Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə38/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   62

"İlginç bir şey mi gördün, sai Jonas?"

Jonas iskemleye oturarak, "Evet," dedi. "Yiyecek." Bir parça ekmek alıp ağzına attı. Ekmek kurumuş diline yapıştı ama yine de azimle bu lokmayı çiğnedi.

"Aferin." Siyahlı yabancı da sofranın başına geçerek şaraba uzandı. Önce Jonas'ın kadehini doldurdu. "Şimdi dostum, bana o üç başbelası çocuk geldiğinden beri yaptığın her şeyi anlat. Bildiğin ve planladığın her şeyi de. Bir tek kelimeyi bile atlamanı istemiyorum."

"Önce bana sugu'unu göster."

"Tabii. Ne kadar da ihtiyatlısın."

Siyahlı adam elini cüppesinin içine sokarak kare biçimi bir maden parçasını çıkardı. Jonas bunun gümüş olduğunu tahmin etti. Yabancı madeni masaya attı. Silahşorun tabağından takırdayarak kayan madenin üzerinde Jonas'ın beklediği o işaret vardı. Dik dik bakan o iğrenç göz.

"Tatmin oldun mu?"

Jonas, "Evet," der gibi başını salladı.

"Onu bana doğru kaydır."

Silahşor madene doğru uzandı. Ama her zaman hiç titremeyen eli bu kez sesine benzemişti. Titriyordu. Jonas bir an parmaklarının titremesini seyretti. Sonra da elini çabucak masaya koydu.

"Bunu...bunu yapmak istemiyorum."

Hayır. İstemiyordu. O madene dokunursa gümüşe oyulmuş göz birdenbire oynayacak...ve ona bakacaktı.

Siyahlı yabancı kıkır kıkır gülerek, "Gel," der gibi bir işaret yaptı. Jonas'ın gümüş bir tokaya benzettiği sigul yabancıya doğru kaydı. Ve onun evde dokunmuş kumaştan yapılma cüppesinin yeninden içeri girdi.

"Abrakadabra! Böh! Son! Şimdi..." Siyahlı yabancı nazik nazik şarabını yudumlayarak konuşmasını sürdürdü. "Şu iç sıkıcı formaliteler sona erdiyse..."

Jonas atıldı. "Bir şey daha var... Sen benim adımı biliyorsun. Ben de seninkini öğrenmek istiyorum."

Siyah cüppeli adam, "Beni Walter diye çağır," dedi. Ve birdenbire dudaklarındaki tebessüm kayboldu, "iyi kalpli Walter! O benim işte. Şimdi nerde olduğumuza ve ne yöne gittiğimize bakalım. Yani kısacası konuşalım."


Cuthbert yatakhaneye döndüğü sırada gece olmuştu. Roland'la Alain iskambil oynuyorlardı. İçeriyi temizlemişlerdi. Yatakhane hemen hemen eski haline dönmüştü. (Eski ustabaşının dolabında buldukları terebantinin sayesinde duvarlara yazılmış sözler bile onların pembe birer hayaletine dönüşmüşlerdi.) İki arkadaş şimdi Casa Fuerte ya da kendi memleketlerindeki adıyla "Sıcak Yer" oyununa dalmışlardı. Adı şu ya da bu, aslında Casa Fuerte, "Beni Seyret'in iki kişinin oynadığı bir türüydü. Beni Seyret dünyanın ilk gençlik günlerinden beri barlarda, yatakhanelerde ve kamp ateşlerinin etrafında oynanıyordu.

Roland, Bettin ruh halini anlamak için başını kaldırıp ona şöyle bir baktı. Genç silahşor görünüşte her zamanki kadar sakindi. Dört zor elden sonra Alain'le berabere kalmayı bile başarmıştı. Ama için için kararsızlık ve ıstırap yüzünden huzursuzdu. Alain ona Cuthbert'le avluda konuştukları sırada onun neler söylediğini açıklamıştı. Bir dosttan duyulamayacak kadar korkunç şeylerdi bunlar. İkinci ağızdan duyulduğu zaman bile sarsıcıydı. Ama Roland'ı en çok Bert'in oradan ayrılırken söylediği sözler yaralamıştı. "Sen ihtiyatsızlığına 'aşk' adını verdin. Sorumsuzluğu bir meziyet haline soktun," Bu suçlamaların doğru olmasının en ufak bir ihtimali var mıydı? Roland kendi kendine tekrar tekrar, hayır diyordu. Arkadaşlarıma izlememizi emrettiğim yol çetin ama mantıklı. Anlamlı olan tek yol bu. Cuthbert'in bağırması öfkesinden. Buna sinir gerginliği neden oldu... Özel yerimizin iğrenç bir biçimde kirletilmesi de tepesini attırdı.'Ama yine de...

"Roland'a yanıldığını söyle. Yanlış nedenler yüzünden haklı olduğunu. Bu nedenle de tümüyle hatalı."

Bu olamaz!

Olabilir mi?

Cuthbert gülümsüyordu; çiftliğe dönerken atını dörtnala koşturmuş gibi yüzü kızarmıştı. Genç, yakışıklı ve hayat doluydu. Mutlu gözüküyordu. Hatta hemen hemen eski Cuthbert gibiydi. Bir ekinkargasının kurukafasına saçma sapan ama sevimli sözler söyleyen ve biri, "Lütfen sesini kes," deyinceye kadar bunu sürdüren o delikanlı.

Gelgelelim Roland gördüklerine güvenemedi, Cuthbert'in gülümsemesinde bir tuhaflık vardı. Yüzünün kızarmasının nedeni sağlık değil, öfke olabilirdi. Gözlerindeki pırıltı da neşeli bir çocuğunkinden çok, hummaya tutulmuş bir insanınkine benziyordu. Roland'ın yüzünden düşünceleri anlaşılmıyordu ama delikanlının yüreğine indi. Fırtınanın kendiliğinden geçeceğini ummuştu. Sadece zaman meselesiydi. Ama galiba öyle olmamıştı. Roland, Alain'e bir göz attı ve onun da aynı şeyleri düşündüğünü anladı.

İçinden, Cuthbert, dedi. Üç hafta sonra bütün bunlar sona erecek. Keşke "bunu sana açıklayabilseydim.

Sonra kafasında basitliğiyle onu sersemleten bir düşünce belirdi: Bunu ona neden açıklayamıyorsun?

Roland bu sorunun cevabını bilmediğini farketti. Neden arkadaşlarına hiçbir şeyi açıklamıyor, düşüncelerini kendine saklıyordu?

"Merhaba Bert," dedi. "Güzel bir gezinti..."

"Evet, evet. Güzel bir gezinti oldu. Çok güzel bir gezinti. Öğretici bir gezinti. Dışarı gel. Sana göstermek istediğim bir şey var."

Cuthbert'in gözlerindeki yüzeyde kalan o tuhaf neşe Roland'ı gitgide daha endişelendiriyordu. Ama yine de iskambilleri masaya yüzleri yere gelecek bir biçimde, düzgünce, yelpaze gibi dizdi. Ve ayağa kalktı.

Alain onun kolunu çekiştirdi. "Hayır." Alçak sesinde panik vardı. "Onun ne halde olduğunu görmüyor musun?"

Roland, "Görüyorum," dedi. Ve kalbine umutsuzluk doldu.

Artık bir arkadaşa benzemeyen arkadaşına doğru ağır ağır giderken, ben sarhoş gibi bir durumdayken karar veriyordum, diye düşündü. Yoksa veremiyor muydum? Artık bundan emin değildi.

"Bana göstereceğin nedir, Bert?"

Cuthbert, "Olağanüstü bir şey," diyerek güldü. Sesi nefret doluydu, hatta belki öldürme arzusu da. "Buna yakından bakmak isteyeceksin. Eminim."

Alain, "Bert, nen var senin?" diye sordu.

"Nem mi var? Benim hiçbir şeyim yok, Al. Güneş doğarken uçuşan bir kuş kadar neşeliyim. Çiçeğe konan bir arı, okyanustaki bir balık kadar." Kapıdan çıkmak için dönerken tekrar güldü.

Alain, "Dışarı çıkma, Roland," dedi. "Bert aklını kaçırmış."

Roland, "Grubumuz dağılıyorsa," diye cevap verdi. "O zaman Mejis'ten sağ çıkma şansımız da kalmadı demektir. Durum böyle olduğuna göre bir dostun elinde ölmeyi düşman tarafından öldürülmeye tercih ederim."

Dışarı çıktı. Alain bir anlık tereddütten sonra onu izledi. Yüzünde müthiş bir üzüntü vardı.

Kadın Avcı kaybolmuştu. Şeytan Ayı ise henüz suratını göstermeye başlamamıştı. Ama gökyüzünde yıldızlar ışıldıyor ve etrafı görülecek kadar aydınlatıyordu. Cuthbert'in eyerini çıkarmadığı atı direğe bağlıydı. Gerisindeki tozlu avlu lekeli gümüşten yapılmış gibi pırıldıyordu.

Roland, "Göstereceğin nedir?" diye öğrenmek istedi.

Neyse ki, hiçbiri tabancasını takmamıştı. Hiç olmazsa bu da sevinilecek bir şeydi. "Neyi göstereceksin?"

"O burada." Cuthbert yatakhaneyle yanmış evin arasındaki bir yeri işaret etti. Kendine çok güveniyormuş gibi bir tavır takınmıştı.

Ama Roland olağanüstü bir şey göremedi. Cuthbert'in yanına giderek yere baktı.

"Ben hiçbir şey..."

Cuthbert'in yumruğu çenesine inerken Roland'ın kafasında parlak ışıklar patladı. Yıldızların ışıklarından bin defa daha parlaktılar. Bert yaşamları boyunca Roland'a ilk kez vuruyordu. (Tabii çok küçükken ya da oyun oynarlarken başka.) Roland kendinden geçmedi. Ama kollarıyla bacaklarının kontrolünü kaybetti. Evet, kolları ve bacakları vardı ama sanki başka bir ülkedeydiler. Bezden yapılmış bir bebeğin kolları ve bacakları gibi sallanıyorlardı. Genç silahşor arkaüstü devrildi. Etrafından tozlar yükseldi.

Yıldızlar da garip bir biçimde kayıyorlar, kavisler çiziyor ve arkalarında süt gibi izler bırakıyorlardı. Delikanlının kulakları da çınlıyordu.

Roland, Alain'in "Ah, seni budala! Seni kafasız ahmak!" diye bağırdığını duydu. Ama onun çığlığı da uzaklardan geliyordu.

Roland büyük bir çaba sarfederek başını çevirdi. Alain'in kendisine doğru geldiğini ama Cuthbert'in onu iterek uzaklaştırdığını gördü. Bert artık gülmüyordu. "Bu onunla benim aramda, Al. Sen bu işe karışma!"

"Sen ona yumruk attın, köpek!" Alain çabuk kızmazdı. Ama şimdi gitgide öfkelenmeye başlıyordu. Cuthbert bu yüzden yaptığına pişman olabilirdi. Roland, ayağa kalkmalıyım, diye düşündü. Daha da kötü bir şey olmadan aralarına girmeliyim. Tozların arasında kollarını, bacaklarını yüzermiş gibi oynattı.

Cuthbert, "Evet," dedi. "Onu yumrukladım. Çünkü o bizi enayi yerine koydu. Ben de onun bu iyiliğine karşılık verdim." Başını eğip arkadaşına baktı. "İşte sana göstermek istediğim buydu, Roland! Şu yeri! Şimdi arasında yattığın o tozları! Bunun tadına var. Belki uykudan uyanmanı sağlar."

Şimdi Roland da öfkelenmeye başlıyor, kafasına yayılan soğukluğu hissediyordu. Onunla savaşmaya çalıştı ama başarılı olamadığını farketti. Artık Jonas'ın hiç önemi yoktu. Citgo'daki tankerlerin de. Öğrendikleri malzemeyle ilgili komplonun da. Birlik ve korunmak için çabaladığı ka-tet de önemini kaybedecekti.

Delikanlının kol ve bacaklarındaki yüzeyde kalan uyuşukluk geçmeye başlıyordu. Roland ellerini yere dayayarak doğrulup oturdu. Başını kaldırıp sakin sakin Bert'e baktı. Parmaklarını kıvırdığı ellerini yere bastırmış, yüz hatları gerilmişti. Yıldızların ışıkları gözlerine vuruyordu.

"Seni çok severim, Cuthbert. Ama artık itaatsizliğe ve kıskançlık kavgalarına izin vermeyeceğim. Sana bütün yaptıklarını ödetmeye kalkarsam sonunda paramparça olursun. Onun için sana yalnızca ben farkında olmadığım bir anda bana vurmanın bedelini ödeteceğim."

Cuthbert rahatça Hambry lehçesiyle konuşmaya başladı.

"Bunu yapabileceğinden hiç kuşkum yok, ahbap. Ama belki önce şuna bir göz atmak istersin." Katlaşmış bir kâğıdı Roland'ı aşağılarcasına önüne attı. Kâğıt genç silahşorun göğsüne çarparak kucağına düştü.

Roland kâğıdı aldı. Gitgide artan öfkesinin yakıcılığını biraz kaybettiğinin farkındaydı. "Nedir bu?"

"Aç da bak. Yıldızlar etrafı yeterince aydınlatıyor. Onu okuyabilirsin."

Roland istemeye istemeye yavaşça kâğıdı açtı ve güçlükle okunan elyazısına göz gezdirdi.
Kız artık saf ve temiz değil. Will Dearborn onun her şeyine sahip oldu. E, bu hoşuna gitti mi?
Roland pusulayı iki defa okudu. Kâğıdı tutan elleri titriyordu. Gözlerinin önünden Susanla buluştukları her yer geçmeye başladı: kayıkhane, kulübe, gecekondu. Roland şimdi onlara başka açıdan bakıyordu. Çünkü onları bir bankası da görmüştü. Susan'la zekice davrandıklarını sanmışlardı. Her şeyin gizli kaldığına inanmışlardı. Sırlarını sakladıklarına. Ve biri bütün bu sürede onları gözetlemişti. Susan haklıydı. Biri ikisini birarada görmüştü.

Roland, her şeyi tehlikeye attım, diye düşündü. Onunkiyle birlikte bizim hayatlarımızı da.

Ona cehenneme açılan kapıyla ilgili sözlerimi söyle.

Delikanlı Susan'ın sesini de duydu. "Ka rüzgâr gibi... Beni seviyorsan benimle seviş."

Roland da öyle yapmıştı. Gençliğe özgü o kendini beğenmişliğiyle her şeyin yolunda gideceğine inanmıştı. Sırf kendisi Roland olduğu için. Yani o, o'ydu ve ka da aşkına hizmet etmeliydi. Roland, "Budalalık ettim," dedi. Sesi de elleri gibi titriyordu.

Cuthbert, "Gerçekten öyle," diye cevap verdi. "Gerçekten." Roland'ın karşısına, tozların arasına diz çöktü. "Şimdi beni yumruklamak istiyorsan vur gitsin. İstediğin kadar sert olsun. Başarabildiğin kadar çok. Sana karşılık vermeyeceğim. Seni uyandırmak, sorumluluklarını hatırlamanı sağlamak için elimden geleni yaptım. Yine uyumak niyetindeysen, bir şey diyemem. Öyle olsun. Ne olursa olsun seni hâlâ seviyorum." Bert ellerini Roland'ın omuzlarına koyarak arkadaşını yanağından çabucak öptü.

Roland ağlamaya başladı. Bunun bir nedeni minnetti. Ama daha önemlisi, utanç ve şaşkınlık karışımı bir duyguydu. Hatta benliğinin ufak, kara bir noktası Cuthbert'ten nefret ediyordu. Her zaman da edecekti. Bu kara yer, Cuthbert'ten o beklenmedik yumruktan çok, yanağına kondurduğu öpücük yüzünden nefret ediyordu. Arkadaşı onu uyandırdığı için değil, kendisini bağışladığı için.

Roland ayağa kalktı. Tozlu elinde hâlâ mektup vardı. Diğer eliyle yüzünü siliyor ve yanaklarında ıslak lekeler bırakıyordu. Sendelediği ve Cuthbert kendisini tutmak için elini uzattığı zaman arkadaşını şiddetle itti. Cuthbert az kalsın yuvarlanıyordu; neyse ki, Alain onu omuzlarından yakaladı.

Sonra Roland ağır ağır tekrar yere çöktü. Ama bu sefer Cuthbert'in önünde ellerini kaldırmış, başını önüne eğmişti.

Cuthbert, "Roland!" diye bağırdı. "Yapma!"

Genç silahşor, "Evet," dedi. "Ben babamın yüzünü unuttum. Ve senden özür diliyorum."

"Evet, tamam, tanrılar adına! Evet!" Cuthbert'in sesi sanki o da ağlamaya başlamış gibi çıkıyordu. "Sadece... ayağa kalk. Lütfen! Seni böyle görmek kalbimi parça parça ediyor!"

Roland, benim böyle aşağılanmam şart, diye düşündü. Küçük düşmem. Ama buna ben kendim neden oldum, öyle değil mi?

Bu karanlık avlu... Beynim zonkluyor ve kalbim hem korku, hem de utanç dolu. Ben bunu hak ettim. Bedeli ödüyorum.

İki arkadaşı onun ayağa kalkmasına yardım ettiler. Sonra Roland hemen hemen normal sayılacak sesle, "Sol yumruğun bir hayli güçlü, Bert," dedi.

Cuthbert, "Ancak biri yumruğu yiyeceğini bilmediği zaman," diye cevap verdi.

"Bu mektup... onu nasıl ele geçirdin?"

Cuthbert, Sheemie'yle nasıl karşılaştıklarını anlattı. Çocuğun sanki ka'nın işe karışmasını bekliyormuş gibi mutsuzca, ağır ağır hareket ettiğini açıkladı. Ve ka "Arthur Heath" kılığında onun bu isteğini yerine getirmişti.

Roland düşünceli bir tavırla, "Mektubu cadı yazmış," dedi. ''Ama bütün bunları nasıl öğrendi? Cöos'tan hiç ayrılmıyor. Ya da Susan bana öyle söyledi."

"Bunu bilemem. Açıkçası pek aldırdığım da yok. Şu anda beni en çok Sheemie ilgilendiriyor. Çocuk bana anlattıkları yüzünden ve mektubu verdiği için zarar görmemeli. Ondan sonra da Rhea'nın bir defa açıkladığı şeyi tekrar ilan etmeye kalkışmasını engellemekle ilgileneceğim."

Roland, "En aşağı bir tek korkunç hata yaptım," dedi. "Ama Susan'a âşık olmamı bir başka hata saymıyorum. Bunu değiştirmek benim elimde değildi. Susan için de öyle. Buna inanıyor musunuz?"

Alain hemen, "Evet," dedi. Cuthbert ise ancak bir dakika kadar sonra istemeye istemeye, "Evet, Roland," diye mırıldandı.

"Kibirli ve akılsızdım. Bu pusula Susan'ın halasının eline geçseydi kızı sürgüne yollarlardı."

Cuthbert alayla ekledi. "Bizi de darağacı yoluyla cehenneme gönderirlerdi. Ama tabii ikisini kıyaslarsak bu sonuncusu senin için fazla önemli sayılamaz."

Alain, "Cadı ne olacak?" diye sordu. "Onu ne yapacağız?"

Roland hafifçe gülümseyerek kuzeybatıya doğru döndü. "Rhea... O ne olursa olsun, birinci sınıf başbelası. Öyle değil mi? Ve başbelalılarına hadlerini bildirmek gerekir."

Yatakhaneye doğru gitmeye başladı. Başını eğmiş, ayaklarını sürüyordu. Cuthbert, Alain'e baktı. Onun da dolmuştu. Bert ona elini uzattı. Alain bir an bu ele baktıktan sonra başını salladı. Arkadaşından çok, kendisiyle ilgili bir şeye, "Evet," diyormuş gibiydi. Sonra Bert'in elini sıktı.

"Sen yapman gereken şeyi yaptın," dedi Alain. "Başlangıçta kuşkularım vardı. Ama artık yok."

Cuthbert soluğunu verdi. "Ve bunu gereken biçimde yaptım. Onu gafil avlamasaydım..." ,

"Seni iyice pataklardı. Her tarafın morarıp kararırdı."

Cuthbert, "Daha fazla renge bürünür ve sonunda gökkuşağına dönerdim."

Alain, "Hatta Büyücünün Gökkuşağı'na benzerdin," dedi.

Bu sözler Cuthbert'i güldürdü, iki arkadaş yatakhaneye doğru gittiler. Roland ilerde Cuthbert'in atının eyerini çıkarıyordu.

Cuthbert ona yardım etmek için o tarafa dönecek oldu. Ama Alain onu durdurdu. "Bırak da kısa bir süre yalnız kalsın. Yapabileceğin en iyi şey bu."

İki arkadaş ilerlediler. Roland on dakika sonra yatakhaneye girdini zaman Cuthbert'in kendi iskambilleriyle oynadığını gördü. Üstelik kazanıyordu da.

Genç silahşor, "Bert," dedi.

Cuthbert başını kaldırdı.

"Yarın seninle küçük bir işimiz var, Cöos'ta."

"Cadıyı öldürecek miyiz?"

Roland uzun uzun düşündü. Sonra başını kaldırdı. "Öldürmemiz gerekir." Dudağını dişliyordu.

"Evet, öldürmemiz gerekir. Ama öldürecek miyiz?"

"Bence gerekmedikçe öldürmeyelim." Roland daha sonra bu kararı yüzünden acı bir pişmanlık duyacaktı. Tabii bu bir karardıysa. Ancak hiçbir zaman bu sonuca nasıl vardığını anlayamadığını düşünmeyecekti. Sonuçta Mejis'te geçirdiği o sonbahar sırasında Jake Chambers yaşlarında bir çocuktu. Ve çocukların çoğu birini öldürmeyi kolaylıkla düşünemezler, böyle bir şeyi doğal karşılamazlar. "Cadı bizi buna zorlamadıkça onu öldürmeyiz."

Cuthbert, "Keşke bizi zorlasa," dedi. "Böylesi daha iyi olur." Sert bir silahşor gibi konuşmuştu ama yüzünde endişeli bir ifade vardı.

"Evet, belki daha iyi olur. Ama Rhea gibi sinsi bir cadının böyle bir hata yapacağını sanmıyorum. Sabah erkenden kalkmaya hazır ol."

"Pekâlâ. Kâğıtları istiyor musun?"

"Tam Al'i yeneceğin sırada mı? Hiç istemiyorum."

Roland arkadaşlarının yanından geçerek ranzasına gitti. Oraya ilişerek gözlerini kucağında birbirine kenetlediği ellerine dikti. Belki dua ediyordu, belki de derin derin düşünüyordu. Cuthbert bir an ona baktı, sonra tekrar iskambillere döndü.

Roland'la Cuthbert ertesi sabah yola çıktıkları sırada güneş ufuktan yeni yükseliyordu. Sabah çiyiyle ıslanmış olan uçurum ilk ışıklarda turuncu bir ateşle alev alev yanıyor gibiydi. Çocukların ve atların solukları havada buharlaşıyordu. Bu ikisinin de hiçbir zaman unutmayacağı bir sabah olacaktı. Yaşamlarında ilk defa bellerinde kılıflı tabancalarla yola çıkıyorlardı. Ve yaşamlarında ilk kez birer silahşor olarak harekete geçiyorlardı.

Cuthbert tek kelime söylemiyordu. Konuşmaya başlarsa gevezeliğinin tutacağını ve saçma sapan şakaları sıraya dizeceğini biliyordu. Roland ise zaten karakter bakımından sessiz bir çocuktu. İki arkadaş bir defa konuştular. O da kısaca.

Roland, Cuthbert'e, "En aşağı bir tek kötü hata yaptığımı söyledim," diye hatırlattı. "Bu pusula..." Elini gömlek cebine götürdü, "...aklımı başıma getirdi. Bu hatanın ne olduğunu biliyor musun?"

Cuthbert, "Susan'a âşık olmak, onu sevmek değil bu," dedi. "Sen bunun ka olduğunu söyledin. Ben de aynı fikirdeyim." Bunu söyleyebilmek onu rahatlattı. Hele buna inanabilmek daha da rahatlamasına neden oldu. Cuthbert, artık Susan'ı da kabul edebilirim, diye düşünüyordu. En yakın arkadaşımın sevgilisi olarak değil. İlk gördüğüm an kendim için istediğim bir kız olarak da değil. Susan bizim birbirine karışan kaderimizin bir parçası.

Roland, "Evet," dedi. "Susan'a âşık olmak değil. Benim hatam aşkın hiçbir şeyle ilişkisi olmadığına inanmamdı. İki yaşamı birden sürebileceğimi sanıyordum. Bunlardan biri sen, Al ve görevimizle ilgili olacaktı, ikincisi ise Susanla. Aşkın beni ka'dan üstün kılacağına inanıyordum. Bir kuşun kanatlarının onu öldürüp yiyecek şeylerden çok yukarlara kaçırması gibi bir şey. Anlıyor musun?"

"Bu seni körleştirdi." Cuthbert son iki ay acı çeken delikanlının karakterine çok yabancı olan bir şefkatle konuşmuştu.

Roland kederle, "Evet," dedi. "Beni körleştirdi... Ama artık her şeyi görebiliyorum. Haydi, lütfen daha hızlı. Bu işi bitirmek istiyorum."

Araba tekerlerinin çukurlar açtığı yoldan yukarı çıktılar. Öpen Ay'ın ışıkları altında Susan'ın "Kayıtsız Aşk" şarkısını söyleyerek çıktığı yokuştaydı. (O sırada kızın dünya konusunda fazla bilgisi yoktu.) İki genç yolun Rhea'nın avlusuna eriştiği yerde durdular.

Roland, "Manzara harika," diye mırıldandı. "Buradan bütün çöl gözüküyor." .

"Ama tam karşımızdaki manzara için fazla bir şey söylenemez."

Bu doğruydu. Bostan toplanmamış, değişim geçirmiş biçimsiz sebzelerle doluydu. Onların başına dikilmiş olan korkuluk ya kötü bir şakaydı ya da uğursuz bir işaret. Avluda bir tek ağaç vardı. Hastalıklı gibi duran çürümüş yapraklarıyla tüyleri dökülen yaşlı bir akbabaya benziyordu. Kaba taştan yapılmış kulübe ağacın gerisindeydi. Tepesindeki isten kararmış bacaya pis bir sarı boyayla nazara karşı bir işaret yapılmıştı. Sarmaşıkların iyice örttüğü bir pencerenin gerisine, dipteki köşeye odunlar yığılmıştı.

Roland böyle pek çok kulübe görmüştü. Üç arkadaş Gilead'dan oraya gelirken bu tür yerlerin önünden geçmişlerdi. Ama hiçbirinde böyle güçlü habis bir hava yoktu. Roland kuşku uyandıracak bir şey göremiyordu. Ama reddedilemeyecek kadar güçlü bir sezgi ona burada bir varlığın bulunduğunu haber veriyordu. Bir şey onları gözlüyor ve bekliyordu.

Cuthbert de aynı şeyi hissetmişti. "Kulübeye daha fazla yaklaşmamız gerekiyor mu?" Çocuk yutkundu. "İçeri girmek zorunda mıyız? Çünkü... Roland, kapı açık. Görüyor musun?"

Roland görüyordu. Sanki cadı onları bekliyordu. Onları içeri davet ediyordu. Sanki hep birlikte sofraya oturup iğrenç şeyler yiyerek kahvaltı edeceklerdi.

"Sen burada kal." Roland, Aceleci'yi ilerlemesi için mahmuzladı.

"Olmaz! Ben de geleceğim!"

"Hayır. Sen benim arkamı kolla. İçeri girmem gerekirse o zaman bana katılman için sana seslenirim! Ama böyle olursa burada yaşayan o ihtiyar kadın bir daha soluk alamaz. Ve dediğin gibi herhalde en iyisi de bu olur."

Aceleci'nin attığı her adımla Roland'ın kafasını ve kalbini etkileyen o uğursuzluk, kötülük duygusu da arttı. Burada pis bir koku vardı. Çürüyen et ve domates kokusunu andıran bir şey. Delikanlı bunun kulübeden yayıldığını düşünüyordu. Ama sanki topraktan da aynı koku çıkıyordu. Ve her adımda incecik'in iniltisi sanki daha yükseliyordu. Bu yerin atmosferi sesin yükselmesine neden oluyormuş gibiydi.

Delikanlı, Susan buraya yalnız başına gelmiş, diye düşündü. Tanrılar! Yanımda arkadaşlarım da olsaydı karanlıkta buraya gelemezdim sanırım:

Roland ağacın altında durup yirmi adım ötedeki açık kapıya baktı. Gördüğü yer mutfağa benziyordu. Kapıdan bir masanın bacağı, bir iskemlenin arkası ve pis bir ocak gözüküyordu sadece. Evin hanımı ortalarda yoktu. Ama içerdeydi. Roland büyücünün bakışlarının üzerinde iğrenç böcekler gibi dolaştığını hissediyordu.

Onu göremiyorum. Çünkü büyü gücünü kullanarak biçimini belirsizleştirmiş... Ama içerde o.

Belki de Rhea'yı görebiliyordu... Kapının hemen içersinde, sağda acayip bir ışıltı var gibiydi. Sanki hava ısıtılmıştı. Roland'a başını çevirerek yan gözle bakarsa belirsiz şeyleri daha iyi görmeyi başarabileceği söylenmişti. Evet, şimdi görebiliyordu.

Cuthbert arkasından, "Roland!" diye seslendi.

"Bu ana kadar her şey yolunda, Bert." Ama genç silahşor aslında ne dediğinin pek farkında değildi. Çünkü... evet! O pırıltı daha belirginleşmişti şimdi. Hemen hemen bir kadın biçimindeydi. Tabii buna Roland'ın hayal gücü yol açıyor olabilirdi ama...

Aynı anda cadı onun kendisini gördüğünü anlamış gibi pırıltı gerileyerek gölgelerin arasına girdi. Roland eski, siyah bir elbisenin eteğinin dalgalandığını bir an gördü. Sonra bu da kayboldu.

"Rhea!" Eski Dil'de konuşan Roland'ın sert ve otoriter sesi etrafta yankılandı. Ağaçtan sararmış iki yaprak düştü. Sanki delikanlının gür sesi yüzünden kopmuşlardı. Yapraklardan biri Roland'ın siyah saçlarına kondu. Kulübede hiç ses çıkmıyordu. Cadı bekliyor ve dinliyordu anlaşılan... Sonra bir kedinin kulak tırmalayan sesi duyuldu.

"Kimsenin kızı olmayan Rhea! Sana bir şeyi geri getirdim! Herhalde bunu kaybettin!" Delikanlı gömleğinin içinden katlı pusulayı çıkararak taşlı yere attı. "Bugün senin dostunum, Rhea! Eğer bu pusula istediğin yere ulaşsaydı, bunun bedelini canınla öderdin."

Roland bir an durdu. Ağaçtan bir yaprak daha düşerek Aceleci'nin yelesine kondu.

"Beni dikkatle dinle, kimsenin kızı olmayan Rhea! Ve beni iyi anla. Ben buraya Will Dearborn adıyla geldim. Ama bu asıl ismim değil. Ben Birlik'e hizmet ediyorum. Birlik'in gerisindeki gücü unutma. Beyazın gücü bu. Bizim ka'mızın yolunu kestin. Ve ben seni bir tek defa uyarıyorum: Bir daha ka'mızın yoluna çıkma. Anlıyor musun?"

Cevap çıkmadı yine. O bekleyiş dolu sessizlik uzadı, uzadı.

"Kötü huyun yüzünden yazdığın o pusulayı buradan götüren çocuğun saçının bir teline bile dokunmayacaksın! Yoksa ölürsün! Bildiğin ya da bildiğini sandığın şeylerden kimseye söz etmeyeceksin.! Cordelia Delgado'ya, Jonas'a, Rimer'e ya da Thorin'e. Yoksa ölürsün. Bizim işimize karışma. O zaman biz de sana karışmayız. Başımıza dert açmaya kalkışırsan, sesini kesmesini biliriz. Anlıyor musun?"

1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət