Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə33/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   62

Rhea'nın ruh hali düşünülürse hayvan akıllıca davranıyordu. Yaşlı kadın, "Yaşamana izin verdiğim için şanslısın," diye homurdandı. "Cinlerin dostu!"

Cam küreye dönerek ellerini üstünde dolaştırmaya başladı. Ama camda sadece o pembe ışık dönüp duruyordu. Bir tek görüntü bile yoktu. Rhea sonunda ayağa kalkarak kapıya gitti. Açıp gece semasına baktı. Ay yarımdan biraz büyüktü artık. Parlak yüzeyinde Kadın Avcı şekli iyice belirmeye başlıyordu. Rhea cam küreye haykıramadığı küfürleri aydaki kadına doğru sıralamaya başladı. (Cam kürenin içinde bir varlık olabilirdi. Belki de küfürlere kızmak için bekliyordu.) Cadı küfürleri savururken kemikli yumruğunu iki defa kapının çerçevesine indirdi. Aklına gelen her müstehcen sözü söyledi. Hatta çocukların oyun alanında birbirlerine söyledikleri pis kelimeleri bile. Hiçbir zaman bu kadar öfkelenmemişti. O kıza bir emir vermişti. Ama o, sebep ne olursa olsun, buna itaat etmemişti. O sürtük Cöos'lu Rhea'ya karşı geldiği için ölümü hak etmişti.

Yaşlı cadı, "Ama hemen değil," diye fısıldadı. "Önce topraklarda yuvarlanmalı. Bu tozlar hamur halini alıncaya kadar onun üzerine işemeliler. O güzelim sarı saçları çamurlara bulanmalı. Küçük düşmeli... gururu kırılmalı... onun yüzüne tükürmeliler."

Büyücü tekrar kapının çerçevesine yumruğunu indirince bu kez eklemlerinin üzerinden etrafa kanlar sıçradı. Tek sorun kızı ipnotize ettiği zaman verdiği emre uymaması değildi. Bir mesele daha vardı. Bu diğerine bağlıydı ama çok daha ciddiydi. Rhea artık cam küreyi kullanamayacak kadar sarsılmıştı. Küreye beklenmedik anlarda kısaca bir göz atabiliyordu. Ellerini sallayarak yaptığı işaretlerin, mırıldandığı sihirli sözlerin bir yararı olmadığını biliyordu. O sözler ve işaretler iradesini bir noktada toplamak için başvurduğu yöntemlerdi. Ve şimdi Rhea o küçük kaltak ve bacaksız âşığı yüzünden kürenin içinde dönen pembe sisi yaracak biçimde dikkatini toplayamıyordu. Aslında bir şey görmeyecek kadar kızgındı.

Rhea ayın yüzünde yarı belirmiş olan kadına baktı. "Onu eskisi gibi nasıl kullanabilirim? Bunu bana söyle! Söyle!" Ama Kadın Avcı ona hiçbir şey söylemedi. Yaşlı cadı kanayan eklemlerini ağzına götürerek içeri girdi.

Musty onun geldiğini görünce odun yığınıyla baca arasındaki örümcek ağlarıyla dolu yere sindi.
2. Penceredeki Kız
Kadın Avcı, eskilerin deyişiyle, artık "karnını doldurmuştu." Öğle zamanı bile gökyüzünde görülebiliyordu. Parlak sonbahar güneşine yakalanmış soluk renkli bir kadın vampir. Yolcuların Dinlenme Yeri gibi meyhanelerin ve büyük çiftlik evlerinin verandalarında eski iş tulumlu saçlarına samanlar takılmış ciddi adamlar belirmeye başladı. Her biri sombrero'sunu giymişti. Her birinin kucağında ürün doldurulmuş sepet vardı. Her biri de boşalan dünyaya renkleri uçmuş gözleriyle bakıyordu.

Yolları kabak yüklü arabalar tıkıyordu. Ambarların yanlarına siklamen rengi sivri kökler ve parlak turuncu balkabakları yığılmıştı. Tarlalarda patates arabaları ilerliyor, toplayıcılar da onları izliyorlardı. Hambry Ticaret Merkezi'nin önünde Hasat muskaları sanki sihir yapılmış gibi belirdiler; rüzgâr çanları gibi Koruyucular'ın oyulmuş heykellerinden sarkıyorlardı

Bütün Mejis'te genç kızlar Hasat gecesi giyecekleri tuvaletlerini dikiyor ve Yeşil Kalp'te dans edecekleri delikanlıları düşlüyorlardı. (Giysi iyi olmadığı zaman da ağlıyorlardı.) Küçük erkek kardeşleri panayırda kazanacakları ödülleri, oynayacakları oyunları ve binecekleri atları düşünüyor ve uykuları kaçıyordu. Hatta büyükleri bile bazen sızlayan ellerine ve ağrıyan sırtlarına rağmen Hasat'ın vereceği zevkleri düşünerek uyuyamıyorlardı.

Yaz yeşil giysisini son defa dalgalandırarak usulca gitmiş ve ürün alma mevsimi gelmişti.

Hasat dansları ve panayır eğlenceleri Rhea'ya vızgeliyordu. Ama o da diğerleri gibi uyuyamıyor, çoğu gece leş gibi kokan şiltesinde şafağa kadar hiç uyumadan yatıyordu. Kafası öfkeyle zonkluyordu. Jonas'ın Kâtip Rimer'le konuştuğu geceden kısa bir süre sonra iyice içerek sızmaya karar verdi. Ama graf fıçısının hemen hemen boş olduğunu gördüğü zaman büsbütün sinirlendi. Etrafta korkunç küfürleri yankılanmaya başladı.

Büyücü yeniden küfürleri sıralamak için derin bir soluk alırken aklına bir şey geldi. Dâhice bir düşünce. Susan Delgado'nun saçlarını kesmesini istemiş, ama emirleri işe yaramamıştı; bunun nedenini de bilmiyordu... Ancak kız konusunda bildiği bir şey vardı, öyle değil mi? İlginç bir şey. Gerçekten. Hem de çok ilginç.

Rhea, Thorin'e gidip bildiklerini anlatmak niyetinde değildi. Belediye Başkanı'nın o harika cam küreyi unuttuğunu umuyordu. Tatlı bir muttu bu. (Herhalde budalaca bir şey de.) Ama kızın halası... Cordelia Delgado yeğeninin artık bakire olmadığını, deneyimli bir fahişeye dönüşme yolunda ilerlediğini öğrenirse ne yapardı? Rhea, Cordela'nın da Thorin'e gideceğini sanmıyordu. Kadın namus kumkumasıydı ama aptal değildi. Yine de bu açıklama çok şeye neden olabilirdi, öyle değil mi? Güvercinlerin arasına bir kedi salıverilmiş gibi... "Miyav!"

Rhea kedileri düşünüyordu ve işte Musty de oradaydı. Ayışığında verandada durmuş, ona umut ve kuşkuyla bakıyordu. Rhea, korkunç bir biçimde gülümseyerek kollarını açtı. "Gel bana, hayatım! Bana gel, tatlım!"

Affedildiğini anlayan Musty hanımının kollarına atıldı. Rhea yaşlı, sararmış diliyle onun gövdesinin yanlarını yalarken hayvan da gürültülü gürültülü hırlamaya başladı. O gece cadı bir haftadan beri ilk kez derin derin uyudu. Ertesi sabah cam küreyi eline alınca sisler hemen dağılıverdi. Cadı bütün günü kürenin büyüsüne kapılmış gibi geçirdi. Nefret ettiği insanları gözetledi. Pek az su içti, hiçbir şey yemedi. Güneş batarken yeterince kendine geldi ve küstah küçük şıllık konusunda henüz hiçbir şey yapmamış olduğunu hatırladı. Ama bu önemli değildi. Rhea bu işi nasıl başarabileceğini biliyordu artık... Bütün sonuçları da küre yardımıyla seyredebilecekti. Tüm itirazları, haykırışmaları ve yakınmaları! Susan'ın gözyaşlarını görecekti. En hoşu da bu olacaktı. Susan'ın gözyaşlarını görmek!

Rhea bacağına dolanarak yukarı çıkan Ermot'a, "Bu da benim kendi küçük haşatım olacak," dedi. Kucağında yılanla oturarak gülmeye başladı.

İki arkadaş Aceleci'nin yaklaşan nal seslerini duydukları zaman Alain endişeyle, "Verdiğin sözü unutma," dedi. "Öfkelenme."

Cuthbert, "Olur," diye cevap verdi ama bu bakımdan kuşkusu vardı. Roland, yatakhanenin uzun bölüğünün yanından dolaşarak avluya girdi. Batmakta olan güneşin son ışıklarında gölgesi peşinden sürükleniyordu. Cuthbert sinirli sinirli yumruklarını sıktı. Sonra kendini zorlayarak parmaklarını açtı. Ama Roland'ın attan inmesini seyrederken yumruklarını tekrar sıktı ve tırnakları avuçlarına battı.

Cuthbert, yine bir oyalama daha, diye düşündü. Bir tartışma. Tanrılar, bütün bunlardan bıkıp usandım! Ölecek kadar hem de!

Bir gece önce güvercinler yüzünden yine tartışmışlardı. Cuthbert güvercinlerin biriyle batıya petrol tankerleriyle ilgili bir haber göndermelerini istemişti. Roland ise bunu hâlâ istemiyordu. Bu nedenle tartışmaya başlamışlardı. Ama aslında Roland tartışmıyordu. (Cuthbert'i öfkelendiren şeylerden biri de buydu. İncecik'in sesi gibi sinirlerini törpülüyordu.) Roland son zamanlarda tartışmak tenezzülünde bulunmuyordu. Bakışları da dalgındı. Sanki sadece vücudu oradaydı; geri kalanı, ruhu, canı, ka'sı Susan Delagado'nun yanındaydı.

Roland gece sadece, "Hayır," demişti. "Böyle şeyler için artık çok geç."

Cuthbert, "Bunu bilemezsin," diye itiraz etmişti. "Gilead'dan yardım gelemeyecek kadar geç olsa bile, öneri gelmesi için henüz o kadar geç değil. Bunu göremeyecek kadar kör müsün?"

"Bize nasıl bir öneride bulunabilirler ki?" Roland, Cuthbert'in sesindeki öfkeyi farketmemiş gibiydi. Kendi sesi sakindi. Mantıklı ve tamamiyle ilgisiz. Cuthbert, durumun ne kadar acil olduğunun farkında bile değil, diye düşünmüştü.

"Bunu bilseydik, onlara sormamıza gerek kalmazdı. Öyle değil mi, Roland?"

"Biz sadece bekler, onlar harekete geçtikleri zaman da hepsini durdurabiliriz. Sen öneri değil, içini rahat ettirecek bir şeyler istiyorsun, Cuthbert."

Cuthbert kendi kendine, yani sen kızla bulduğun her yerde sevişerek bekleyeceksin, demişti.

Sonra da soğuk bir tavırla, "Sen bu konuyu doğru dürüst düşünemiyorsun," diye söylenmişti. Alain'in inilti gibi bir ses çıkararak soluğunu tuttuğunun farkındaydı. İkisi de yaşamları boyunca Roland'a böyle bir şey söylememişlerdi. Ama Cuthbert bunu söylemişti işte, sonra da arkadaşının patlamasını endişeyle beklemişti.

Ama öyle bir şey olmamıştı. Roland, "Hayır," diye karşılık vermişti. "Düşünüyorum." Sonra da başka hiçbir şey söylemeden yatakhaneye girmişti.

Cuthbert şimdi arkadaşı Aceleci'nin kayışlarındaki tokaları açar ve eyeri çıkarırken, kendi kendine, hayır, dedi. Düşünemiyorsun. Ama. bu olayları doğru dürüst düşünmen gerekiyor. Bütün tanrılar adına, bunu yapmak zorundasın!

Roland eyerle verandaya yaklaşarak onu basamaklara bırakırken Cuthbert de, "Merhaba," diye mırıldandı. "Öğleden sonra çok çalışmış olmalısın." Alain onun ayak bileğine tekmeyi indirdiyse de, delikanlı ona aldırmadı.

Roland açıkladı. "Susan'laydım." Kendini ne savundu, ne bahaneler buldu, ne de itiraz etti. Cuthbert'in gözlerinin önünde şok geçirmesine neden olacak kadar canlı bir sahne belirdi. Roland'la Susan bir yerde, bir kulübede sevişiyorlardı...

Delikanlı içinden Roland'a bağırdı. Neden her zaman birinci olman gerekiyor? Neden her zaman sen? Tanrılar seni lanetlesin, Roland! Kahretsin!

Sonra, "Biz rıhtımlardaydık," diye açıkladı. Her zamanki neşeli tavırlarıyla konuşmaya çalışmış ama pek başaramamıştı. "Botları, denizcilik aletlerini ve midye tarağı denilen şeyleri saydık. Tabii korkunç eğlendik. Öyle değil mi?"

Roland sordu. "Bunları yapmak için benim yardımıma mı ihtiyacınız vardı?" Aceieci'nin yanına giderek eyer battaniyesini aldı. "Sesin bu yüzden mi öfkeli?"

"Sesim öfkeliyse bunun nedeni balıkçıların çoğunun arkamızdan bize gülmeleri! Durmadan rıhtımlara gidiyoruz. Onlar bizim aptal olduğumuzu düşünüyorlar, Roland."

Delikanlı başını salladı. "Bu da çok iyi."

Alain usulca, "Belki..." dedi. "Ama Rimer bizim aptal olduğumuzu düşünmüyor... Biz önünden geçerken bakışları bunu açıklıyor. Jonas da öyle. Onlar bizim aptal olduğumuzu düşünmüyorlarsa, o halde ne düşünüyorlar?"

Roland ikinci basamakta durakladı. Kolundaki eyer battaniyesini unutmuştu. Cuthbert ilk defa onun dikkatini çekebildiklerini düşündü Tanrılara şükürler olsun. Sürprizlerin sonu gelmiyor!

Roland, "Uçuruma mahsus gitmediğimizi, çünkü orada ne olduğunu zaten bildiğimizi düşünüyorlar," dedi. "Şimdi böyle düşünmüyorlarsa bile yakında düşünecekler."

"Cuthbert'in bir planı var."

Roland'ın meraklı ama dalgınlaşmaya başlayan bakışları Cuthbert'e kaydı. Şakacı Cuthbert'e. Çırak Cuthbert'e. Doğuya, Dış Kavis'e taşıdığı tabancayı henüz hak etmemiş olan Cuthbert'e. Bakir olan ve her zaman ikinci sırada kalacak Cuthbert'e. Tanrılar, dedi kendi kendine Cuthbert. Ondan nefret etmek istemiyorum! Ama artık bu öyle kolay ki!

Sonra, "Yarın ikimiz gidip Şerif Avery'yi görelim," diye fikrini açıkladı. "Sanki bir nezaket ziyareti yapmış gibi davranırız. Zaten kendimizi üç nazik ama biraz aptal genç olarak tanıttık. Öyle değil mi?"

Roland gülerek başını salladı. "Tamı tamına."

"Şerife artık Hambry'nin kıyı bölümündeki işlerimizin bittiğini açıklayalım. 'Çiftlik ve kovboylar konusunda da aynı titizlikle davranacağız,' diyelim. 'Ama bir sorunu çıkarmayı, insanların işlerini engellemeyi de istemiyoruz. Ne de olsa yılın en fazla çalışılan zamanı. Hem çiftçiler, hem de diğerleri için.' Bizim gibi kentli budalalar bile bu kadarını bilirler. Ve iyi şerifimize bir liste verelim..."

Roland'ın gözleri parladı. Battaniyeyi verandanın parmaklığına atarak Cuthbert'i omuzlarından yakaladı. Onu sertçe kucakladı. Cuthbert'in burnuna Roland'ın yakasından yükselen leylak kokusu geldi. Bir an arkadaşının boynuna ellerini dolayarak onu boğmak için çılgınca ve güçlü bir istek duydu. Ama onun yerine delikanlının sırtına hafifçe vurdu.

Roland gerilerken sevinçle gülüyordu. "Ziyaret edeceğimiz çiftliklerin bir listesini. Evet! Ve adamlar böylece her şeyi önceden haber aldıkları için görmemizi istemedikleri sürüleri daha sonraki çiftliğe götürürler. Ya da listenin en sonundakine. Aynı şeyi koşum takımları, yem ve aletler için de yaparlar... Çok akıllıca bir plan bu, Cuthbert. Sen bir dâhisin."

Cuthbert, "Hiç de değil," dedi. "Ben sadece hepimizi ilgilendiren bir sorunu düşünmek için biraz zaman ayırdım. Hatta belki de bütün Birlik'i ilgilendiren bir sorun düşünmemiz şart. Öyle değil mi?"

Alain yüzünü buruşturdu ama Roland bunu farketmemiş gibiydi. Hâlâ gülüyordu. On dört yaşında bile yüzündeki bu ifade insanı endişelendiriyordu. Gerçek şuydu: Roland güldüğü zaman sanki biraz çıldırmış gibi bir izlenim bırakıyordu. "Biliyor musun, görmemiz için oldukça çok sayıda değişim geçirmiş hayvanları da getirirler. Hayvanların temiz kandan olmadıklarıyla ilgili yalanlarına inanmayı sürdürmemiz için." Bir an durup düşünür gibi yaptı.

"Neden sen ve Alain gidip şerifi görmüyorsunuz, Bert? Bence bu çok iyi olur."

Cuthbert az kalsın Roland'a saldıracaktı. "Evet, neden olmasın?" diye haykırmak istiyordu. "O zaman Susan'ı sadece yarın öğleden sonra değil, sabah da görebilirsin! Seni budala! Seni aşktan kafasını kaybetmiş ahmak!"

Onu Alain kurtardı. Belki de hepsini kurtardı.

Alain sert sert, "Budala gibi konuşma!" dedi. Roland hayretle hızla ona doğru döndü. Alain'in öyle sert konuşmasına hiç alışık değildi. "Sen bizim liderimizsin, Roland! Thorin, Avery ve kentliler böyle düşünüyor. Biz de öyle."

"Ama kimse bana bu görevi vermedi..."

Cuthbert, "Buna gerek yoktu ki!" diye bağırdı. "Sen silahlarını kazandın! Buradakiler pek inanamıyorlar ama sen bir silahşorsun! Son zamanlarda ben de buna pek inanamıyorum! Şerife senin gitmen gerekiyor! Bu çok açık! Seninle hangimizin gideceği önemli değil." Daha fazlasını söyleyemedi. Devam ederse işin sonu nereye varacaktı? Belki de grup dağılacak, hata bir daha onarılamayacaktı. Cuthbert bu yüzden ağzını sıkıca kapattı. Alain'in bu sefer tekme atmasına gerek yoktu.

Delikanlı yine Roland'ın patlamasını bekledi. Ama bu kez de öyle olmadı.

Roland o yeni tavırlarıyla, yani Cuthbert'in onu uyandırmak için ısırmak istemesine neden olan o uysal ve hiçbir şeyi önemsemez tavırlarıyla, "Pekâlâ," diye mırıldandı. "Sen ve ben, Bert. Saat sekiz sana uygun mu?"

Cuthbert, "Hem de çok uygun," dedi. Artık konuşma sona ermiş ve karar verilmişti. Cuthbert'in kalbi şimdi deli gibi çarpıyordu. Bacaklarının üst kısmındaki kaslar lastiğe dönüşmüş gibiydi. Büyük Tabut Avcıları'yla karşılaştıkları zaman da öyle olmuştu.

Roland, "En güzel halimizde olacağız," diyerek başını salladı, "iç Baronluklardan gelen, iyiniyetli ama biraz kafasız gençler. Tamam." İçeri girerken artık gülmüyor, hafifçe gülümsüyordu.

Cuthbert'le Alain birbirlerine bakarak aynı anda hızla soluklarını verdiler. Cuthbert başını eğerek avluyu işaret etti, sonra basamaklardan indi. Alain de onu izledi. İkisi yatakhaneye arkalarını dönüp dikdörtgen biçimi avlunun ortasında durdular. Doğuda yeni yükselmeye başlayan dolunay ince bulutların arkasına gizlenmişti.

Cuthbert, "Bu kız onu büyüledi," dedi. "Belki istiyor belki istemiyor ama sonunda ölmemize neden olacak. Bekle de gör."

"Böyle şeyler söylememelisin. Şaka yollu olsa bile."

"Tamam, tamam. Kız başımıza Eld'in mücevherli taçlarını takacak ve biz sonsuza dek yaşayacağız."

"Ona kızmaktan vazgeçmelisin, Bert. Bunu yapmak zorundasın."

Cuthbert sıkıntıyla arkadaşına baktı. "Yapamıyorum."

Sonbaharın şiddetli fırtınalarına bir ay, hatta belki de daha uzun bir süre vardı. Ama ertesi sabah hava kurşuniydi ve yağmur çiseliyordu. Roland'la Cuthbert atkılarına sarındılar, Alain'i evle ilgili birkaç işi yapması için bıraktılar. Roland kemerine çiftliklerle ilgili programı sokmuştu. Önce Baronluk'a ait olan üç küçük çiftliğe gideceklerdi. Üç arkadaş programı bir gece önce hazırlamışlardı. Bundan grubun gülünç denecek kadar yavaş çalışacağı anlaşılıyordu. Uçurumda ve meyve bahçelerinde hemen hemen Yıl Sonu Panayırı'na kadar çalışacaklardı. Böylesi rıhtımlardaki çalışma hızına da uyuyordu.

İki arkadaş şimdi atlarıyla sessizce kente doğru gidiyorlardı. İkisi de kendi düşüncelerine dalmışlardı. Yolları Delgado'ların evinin önünden geçiyordu. Roland başını kaldırınca Susan'ın penceresinde oturttuğunu gördü. Sonbahar sabahının kurşuni ışığında parlak bir görüntüydü bu. Delikanlının kalbi hop etti. O sırada bilmiyordu ama kızı sonsuza kadar en iyi böyle hatırlayacaktı. Güzel Susan. Penceredeki kız. Yaşamımızda daha sonra yakamızı bırakmayacak olan hayaletlerin önünden böyle geçeriz. Onlar yol kenarında, fakir dilenciler gibi öylece otururlar. Onları sadece gözucuyla görürüz. Eğer görebilirsek. Onların bizi bekledikleri ender olarak aklımıza gelir. O da gelirse. Ama onlar yine de beklerler. Biz geçtikten sonra anılardan oluşan çıkınlarını toplar ve peşimize takılırlar. Ayak izlerimizi takip ederek yavaş yavaş bize yetişirler.

Roland, Susan'a elini kaldırdı. Eli ağzına doğru gitti. Kıza bir öpücük gönderecekti. Ama bu çılgınlık olurdu. Elini dudaklarına değmeden daha yukarıya kaldırarak bir parmağını alnına götürdü. Böylece kızı küstahça selamlamış oluyordu.

Susan da gülümseyerek ona aynı şekilde karşılık verdi. İkisi de Cordelia'yı farketmediler. Kadın son kabak ve sivri köklerini kontrol için yağmurda bahçeye çıkmıştı. Orada duruyordu. Sombrero'sunu hemen hemen gözlerine kadar indirmişti. Balkabaklarını koruyan korkuluğun arkasına yarı saklanmış gibiydi.

Cordelia, Roland'la Cuthbert'in geçişlerini seyretti. (Cuthbert'i pek görmedi bile. Onu diğer delikanlı ilgilendiriyordu.) Kadın bir atlı çocuğa, bir penceresinin önünde oturan Susan'a baktı. Kız yaldızlı bir kafesteki kuş gibi neşeyle bir şarkı mırıldanıyordu.

Şüphe keskin bir hançer gibi Cordelia'nın kalbine saplandı. Susan'ın huyu çok çabuk değişmişti. Korkunç derecede öfkeli ve kederli hali yerini şaşkınca ama yine de neşeli bir uysallığa bırakıyordu. Her şeyi kabul etmiş gibi. Ama belki de bu kabul etmek değildi.

Cordelia kendi kendine, "Sen çıldırmışsın," diye fısıldadı. Elindeki palamsı bıçağın sapını sıkıca kavramıştı. Birdenbire çamurlu bahçede dizüstü çökerek sarmaşığa benzeyen sivri kök bitkisini kesmeye başladı. Kökleri ustalıkla, çabucak evin yanına doğru atıyordu. "Onların arasında bir şey yok. Olsaydı bunu farkederdim. O yaşta çocuklar gizlilik içinde davranamazlar... Dinlenme evindeki sarhoşlar gibi.

"Ama gülümsemeleri... Birbirlerine gülümseme tarzları."

Cordelia, "Bu çok normal," dedi. Bitkiyi kesiyor ve parçayı fırlat,, yordu. Bir sivri kökü nerdeyse ortadan bölüyordu. Bitki artık ürün veremeyecekti. Ama bunu farketmedi bile. Son zamanlarda kendi kendine fısıldamaya başlamıştı. Hasat Günü yaklaşır ve ağabeysinin sorun çıkaran kızıyla uğraşmak gitgide zorlaşırken, kendi kendine konuşmayı âdet edinmişti. "İnsanlar birbirlerine gülümserler. Hepsi o kadar.

"O selam ve Susan'ın verdiği karşılık da öyle. Aşağıda yakışıklı şövalye güzel bir kızı selamlıyor. Yukardaki kız öyle biri kendisini farkettiği için memnun oluyor.

"Gençlik gençliği çağırıyor, hepsi o kadar. Ama yine de...

"Çocuğun gözlerindeki ifade... Ve Susan'ın gözlerindeki.

"Aman saçma bu. Tabii. Ancak...

"Ancak sen başka bir şeyi daha gördün.

"Evet, belki. Bana bir an delikanlı Susan'a öpücük yollayacakmış gibi geldi... Ve son anda kendini topladı ve hareketini selama dönüştürdü.

"Öyle bir şey yaptıysa bile bunun da önemi yok. Genç şövalyeler küstah olur. Özellikle babalarının kontrolundan kurtuldukları zaman. Ve bu üç çocuk bildiğin gibi zaten yaramazlık etmişler."

Evet, bütün bunların hepsi de doğruydu. Ama bu düşünceler Cordelia'nın kalbindeki buz gibi hançerin kaybolmasını sağlayamadı.

Roland kapıya vurdu ve onu Jonas karşıladı. İki çocuğu Şerifin Bürosu'na soktu. Gömleğine şerif yardımcılarının taktığı o yıldızlardan birini iliştirmişti. İki gence ifadesiz gözlerle baktı. "Çocuklar," dedi. "Yağmurdan kaçın. İçeri girin."

Onların girmeleri için geriledi. Aksaması Roland'ın o zamana kadar gördüğünden çok daha belirgindi. Delikanlı buna nemli havanın neden olduğunu düşündü.

Roland'la Cuthbert içeri girdiler. Bir köşede bir gaz sopası yanıyordu. Herhalde bunu Citgo'daki "kandil'den alınan petrolle dolduruyorlardı. Çocukların ilk geldikleri gün serin olan büyük oda şimdi insanı bunaltacak kadar sıcaktı. Üç hücrede üzgün sarhoşlar vardı. Dört adam ve ortadaki hücrede yalnız başına oturan bir kadın. Kadın mı? Roland, kadının parmağını burnuna daha fazla sokarsa bir daha geri çekemeyeceğini düşündü. Clay Reynolds ilan tahtasına dayanmış, bir süpürge çöpüyle dişlerini karıştırıyordu. Şerif Yardımcısı Dave Kapaklı yazı masasının başına geçmişti. Çenesini ovuşturuyor ve monoklünün arkasından masaya konmuş olan oyun tahtasına bakıyordu, kaşları çatılmıştı. Roland Bert'le onların oynadıkları şato oyununu yarıda kestiklerini anladı ama buna hiç şaşmadılar.

Reynolds, "Şuraya bak, Eldred," dedi. "İç-Dünya'dan gelen iki çocuk bunlar. Anneleriniz sokağa çıktığınızı biliyor mu, yavrucuklar?"

Cuthbert zekice, "Evet, biliyorlar," diye cevap verdi. "Seni iyi gördüm, sai Reynolds. Yağmur herhalde kaşıntına iyi geldi."

Roland dirseğiyle arkadaşının omzunu dürttü. Ona bakmamıştı ve yüzünde hâlâ o hafif hoş gülümseme vardı. "Arkadaşımın kusuruna bakma, sai. Şakaları bazen nezaket sınırını aşar. Ama galiba elinde değil. Birbirimizi iğnelememize hiç gerek yok. Olanları unutmaya karar vermiştik, öyle değil mi?"

Jonas, "Evet, tabii," dedi. "Bir yanlış anlama olmuştu." Topallayarak yazı masasına, oyun tahtasına doğru gitti. Kendi tarafına geçerken gülümsemesi ekşi bir ifadeye dönüştü. "Ben yaşlı bir köpekten de daha kötü durumdayım. Biri beni ortadan kaldırmalı. Gerçekten. Toprak soğuktur ama insana acı vermez, öyle değil mi, çocuklar?"

Oyun tahtasına baktı ye bir adamı kendi tepesinin yanından döndürdü. Şatoya doğru gidiyordu ve bu yüzden savunmasız durumdaydı. Roland, ama bu durumda o kadar da savunmasız değil, diye düşündü. Şerif Yardımcısı Dave'in bu oyunu ustalıkla oynadığını pek sanmıyorum.

Delikanlı başıyla Jonas'ın göğsündeki yıldızı işaret etti. "Görüyorum artık Baronluk için çalışıyorsun."

Ak saçlı adam oldukça dostça bir tavırla, "Öyle gibi," diye cevap verdi. "Aslında biri bacağını kırdı. Ben de yardım ediyorum. Hepsi o kadar."

"Ya sai Reynolds? Sai Depape? Onlar da yardım mı ediyorlar?"

Jonas, "Evet, öyle gibi," dedi. "Ya sizin balıkçılar arasındaki işleriniz? Çok yavaş gidiyormuş sanırım."

"Sonunda o işi bitirdik. Yavaş giden iş değil bizdik. Kötü şeyler yaptığımız için rezil olduk ve buraya gönderildik. Bu bizim için yeterli oldu. Buradan da aynı şekilde ayrılmak istemiyoruz. Yarışı ağır ağır ama düzenle ilerleyen kazanır. Öyle değil mi?"

Jonas başını salladı. "Evet. Öyle.' 'Yarışçılar,' kimlerse?"

Binanın derinliklerinde bir yerden bir sifon sesi geldi. Roland, Hambry Şerifinin Bürosu'nda insanın evinde rahatını sağlayan her şey var/diye düşündü. Su sesini merdivenden inen ağır birinin ayak sesleri izledi. Ve birkaç dakika sonra da Şerif Avery gözüktü. Bir eliyle kemerini takıyor, diğer eliyle ter içindeki geniş alnını kuruluyordu. Roland adamın bu becerisine hayran oldu.

Şerif, "Öööf!" diye bağırdı. "Dün gece yediğim fasulyeler kestirmeden gidiyorlar!" Bir Roland'a baktı, bir Cuthbert'e. Sonra tekrar Roland'a döndü. "Ah, çocuklar! Ağları sayarken çok mu ıslandınız?"

Jonas, "Sai Dearborn biraz önce artık ağları saydıkları günlerin sona erdiğini söylüyordu," dedi. Parmaklarının ucuyla uzun saçlarını geriye itti. Clay Reynolds yine kamburunu çıkararak ilan tahtasına dayanmıştı. Roland'la Cuthbert'e açık açık nefretle bakıyordu.

"Öyle mi?" Ah, çok güzel, çok güzel. Şimdi ne yapacaksınız, çocuklar? Size yardım edebileceğimiz bir konu var mı? Çünkü bizim hoşumuza en çok bu gider. Gerektiği zaman yardım elini uzatmak. Gerçekten." .

Roland, "Aslında bize gerçekten yardım edebilirsiniz?" diyerek elini kemerine attı ve listeyi çıkardı. "Artık uçurumda çalışmamız gerekiyor. Ama kimseyi rahatsız etmek istemiyoruz."

1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət