Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə30/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   62

Cordelia tek kaşını kaldırdı. Alınmamış gibiydi. "Ah, bunu yüzüme vurmaktan ne kadar da hoşlanıyorsun! Kız kurusu Cord Hala. Evde kalmış Cord Hala. Saçları kırlaşmaya başlamış bakire Cord Hala. Evet? Ah, Pek Genç ve Pek Güzel Küçük Hanım, ben belki bakireyim. Ama gençken benim de birkaç âşığım oldu... Dünya geçip gitmeden önce, diyebiliriz. Belki onlardan biri Fran Lengyll'di."

Susan, belki de değildi, diye düşündü. Fran Lengyll halamdan en asağı on beş yaş büyük. Belki de yirmi beş.

"Evet, benim de bazı deneyimlerim oldu."

"O âşıklardan herhangi biri altmış beş yaşında mıydı? Nefesi kokan ve eklemleri çatırdayan bir adam mıydı?"

Cordelia'nın fena halde öfkeleneceğini sanıyordu ama öyle olmadı. Olan daha kötüydü. Cordelia şimdi boş boş bakıyordu. Aynadan gördüğü Thorin gibi. "Olan olmuş, Susan." Cordelia'nın dar suratında bir an korkunç ve kötü bir gülümseme uçuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar. "Evet, olan olmuş."

Susan dehşetle, "Babam bu olanlardan nefret ederdi!" diye bağırdı. "Evet, nefret ederdi. Buna izin verdiğin için senden de! Adama böyle davranması için cesaret verdin! Babam buna da kızardı!"

Cord Hala, "Belki," dedi ve yüzünde yine o korkunç gülümseme belirip kayboldu. "Belki. Ama baban daha çok başka bir şeyden nefret ederdi. Bir tek şeyden. Sözünden dönmenin şerefine süreceği lekeden. Kalleş bir çocuğun vereceği utançtan. Baban verdiğin sözü tutmanı isterdi, Susan. Babanın yüzünü hatırlamak istiyorsan, bunu yapmalısın."

. Susan halasına baktı. Titreyen dudakları gerilmiş, ağzı yarım daireye dönüşmüştü. Gözleri de yine dolmuştu. Mümkün olsaydı halasına, biriyle karşılaştım, diyecekti. Onu seviyorum. Bu her şeyi değiştiriyor. Bunu anlayamıyor musun? Biriyle karşılaştım ve onu seviyorum! Ama Cord Hala kızın böyle sözler söyleyebileceği biri olsaydı, Susan zaten böyle bir tuzağa düşmezdi. Kız döndü ve hiçbir şey söylemeden sendeleyerek evden çıktı. Akan gözyaşları çevresindeki her şey bulanıklaşıyor, yaz sonu dünyasını hüzünlü renklere boğuyordu.

Susan atın sırtında ilerliyordu. Nereye gittiğinin farkında değildi. Ama yine de bir yanı belirli bir hedefi seçmişti anlaşılan. Çünkü kız evden ayrıldıktan kırk dakika sonra, Thorin bir büyükannenin anlattın, masaldaki kötü bir cin gibi kendisine yaklaşmadan önce hayal ettiği o söğüt korusuna ulaştı.

Söğütlerin arasında çok hoş bir serinlik vardı. Susan eyersiz bindiği Felicia'yı bir dala bağladı. Sonra da korunun tam ortasındaki küçük açıklıkta ağır ağır yürüdü. Çay buradan geçiyordu. Susan açıklığı kaplamış olan yumuşak yosunların üzerine oturdu. Evet, tabii buraya gelmişti. Çünkü sekiz dokuz yaşındayken keşfettiği bu açıklığa bütün gizli kederlerini ve sevinçlerini getirmişti. Babasının ölümünden sonraki o bitmeyecekmiş gibi gözüken günlerde bu koruya gelmişti. Ona bütün dünyayı Pat Delgado'nun ölümüyle sona ermiş gibi geliyordu. Hiç olmazsa kendi özel dünyası. Sadece bu açıklık Susan'ın o acı veren kederinin derinliğini öğrenmişti. Kız derdini çaya anlatmış, o da bunu alıp götürmüştü.

Susan tekrar ağlamaya başladı. Başını dizlerine dayayarak hıçkırdı. Bir kıza yakışmayacak, yüksek, garip sesler çıkarıyordu. Sanki kargalar kavga ediyorlardı. Susan, babam bir dakika için geri gelebilseydi, diye düşündü. Bunun için her şeyi verirdim. Her şeyi. Babama verdiğim sözü tutmamın gerekip gerekmediğini sorardım.

Başını çaya doğru uzatmış ağlıyordu. Sonra kırılan bir dalın çatırtısını duyarak irkildi. Omzunun üzerinden dehşet ve çaresizlikle baktı. Burası onun gizli yeriydi. Kimsenin onu burada bulmasını istemiyordu. Özellikle yere düşüp kafasını çarpan bir çocuk gibi ağlarken. Bir dal daha çatırdadı. Evet, biri buraya gelmişti. Kesinlikle. En olmayacak bir anda Susan'ın gizli yerine girmişti.

Kız, "Çabuk git!" diye bağırdı. Sesi gözyaşlarından boğuklaşmıştı, Bu ses kendi kulağına bile biraz yabancı geldi. "Kimsen, hemen git! Nazik davran ve beni yalnız bırak!"

Ama o siluet yaklaşmayı sürdürdü. Susan gelen kişinin Will Dearborn olduğunu düşündü. Roland, dedi kendi kendine. Onun asıl adı Roland. Sonra hayal gücünün fazla çalıştığına karar verdi. Hayal görüyordu artık. Ancak delikanlı yere diz çökerek onu kolların?, aldığı zaman gelenin gerçekten Roland olduğuna inanabildi. Sonra paniğe kapıldığı için Roland'a sıkıca sarıldı. "Benim burada olduğumu nereden anladın..."

"Senin uçurumdan geçtiğini gördüm. Bazen düşünmek için gittiğim o yerdeydim. Ve seni gördüm. Aslında peşine takılmayacaktım ama sonra atını eyerlememiş olduğunu farkettim. Bir sorun olabileceğini düşündüm."

"Türlü sorun var!"

Roland gözlerini iri iri açarak ciddi bir tavırla kızın yanaklarını öpmeye başladı. Yüzünün iki yanını da tekrar tekrar öptü. Susan ancak o zaman delikanlının gözyaşlarını böyle sildiğini anladı. Roland sonra kızı omuzlarından tuttu. Gözlerinin içine bakabilmek için onu hafifçe kendisinden uzaklaştırdı.

"Daha önceki sözlerin, Susan. Onları tekrarlarsan, ben de istediğini yaparım. Bilmiyorum bu bir vaat mi, yoksa bir uyarı mı? Ya da ikisi birden mi?.. Ama tekrarlarsan, istediğin olur."

Roland'a ne demek istediğini sormaya gerek yoktu. Susan'a yer altından kayıyormuş gibi geldi. Kız daha sonra hayatında ilk ve tek defa ka'yı gerçekten hissettiğini düşünecekti. Gökyüzünden değil de yerden esen bir rüzgârdı bu. Susan, sonunda bana geldi, dedi kendi kendine. İyi ya da kötü bu benim ka'm.

"Roland?"

"Efendim, Susan?"

"Madem beni seviyorsun, benimle seviş."

"Evet, küçük hanım. Bu isteğini yerine getireceğim."

Roland Orta-Dünya'nın Susan'ın hiçbir zaman göremeyeceği bir köşesinde yapılmış olan gömleğinin düğmelerini açtı ve kızı kollarına aldı.

Ka.


İki genç birbirlerinin giysilerini çıkarmalarına yardım ettiler. En güzel kaz tüyleri kadar yumuşak olan yosunların üzerine karşılıklı uzandılar. Susan'ın hayal ettiği gibi yüz yüze.

Daha sonra iki âşık Mejis Baronluğu'nda birbirlerinin oldular. Ve böylece felaketi davet ettiler.

Ka.

İki genç birbirlerinin kollarında yatıyor, Felicia'nın sakin bakışları altında mutluluk sonrası öpücüklerini paylaşıyorlardı. Roland'ın uykusu gelmişti. Bu da anlaşılacak bir durumdu. Bu yaz çok baskı altında kalmiş ve doğru dürüst uyuyamamıştı. O sırada bilmiyordu ama Roland yaşamının geri kalan kısmında hiçbir zaman rahatça uyuyamayacaktı.



"Roland?" Kızın sesi uzaklardan geliyor gibiydi. Çok da tatlıydı.

"Evet?"


"Beni koruyacaksın, değil mi?"

"Evet."


"Zamanı gelince o adama gidemem artık. Belki bana dokunmasına, ufak tefek hırsızlıklarına katlanabilirim. Sen benimle olursan bunlara dayanabilirim. Ama Hasat gecesi Thorin'e gidemem. Böyle şeyler için bazı hileler varmış ama ben onlardan yararlanmayacağım. Açıkçası Thorin'in yatağını paylaşamam."

Roland, "Pekâlâ," dedi. "İyi." Sonra kızın gözleri hayretle irileşirken delikanlı etrafına bakındı. Ama açıklıkta kimse yoktu. Susan'a döndü. Uykusu iyice açılmıştı artık. "Ne? Ne var?"

Kız, "Şu anda çocuğunu taşıyor olabilirim," dedi. "Bunu hiç düşündün mü?"

Roland düşünmemişti. Ama şimdi düşünüyordu. Bir çocuk. Tâ gerilere, o sisli yıllara kadar uzanan zincire eklenecek bir halka daha. O yıllarda Arthur Eld dev kılıcı Exalibur'u havaya kaldırmış ve silahşorlarının başında savaşmıştı. Başında Bütün Dünya'nın tacı vardı. Ama neyse, bunları bir tarafa bırakalım. Babam bu işe ne der? Ya Gabrille büyükanne olduğunu öğrendiği zaman?

Roland hafifçe gülümsemeye başlamışken annesini düşünür düşünmez yüzündeki tebessüm silindi. Aklına kadının boynundaki iz geldi. Son günlerde annesini her hatırlayışında daima aklına onun dairesine beklenmedik bir anda girdiği zaman boynunda gördüğü iz geliyordu. Ve Gabrielle'in usulca, kederle gülümseyişi.

Sonra delikanlı Susan'a, "Benim çocuğumu taşıyorsan," dedi. "Şans bana gülüyor demektir."

"Ve bana da." Şimdi kız da gülümsüyordu. Ama bu tebessümde hüzün de vardı. "Çok genciz, sanırım. Çocukluktan yeni kurtulduk."

Roland arkaüstü dönerek mavi gökyüzüne baktı. Belki de Susan'ın söylediği doğruydu ama bu önemli değildi. Bazen "doğru"yla "gerçek" aynı olmuyordu. Roland'ın birbirine zıt iki yanının merkezindeki o mağara gibi boş yerde barınan kesinliklerden biri de buydu. İkisini de bastırarak aşk denilen çılgınlığa sarılmayı başarmasıysa ona annesinin bir armağanıydı. Delikanlının geri kalan özellikleri arasında mizah yeteneği yoktu... Daha da önemlisi mecaz denen şeyi bilmiyordu bile. Çocuğumuz olması için çok genç miyiz? Ne olmuş? Tohum ekildiyse gelişir.

"Ne olursa olsun, yapmamız gerekeni yaparız. Ve başımıza neler gelirse gelsin, seni daima seveceğim."

Susan gülümsedi. Roland bu sözleri sıradan gerçekleri açıklarcasına söylemişti: Gökyüzü yukardadır. Yeryüzü aşağıdadır. Su güneye doğru akar.

"Roland, sen kaç yaşındasın?" Kız bazen genç olmasına rağmen delikanlı kendisinden çok daha küçükmüş gibi bir duyguya kapılıyor ve bu da onu endişelendiriyordu. Roland bazen dikkatini bir noktada topluyor ve o zaman yüzünde Susan'ı korkutan haşin bir ifade beliriyordu. Gülümsediği zamansa bir âşığa değil, küçük bir erkek kardeşe benziyordu.

Delikanlı, "Buraya geldiğim zamankinden daha büyüğüm," dedi. "Hem de çok çok büyük ve olgun. Jonas'la adamlarının karşısında daha altı ay kalırsam zorlukla yürüyeceğim. Ve ata binebilmek için beni popomdan kaldırmaları gerekecek."

Kız bu sözleri duyunca güldü. Roland da onu burnundan öptü.

"Beni koruyacaksın, değil mi?"

Delikanlı, "Evet," diyerek kızın gülüşüne karşılık verdi. Susan başını salladı ve o da arkaüstü döndü. Böyle yattılar. Kalçaları birbirine değiyordu.

Susan alçak sesle, "Beni korumalısın," dedi. "Bütün umutlarımı sana bağladım. Her şeyden vazgeçtim."

Roland, "Elimden gelen her şeyi yapacağım," diye cevap verdi. "Bundan hiç kuşkun olmasın. Ama şu ara her zamanki gibi davranmalın, Susan. Bir süre daha geçmesi gerekiyor. Bunu biliyorum. Çünkü Depape geri döndü ve şimdiye kadar hikâyesini anlatmıştır. Ama onlar henüz bize karşı harekete geçmediler. Depape ne öğrendiyse, Jonas beklemelerinin onların yararına olduğunu düşünüyor. Tabii bu yüzden harekete geçtiği zaman daha da tehlikeli olacak. Ama şu ara hâlâ şato oyununu oynuyoruz."

"Ama Hasat ateşi yakıldıktan sonra... Thorin..."

"Hiçbir zaman ona gitmeyeceksin! Buna inanabilirsin. Sana söz veriyorum."

Susan böylesine cüretle davranabildiğine kendi de şaşmasına rağmen delikanlıya sokuldu...

Daha sonra Roland, "Citgo'dayken sana birileri bizi gözetliyormuş gibi gelmişti, Susan. Şimdi de bunu hissediyor musun?" diye sordu.

Kız ona düşünceli bir tavırla, uzun uzun baktı. "Bilmiyorum... Kafam başka yerlerdeydi, bunu sen de biliyorsun."

Susan korunun yukarsındaki daire biçimi gökyüzüne baktı. "Burası çok güzel," diye mırıldanırken gözleri ağır ağır kapandı.

Roland da dalmak üzereydi. Çok garip, diye düşünüyordu. Bu sefer ona birileri bizi gözetliyormuş gibi gelmedi... Ama bana geldi... Oysa korunun yakınında hiç kimse olmadığına yemin edebilirim.

Neyse... Bu duygu... ya hayaldi ya da gerçek ama artık kayboldu. Roland, Susan'ın elini tuttu. Kızın parmakları alışıkmış gibi delikanlınınkilere dolandı.

Roland gözlerini yumdu.

Rhea bütün bunları cam kürede gördü. Olanlar çok ilginçti, evet, çok ilginç. Ama daha önce de aşk sahneleri görmüştü, ilerlemiş yaşında bunun olağanüstü bir şey olduğunu düşünmüyordu. Onu asıl ilgilendiren bu fingirdemeden sonra olacaklardı.

Kız o gün, "İşimiz bitti mi?" diye sormuştu.

Rhea, "Belki önemsiz bir şey daha var," diye yanıtlamış, sonra da o küstah kaltağa ne yapması gerektiğini söylemişti.

Evet, ikisi kulübenin kapısında dururlarken kıza çok kesin talimat vermişti. Öpen Ay'ın ışıkları onları aydınlatıyordu. Susan Delgado o acayip uykuya dalmıştı. Rhea onun saç örgüsünü okşuyor ve kulağına emirlerini fısıldıyordu. İşte o günkü talimatı yerine gelecekti... Büyücünün görmeyi istediği de buydu... iki bebenin yatmaları değil. Onlar sanki yeryüzünde ilk kez bunu ikisi keşfetmişler gibi davranıyorlardı.

Arada biraz durup gevezelik etmişlerdi. (Rhea söylenenleri dinleyebilmek için çok şey verirdi.)

Büyücü, "Ama bakalım birkaç dakika sonra kendini ne kadar seksi hissedeceksin, gidi burnu büyük dişi köpek," diye homurdandı. Küreden süzülüp çakan pembe ışığa doğru daha da eğildi. Bazen ışığın yüzünün kemiklerini bile sızlattığını hissediyordu... Ama bu iyi bir sızıydı... Evet, gerçekten çok iyi.

Neyse, o iki çocuğun sevişmeleri sona ermişti. Hiç olmazsa şimdilik... Sevgililer el ele tutuşarak uykuya daldılar.

Rhea, "Şimdi," diye mırıldandı. "Şimdi, küçüğüm. Uslu bir kız gibi davran ve sana söylenileni yap."

Susan onu duymuş gibi gözlerini açtı. Ama boş boş bakıyordu bu gözler. Kız sanki hem uyuyor, hem de uyanmıştı. Rhea, Susan'ın elini yavaşça delikanlının avucundan çektiğini gördü. Kız doğrulup oturdu. Susan etrafına bakındı. Ayağa kalktı...

Aynı anda altı ayaklı kedi Musty büyücünün kucağına sıçradı. Ya sevgi ya da yiyecek istediği için miyavlıyordu. Yaşlı kadın boş bulunup bir çığlık attı. Aynı anda büyücü küresi karardı. Rüzgârda bir mum alevinin sönmesi gibi.

Rhea tekrar bir çığlık attı. Bu kez de öfkeyle. Kedi kaçamadan onu yakaladı. Hayvanı odadaki ocağın içine fırlattı. Yaz olduğu için ocağın içi boştu. Ama cadı kemikli, biçimsiz parmağını o tarafa doğru uzattı. Ve ocaktaki yarı yanmış kütükten sarı bir alev yükseldi. Musty bağırarak ocaktan kaçtı. Gözleri irileşmişti. Çatal kuyruğundan iyi söndürülmemiş bir sigar gibi dumanlar yükseliyordu.

Rhea kedinin arkasından tükürür gibi, "Evet, kaç!" dedi. "Defol iğrenç yaratık!"

Cam küreye döndü, ellerini açarak başparmaklarını birbirlerine dayadı. Bütün gücüyle isteklerini bir noktada topladı. Kalbi göğsünde hastalıklı bir öfkeyle çırpınmaya başlayıncaya kadar kendini zorladı. Ama sadece kürenin o normal pembe ışıkla aydınlanmasından daha fazlasını başaramadı. Kürenin içinde görüntüler belirmedi. Cadının düşkırıklığı acı oldu. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Ve zamanı gelince sonucu kendi gözleriyle de görebilecekti. Tabii bunun için kente inmek zahmetine katlanırsa...

Olanları herkes görecekti.

Keyfi yerine gelen cadı küreyi gizli yerine koydu.

Roland'ın uykusu derinleşmeden hemen önce delikanlının kafasında uyarı çanı çalmaya başladı. Uykusu derinleşseydi bunu farkedemeyecekti. Belki de kızın parmaklarının artık kendisininkilere dolanmış olmadığını hayal meyal farketmişti. Ya da neden sezgiydi. Roland bu hafif çan sesine aldırmayabilirdi. Az kalsın öyle de yapacaktı. Ama sonunda güçlü eğitimi baskın çıktı. Delikanlı gerçek uykunun eşiğinden geri döndü. Uyanabilmek için çaba harcaması gerekti. Suya dalan bir dalgıcın yüzeye çıkabilmek için ayaklarını vurmasına benziyordu bu. Başlangıçta zordu ama sonra daha kolaylaştı. Ve Roland uyanmaya başlarken endişesi arttı.

Gözlerini açarak soluna baktı. Susan artık orada değildi. Doğrulup oturdu ve sağına bir göz attı. Yüksek çayın kenarından başka bir şey görmedi... Ama yine de kızın o tarafta olduğunu sezdi.

"Susan?"


Cevap çıkmadı. Roland ayağa kalkarak pantolonunu ararken böyle romantik bir kameriyeye gelmesini hiç beklemediği öğretmeni Cord'un sert sesi kafasında yankılandı. Zaman yok, kurtçuk!

Roland giyinmeden çayın yanına giderek aşağıya baktı. Evet, Susan oradaydı. Giyinmemiş olan kızın arkası delikanlıya dönüktü. Saçlarını açmıştı. Altına benzeyen bu saçlar kızın hemen hemen lir biçimi kalçalarına kadar iniyordu. Çayın yüzeyinden yükselen buz gibi hava saçlarının uçlarını sisler gibi sarıyordu.

Susan akarsuyun kenarında bir dizinin üstüne çökmüştü. Bir kolunu dirseğine kadar suya sokmuş, bir şeyler arıyordu.

"Susan!"


Kız yine cevap vermedi. Delikanlının kafasında buz gibi bir düşünce belirdi. Onun içine bir iblis girdi. Ben onun yanında kaygısızca yatarken kızı bir iblis ele geçirdi. Ama aslında buna ihtimal vermiyordu. Bu açıklığın yakınında bir iblis olsaydı bunu hissederdim. İkimiz de.

Hatta atlar bile. Ama Susan'da bir tuhaflık var.

Kız yatağın dibinden aldığı bir şeyi gözlerinin önüne kadar kaldırdı. Elinden sular akıyordu. Aldığı bir taştı. Susan onu inceledikten sonra suya geri attı. Başını eğerek yeniden uzandı. Saçının iki tutamı şimdi suda yüzüyordu. Çay kıza şaka yapar gibi saçlarını aktığı yöne doğru çekiyordu.

"Susan!"


Susan hiç karşılık vermedi. Yataktan bir taş daha aldı. Üçgen biçimi beyaz bir kuvars parçasıydı. Kırılmış ve hemen hemen mızrak başı biçimini almıştı. Susan başını sola doğru eğdi ve saçlarının bir tutamını kavradı. Karışmış saçlarını tarayıp açmaya hazırlanan bir kadın gibi. Ama tarağı yoktu. Elinde sadece keskin kenarlı o taş vardı. Roland bir an dehşetle donup kalmıştı. Susan'ın yaptıkları yüzünden duyduğu utanç ve suç duygusunun etkisiyle boğazını kesmek niyetinde olduğunu sanıyordu. Delikanlı ondan sonraki haftalarda dehşetle o çok kesin şeyi düşünecekti: Boğazını kesmeye niyetlenseydi onu durdurmak için zamanında yetişemezdim.

Roland sonra uğradığı felçten kurtuldu. Kendini dik kenardan aşağıya attı. Tabanlarına batan sivri taşlara da aldırmadı. Kıza daha erişemeden o tuttuğu altın saç tutamının bir kısmını kuvarzın keskin tarafıyla kesti.

Delikanlı Susan'ı yakaladı. Kızın düzgün yüzünde öfkeli bir ifade vardı. Sanki canı yanıyormuş gibi dudakları titriyordu. Ve Susan hemen hemen anlaşılamayacak bir biçimde, "Hayır," demeye çabaladı. "Hhhhhhh..."

Kestiği saçların bir tutamı altın teller gibi kalçasına yapışmıştı. Geri kalan kısmı suya kapılarak uzaklaşmıştı. Susan, Roland'ın elinden kurtulmaya çalıştı. Taşın keskin kenarını saçlarına götürmeye, bu delice berberliği sürdürmeye çalışıyordu. Delikanlıyla kız barda iddiaya girerek bilek güreşi yapan adamlar gibi çekişiyorlardı. Ve kız bu güreşi kazanmak üzereydi. Roland fiziksel bakımdan ondan güçlüydü. Ama Susan'ı etkisine alan büyüden daha güçlü olamazdı. Üçgen biçimi beyaz kuvarz ağır ağır kızın sarkan saçlarına yaklaştı. Susan'ın dudaklarının arasından hâlâ o korkutucu ses çıkıyordu. "Hhhhhh..."

"Susan! Dur artık! Uyan!"

"Hhhhhh..."

Kızıp çıplak kolları görülecek bir biçimde titriyordu. Kasları büzülmüş, küçük sert taşlara benzemişti. Kuvarz şakağına, yanağına ve gözçukuruna gitgide daha yaklaşıyor, yaklaşıyordu.

Roland yüzünü kızın yanağına doğru yaklaştırdı. Bunu hiç düşünmeden yapmıştı. Zaten böyle davrandığı zaman hep başarılı oluyordu. Delikanlı bunu başarabilmek için Susan'ın taşı kavramış olan yumruğunun on santim daha yükselmesine izin verdi. Roland dudaklarını kızın kulağına yaklaştırarak dilini şaklattı.

Susan bu sesi duyunca irkildi. Ses bir mızrak gibi beynini delip geçmişti anlaşılan. Kız gözlerini kırpıştırdı. Roland'ın tutuşuna karşı direnci biraz hafifledi. Delikanlı bu fırsattan yararlanarak Susan'ın bileğini büktü.

"Ah! Ahhhh!"

Taş kızın parmakları açılan elinden uçup suya düştü. Susan delikanlıya bakakaldı, artık uyanmıştı. Şaşkınlık dolu gözleri yaşarmıştı. Bileğini ovup duruyordu. Roland kızın bileğinin şişeceğini düşündü.

"Canımı yaktın, Roland. Bana bunu neden..."

Susan susup etrafına bakındı. Şimdi sadece yüzünde değil, vücudunun her hattında, duruşunda şaşkınlık vardı. Elleriyle vücudunu örtmeye çalıştı. Sonra hâlâ yalnız olduklarını farkederek ellerini indirdi. Omzunun üzerinden kıyıya inen ayak izlerine baktı. Çıplak ayakların bıraktığı izlerdi hepsi de.

Susan, "Buraya nasıl indim? diye sordu. "Uyuduktan sonra beni buraya sen mi taşıdın? Ve neden canımı yaktın? Ah, Roland, ben seni seviyorum, neden canımı yaktın?"

Delikanlı, kızın kalçasına yapışmış olan saç tutamını alarak ona doğru tuttu. "Keskin kenarlı bir taş almıştın. Onunla kendini kesmeye çalışıyordun. Durmak da istemiyordun. Korktuğum için canını yaktım. Neyse ki, bileğini kırmadım. Buna seviniyorum... Yani bileğini kırdığımı sanmıyorum."

Roland kızın elini tutarak sağa sola çevirdi. Birbirine sürünen ince İlmiklerin çıkardığı sesi duyacağını sanıyordu.

Ama böyle bir şey olmadı. Kızın bileğini rahatça çevirebildi. Susan şaşkın gözlerle bakarken delikanlı elini dudaklarına götürerek bileğinin içini, ince damarların gözüktüğü yeri öptü.

Roland, Aceleci'yi uçurumun kenarından atla geçen birinin görmemesi için söğütlerin iyice içersinde bir yere bağlamıştı.

Hayvana yaklaşarak, "Rahat ol," diye mırıldandı. "Biraz daha uslu uslu bekle, iyi kalpli Aceleci."

At toynağını yere vurarak hafifçe kişnedi. Sanki çağın sonuna kadar uslu uslu bekleyeceğini belirtmeye çalışıyordu.

Delikanlı eyer çantasını açıp içinden çelik bir kap aldı. Roland'ın ihtiyacına göre kâh tencere görevi yapıyordu, kâh tava. Uzaklaşacağı sırada tekrar döndü. Yatağını denk yaparak Aceleci'nin eyerinin arkasına bağlamıştı. Geceyi uçurumda kamp kurarak geçirmeyi planlamıştı. Düşünmesi gereken çok şey vardı.

Roland ham deriden yapışmış şeritlerden birini çekiştirdi. Elini battaniyelerin arasına sokup küçük madeni bir kutuyu çıkardı ve boynuna asılı küçücük bir anahtarla açtı. Kutunun içinde ince gümüş bir zincire takılı bir madalyon vardı. Bir avuç yedek kurşun da. (Madalyona annesinin karakalemle çizilmiş bir resmi geçirilmişti.) Roland kurşunlardan birini alarak yumruğunu sıktı, sonra Susan'ın yanına döndü. Kız korku dolu gözlerle ona bakıyordu.

"İkinci kez seviştikten sonra olanları hatırlamıyorum," dedi. "Sadece gökyüzüne bakarak kendimi ne kadar iyi hissettiğimi düşündüğümü anımsıyorum. Sonra uykuya daldığımı da. Ah, Roland, görünüşüm ok mu kötü?"

"Bence kötü değil. Ama bunu sen benden daha iyi bilirsin. Gel."

Delikanlı kaba su doldurup kıyıya bıraktı. Susan endişeyle kabın "zerine eğildi. Başının sol tarafındaki saçları koluna bıraktı. Sonra kolunu ağır ağır yana doğru uzattı. Saçları parlak altından bir şerit gibi uzandı. Kız o biçimsizce kesilmiş yeri hemen gördü. Bu kısmı dikkatle inceledi. Sonra da içini çekerek tutamı bıraktı. Ama üzüntüden çok rahatladığı için.

"Bu kesilmiş yeri saklayabilirim. Saçlarımı ördüğüm zaman kimse anlayamaz. Sonuçta sadece saç bu. Kadınların övündükleri bir şey Halam bunu bana sık sık söyler. Ama neden, Roland? Bunu neden yaptım?"

Roland'ın bu konuda bir fikri vardı. Bir kadın saçlarıyla övünebildiğine göre... Saç kesme de yine bir kadından beklenecek bir kötülüktü. Böyle bir şey bir erkeğin aklına pek gelmezdi. "Belediye Başkanı'nın karısı... bu onun işi miydi? Roland sanmıyordu. Bu daha çok Rhea'dan beklenecek bir şeydi. Tepeden Kötü Otlar, Asılma Kayası ve Eyebolt Kanyonu'na bakan cadı bu tuzağı kurmuş olabilirdi. Başkan Thorin'in Hasat'tan sonraki sabah yarı sarhoş halde ve yanında çıplak kafalı bir metresle uyanmasını istiyordu.

"Susan, bir şeyi deneyebilir miyim?"

Kız hafifçe gülümsedi. "Şurada halen denemediğin bir şeyi mi? Evet, ne istersen onu yap."

"Ben öyle bir şeyi düşünmüyordum." Roland yumruğunu açarak kıza kurşunu gösterdi. "Bunu sana kimin yaptığını ve nedenini öğrenmek istiyorum." İçin için ekledi. Başka şeyleri de. Ama henüz onların ne olduğunu bilmiyorum.

Susan kurşuna baktı. Roland bunu elinin üzerinde oynatmaya başladı. Kurşunu ustalıkla ileri geri yuvarlıyordu. Eklemleri bir dokuma tezgâhının kolu gibi yukarı kalkıp aşağıya iniyordu. Susan onu çocuksu bir merak ve neşeyle izliyordu. "Bunu nerede öğrendin?"

"Evimde. Ama bu önemli değil."

"Beni ipnotize mi edeceksin?"

"Evet... Ve senin ilk kez ipnotize edileceğini de sanmıyorum." Roland kurşunu daha hızlı hareket ettirmeye başladı. Dalgalanan eklemlerinin üzerinde kurşun batı yönüyle doğu arasında gidip geliyordu. "Bana izin veriyor musun?"

Kız, "Evet," dedi. "Tabii başarabilirsen."

Roland tabii ki başarabiliyordu. Susan'ın hızla ipnotize olması aynı, şeyin ona daha önce uygulandığını gösteriyordu. Hem de yakınlarda, Ama Roland kızın gönüllü olmasına karşın ondan istediğini öğrenemedi. (Cort olsaydı, "Bazıları hevesle uyurlar," derdi.) Susan bir noktadan öteye gidemedi. Bunun utangaçlık ya da iffetle bir ilgisi yoktu. Susan çayın kenarında gözleri açık uyurken uzaklardan geliyormuş gibi bir sesle ve sakin sakin cadının muayenesini anlattı. (Roland yumruklarını öylesine sıktı ki, tırnakları avuçlarına battı.) Ama kız bir noktadan sonrasını hatırlayamadı.

1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət