Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə32/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   62

İlk çılgınlık haftalarında randevulaşmak için kızıl kayadan iki defa yararlandılar. Sonra Roland'ın kafasının derinliklerindeki bir ses ona artık bu yola başvurmamalarını söyledi. Kaya gizlilik oyunu oynayan çocuklara göreydi. Ama o ve aşkı çocuk değillerdi artık. Sırları ortaya çıkarsa en hafif ceza sürülmek olacaktı. Kızıl kaya dikkati çeken bir yerdeydi ve bazı şeyleri yazmak korkunç tehlikeliydi. İmzalanmamış ve mahsus belirsizce yazılmış mesajlar bile.

İki genç de Sheemie'den yararlanmalarının daha güvenli olduğunu düşünüyorlardı. Durmadan gülümseyen gerizekâlı çocuk... şaşılacak kadar... şey... ketumdu. Roland bu sözcüğü seçmeden önce uzun uzun düşündü. Bu doğru kelimeydi. Susmasını bilmek basit bir kurnazlıktan daha vakarlı bir şeydi. Zaten Sheemie'nin kurnaz olması da imkânsızdı. Bu her zaman böyle olacaktı. Gözlerini sizden kaçırmadan yalan söyleyemeyen bir insanın kurnaz olduğu hiçbir zaman düşünülemezdi.

İki sevgili fiziksel aşklarının alev alev yandığı o beş hafta boyunca Sheemie'den altı defa yararlandılar. Üç sefer randevulaşmak, iki kere buluşma yerlerini değiştirmek ve bir kez de bu işten vazgeçmek için. Çünkü Susan, Piyano Çiftliği'nden atlıların Kötü Çayırlar'daki gecekondunun yakınında sürüden kaçmış hayvanları aradıklarını görmüştü.

Roland'ın kafasının derinliklerindeki o ses kızıl kayanın tehlikeleri konusunda yaptığı gibi Sheemie bakımından onu hiç uyarmadı... Ama delikanlının vicdanı konuşuyordu. Ve Roland sonunda bundan Susan'a söz etti. (İki genç bir eyer battaniyesine sarılmışlardı.) O zaman kızın vicdanının da onu rahatsız ettiğini anladı. Sheemie'nin başına bir dert açılabilirdi. Bu hiç de adilce bir şey olmazdı. Roland'la Susan bu sonuca vardıktan sonra randevularını aralarında kararlaştırmaya başladılar. Kız, "Seninle buluşamayacaksam," dedi. "Pencereme kurutuyormuşum gibi kırmızı bir gömlek asarım." Delikanlı da buluşma yerine gelemeyeceğini belirtmek için Hookey'nin dükkânının karşısındaki avlunun kuzeydoğu köşesine beyaz bir taş bırakacaktı. Kent tulumbasının bulunduğu yere. Son çare olarak da yine kızıl kayayı kullanacaklardı. Tehlikeli olsun olmasın. Artık Sheemie'yi işlerine -bu aşk macerasına- bir daha karıştırmayacaklardı.

Cuthbert'le Alain, Roland'ın bu "uyuşturucu bağımlılığını" önce inanmazlık, haset ve endişeli bir alayla karşıladılar. Sonra da bir tür sessiz dehşetle. Onları güvenli olduğu sanılan bir yere göndermişlerdi. Onlarsa burasının entrika kaynayan bir yer olduğunu keşfetmişlerdi. Sayım yapmaya geldikleri Baronluk'ta, ileri gelenlerin çoğunun Birlik'in en büyük düşmanının tarafına geçtiklerini öğrenmişlerdi. Büyük bir mezarlığı dolduracak kadar insan öldürdüklerini tahmin ettikleri üç sert adamı kendilerine düşman etmişlerdi. Ama yine de bu zorluklarla başa çıkacaklarına inanıyorlardı. Çünkü başlarında lider olarak arkadaşları vardı. İki delikanlının kafasında Roland, Cort'u yendiği, üstelik de silah olarak atmacasını .kullandığı için yan efsaneleşmiş bir insan halini almıştı. Arkadaşları inanılmayacak bir yaşta -on dördünde- bir silahşor olmuştu. Görev için Gilead'dan ayrılırken onlara da silah verilmesi çocuklar için çok önemliydi. Ama sonra Hambry kentinde ve ait olduğu Baronluk'ta komplonun ne kadar geniş kapsamlı tutulduğunu anlamışlardı. İki çocuk bu durumu kavradıkları zaman güvendikleri silah Roland olmuştu. Ve şimdi...

Bir akşam Cuthbert, Roland atla Susan'la buluşmaya gittikten kısa bir süre sonra, "O suya atılmış tabancaya döndü!" diye bağırdı. Yatakhanenin verandasının ötesinde yarım ay halindeki Kadın Avcı doğuyordu. "Sudan çıkarıp kurulasan bile tekrar ateş edip etmeyeceğini Tanrı bilir!"

Alain verandanın parmaklığına doğru baktı. "Hişşş! Bekle." Cuthbert'in öfkesini geçirmeye çalışıyordu. (Normal şartlarda kolay olurdu.) "Nöbetçi nerede? Bu akşam erken mi yattı?"

Bu sözler Cuthbert'i büsbütün sinirlendirdi. Günlerden beri ekin-kargasının kafatasını görmemişti. Kaç gün olduğunu biliyor ve bunu bir uğursuzluk işareti sayıyordu. "Ortalıkta yok," diye cevap verdi. "Ama yatmaya gitmedi." Sonra öfkeyle batıya, Roland'ın dev gibi atının üzerinde gözden kaybolduğu tarafa doğru baktı. "Kayboldu sanırım. Bildiğimiz birinin aklı, kalbi ve mantığı gibi."

Alain toylukla, "O düzelecek," dedi. "Onu sen de benim kadar iyi tanıyorsun. Roland'ı bebekliğimizden beri tanıyoruz. Gerçekten. Ona bir şey olmayacak."

Cuthbert usulca, "Ben artık onu tanıdığımı sanmıyorum," derken sesinde o her zamanki neşesi yoktu.

İki arkadaş farklı yollarla Roland'la konuşmaya çalışmışlardı. Ama ikisi de aynı cevabı almışlardı. Bu cevap bile sayılmazdı. Tek taraflı tartışmalar sırasında Roland'ın gözlerinde dalgın (ve belki de hafifçe endişeli) bir ifade belirmişti. Uyuşturucu bağımlısı biriyle konuşmaya çalışan bir kimsenin yabancı olmadığı bir durumdu. Roland'ın yüzündeki ifade delikanlının kafasının sadece Susan'ın biçimi, Susan'ın cildinin kokusu ve Susan'ın vücudunun uyandırdığı duygularla ilgilendiğini açıklıyordu. Ve bu durumu açıklamak için "ilgilenmek" sözcüğü de saçmaydı. Bu ilgi değil bir saplantıydı artık.

Cuthbert, "Yaptıkları için o kızdan biraz nefret ediyorum," dedi. Sesinde Alain'in o zamana kadar duymadığı kıskançlık, düşkırıklığı ve korku karışımı vardı. "Belki de daha fazla."

Alain çok şaşırdığını belli etmemeye çalıştıysa da başaramadı. "Böyle söylememelisin. Ne de olsa bu durumdan kız sorumlu değil..."

"Değil mi? Susan, Roland'la Citgo'ya gitti. Onun gördüklerini kız da gördü. Seviştikten sonra Roland'ın Susan'a başka neler açıkladığını Tanrı bilir. Ve kız hiç aptal değil. Bu macerada üzerine düşeni başarıyla yapmasından da anlaşılıyor böyle olduğu." Alain, Bert'in kızın corvetle'le yaptığı ustaca oyunu düşündüğünü tahmin etti. "Susan sorunun bir parçası halini aldığını herhalde biliyor. Bunu bilmeli!"

Acı duyguları insanı korkutacak kadar su yüzüne çıkmıştı. Alain, Susan en iyi arkadaşını elinden aldığı için onu kıskanıyor, diye düşündü. Ama hepsi bu kadar değil. Bert en yakın arkadaşını şimdiye dek gördüğümüz kızların en güzelini elde ettiği için kıskanıyor.

Alain eğilerek Cuthbert'in omzunu kavradı. Avluya sıkıntılı sıkıntılı bakan delikanlı ona doğru döndü. Alain'in yüzündeki haşin ifadeyi farkedince de şaşırdı. Alain, "Bu ka," dedi.

Cuthbert neredeyse burun kıvıracaktı. "Birilerinin hırsızlık, şehvet ya da budalalığı ka'ya yıktığı her seferinde sıcak bir yemek yeseydim..."

Alain arkadaşının omzunu onun canını yakacak kadar sıktı. Cuthbert ondan uzaklaşabilirdi ama bunu yapmadı. Dikkatle arkadaşını inceliyordu. O şakaya meraklı sulu çocuk ortadan kaybolmuştu. Hiç olmazsa şimdilik. Alain, "Birilerini suçlamak ikimizin de yapamayacağı bir şey," dedi. "Bunu anlamıyor musun? O ikisini ka sürüklüyorsa o zaman kimseyi suçlayamayız. Bu duyguyu yenmeliyiz. Roland'a ihtiyacımız var. Ve belki kıza da ihtiyacımız olacak."

Cuthbert, Alain'e pek uzun gelen bir süre onun gözlerinin içine baktı. Alain onun öfkesiyle mantığının çarpıştığını anladı. Ve sonunda mantık kazandı. (Belki de şimdilik.)

"Pekâlâ, çok güzel. Ka bu. Herkesin suçları yüklediği ka. Sonuçta o büyük görünmeyen dünya bunun için var, öyle değil mi? Budalalıklarımızın suçunu yüklenmemek için? Artık omzumu kırmadan beri bırak, Al."

Alain elini çekerek arkasına yaslandı. Rahatlamıştı. "Şimdi... uçurum konusunda ne yapmamız gerektiğini bilebilseydik. Yakında sayıma başlamazsak..."

Cuthbert, "Aslında bu konuda bir fikrim var," dedi. "Sadece biraz geliştirmek gerekiyor. Roland'ın bu bakımdan yardım edebileceğinden eminim... Tabii dikkatini birimizden birine birkaç dakika verebilirsek

İki arkadaş bir süre hiç konuşmadan oturdular. Avluya bakıyorlardı. Yatakhanede güvercinler gurulduyorlardı. Roland'la Bert'in tartışmalarının bir nedeni de bu kuşlardı. Alain bir sigara sardı. Bu işi ağır ağır yaptı; sonuç biraz gülünç olsa da, sigarayı yaktığı zaman kâğıt açılıvermedi.

Cuthbert, "Baban seni görseydi derini yüzerdi," dedi. Ama sesinde hayranlık vardı. Sonraki yıl Kadın Avcı Ayı'nın yeniden doğduğu sırada üçü de sigara tiryakisi olacaklardı. Gözlerindeki çocuksu bakışın çoğu silinmiş, güneşten yanmış üç genç.

Alain başını salladı. Dış Kavis'in tütünü başını biraz döndürüyor ve boğazını da yakıyordu. Ama sigara sinirlerini yatıştırıyordu. Ve bu ara sinirlerinin yatışmasına ihtiyacı vardı. Bert'i bilmiyordu ama ona son günlerde rüzgârda kan kokusu varmış gibi geliyordu. Belki de bu kanların birazı onlarınki olacaktı. Alain pek korkmuyordu. Hiç olmazsa şimdilik. Ama delikanlı çok, çok endişeliydi.

Cuthbert'le Alain çocuklarından beri şahinler gibi eğitilmiş ve silahlara alıştırılmışlardı. Ancak yanlış bir fikre saplanmışlardı. Bu onların yaşlarındaki çocuklarda çok görülen bir şeydi. Büyüklerin onlardan çok daha üstün olduğunu düşünüyorlardı. En azından aklı ve planlama konularında. Çocuklar büyüklerin ne yaptıklarını bildiklerinden emindiler. Roland bu bakımdan onlardan daha akıllıydı. Hatta aşk hastalığı bile bunu engelleyemiyordu. Ama arkadaşları şato oyununu unutmuşlardı. Bu oyunda iki tarafın da gözleri bağlanıyordu. Delikanlılar Büyük Tabut Avcıları'ndan en aşağı ikisinin İç-Dünya'dan gelen bu üç yeniyetme konusunda son derece kaygılı olduklarını bilselerdi çok şaşırırlardı. Ve bu sert adamlar iki tarafın da oynadığı bekleme oyunundan iyice bıkmışlardı artık.

Kadın Avcı büyürken Reynolds'la Depape bir sabah erkenden birlikte Yolcuların Dinlenme Yeri'nin ikinci katından aşağıya indiler. Ana salon sessizdi. Sadece horultular ve balgamlı hırıltılar duyuluyordu. Humbry'nin en işlek meyhanesinde bu geceki eğlence sona ermişti.

Yanında sessiz bir konuk olan Jonas, Coral'ın yarasa kanadı gibi kapının solundaki masasında oturmuş, Kâtibin Pasyansı'nı oynuyordu. Bu gece tuniğini giymişti ve iskambillerin üzerine eğilirken soluğu hafifçe buharlaşıyordu. Hava don olacak kadar soğuk değildi. Henüz. Ama yakında olacaktı. Havadaki ayaz bunu kesinlikle haber veriyordu.

Konuğun solukları da buharlaşıyordu. Kimba Rimer iskelet gibi vücuduyla üzerinde turuncu çizgiler olan gri bir atkıya iyice sarınmıştı. Tam konuya girecekleri sırada Roy'la Clay gözüktüler. (Rimer onları Pinç ve Jilly diye düşünüyordu.) Kovboyların ikinci katın odalarındaki eğlencelerinin de o gece için sona erdiği anlaşılıyordu.

Reynolds, "Eldred," dedi. Sonra da ekledi, "Sai Rimer."

Rimer başını eğerek selamlarına karşılık verdi. Tiksintiyle bir Reynolds'a baktı, bir Depape'e. "Uzun günler ve geceler, baylar." Hiç kuşkusuz dünya geçip gitti, diye düşündü. Şu ikisi gibi aşağılık yaratıkların önemli mevkilerde olmaları bunu gösteriyor. Jonas da onlardan ancak biraz üstün sayılır.

Clay Reynolds, "Seninle konuşabilir miyiz, Eldred?" diye sordu "Roy'la ben... konuşuyorduk da..."

Jonas titrek sesiyle, "Bu hiç de akıllıca bir şey değil," dedi. Rimer yaşamının sonunda ölüm meleğinin sesinin onunki gibi olduğunu farketseydi buna hiç şaşmayacaktı. Jonas konuşmasını sürdürdü. "Konuşmak düşünmeye yol açar. Ve düşünmek de sizin gibi çocuklar için tehlikeli olur. Burnunuzu kurşunlarla karıştırmak gibi."

Depape o lanet olasıca kahkahalarından birini attı. Anırır gibi. Sanki alay edildiğinin farkında değildi.

Reynolds, "Dinle, Jonas," diye başladı. Sonra da kararsızca Rimer'e baktı.

Jonas masaya yeni kâğıtları dizdi. "Sai Rimer'in yanında konuşabilirsiniz. Ne de olsa başpatronumuz o. Onun şerefine Kâtip Pasyansı oynuyorum. Gerçekten."

Reynolds şaşırdı, "Ben sandım ki... Yani Belediye Başkanı Thorin..."

Rimer, "Hart Thorin, İyi Adam'la yaptığımız anlaşmanın hiçbir ayrıntısını öğrenmek istemiyor," dedi. "Bu konuda bütün istediği kazançtan pay, Bay Reynolds. Başkanın şu ara en çok önem verdiği şey Hasat Bayramı Panayırı'nın güzel geçmesi... Ve o genç hanımla yaptığı anlaşmanın... sorun çıkmadan uygulanması."

Jonas koyu Mejis lehçesiyle, "Evet," diye mırıldandı. "İşte diplomatça konuşma buna denir. Ama Roy biraz şaşkın. Onun için bu sözleri açıklayacağım. Belediye Başkanı Thorin bütün gününü Susan Delgado'yu hayal ederek geçiriyor. O gece de kalbi heyecandan patlayacak ve adam karyolaya yığılıp kalacak. Evet!"

Depape yine anınır gibi güldü. Sonra da dirseğiyle Reynolds'u dürttü. "İyi anlamış değil mi, Clay? Adamla kız..."

. Reynolds sırıttı ama gözlerinde hâlâ endişe vardı. Rimer kasımda suyun yüzünde beliren buz tabakasını andıran bir gülümsemeyle Jonas'a baktı ve silahşorun yeni çektiği yediliyi işaret etti. "Sevgili dostum Jonas, kırmızı siyahın üzerine konacak."

"Ben senin sevgili dostun değilim." Silahşor kupa yedilisini gölge sekizinin üzerine koydu. "Bunu hatırlaman iyi olur." Sonra Reynolds'la Depape'ye döndü. "Şimdi... siz ne istiyorsunuz, çocuklar? Rimer'le biraz konuşacağız."

Reynolds elini bir iskemlenin sırt dayanacak yerine koydu. "Belki hepimiz kafa kafaya veririz. Bakalım düşüncelerimiz birbirine uyuyor mu?"

"Hiç sanmıyorum." Jonas iskambillerini topladı. Sinirlenmiş gibiydi. Clay Reynolds elini iskemlenin arkasından telaşla çekti. "Ne söyleyeceksen sen söyle de olsun bitsin."

Depape, "Artık Bar K.'ye gitmemizin zamanının geldiğini düşünüyoruz," dedi. "Etrafa bir göz atalım. Bakalım Ritzy'deki ihtiyarın söylediklerini destekleyecek bir şeyler var mı?"

Reynolds da ekledi. "Orada başka neleri olduğunu görelim. Artık o gün yaklaşıyor, Eldred. Ve tehlikeyi göze alamayız. Belki de..."

"Evet? Onlarda neler var dersiniz? Tabancalar? Elektrik? Şişelerin içinde peri kızları? Kim bilir? Bu konuyu düşüneceğim, Clay."

"Ama..."

"Düşüneceğim, dedim. Haydi şimdi yukarı çıkın. İkiniz de. Kendi peri kızlarınıza dönün."

Reynolds'la Depape önce Jonas'a baktılar, sonra da birbirlerine. Masadan gerilediler. Rimer soğuk bir tebessümle onları seyrediyordu.

Reynolds merdivenin aşağısında durdu. İskambilleri karıştıran Jonas duraklayarak ona baktı. Kalın kaşlarını kaldırmıştı.

"Onları bir keresinde önemsemedik. Bizi rezil ettiler. Bunun tekrarlanmasını istemiyorum. Hepsi bu kadar."

"Popon yediğin hayali tekme yüzünden hâlâ sızlıyor değil mi? Eh, benimki de öyle. Ve sana tekrar söylüyorum, yaptıklarını onlara ödeteceğiz. Hesap hazır. Zamanı gelince faturayı onlara vereceğim. Faizi de belirteceğim. O arada bizi endişelendirerek ilk adımı bizim atmamıza neden olmalarına izin veremem. Zaman bizden yana, onlardan değil. Bunu anlıyor musun?"

"Evet."

"Bunu hatırlamaya çalışacak mısın?"



Reynolds, "Evet," diye tekrarladı. Bu cevap ona yetmiş gibiydi.

"Roy? Bana güveniyor musun?"

"Evet, Eldred. Sonuna kadar." Jonas, Depape'i Ritzy'deki başarısı yüzünden övmüştü. Genç adam pek sevinmişti buna. Dişinin kokusunu aldığı zaman yerlerde yuvarlanan bir köpek gibi.

"O halde ikiniz de artık yukarı çıkın. Bırakın patronla konuşup şu işi bitireyim. Artık yaşlandım. Geceleri böyle geç saatlere kadar oturamıyorum."

İki silahşor gittikten sonra Jonas yeniden kâğıtları açtı. Sonra da salonda etrafına bakındı. İçerde on iki kişi kadar vardı. Piyanist Sheb ve fedai Barkie de dahil hepsi yarı sızmış, uykuya dalmışlardı. Kapının yanındaki iki adamın alçak sesle yapacakları konuşmayı dinleyebilecek kadar yakında kimse yoktu. Horlayan ayyaşlardan biri bilinmeyen bir nedenle uyuyormuş gibi yapsa bile. Jonas siyah bir şövalyenin üzerine kırmızı bir kraliçeyi koydu. Sonra da başını kaldırarak Rimer'e baktı. "Haydi! Ne söyleyeceksen söyle."

"Aslında o ikisi benim düşündüklerimi söylediler bile. Sai Depape beyni çok iri olduğunu için hiçbir zaman utanmayacak. Ama Reynolds bir silahşor için oldukça zeki sayılır. Öyle değil mi?"

Jonas başını salladı. "Ayın ışıkları uygunken Clay'in de kafası çalışır," dedi. "Üstelik traş da olmuş. Yani sen şimdi Deniz Kıyısı'ndan tâ buraya kadar o üç bebeğin daha yakından incelenmeleri gerektiğini söylemeye mi geldin?"

Rimer omzunu silkti.

"Belki öyle. Ve öyleyse bunu yapabilecek adam da benim tabii. Ama Bar K.'de ne bulacağız?"

Rimer, "Bunu öğreniriz," diyerek parmağını Jonas'ın iskambillerinden birine vurdu. "İşte Kâtip."

"Evet. Ve hemen hemen burada birlikte oturduğum adam kadar da çirkin." Jonas Kâtib'i iskambillerin en üstüne koydu. Kâtip Paul'du. Silahşor yeni kart açınca bu kez de Luke çıktı. Destede geriye Peter'le Matthew kalmıştı. Jonas kurnaz bir tavırla Rimer'e baktı. "Duygularını' benim arkadaşlarımdan daha ustaca gizliyorsun. Ama için için sen de onlar kadar endişelisin.O yatakhanede ne olduğunu öğrenmek mi istiyorsun? Bunu sana söyleyeceğim: yedek botlar, annelerinin resimleri, pis pis kokan çoraplar... Ve bir yere saklanmış tabancalar. Herhalde onları zemindeki tahtaların altına gizlediler."

"Onların silahları olduğuna gerçekten inanıyor musun?"

"Evet. Roy bu bakımdan haklı. O üç çocuk Gilead'dan. Eld sülalesinden olmaları ihtimali yüksek. Ya da Eld soyundan geldiklerine inanmaktan hoşlanan ailelerin çocukları. Silahşor çırakları olabilirler. Onları henüz hak etmedikleri silahlarla buraya yollamışlar. 'Herkes bana vızgelir; dermiş gibi bakan o uzun boylu çocuk konusunda kuşkularım var. O belki de artık bir silahşor. Ama bu mümkün mü? Sanmıyorum. Olsa bile onu adilce bir karşılaşmada altedebilirim. Bunu biliyorum. O çocuk da biliyor."

"Öyleyse onları buraya neden yolladılar?"

"İç Baronluklar senin onlara ihanet ettiğinden kuşkulandıkları için değil, sai Rimer. Bu bakımdan için rahat etsin."

Rimer atkısından başını uzatarak dimdik oturdu. Yüzünde soğuk bir ifade vardı. "Bana bir hain olduğumu söylemeye nasıl cüret ediyorsun? Bu ne cüret?"

Eldred Jonas, Hambry'nin Demirbaş Bakanı'nın yüzüne karşı pis pis güldü. Beyaz saçlı adam gülerken bir kurta benzedi. "Ben bütün hayatım boyunca her şeyi doğru adlarıyla belirttim. Artık bundan vazgeçecek değilim. Senin için önemli olan tek şey şu: Beni tutanlara hiçbir zaman kalleşlik etmedim."

"O ideallere inanmasaydım..."

"İdeallerine boşver şimdi! Geç oldu ve ben gidip yatmak istiyorum. New Canaan ve Gilead'dakilerin burada neler olup bittiği konusunda en ufak bir fikirleri bile yok. İçlerinden pek azının buralara kadar geldiğinden eminim. Son zamanlarda yolculuk yapamayacak kadar meşguller. Her şeyin başlarına geçmemesi için çabalayıp duruyorlar. Hayır, bütün bildikleri, bebekliklerinde okudukları resimli kitaplardan öğrendikleri mutlu kovboyların sürülerin peşinden gidiyor oldukları. Mutlu balıkçılar teknelerine koskocaman balıkları çekiyorlar. Ambarlar dolduğu zaman dans ediyorlar. Yeşil Kalp pavyonunda büyük maşrapalarla graf içiyorlar. Rimer, İsa adına kalın kafalı biri gibi davranma! Zaten her gün böyleleriyle uğraşıyorum!"

"Onlar Mejis'in sakin ve güvenli bir yer olduğuna inanıyorlar."

"Evet. Dingin kırsal yaşam. Gerçekten. Bundan hiç kuşkum yok Kendi yaşam tarzlarının tehlikede olduğunu biliyorlar... bütün o soyluluk, şövalye ruhu, atalara tapma. Son savaş sınırlarından iki yüz tekerlek kadar kuzeyde olabilir. Ama Farson ordularını silip süpürmek için ateş arabalarını ve robotlarını kullandığı zaman savaş güneye doğru sarkabilir. Hem de hızla. İç Baronluklardan bazıları bunun kokusunu yirmi yıl önce aldılar. Hatta belki de daha önce. Onlar bu piçleri senin sırlarını öğrenmeleri için yollamadılar, Rimer. Onlar gibi insanlar bebeklerini bilerek tehlikeye atamazlar. Bu adamlar çocukları tehlikeden uzaklaştırmak için Mejis'e gönderdiler. Ama bu o gençlerin kör ya da aptal oldukları anlamına gelmiyor. Tanrılar adına, aklı başında insanlar gibi davranalım. Onlar birer çocuk!"

"Eski çiftliğe gidersen başka neler bulabilirsin?"

"Belki mesaj göndermek için kullandıkları bazı şeyleri. Belki bir heliograf. En akla yakın olanı bu. Eyebolt'un ötesinde bir çobana ya da toprak kiralamış olan birine para yedirmiş olabilirler. Mesajı alması için eğittikleri biri olmalı. Sözkonusu kişi gelen haberi ışıkla onlara iletiyor ya da kendisi getiriyor. Yürüyerek. Ama kısa bir süre sonra mesajların bir işe yaraması için çok geç kalmış olacaklar. Öyle değil mi?"

"Belki. Ama henüz geç değil. Ve sen de haklısın. Ancak çocuk olsunlar olmasınlar onlar beni endişelendiriyor."

"Beni dinle, bunun için hiçbir neden yok! Pek yakında benim halim vaktim yerinde olacak. Sense zengin olacaksın. İstersen Belediye Başkanı bile olabileceksin. Kim kalkıp seni durduracak? Thorin mi? Gülünç bir yaratık o. Coral mı? Eminim o ağabeysini asman için sana yardım bile eder. Belki de baron olmak daha hoşuna gider. Yani bu unvan yeniden kullanılmaya başlanırsa..." Jonas, Rimer'in gözlerinde bir pırıltının belirdiğini farkederek güldü. Desteden Matthew çıktı ve silahşor onu diğer Kâtipler'in yanına koydu. "Evet, en çok bunu istediğin belli. Mücevherler güzeldir. Altınlar ise çok değerli. Ama insanların karşında yerlere kadar eğilip yaltaklanmaları kadar hoş bir şey olamaz. Öyle değil mi?"

Rimer, "Artık sığırtmaçları saymaya başlamaları gerekirdi," dedi.

Ellerini iskambillere doğru uzatmış olan Jonas durakladı. Bu onun da aklına gelmişti. Özellikle şu son iki haftada.

Rimer, "Ağlarımızın ve teknelerimizin sayılması aslında ne kadar zaman alır?" diye sordu. "Tutulan balıklarla ilgili grafiklerin çizilmesi? O çocukların artık uçurumda olmaları gerekirdi. İnekleri ve atları saymaları, ahırları kontrol etmeleri. Doğumla ilgili belgelere bakmaları. Aslında bu işe iki hafta önce başlamış olmalılardı. Tabii orada ne bulacaklarını biliyorlarsa o başka."

Jonas, Rimer'in neyi kastettiğini biliyordu. Ama buna inanamadı. İnanamazdı. Ancak haftada bir defa traş olan o çocuklar bu kadar kurnazlık edemezlerdi.

Ak saçlı adam sonunda, "Hayır," dedi. "Bütün bunların nedeni suçlu kalbinin sana fısıldadı şeyler. Görevlerini çok başarıyla yerine getirmek istiyorlar. Bu yüzden de gözleri bozuk ihtiyarlar gibi usul usul sürünürcesine ilerliyorlar. Yakında uçuruma da gidecek ve bitkin düşünceye kadar sayım yapacaklar!"

"Ya öyle olmazsa?"

Jonas, bu iyi bir soru, diye düşündü. O zaman bir yolunu bulup onları ortadan kaldırmamız gerekir. Belki pusuya düşürürüz. Gizlendiğimiz yerden üç kurşun ve bebekler de ortadan kaybolur. Tabii kentte bu işe bozulanlar olur. Buradakiler o çocukları seviyorlar. Ama Rimer Hasat Bayramı'na kadar işi idare eder. Hasat'tan sonra da bu olayın hiç önemi kalmaz.

Jonas sonunda, "Bar K.'ye gidip etrafa bir göz atacağım," dedi. "Kendim gideceğim. Yalnız başıma, Clay'le Roy'un peşimden gelmelerini istemiyorum."

"Bu iyi bir plana benziyor."

"Belki benimle gelip biraz yardım edersin."

Kimba Rimer'in yüzünde yine o buz gibi tebessüm belirdi. "Geleceğimi sanmıyorum."

Jonas başını öne doğru sallayarak tekrar iskambilleri açmaya başladı. Bar K.'ye gitmek biraz tehlikeli olacaktı. Ama gerçek bir sorunla karşılaşacağını sanmıyordu. Özellikle oraya yalnız gittiği takdirde. Sonuçta onlar sadece çocuktu ve her gün oradan ayrılıyor, saatlerce de dönmüyorlardı.

"Haberi ne zaman alabileceğim, sai Jonas?"

"Vermeye hazır olduğum zaman. Beni zorlama."

Rimer sıska ellerini kaldırarak avuçlarını silahşora doğru uzattı "Özür dilerim, sai."

Ak saçlı adam biraz yumuşayarak yine başını salladı. Bir kâğıt daha açtı. Anahtarlarla ilgilenen Kâtip Peter'di. Jonas iskambili üst sıraya koyarak ona baktı. Bir yandan da parmaklarını uzun beyaz saçlarının arasına sokarak tarar gibi yaptı. Sonra kâğıttan başını kaldırıp Rimer'e bir göz attı. Adam da kaşlarını kaldırmış onu süzüyordu.

Başkanın kâtibi, "Gülüyorsun," dedi.

"Evet." Jonas tekrar iskambilleri açmaya başladı. "Çok memnunum. Bütün Kâtipler çıktı. Bu oyunu ben kazanacağım."

Rhea için Kadın Avcı süresi düşkırıklıkları ve karşılık görmeyen isteklerle geçti. Planları altüst olmuştu. Kedisinin en olmayacak zamanda kucağına atlaması yüzünden onu neyin engellediğini, nasıl engellediğini anlayamamıştı. Susan Delgado'yıı ele geçiren o bacaksız, kızın saçlarını kesmesine engel olmuştu büyük olasılıkla... Ama nasıl? Aslında o piç neyin nesiydi? Cadı sık sık bu soruyu soruyordu kendi kendine. Merakı, o müthiş öfkesini izliyordu. Cöos'lu Rhea engellenmeye alışık değildi.

Büyücü odada Musty'nin çökmüş olduğu yere bir göz attı. Kedi onu dikkatle izliyordu. Genellikle hayvan ocağa yerleşerek uyuklardı. (Anlaşılan bacadan gelen o serin havadan hoşlanıyordu.) Ama postunu cadının alevi yaladıktan sonra artık odun yığınını tercih ediyordu.

1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət