiz bir sesle, "PYLON BİZİMDİ," diye bağırdı. "HEPSİ DE BİZİMDİ! ATLAR. TOPRAKLAR... ONLAR BİZİMDİ!"

Cordelia, "Sesini alçalt," dedi.

Susan derin bir soluk alarak kendine hakim olmaya çalıştı. Yüzüne düşen saçlarını geriye itti. Yanağında Cord Hala'nın elinin kırmızı izi kalmıştı. Kadın bunu görünce biraz irkildi.

Susan, "Babam bütün bunlara hiçbir zaman izin vermezdi," dedi. "Hart Thorin'e gitmeme hiçbir zaman razı olmazdı. Belediye Başkanı ya da... patronu olarak Hart Thorin hakkında ne düşünürse düşünsün... böyle bir şeye asla izin vermezdi. Ve sen de bunu biliyorsun. Evet, biliyorsun!"

Cord Hala gözlerini devirdi. Sonra da sanki Susan'ın çıldırdığını açıklamak istiyormuş gibi parmağıyla havada daireler çizdi. "Bu işe sen kendin razı oldun, Çok Genç ve Çok Güzel Kızımız! Evet, sen razı oldun ya! Şimdi çocukça bunalımların yüzünden bu işten vazgeçmek istiyorsan..."

Susan, "Evet," diye başını salladı. "Bu alışverişe razı oldum! Evet, öyle. Ancak sen gece gündüz dırdır ederek başımın etini yediğin için. Ağlayarak bana geldiğin..."

Cordelia sinirlendi. "Ben hiçbir zaman öyle bir şey yapmadım!"

"Her şeyi böyle çabucak unuttun mu, hala? Evet, herhalde. Bugün sabah kahvaltısında beni tokatladığını unutacağın gibi. Ama ben unutmadım. Sen ağladın ya! Ağladın ve bizi bu topraklardan atmalarından korktuğunu söyledin. Yasalara göre burada oturmaya hakkımız olmadığından söz ettin. Ağlayarak, 'Sokaklara düşeceğiz,' dedin. Evet, sen..."

Cord Hala, "Benimle böyle konuşmaktan vazgeç!" diye bağırdı. Susan'ın onun yaptıklarını tekrarlaması, üstelik eski dilde konuşarak bunları yüzüne vurması kadını deli ediyordu. "Eski dilde konuşmaya hiç hakkın yok! Bir koyun gibi meleyerek budalaca şikâyetlerde bulunmaya da öyle! Haydi git! Defol!"

Ama Susan bağırmasını sürdürdü. Öfkesine engel olamıyordu artık.

"Durmadan ağladın! Bizi sokağa atacaklarını, batıya göndereceklerini söyledin. Babamın yerini de, Hambry'yi de bir daha göremeyeceğimizden söz ettin... Beni iyice korkuttuktan sonra katandaki o konuyu açtın. Pek sevimli küçük bir bebeğim olacaktı. Aslında zaten bizim olan topraklarımız bize geri verilecekti! Aynı şekilde yine bizim olan atlarımızı da geri alabilecektik! Belediye Başkanı'nın dürüstlüğünü kanıtlamak için bana bir at hediye edildi. Annesinin dünyaya getirmesine yardım ettiğim o tay! Bir tek kâğıt kaybolduğu için benim olan her şeyi elimden almışlardı. Ama şimdi zaten benim olan toprakları ve atları bana vereceklerdi. Bütün bunları hak etmek için ne yaptım? Başkanın sana para vermesi için neyi başardım? Kırk yıllık karısı koridorun dibindeki odada uyurken onunla yatacağıma söz vermekten başka ne yaptım?"

Cord Hala öfkeyle gülümsüyordu. "Yani istediğin para mı? İstiyor musun? Para istiyor musun? Pekâlâ, paran senin olacak. Onu al, sakla, kaybet, domuzlara yedir! Bu bana vızgelecek!"

Ocağın yanındaki çengele asılı olan çantasını kaptı. İçini karıştırmaya başladı. Ama sonra hareketleri gitgide yavaşladı. Ve tavırları da inandırıcı olmaktan çıktı. Mutfak kapısının solundaki duvarda bir ayna asılıydı. Susan aynadan halasının yüzünü görebiliyordu. Bu surattaki ifade yüzünden neredeyse yüreğine inecekti. Cordelia'nın yüzünde nefret, üzüntü ve açgözlülük vardı.

"Vazgeç, hala! Parayı vermeyi hiç istemediğinin farkındayım. Zaten ben de onu istemiyorum. Bir fahişeye yakışacak bir şey bu."

Cord Hala kıza döndü. Yüzünden şok geçirdiği anlaşılıyordu. O arada uygun biçimde çantasını da unuttu. "Bu fahişelik değil, ahmak kız! Tarihin en büyük kadınlarının bazıları hükümdarların metresleriydi. Ünlü adamlardan bazılarının anneleri de hükümdarların metresleriydi. Bu fahişelik değil!" .

Susan kırmızı ipek bluzu asılı olduğu yerden kaparak üzerine tuttu. İpek göğüs hattını ortaya çıkarmıştı. "O halde Thorin bana neden bu fahişelere yakışan giysileri yolluyor?"

"Susan!" Cord Hala'nın gözleri dolmuştu.

Kız portakal dilimleri gibi bluzu da kadının suratına attı. İpek Cordelia'nın ayakkabılarının üzerine düştü. "O kadar beğeniyorsan bluzu yerden al ve kendin giy! Thorin'den böylesine hoşlanıyorsan, onun yatağını da sen paylaş!"

Susan dönüp kapıdan fırladı. Halasının deli gibi attığı isterik çığlıklar onu izledi. "Sakın budalaca şeyler düşüneyim deme! Budalaca düşünceler aptalca hareketlere neden olur! Ve her ikisi için de artık çok geç! Sen teklifi kabul ettin!"

Bunu Susan da biliyordu. Ve Pylon'u uçurumun yanından ne kadar hızlı sürerse sürsün bu gerçekten kaçamıyordu. Evet, kabul etmişti. Pat Delgado kızının başındaki bu dert yüzünden dehşete kapılırdı ama bir şeyi açıkça görürdü. Söz vermişti. Ve verilen sözler yerine getirilirdi. Bunu yapmayanlar cehennemi boylarlardı.

Susan, posillo yorulmadan hayvanı yavaşlattı. Arkaya bakınca hemen hemen bir buçuk kilometre kadar ilerlemiş olduğunu gördü. Atını daha da yavaşlattı. Eşkin, tırıs. Sonunda Pylon sadece hızlı yürümeye başladı. Susan derin bir soluk alıp verdi. O sabah ilk kez güneşli günün güzelliğini farketti. Batıdaki puslu havada martılar uçuşuyorlardı. Kızın etrafında yüksek otlar vardı. Her gölgelik yerde çiçekler açmıştı. Peygamber çiçekleri, acı baklalar, mercanlar. Ve kızın en sevdiği tatlı mavi ipek çiçekleri. Her taraftan arıların uykulu vızıltıları geliyordu. Bu ses kızı rahatlattı. Coşan duyguları biraz yatıştı. Ve Susan kendi kendine bir şeyi itiraf edebildi... İtiraf etti, sonra da yüksek sesle söyledi.

"Will Dearborn," dedi ve delikanlının adını söylediği için ürperdi Oysa Pylon ve arılardan başka onu duyacak kimse yoktu.

Susan bu nedenle ismi tekrarladı. Ve hemen arkasından elini kaldırarak bileğinin içini öptü. Kanın yüzeye yakın aktığı yeri. Düşünmeden yaptığı bu hareket onu şaşırtmış, böyle bir şey yapacağı aklına gelmemişti. Cildinin tadı ve teri onu heyecanlandırdı.

Sonra babasının her zaman savurduğu küfürü tekrarladı. "Lanet olsun!" Ve botunun üzerinden ileriye tükürdü. Şu son üç hafta Will Dearborn yaşamının altüst olmasına yol açmıştı. Karışık siyah saçları, insanı sarsan mavi gözleri ve diğerlerini amansızca yargılayan tavırlarıyla. "Ben dikkatli davranabilirim, sai. Ama dürüstlük? Bu kelimeyi bilmenize bile şaşırdım."

Susan'ın bu sözleri her düşünüşünde kanı öfke ve utançla kaynamaya başlıyordu. "Beni yargılamaya nasıl cüret etti? Doğduğu günden beri lüks içinde yaşamış. Bu kesin. Hizmetkârlar her kaprisini yerine getirmişler. Çok fazla altın da verilmiş ona. İhtiyacı olmayacak kadar. İstediklerini ona bedava bile verirlermiş. Yaltaklanmak için. Öyle bir çocuk -evet o aslında sadece bir çocuk- karşılaştığım o zorlukları, o seçenekleri nereden bilecek? Hatta Hemphillli Bay Will Dearborn aslında seçimi benim yapmadığımı nereden anlayacak? Beni bu yola sapmaya zorladılar. Ana kedi kaçan yavrusunu kutuya geri götürdüğü zaman yaptığı gibi. Ensesinden yakalayarak.

Ama bütün bunlara rağmen delikanlı kızın aklından çıkmıyordu. Cord Hala farkında değilse bile Susan o sabahki kavgada üçüncü bir kişinin bulunduğunu biliyordu.

Susan'ın bildiği başka bir şey daha vardı. Halasını fena halde sarsacak bir şey.

Will Dearborn da onu unutmamıştı.

Karşılama ziyafeti ve Dearborn'un o korkunç sözlerinden bir hafta sonra Yolcuların Dinlenme Yeri'nde temizlik yapan çocuk Susan'la halasının paylaştıkları eve gelmişti. Herkes delikanlıyı Sheemie diye çağırıyordu. Çocuğun elinde büyük bir demet vardı. Daha çok uçurumda yetişen kır çiçeklerinden oluşmuştu demet, ama aralarında pembe yaban gülleri de vardı. Bunlar pembe imla işaretlerine benziyordu. Sheemie kızın kendisini çağırmasını beklemeden bahçe kapısını açarken sevinçle gülüyordu.

Susan o sırada ön bahçe yolunu süpürüyordu. Cordelia Hala ise arka bahçedeydi. Neyse ki... Ama şaşılacak bir durum değildi. Son günlerde Susan'la kadın birbirlerinden olabildiğince uzaklaştıkları zaman biraz olsun iyi geçinebiliyorlardı.

Sheemie neşeyle, "Günaydın Pat'in kızı Susan Delgado," dedi. "Size bir görevle geldim. Sizi rahatsız ettiysem özür dilerim. Ah, evet, ben herkes için sorun yaratıyorum. Bunu ben de onlar kadar biliyorum. İşte bunlar sizin. Alın."

Sheemie çiçekleri Susan'a uzattı. Kız çiçeklerin arasında katlanmış küçük bir zarfın sıkıştırılmış olduğunu farketti.

"Susan?" Cord Hala'nın sesi evin yanından geliyor... ve gitgide yaklaşıyordu. "Susan, bahçe kapısı mı açıldı?"

Kız da, "Evet, hala," diye seslendi. Kahretsin! Bu kadının kulakları ne kadar keskindi! Susan zarfı papatyalar ve mercanların arasından hızla, ustalıkla çekip aldı, giysisinin cebine soktu.

Sheemie, "Bunu size benim üçüncü en iyi arkadaşım yolladı," diye açıkladı. "Şimdi benim üç en iyi arkadaşım var. Bu kadar." Çocuk iki parmağını kaldırdı. Kaşlarını çattı. İki parmağını daha kaldırmayı denedi. Sonra da neşeyle güldü. "En iyi arkadaşım Arthur Heath. İkinci en iyi arkadaşım Dick Stockworth. Üçüncü en iyi arkadaşım da..."

Susan alçak ama telaşlı bir sesle, "Hiş..." dedi, Sheemie'nin yüzündeki tebessüm silindi. "Sakın o üç arkadaşından söz etme!"

Hafif bir sıcaklık kızın cildine hızla yayılıyordu. Sanki bir hummaya tutulmuş gibi. Sıcaklık yanaklarından boynuna indi. Sonra da tâ ayaklarına. Son hafta Hambry'de Sheemie'nin yeni dostlarından çok söz edilmişti. Söz edilecek başka konu yokmuş gibiydi. Kızın duyduğu hikâyeler çok garipti. Ama bunlar doğru olmasaydı her tanık aynı şeyleri anlatır mıydı?,

Cord Hala evin köşesinden çıktığı sırada Susan hâlâ kendini toplamaya çalışıyordu. Sheemie kadını görünce bir adım geriledi. Şaşkınımın yerini endişe aldı. Cordelia'nın arı sokmalarına karşı alerjisi vardı. Bu yüzden hasır 'brera'sının tepesinden eski bahçe elbisesinin eteğine kadar ince bir kumaşa sarınmıştı. Güçlü ışıkta acayip, gölgedeyse korkunç gözüküyordu. Kılığına ek olarak eldivenli elinde kirli bir çim makası da vardı.

Kadın buketi gördü ve makası kaldırarak hızla yaklaştı. Yeğeninin yanına geldiği zaman makası belindeki bir ilmeye soktu. (Susan'a halası bunu istemeye istemeye yapmış gibi geldi.) Cordelia yüzündeki peçeyi açtı. "Bunu sana kim yolladı?"

Susan, "Bilmiyorum, hala," dedi. Sesi her şeye rağmen oldukça sakin çıkmıştı. "Bu genç adam handan..."

Cord Hala burun kıvırdı. "Han!"

Susan konuşmasını sürdürdü. "Sheemie çiçekleri kimin yolladığını bilmiyor sanırım." Kız delikanlıyı bir an önce oradan göndermek istiyordu. "O... şey... yani..."

"Evet, aptalın teki. Bunu biliyorum." Cord Hala Susan'a bir an öfkeyle baktı. Sonra da dikkatini Sheemie'ye verdi. Eldivenli ellerini dizlerine dayayarak delikanlının yüzüne yüzüne bağırmaya başladı. "BU... ÇİÇEKLERİ... KİM... YOLLADI... GENÇ... ADAM?"

Peçesinin iki yana açtığı parçaları tekrar birleşti. Sheemie bir adım daha geriledi. Korkmuş gibiydi.

"BELKİ DE... BUNU... DENİZ KIYISI'NDAN... BİRİ... YOLLADI... ÇİÇEKLERİ... GÖNDEREN... BELEDİYE... BAŞKANI... THORİN Mİ?.. BANA... BUNU... SÖYLERSEN... SANA... BİR... PENİ... VERİRİM..."

Susan'ın yüreğine indi. Sheemie'nin her şeyi söyleyeceğinden emindi. Delikanlı kızın başını belaya sokacağını kavrayacak kadar zeki değildi. Herhalde Will'in başı da derde girecekti.

Ama Sheemie sadece, "Hayır," der gibi başını salladı. "Hatırlamıyorum. Kafamın içi bomboş sai. Gerçekten. Stanley benim böcek kafalı olduğumu söylüyor."

Ve yine neşeyle güldü. Gülüşü çok güzeldi. Dişleri düzgün ve bembeyazdı. Cord Hala buna yüzünü buruşturarak karşılık verdi. "Kahretsin! O halde çık git. Doğruca kente gitmelisin. Burada kaz tüyü alacağını umarak bekleyip durma. Seninki gibi hiçbir şeyi hatırlamayan bir çocuk bir peniye layık değildir. Ve sakın bir daha buraya geleyim deme! Küçük hanıma kim çiçek yollamak isterse istesin! Beni duyuyor musun?"

Sheemie hızlı hızlı başını salladı. Sonra, "Sai?" diye mırıldandı.

Cord Hala delikanlıya öfkeyle baktı. Bugün alnındaki dikey çizgi iyice belirginleşmişti.

"Neden örümcek ağlarına sarıldın, sai?"

Cordelia, "Hemen çık git, küstah köpek!" diye bağırdı, istediği zaman sesini ürkütücü hale getirebiliyordu. Sheemie korkuyla geriye doğru sıçrayarak ondan uzaklaştı. Cord Hala arkasından bakıyordu. Delikanlının anayoldan doğruca kente gittiğinden, kapılarına gelip bahşiş almak umuduyla beklemeyeceğinden emin olduktan sonra yeğenine döndü.

"Ah, Çok Genç ve Çok Güzel Küçük Hanım, o çiçekleri solmadan suya koy. Ve gizli hayranının kim olduğunu düşünerek ortalıkta dalgın dalgın dolaşma."

Cordelia sonra gülümsedi. Gerçek bir tebessümdü bu. Susan'ı en çok yaralayan, aklını en çok karıştıran şey halasının masallardaki kötü yaratıklara benzememesiydi. Ya da Cöos'lu Rhea gibi bir cadı olmaması. Susan'ın karşısındaki bir canavar değildi. Cordelia sadece toplum bakımından biraz iddialı, gümüş ve altına hırsı olan hiç evlenmemiş biriydi. Ve beş parasız sokağa atılmaktan da çok korkuyordu.

Cord Hala yapmacık, tatsız bir şefkatle, "Bizim gibilerin ev işleriyle ilgilenmeleri daha iyidir, Susie'cik," dedi. "Hayalleri, bütçeleri bunu kaldırabilecek kimselere bırakmalıdırlar."

Susan çiçeklerin Will'den geldiğinden emindi. Yanılmadığını da anladı. Delikanlı oldukça güzel, okunaklı bir yazıyla kâğıda birkaç cümle karalamıştı.
Sevgili Susan Delgado,

Geçen gece yersiz sözler söyledim. Senden özür diliyorum. Seni görüp konuşabilir miyim? Gizlice görüşmeliyiz. Bu çok önemli. Beni görmeye razıysan bu pusulayı getiren çocukla haber yolla. O güvenilir biri.

Will Dearborn
Will Dearborn, "Bu çok önemli," cümlesinin altını çizmişti. Susan onun için bu kadar önemli olan konuyu öğrenmeyi çok istiyordu. Bir yandan da kendi kendini uyardı. Budalaca bir şeyler yapmaktan kaçınmalıyım. Belki de Will bana âşık oldu... Eğer öyleyse suç kimde? Kim onunla konuşup atına bindi? Sirklere yakışacak bir biçimde attan inerek ona bacaklarını kim gösterdi? Kim ellerini delikanlının omuzlarına koyarak onu öptü?

Susan bunları düşünürken yanakları ve alnı alev alev yanmaya başladı. Başka bir sıcak halka da vücudundan aşağıya kaydı. Will'i öptüğü için pişman olduğundan pek de emin değildi. Ama hayıflansın hayıflanmasın aslında bir hataydı bu. Şimdi Will'i görmesi daha da büyük bir hata olacaktı.

Ama Susan yine de delikanlıyı görmek istiyordu. Ve için için delikanlıya duyduğu öfkeyi bir tarafa bırakmaya hazır olduğunu da biliyordu. Ama verdiği bir söz vardı.

O iğrenç söz!

Kız o akşam uyuyamadı. Karyolasında dönüp durdu. Önce cevap vermemesinin daha iyi, daha vakarlı bir davranış olacağını düşündü. Sonra kafasında nasıl bir cevap yazacağını tasarladı. Bunlardan bazıları azametli, bazıları da buz gibiydi. Kimisindeyse hafif flörtçü bir hava vardı.

Gece yarısını belirten çan çaldı. Eski gün sona ermiş, yenisi başlamıştı. Susan, bu kadarı yeter, diye kararını verdi. Karyolasından fırlayarak oda kapısına gitti. Kapıyı açıp başını dışarı uzattı. Koridora baktı. Cord Hala'nın bir flütün sesini andıran horultularını duyunca kapısını tekrar kapattı. Pencerenin önündeki küçük yazı masasına giderek lambayı yaktı. Masanın üst çekmesinden bir tabaka parşömen kâğıt alıp ikiye böldü. (Hambry'de kâğıt ziyan etmekten daha kötü sayılan bir tek şey vardı: safkan hayvanların soyunu bozmak.) Susan hızla yazmaya başladı. En ufak bir tereddüdün yine kararsızlık içinde saatler geçirmesine neden olacağını biliyordu. Pusulaya ne ad yazdı, ne de alta imzasını attı. Cevabını bir solukta yazdı.


Seni göremem. Bu uygun olmaz.
Kâğıdı arka arkaya katladı. Lambasını söndürerek yatağına döndü. Pusulayı yastığının altına sakladı. Ertesi gün alışveriş için kente gittiği zaman Yolcuların Dinlenme Yeri'nin önünden geçti. Burası sabah saat on birde bir yolun kenarında kötü biçimde ölmüş olan bir şeye benziyordu.

Meyhanenin önündeki sıkıştırılmış topraktan avluyu atların bağlandığı uzun bir parmaklık ve altındaki yalak bölüyordu. Sheemie elarabasıyla parmaklığın yanından ilerliyor, bir gece önce atlardan kalan pislikleri kürekle topluyordu. Gülünç pembe bir sombrero giymişti ve "Altın Ayakkabılar" şarkısını söylüyordu. Susan, çok keyifli, diye düşündü. Meyhanenin müdavimlerinden çoğunun bu sabah onun kadar neşeli kalkacaklarını sanmıyorum. Düşünülecek olursa kim daha aptal?

Susan kendisiyle ilgilenen birileri olup olmadığını anlamak için etrafına bakındı. Sonra da Sheemie'ye yaklaşarak onun omzuna vurdu. Delikanlı önce korktu. Susan delikanlıya hak verdi. Duyduğu hikâyelere göre Jonas'ın arkadaşı Depape botlarına içki döktüğü için zavallıyı öldürmeye kalkmıştı.

Sonra Sheemie kızı tanıdı. "Kentin sınırından gelen Susan Delgado, selam." Dostça bir tavırla konuşuyordu. "Sana iyi günler diliyorum, sai."

Eğildi. Üç yeni dostunun İç Baronluklar'a özgü bir biçimde verdikleri selamı komikçe taklide çalışmıştı. Susan da gülerek bir reverans yaptı. (Ayağında kot pantolon olduğu için sanki eteklerini tutuyormuş gibi davranmak zorunda kaldı. Ama Mejis'li kadınlar böyle yapmaya alışıktılar.)

Sheemie, "Çiçeklerimi görüyor musun, sai?" diye sorarak hanın boyanmamış olan yan duvarını işaret etti. Gördükleri kıza çok dokundu. Delikanlı duvarın dibine karışık beyaz ve mavi ipek çiçekleri dikmişti. Çiçeklerin hem gözüpek, hem de içe dokunan bir halleri vardı. Orada hafif rüzgârda dalgalanıyorlardı. Ama arkalarında eski bir han, önlerinde de pislik dolu bir avlu vardı.

"Onları sen mi yetiştirdin, Sheemie?"

"Evet. Ben yetiştirdim. Gilead'dan Bay Arthur Heath bana sarı çiçekler getireceğine söz verdi."

"Ben sarı ipek çiçeği hiç görmedim."

"Evet. Ben de öyle. Ama Bay Arthur Heath, Gilead'da sarı ipek çiçekleri olduğunu söylüyor." Sheemie, Susan'a ciddi ciddi baktı. Elindeki küreği dimdik tutuyordu. Hazırol vaziyetindeki bir askerin tüfeğini ya da mızrağını tuttuğu gibi. "Bay Arthur Heath hayatımı kurtardı Onun için her şeyi yaparım."

Bu sözler de Susan'a dokundu. "Gerçek mi, Sheemie?"

"Ayrıca onun bir nöbetçisi de var. Bir kuş kafası. Onunla konuşuyormuş gibi yapıyor. O zaman gülüyor muyum? Evet, hem de iki yanım sızlayıncaya kadar."

Kız yine birilerinin kendisine bakıp bakmadığını anlamak için etrafına bir göz attı. (Yolun karşısındaki totemler dışında kimse yoktu.) Susan iyice katladığı pusulayı kot pantolonunun cebinden çıkardı.

"Bunu benim için Bay Dearborn'a verir misin? O da senin dostun. Öyle değil mi?"

"Will mi? Evet." Sheemie kâğıdı alıp dikkatle cebine yerleştirdi.

"Bundan sakın kimseye söz etme."

Delikanlı, "Hişşş..." diyerek bir parmağını dudağına götürdü. Kadınların giydiği o pembe gülünç hasır şapkanın altında gözlerini komik bir biçimde yuvarlak yuvarlak açmıştı. "Sana çiçekleri getirdiğim zamanki gibi. Hiçbir şey söylemem. "Sus sus sus."

"Evet, öyle. Sus sus sus. İyi günler, Sheemie."

"İyi günler, Susan Delgado."

Delikanlı temizlik işine döndü. Susan durup bir an onu seyretti. Hem endişeliydi, hem de hoşnutsuz. Pusulayı başarıyla Sheemie'ye vermişti ama şimdi onu geri almak istiyordu. Yazdığını çizecek ve Will'e onunla buluşacağını bildirecekti. Delikanlının o mavi gözleriyle kendisine dikkatle baktığını tekrar görebilseydi...

Sonra Jonas'ın öbür arkadaşı, şu hep pelerinle dolaşanı ticaret merkezinden tembelce dışarı çıktı. Kız onun kendisini görmediğinden emindi. Silahşor başını eğmiş, sigara sarıyordu. Ama Susan şansını zorlamak istemiyordu. Reynolds, Jonas'ın arkadaşıydı ve onunla konuşuyordu. Jonas ise Cord Hala'yla. Hem de çok fazla! Cordelia onun çiçek getiren delikanlıyla konuştuğunu duyarsa yine sorguya çekmeye kalkışacaktı. Ona cevap vermek istemediği sorular soracaktı.

Bütün bunlar geride kaldı artık, Susan. Tarih oldu. Köprünün altından çok su aktı. Geçmişi düşünmekten vazgeçmen daha iyi olur.

Susan kendi kendine böyle diyerek Pylon'u durdurup uçurum boyunca ileriye baktı. Orada dolaşan ve otlayan atlara. Bu sabah şaşılacak kadar çok hayvan vardı.

Ama bunun da bir yararı olmadı. Aklına durmadan Will Dearborn geliyordu.

Onunla karşılaşmam ne büyük şanssızlık! Cöos'tan dönerken Will'e karşılaşmasaydım şimdiye kadar durumumu kabullenmiş olurdum. Sonuçta ben pratik bir kızım. Verilen söz de tutulur! Bir erkekle beraber olma fikrinin kendisini bu kadar sarsacağı hiç aklına gelmemişti. Çocuğu olacağı düşüncesiyse onu heyecanlandırmıştı.

Ama Will Dearborn her şeyi değiştirmişti. Susan'ın kafasına girmiş ve oraya yerleşmişti. Dışarı atılamayacak bir kiracı gibi. Delikanlının dans ederken söyledikleri Susan'ın aklından çıkmıyordu. Nefret ettiğin bir şarkıyı mırıldanmaktan kendini almadığın gibi. O sözler budalaca şeylerdi. Kibirle söylenmişti... Ama bunlarda biraz da gerçek payı yok muydu? Rhea, Hart Thorin konusunda haklıydı. Susan'ın bu bakımdan hiçbir kuşkusu yoktu artık. Cadılar erkeklerin istekleri konusunda haklılar, diye düşünüyordu. Başka bakımlardan yanılsalar bile. Bu hoş bir düşünce değildi ama galiba gerçekti.

Kızın gerektiği şeyleri kabul etmesini Will "Kahrolasıca" Dearborn engelliyordu. Onu tartışmalara zorluyordu. Kendi kulağına bile yabancı gelen tiz ve çaresizce bir sesle hem de. Will rüyalarına da giriyordu. Onun beline sarılıyor ve öpüyordu, öpüyor, öpüyordu.

Susan attan yere atlayarak yokuştan biraz indi. Atın dizginlerini eline sarmıştı. Pylon yavaşça onu izledi. Kız durup güneybatıdaki sislere bakarken başını eğerek tekrar otlamaya başladı.

Susan, Will Dearborn'u bir kere daha görmem gerekiyor, diye düşündü. Böylece doğduğumdan beri varolan o pratik yanım tekrar işe elkoyma fırsatını bulur. Onu normal boyda görmeliyim. Sıcak düşüncelerim ve daha sıcak rüyalarım yüzünden Will'i devleştirdim. Bunu yaptıktan sonra yaşamımı bildiğim gibi sürdürürüm. Gereken şeyleri de yaparım... Belki de bu yola o nedenle sapmıştı. Bir gün önce de aynı şeyi yapmıştı. Bundan bir gün önce de. Ondan daha önceki ünlerde de. Aşağı pazarda Will'in uçurumun bu bölümünde dolaştığın, duymuştu.

Susan arkasını döndü. Birdenbire Will'in orada olacağını anlamıştı. Sanki düşünceleri delikanlıyı çağırmıştı. Ya da ka'sı.

Ama şimdi sadece mavi gökyüzünü ve alçak sırtı gördü. Yan yatan bir kadının üst bacağı, kalçası ve beli gibi yumuşak kavisler çiziyordu. Susan acı bir düşkırıklığının kalbine dolduğunu hissetti. Adeta bunun tadını duyabiliyordu. Islak çay yapraklarına benzeyen bir şeydi.

Susan, Pylon'a doğru döndü. Atına binerek eve dönecek ve halasından özür dileyecekti. Bunu yapmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Bu işi ne çabuk hallederse o kadar iyi olacaktı. Sol üzengiye uzandı. Üzengi biraz bükülmüştü. Aynı anda ufukta bir atlı belirdi. Bu kişi Susan'ın bir kadının kalçasına benzettiği yerde dururken silueti gökyüzüne çizildi. Atlı orada bekledi. Bir hayvanın sırtındaki bir erkeğin silueti. Ama kız onun kim olduğunu hemen anladı.

Ani bir paniğe kapılarak, kaç, dedi kendi kendine. Atına atla ve dörtnala uzaklaş! Buradan git! Korkunç bir şey olmadan buradan kaç!.. Bu gerçek bir ka'ya dönüşmeden, seni ve planlarını bir rüzgâr gibi uzaklara uçurmadan önce!

Ama Susan kaçmadı. Bir elinde Pylon'un dizginleriyle duruyordu. Rosillo başını kaldırarak ona baktı ve usulca kişnedi. Yamaçtan inen iğdiş edilmiş doru küheylanı selamlıyordu. Kız atına bir şeyler mırıldandı.

1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət