Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə31/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   62

Susan, "Rhea'yla kulübenin kapısına gittik," dedi. "Orada durduk. Öpen Ay'ın ışıkları yüzümüze vuruyordu. Cadı saçlarımı okşuyordu." Bu kadarını anımsıyordu. Büyücünün dokunuşları onda tiksinti uyandırmıştı. Özellikle daha önce olanlar yüzünden. Ama Susan bu bakımdan hiçbir şey yapamamıştı. Kolları kaldıramayacağı kadar ağırlaşmıştı. Dili de konuşamayacağı kadar. Cadı kulağına bir şeyler fısıldarken orada öylece durmuştu.

Roland, "Ne?" diye sordu. "Cadı kulağına ne fısıldadı?"

Susan, "Bilmiyorum," dedi. "Gerisi pembe."

"Pembe mi? Ne demek istiyorsun?"

Kız, "Pembe," diye tekrarladı. Sanki Roland'ın mahsus böyle ısrarca davrandığına inanıyormuş gibiydi. Neredeyse neşeyle konuşacaktı. "Büyücü, 'Evet,' dedi. 'Çok güzel. Tamam. Sen iyi bir kızsın.' Sonra her şey pembeleşti. Pembe ve parlak oldu."

"Parlak mı?"

"Evet, ay gibi. Ve sonra..." Kız durakladı. "Galiba sonra o aya dönüştü. Belki de Öpen Ay'a. Parlak pembe. Bir greyfurt gibi yusyuvarlak."

Roland, başka yollardan kızın hafızasına girmeye çalıştıysa da, başarılı olamadı. Denediği her yolun sonunda karşısına o "parlak pembe" çıktı. Bu önce kızın anılarını sona erdiriyor, sonra da dolunaya dönüşüyordu. Bunun Roland için hiçbir anlamı yoktu. Mavi aylardan söz edildiğini duymuştu. Ama pembesinden? Hayır. Delikanlı bir tek şeyden emindi. Yaşlı cadı Susan'a unutması için güçlü bir emir vermişti.

Roland kızı daha derinlere götürmeyi düşündü. Susan buna hazırdı. Ama kendisi cesaret edemedi. Deneyimini en çok arkadaşlarını ipnotize ederek kazanmıştı. Sınıfta yapılan bu çalışmalar genellikle heyecanlı, arada sırada da ürkütücü olmuştu. Yanlarında bir aksilik olduğu zaman durumu düzeltmek için her zaman Cort ya da Vannay bulunmuştu. Şimdi burada işe karışacak öğretmenler yoktu. Ya onu derinlere götürür ama sonra geri döndürmeyi başaramazsam, diye korkuyordu. Ayrıca ona alt-zihinde iblisler olduğunu söylemişlerdi. Onların bulunduğu yere indiğin zaman bazen seni karşılamak için yüzerek mağaralarından çıkıyorlarmış.

Her şey bir yana, vakit geç oluyordu artık. Burada daha fazla kalmaları doğru olmayacaktı.

"Susan, beni duyuyor musun?"

"Evet, Roland. Seni çok iyi duyuyorum."

"İyi. Şimdi bir dize söyleyeceğim. Sözlerim sona erdiği zaman uyanmış olacaksın. Ve konuştuklarımızın hepsini hatırlayacaksın. Anlıyor musun?"

"Evet."


"Dinle: Kuş ve ayı ve tavşan ve balık. Sevdiğime en çok istediği şeyi ver."

Kız kendine gelirken gülümsedi. Roland'ın o zamana dek gördüğü en güzel görüntülerden biriydi. Susan gerindi, sonra kollarını delikanlının boynuna dolayarak yüzüne öpücükler kondurdu. "Sen, sen, sen, sen. En çok istediğim şey sensin, Roland. Tek isteğim. Sen ve sen, sonsuza dek."

Çayın kıyısında yine birbirlerinin kollarına atıldılar. Şırıldayan suyun yanında. Sen, sen, sen, sen.

Roland yirmi dakika sonra Susan'ın Felicia'ya binmesine yardım etti. Kız eğildi, delikanlının yüzünü avuçlarının arasına alarak onu öptü.

"Seni bir daha ne zaman göreceğim?" diye sordu.

"Pek yakında. Ama çok dikkatli olmalıyız."

"Evet. Şimdiye dek iki âşığın olmadığı kadar dikkatli. Neyse ki, sen çok zekisin."

"Sheemie'den yararlanabiliriz. Ama sık sık değil."

"Evet. Ve Roland... Yeşil Kalp'teki pavyonu biliyor musun? Hava güzel olduğu zaman çay ve pasta verilen yerin çok yakınında..."

Roland orayı biliyordu. Hill Sokağı'nda, hapishaneyle Kent Toplantı Salonu'ndan elli metre kadar yukardaydı Yeşil Kalp. İlginç yolları, şemsiyelerin gölgelediği masaları, çimli dans pavyonu ve hayvanat bahçesiyle kentin en güzel yerlerinden biriydi.

Kız, "Geride taştan yapılmış bir duvar var," diye ekledi. "Pavyonla hayvanat bahçesinin arasında. Beni görmeyi çok istersen..."

Delikanlı, "Ben her zaman seni çok görmeyi isteyeceğim," dedi.

Susan onun ciddileşmesi karşısında gülümsedi. "Aşağı yollardan birinde kızılımsı bir kaya var. Onu hemen farkedeceksin. Küçükken arkadaşım Amy'yle oraya birbirimiz için pusulalar bırakırdık. Ben fırsat bulduğum zaman kayaya bakacağım. Sen de aynı şeyi yap."

"Olur." Dikkatli davranırlarsa bir süre Sheemie'den yararlanabileceklerdi. Kızıl kaya da yine bir süre işlerine yarayabilirdi. Ama ne kadar dikkatli davranırlarsa davransınlar eninde sonunda bir hata yapacaklardı. Çünkü Büyük Tabut Avcıları herhalde artık Roland ve arkadaşları hakkında delikanlının istemediği kadar çok bilgiye sahiptiler. Ama tehlike ne kadar büyük olursa olsun Roland, Susan'ı görmek zorundaydı. Ona, görmediği takdirde ölecekmiş gibi geliyordu. Susan'ın da aynı şeyleri hissettiğini anlamak için ona bir defa bakması yeterliydi.

Roland, "Jonas'la iki adamına özellikle dikkat et," diye kızı uyardı.

"Olur. Bir öpücük daha lütfen."

Delikanlı onu memnunlukla öptü. Neredeyse kızı atın sırtından indirecekti. Ama artık çılgınlığı bir tarafa bırakmanın ve ihtiyatlı davranmanın zamanı gelmişti.

"Güle güle, Susan. Seni..." Roland bir an durakladı, sonra gülerek sözlerini yerel lehçeyle tamamladı. "Seni seviyorum."

"Ben de seni, Roland. Kalbim tümüyle senin."

Kız söğütlerin arasından süzülürken Roland onun koskocaman bir kalbi olduğunu düşündü. Artık kızın kalbindeki o ağırlığı kendisininkinin üzerinde hissediyordu. Susan'ın iyice uzaklaştığından emin oluncaya kadar bekledi. Sonra Aceleci'ye binip atı ters yönde koşturmaya başladı. Oyunun yeni ve tehlikeli bölümünün başladığının farkındaydı.

Susanla Roland'ın ayrılmasından kısa bir süre sonra Cordelia Delgado, Hambry Ticaret Merkezi'nden erzak dolu bir kutuyla çıktı. Oldukça endişeliydi. Tabii endişesinin nedeni Susan'dı. Her zaman Susan. Kızın sonunda Hasat gelmeden önce budalaca bir şey yapacağından korkuyordu.

İki el... güçlü eller... kadının kollarındaki erzak dolu kutuyu kaparken Cordelia bütün bu düşünceleri unuttu. Hayretle karganınkini andıran bir ses çıkardı. Gözlerini güneşten korumak için elini kaldırdı. Eldred Jonas'ın Ayı ve Kaplumbağa totemlerinin arasında durduğunu gördü. Silahşor ona gülümsüyordu. Uzun ve beyaz (Cordelia'ya göre güzel) saçları omuzlarına düşüyordu. Kadın kalbinin biraz daha hızla çarpmaya başladığını hissetti. Her zaman Jonas gibi erkekleri beğenmişti. Gülümseyen ve açık saçıklığın sınırına yaklaşan şakalar yapan ama dimdik duran erkekleri.

"Sizi şaşırttım. Özür dilerim, Cordelia."

Kadın, "Hayır," dedi. Ona biraz soluk soluğa konuşmuş gibi geldi. "Sadece güneş günün bu saatinde çok parlak..."

"İzin verirseniz sizinle birlikte biraz yürüyeceğim. Ben anayolun köşesine kadar gidip oradan Hill Sokağı'na sapacağım. Ama eşyanızı oraya kadar taşımanıza yardım edebilir miyim?"

Cordelia, "Çok teşekkür ederim," dedi. Basamaklardan tahta kaplı kaldırıma indiler. Cordelia onları kimin gördüğünü anlamak için etrafa çabucak bir göz attı.

Yakışıklı Jonas'ın yanındaydı ve adam satın aldığı şeyleri taşıyordu. Çevrede onu memnun edecek kadar çok kimse vardı. Cordelia, Millicent Ortega'yı farketti. Kadın Ann'ın Giysileri dükkânından bakıyordu. Bir ineğinkine benzeyen suratında Cordelia'yı memnun eden hayret vardı. Ağzı da O biçiminde açılmıştı.

"Sizi Cordelia diye çağırmamın bir sakıncası olmadığını umarım." Jonas, kadının iki eliyle taşıyabildiği kutuyu koltuğunun altına sıkıştırdı. "Başkan Thorin'in evindeki 'Hoşgeldin' ziyafetinden beri sizi iyi tanıdığımı düşünüyorum."

"Beni Cordelia diye çağırabilirsiniz."

"Ben de sizin için sadece Eldred olabilir miyim?"

"Bence sizi bir süre daha Bay Jonas diye çağırmam uygun olur." Cordelia çapkınca olduğunu umduğu bir tavırla adama gülümsedi. Kalbi daha da hızlı çarpmaya başlamıştı. (Ama kadının aklına Delgado ailesindeki tek kaz kafalının Susan olmadığı gelmedi.)

Jonas, "Öyle," dedi. Ama yüzündeki düşkırıklığına uğradığını belirten ifade öyle komikti ki, kadın güldü. Adam ekledi. "Ya yeğeniniz? O iyi mi?"

"Çok iyi. Sorduğunuz için teşekkür ederim. Bazen beni üzüyor ama..."

"On altı yaşında olup da büyüklerini üzmeyen kız var mı?"

"Haklısınız."

"Ama yeğeniniz konusunda sizin ek sorumluluklarınız da var. Sonbaharla ilgili olarak. Ancak yeğeninizin bunu takdir ettiğini sanmıyorum."

Cordelia bir şey söylemedi. Bu boşboğazlık olurdu. Ama Jonas'a pek çok şeyi açıklayan bir tavırla anlamlı anlamlı baktı.

"Lütfen ona iyi dileklerimi iletin."

"Olur." Ama Cordelia yeğenine bundan söz edecek değildi. Susan (Cordelia'ya göre) Başkan Thorin'in korumalarına karşı müthiş bir nefret duyuyordu. Kızı bu duygularından vazgeçirmeye çalışmanın herhalde bir yararı olmayacaktı. Genç kızlar her şeyi iyi bildiklerini sanırlardı. Kadın Jonas'ın yeleğinin yakasının altından hafifçe gözüken yıldıza baktı. "Yardımlarınızı hiç hak etmeyen kentimiz için ek bir sorumluluk yüklenmişseniz sanırım, sai Jonas."

Adam, "Evet," diye başını salladı. "Şerif Avery'ye yardım ediyorum." Sesi ince ve titrekti. Cordelia bu sesi çok canayakın buluyordu. "Yardımcılarından biri... adı Claypool..."

"Evet. Frank Claypool."

"...teknesinden düşüp bacağını kırmış. İnsan bir tekneden düşüp bacağını nasıl kırar, Cordelia."

Kadın neşeyle güldü. (Hambry'de herkesin onları seyrettiği düşüncesi belki doğru değildi... Ama Cordelia'ya öyleymiş gibi geliyordu. Ve bu duygu hiç de fena bir şey değildi.) "Bunu bilemiyorum."

Jonas anayolla Camio Vega'nın köşesinde durdu. Ama bundan hiç memnun değilmiş gibi bir hali vardı. "Ben buradan sapacağım."

Kutuyu kadına geri verdi. "Bunu taşıyabileceğinizden emin misiniz? Tabii sizi evinize kadar götürebilirim."

"Buna hiç gerek yok. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim, Eldred" Boynu ve yanakları kızarmış, sanki alev alev yanıyordu. Ama Jonas'ın gülümsemesi böyle yanmaya değerdi. Adam iki elini başına götürerek ona selam verdi. Sonra Şerifin Bürosu'na doğru yokuşu çıkmaya başladı.

Cordelia da yürüyerek eve gitti. Mağazadan çıktığı zaman ağır bulduğu kutu şimdi ona tüy kadar hafifmiş gibi geliyordu. Bu duygu yedi yüz elli metre kadar sürdü. Ama ev uzaktan gözüktüğü sırada kadın yine iki yanından terlerin aktığını ve kollarının da ağrıdığını hissetti. Tanrılara şükür olsun, yaz hemen hemen sona ermişti... ve kısrağını bahçe kapısından sokan şu kız Susan değil miydi?

Cordelia, "Susan!" diye seslendi. Artık hayal âleminden yere indiği için sesinde kıza karşı duyduğu o eski öfke vardı. "Kutuyu düşürüp yumurtaları kırmadan önce gelip bana yardım et!"

Susan, Felicia'yı otlaması için ön bahçede bırakıp halasına yaklaştı. On dakika önce olsaydı Cordelia kızın halini hiç farketmeyecekti. Kafası başka hiçbir şeyi algılayamayacak kadar Eldred Jonas'la ilgili düşüncelerle doluydu. Ama sıcak güneş aklındaki romantik düşünceleri uçurmuş ve ayaklarının yine yere basmasını sağlamıştı. Susan kutuyu (hemen hemen Jonas kadar kolaylıkla) aldı. Cordelia kızın halinden pek hoşlanmadığını düşündü. Bir kere ruh hali değişmişti. Evden ayrılırken yarı isterik bir şaşkınlık içindeydi. Oysa şimdi sakindi, bakışları da mutluydu. Şu anda karşısındaki tıpı tıpına eski yıllardaki Susan'dı... Bu yılki durmadan sızlanan, yakınan haşin kız değil. Cordelia'nın kesinlikle parmak basacağı bir şey yoktu. Ancak...

Ah, vardı ama. Bir şey. Cordelia uzanarak kızın bugün ondan umulmayacak kadar biçimsizce ördüğü saçını yakaladı. Tabii Susan atla dolaşmıştı. Bu durum örgünün biçimsizliğini izah edebilirdi. Ama saçın renginin koyulaşmasını açıklayamazdı. Sanki bir yığın parlak altın lekelenmeye başlamıştı. Susan halası saçlarına dokunduğu zaman suçlu suçlu irkildi. Neden?

Cordelia, "Saçların ıslak, Susan," dedi. "Gidip bir yerde yüzdün mü?"

"Hayır. Hookey'nin ahırının önünde durdum ve oradaki tulumbadan su alarak başımı ıslattım. Onun böyle şeylere itirazı yok. Kuyusu çok derin. Hava çok sıcak. Belki daha sonra sağanak başlar. Öyle olacağını umarım. Felicia'ya da orada su içirdim." Kız halasının gözlerinin içine saf saf bakıyordu. Ama Cordelia'ya bu gözlerde yine de bir şey varmış gibi geldi. Bunun ne olduğunu bilemiyordu. Susan'ın çok büyük ve önemli bir sırrı sakladığı fikri Cordelia'nın hemen aklına gelmedi. Ona sorsalardı yeğeninin bir doğumgünü hediyesi ya da bir sürpriz partiden daha önemli bir sırrı saklayamayacağını söylerdi... Bu tür sırları da ancak bir iki gün saklayabilirdi. Ama burada bir terslik vardı. Cordelia parmaklarını kızın binici gömleğine doğru indirdi.

"Ama bu kuru."

Susan, "Dikkatli davrandım," diyerek şaşkın şaşkın halasına baktı. 'Toz ıslak gömleğe çok kötü yapışıyor. Bunu bana sen öğrettin, hala."

"Ama saçlarına dokunduğum zaman irkildin."

Susan, "Evet," dedi. "Gerçekten öyle. O uğursuz cadı da bana öyle dokundu. Ve o zamandan beri bana böyle dokunulması hoşuma gitmiyor. Şimdi bu erzakı götürebilir miyim? Atımı kızgın güneşten kurtarmam gerekiyor."

"Küstahlık etme, Susan." Ama nedense Susan'ın sesindeki öfke garip bir biçimde Cordelia'nın rahatlamasına neden olmuştu. Susan'ın değişmiş olduğu şüphesi hafiflemeye başladı. Onda bir tuhaflık olduğu düşüncesi.

"O halde sen de canımı sıkma."

"Susan! Hemen benden özür dile!"

Kız derin bir soluk aldı. Bir an nefesini tuttu, sonra da verdi. "Evet, hala. Özür diliyorum. Ama hava çok sıcak."

"Evet. Bu kutudakileri kilere koy. Teşekkür ederim."

Susan kucağında kutuyla eve doğru gitti. Kız, birlikte yürümelerine imkân olmayacak kadar uzaklaştığı zaman Cordelia da onu izledi.

Herhalde biraz budalaca davranıyordu. Galiba Eldred'le flört etme neden olmuştu buna. Ama kız tehlikeli bir çağdaydı. Ve çok şey Susan'ın önlerindeki yedi hafta doğru dürüst davranmasına bağlıydı. Ondan sonra kız Thorin'in sorunu olacaktı. Ama o güne kadar Cordelia'nın sorunuydu. Cordelia yeğeninin sonunda verdiği söze sadık kalacağından emindi. Ama Hasat Bayramı'na kadar onu yakın bir göz hapsine almak iyi olacaktı. Bir kızın dürüstlüğü konusunda tetikte olmak daha iyiydi.

KANSAS,


BİR YERDE,

BİR ZAMANDA

Eddie kımıldandı. İncecik etraflarında hâlâ aksi bir kaynana gibi sızlanıyordu. Yukarlarında yıldızlar yeni umutlar gibi ışıldıyorlardı... Ya da kötü niyetler gibi. Genç adam Susannah'ya baktı. Kadın sakat bacaklarını altına almış oturuyordu. Eddie sonra Jake'e bir göz attı. Çocuk bir burito yiyordu. Genç adam en son Oy'a döndü. Hayvan burnunu Jake'in ayak bileğine dayamış ona sakin bir sevgiyle bakıyordu.

Ateş sönükleşmişti ama hâlâ yanıyordu. Batıdaki İblis Ayı için de aynı şey söylenebilirdi.

"Roland." Eddie'nin sesi kendi kulaklarına bile gıcırtılı gibi geldi. Sanki yaşlı birinin sesiydi bu.

Su içmek için duraklamış olan silahşor kaşlarını kaldırarak genç adama baktı.

"Bu hikâyenin bütün ayrıntılarını nereden biliyorsun?"

Bu soru Roland'ı eğlendirmiş gibiydi. "Öğrenmek istediğinin aslında bu olduğunu sanmıyorum, Eddie."

Roland bu bakımdan haklıydı. Bu yaşlı, uzun boylu, çirkin adam haklı çıkmayı âdet edinmişti zaten. Eddie'ye göre silahşorun en sinir bozucu özelliklerinden biri de buydu. "Pekâlâ. Ne kadar zamandır konuşuyorsun? Asıl öğrenmek istediğim bu!"

"Rahatsız mı oldun? Gidip yatmak ister misin?"

Eddie, benimle alay ediyor, diye düşündü... ama bu düşünce da ha aklına gelirken bunun doğru olmadığını anladı. Hayır, rahatsız olmamıştı. Roland onlara Rhea ve cam küreyi anlatmaya başladığında beri bağdaş kurmuş oturuyordu ama eklemleri tutulmamıştı. Tuvalete gitme ihtiyacını da duymuyordu. Acıkmış da değildi. Jake geri kalan tek burrito'yu yiyordu. Zaten acıkmış, uykusu gelmiş ya da her tarafı tutulmuş olması için ne sebep vardı? Hâlâ ateş yanarken, ay da henüz batmamışken?

Eğlendiği anlaşılan Roland'ın gözlerine baktı ve silahşorun kafasından geçenleri okuduğunu anladı.

"Hayır. Gidip yatmak istemiyorum, istemediğimi sen de biliyorsun. Ama Roland... uzun süreden beri konuşuyorsun." Eddie susarak başını eğdi ve ellerine baktı. Sonra kafasını tekrar kaldırdı. Endişeyle gülümsüyordu. "Hatta, 'Günlerden beri,' diyebilirdim."

"Ama zaman burada farklı. Bunu sana söyledim. Şimdi bunu kendin de anlıyorsun. Son zamanlarda geceler hep aynı uzunlukta değil. Günler de öyle... Ama insan zamanı geceleri daha iyi farkediyor. Öyle değil mi? Evet, öyle."

"Zamanı 'incecik' mi uzatıyor?" Eddie bu adı söylerken yine o acayip ürkütücü sesi duydu. Titreşen bir madenin sesine benziyordu. Ya da dünyanın en büyük sivrisineğinin vızıltısına.

"Onun da etkisi olabilir. Ama benim dünyamda durum böyle."

Susannah bataklık kumuna benzeyen tatlı bir rüyadan yarı uyanan biri gibi kımıldandı. Eddie'ye hem soğuk, hem de sabırsız bir tavırla baktı. "Bırak da adam konuşsun, Eddie."

Jake, "Evet," dedi. "Bırak da adam konuşsun."

Oy da burnunu çocuğun bileğinden kaldırmadan mırıldandı. "Dam. Sun."

Eddie, "Pekâlâ," dedi. "Bir sorun yok."

Roland bakışlarını onların üzerinde dolaştırdı. "Bundan emin misiniz? Gerisi..." Sözlerini tamamlamayı başaramadı. Eddie silahşorun korktuğunu anladı.

Roland'a usulca, "Devam et," dedi. "Gerisi nasılsa öyle olsun." Etrafına bakındı. Kansas. Onlar Kansas'talardı. Bir yerde, bir zamanda.

Ama genç adama Mejis ve görmediği o insanlar onlara çok yakınmış gibi geliyordu. Cordelia ve Jonas ve Brian Hookey ve Sheemie ve Koruyucu Pettie ve Cuthbert Allgood. Roland'ın kayıp Susan'ı iyice yaklaştı artık. Çünkü gerçek burada adamakıllı incelmişti. Eski bir kot pantolonun arkasının incelmesi gibi. Ve karanlık Roland istediği kadar sürecekti. Eddie silahşorun karanlığı farkettiğini sanmıyordu. Neden farkedecekti? Eddie, Roland'ın kafasının içi uzun bir süreden beri çok Karanlık bir gece gibi, diye düşündü. ...ve şafağın sökmesine de uzun bir süre var.

Eddie uzanıp silahşorun o nasırlı ellerinden birine dokundu. Bir katilin eliydi bu. Genç adam bu eli şefkatle ve sevgiyle bir an tuttu.

"Devam et, Roland. Hikâyeni anlat."

Susannah dalgın dalgın, "Sonuna kadar," diye mırıldandı. "Damarı kes." Ayışığı gözlerine doluyordu.

Jake, "Sonuna kadar anlat," dedi.

Oy fısıldadı. "Anlat."

Roland, Eddie'nin elini bir an tuttuktan sonra bıraktı. Hemen konuşmaya başlamadan gözlerini sönmeye yüz tutan ateşe dikti. Eddie onun bir yolunu bulmaya çalıştığını sezdi. Arka arkaya kapıları yokluyordu. Sonunda açabileceği bir kapı buldu. Ve arkasında gördüğü şey gülümsemesine ve başını kaldırarak Eddie'ye bakmasına neden oldu.

Roland, "Gerçek aşk iç sıkıcı bir şey," dedi.

"Ne dedin?"

Silahşor, "Gerçek aşk iç sıkıcı bir şey," diye tekrarladı. "Bağımlılık yaratan herhangi güçlü bir uyuşturucu gibi. Ve bütün güçlü uyuşturucular gibi de..."

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GEL, HASAT
1. Kadın Avcı Ayı'nın Işıkları Altında
Gerçek aşk, bütün diğer bağımlılık yaratan güçlü uyuşturucular gibi iç sıkıcı bir şeydir. Karşılaşma ve keşfetme hikâyesi anlatılır anlatılmaz öpücükler çabucak bayatlar, okşamalar sıkıcı olur... Dünyanın bütün ses ve renkleri çevrelerinde koyulaşıp parlaklaşırken o öpücükleri paylaşan ve birbirlerini okşayan âşıkların dışındakiler için böyledir hiç kuşkusuz. Bütün güçlü uyuşturucular gibi, gerçek ilk aşk da sadece bunun tutsağı olanlar için ilginçtir.

Ve bütün diğer güçlü uyuşturucular gibi, ilk gerçek aşk da tehlikelidir.

Bazıları "Kadın Avcı"yı yazın son ayı diye tanımlıyorlardı, bazılarıysa sonbaharın ilk ayı diye. Ne olursa olsun bu, Baronluk'ta yaşamın değiştiğine işaret ediyordu. Rüzgârlar sonbaharda doğu-batı tarafına gitgide daha fazla ve kesin bir biçimde dönerken, balıkçılar körfeze açılmadan önce muşambalarının altına kazak giyiyorlardı. Hambry'nin kuzeyindeki Baronluk meyva bahçelerinde ve (John Croydon, Henry Wertner, Jake White ve suratsız zengin Coral Thorin'in daha küçük bağlarında) ağaç dizilerinin aralarında toplayıcılar belirmeye başlıyordu. Ellerinde o çarpık merdivenleri vardı. Onları boş fıçılar yüklenmiş t arabaları izliyordu. Elma şaraphanelerinin rüzgâr esen taraflarında levaya küfe küfe ezilen meyvaların tatlı kokusu yayılıyordu. Özellikle Deniz Kıyısı'nın bir buçuk kilometre kuzeyindeki Büyük Baronluk Elma şarabı Fabrikası'ndan. Kadın Avcı büyürken Temiz Deniz'in kıyısından uzakta havalar hâlâ sıcak, gökyüzü de gece gündüz açıktı. Ama yazın gerçek kavuruculuğu Satıcı'yla birlikte kaybolmuştu. Tarlalardaki Ürünlerin son biçilmesine başlandı. Ve bu iş bir haftada tamamlandı. Son ürün her zaman az olurdu. Çiftçiler ve tarla kiralamış olanlar küfrediyor, başlarını kaşıyarak kendi kendilerine bu zahmete neden katlandıklarını soruyorlardı... Ama rüzgârlı ve yağmurlu ihtiyar mart geldiği ve ambarlarla sandıklar boşalmaya başladığı zaman bu sorunun cevabını alıyorlardı. Baronluk bahçelerinde, çiftçilerin büyük, toprak kiralayanların da küçük, kentlilerinse ufacık arka bahçelerinde kadınlar, erkekler ve çocuklar arkalarında eski giysileri, ayaklarında botlarıyla gözüküyorlardı. Başlarında da sombrero'ları ve sombrera'lan oluyordu. Pantolonların paçalarını bileklerinin hizasında iyice büzüp bağlıyorlardı. Çünkü Kadın Avcı süresince çok sayıda yılan ve akrep çölden doğuya doğru akın ediyordu. Yaşlı Şeytan Ayı şişmanlamaya başladığı sırada Yolcuların Dinlenme Yeri'nin ve karşıdaki ticaret merkezinin atların bağlandığı parmaklıklarından sıra sıra çıngıraklı yılanlar sarkıyordu. Diğer dükkânlar da atların bağlandığı yerleri aynı biçimde suluyorlardı. En fazla yılan derisi toplayanlara Hasat Bayramı'nda ödüller veriliyordu. Ama bunu her zaman ya han ya da ticaret merkezi kazanıyordu. Tarlalarda ve bahçelerde başlarına eşarplar bağlamış ve göğüslerine Hasat muskaları saklamış kadınlar sepetleri sırayla diziyorlardı. Son salatalıklar, son domatesler, son mısırlar toplanıyordu. Günler serinleşir ve sonbahar fırtınaları yaklaşırken bu ürünleri kabak, balkabağı, patates ve sivri kökler izliyordu. Böylece Mejis'te Hasat mevsimi başlamış oluyordu. Gökyüzünde her yıldızlı gece Kadın Avcı yayını çekiyor ve Orta-Dünya'da hiçbir kadının ya da erkeğin görmediği o acayip, sulu toprakların üzerinden doğuya doğru bakıyordu.

Eroin, şeytan otu, gerçek aşk gibi güçlü bir uyuşturucunun pençesinde olanlar çoğu zaman yaşam denilen gergin ipin üzerinde yürürken gizlilik ve vecd arasındaki hassas dengeyi korumaya çalıştıklarını farkederler. İnsanın ipin üzerinde dengesini kaybetmemesi ayık biri için bile zordur. Bunu çılgınlık durumunda yapabilmesi hemen hemen imkânsızdır. Uzun süredeyse tümüyle olanaksızdır.

Roland'la Susan çıldırmışlardı. Ama hiç olmazsa bunu bilmek gibi önemsiz bir avantajları vardı. Ve sırrın da uzun süre saklanması gerekmiyordu. En çok, Hasat Günü Panayırı'na kadar gizleyeceklerdi. Ama tabii Büyük Tabut Avcıları açıkça ortaya çıktıkları takdirde her şey bundan daha çabuk sona erecekti. Roland aslında ilk hareketin bir başka oyuncu tarafından yapılacağını düşünüyordu. Ama ilk adımı kim atarsa atsın Jonas'la adamları da orada olacaklar, olayın bir parçası halini alacaklardı. Üç çocuk için işin en tehlikeli yanı da bu olacaktı.

Roland'la Susan dikkatli davranıyorlardı. Hiç olmazsa çılgın insanlar ne kadar dikkatle davranabilirlere o kadar. Aynı yerde arka arkaya iki kez buluşmuyorlardı. Aynı zamanda birden fazla buluşmaktan kaçınıyorlardı. Buluşmaya giderken öyle sinsice yollara başvurmuyorlardı. Hambry'de binicilere sık sık rastlanıyordu. Ama sinsice hareket edenler hemen farkediliyordu. Susan arkadaşlarından yardım isteyerek atla yaptığı gezintileri gizlemeye çalışmıyordu. (Oysa ona böyle yardım edecek arkadaşları vardı.) Tanığa ihtiyacı olanlar bazı sırları saklamaya çalışıyorlar demekti. Susan, Cord Hala'nın atla çıktığı gezintiler yüzünden gitgide daha endişelendiğini seziyordu. Özellikle akşama doğru çıktığı gezintiler yüzünden. Ama o ana kadar kızın sık sık tekrarladığı bahaneyi de kabul ediyordu. "Yalnız kalmak için zamana ihtiyacım var. Verdiğim sözü düşünmeli ve sorumluluğu kabul etmeliyim." İşin garibi bu öneriyi başlangıçta yapan Cöos'taki büyücüydü.!

İki genç söğüt korusunda, körfezin kuzey uzantısındaki terkedilerek harap olmaya bırakılmış kayıkhanelerde, kasvetli Cöos'un içerlerinde bir çoban kulübesinde, Kötü Çayırlar'da gizli bir gecekonduda buluşuyorlardı. Bunlar genelde bağımlıların kötü alışkanlıklarının gerektirdiği şeyleri yapmak için buluştukları yerler kadar sefildi. Ama Susanla Roland gecekondunun çürüyen duvarlarını, kulübenin damındaki delikleri görmüyor ve deniz suyuyla ıslanmış eski kayıkhanelerin Köşelerindeki çürüyen ağların kokularını duymuyorlardı. Aşk yüzünden iyice "dalgaya düşmüşlerdi. Ve onlar için dünyanın yüzündeki her yara güzelliği gösteren bir işaretti.

1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət