Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə17/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   62

"Hiçbir şeyi kaçınmıyorsun değil mi?"

"Dikkatsizlik zararlı olur. Çok zararlı. O atlı bizim tuttuğumuz adam mıydı?"

"Evet. Uçurumun doğu ucundaki küçük çiftliklerden birinde çalışıyor. Onların geldiğini görmüş. Üç kişi. Genç. Henüz bebek sayılacak üç yolcu." Reynolds bu bebek sözcüğünü Kuzey Baronluklar'ın yerlilerinin yaptıkları gibi söylemişti. "Beb-bek," diye. "Endişelenecek bir şey yok."

Jonas, "Haydi, haydi," dedi. "Bunu bilemeyiz." Titrek sesi yüzünden karşısındakiyle uzlaşmaya çalışan bir ihtiyar izlenimi bırakıyordu. "Gençlerin gözleri uzakları iyi görür, derler."

Reynolds, "Gençlerin gözleri onlara işaret edilen şeyleri görür," diye cevap verdi. Köpek ağzını yalayarak koşa koşa onun yanından geçti. Reynolds onun ilerlemesine bir tekmeyle yardım etti. Hayvan tekmeden kaçacak kadar çabuk davranamadı. Telaşla yarasa kanadı biçimi kapının altından dışarı fırladı. Tiz bir sesle bağırıyordu. Bu yüzden piyanonun önündeki bankın altında yatan Barkie boğuk bir ses çıkararak burnundan soludu. Eli açıldı ve iskambil kâğıdı yere düştü.

Jonas, "Belki öyle," dedi. "Belki de değil. Her neyse. Onlar Birlik'ten gelen piçler. Rimer ve yanında çalıştığı ahmak yanılmıyorsa bu gençler Yeşil bilmemnedeki büyük toprak sahiplerinin oğulları. Bu yüzden çok çok dikkatli davranmamız gerekiyor. Usul usul yürümeliyiz. Sanki ayaklarımızın altında yumurta kabukları varmış gibi. Burada en aşağı üç ay daha kalmamız gerekiyor! O delikanlılar da bütün bu aylar boyunca burada kalabilirler. Şunu bunu sayarlar ve hepsini kaydederler. Şu ara böyle hesaplar yapan birileri işimize gelmez. Bizim gibi 'yeniden temin' işinde çalışanlar için tehlikeli olur bu."

"Haydi! Onlarınki uydurma bir görev. Başlarını derde soktukları için böyle cezalandırılıyorlar. Babaları..."

"Babaları artık Farson'un bütün güneybatı sınırına hakim olduğunu ve yüksek arazide beklediğini biliyorlar. Belki o piçler de bunu duydular. Hepsi de Birlik'in ve onun mide bulandırıcı hükümdar ailesinin oyunlarının sona erdiğinin farkındalar. Bütün bunları bilemeyiz, Clay. Öyle insanların ne tarafa doğru sıçrayacaklarını hiçbir zaman tahmin edemezsin. Babalarının tekrar gözüne girmek için verilen görevi oldukça iyi bir biçimde yerine getirmeye çalışabilirler. Onları gördüğümüz zaman her şeyi daha iyi anlarız. Ama sana şimdiden bir tek şey söyleyeceğim: İstemediğimiz bir şeyi farkederlerse tabancaları kafalarına dayayarak onları bacakları kırılmış atlar gibi vuramayız. Babaları onlar sağken çocuklara çok kızmış olabilirler. Ama öldükleri takdirde kalpleri şefkatle dolar. Babalar böyledir. Onun için çok kurnazca davranmalıyız, Clay. Mümkün olduğu kadar kurnazca."

"O halde Depape'i bu işe karıştırmayalım."

Jonas o titrek sesiyle, "Roy uygun biçimde davranır," diyerek izmariti yere attı ve üzerine botunun topuğuyla bastı. Başını kaldırıp bir şeyi hesaplıyormuş gibi Kolay Av'ın cam gözlerine baktı. "Arkadaşın 'bu gece' mi dedi? O. piçler bu gece mi gelmişler?"

"Evet."

"Öyleyse yarın Avery'yi görecekler sanırım." Sözünü ettiği Mejis'in Yüksek Şerifi ve Hambry'nin Polis Müdürü Heck Avery'ydi. Gevşek davranan ihyan bir adamdı şerif.



Clay Reynolds, "Öyle sanıyorum," dedi. "Belgelerini filan gösterecekler herhalde."

"Evet, tabii ya. 'Nasılsınız, efendim?', 'Nasılsınız, efendim?' Ve 'Nasılsınız, efendim?'"

Reynolds sesini çıkarmadı. Çoğu zaman Jonas'ı anlayamıyordu. Ama on beş yaşından beri onunla birlikte dolaşıyordu. Ve genellikle soru sormamanın daha akıllıca bir şey olduğunu öğrenmişti. Böyle bir şeye kalkışılırsa ihtiyar akbaba "Özel Kapılar" diye tanımladığı yerlerden geçerek ziyaret ettiği diğer dünyalar konusunda konferans vermeye başlıyordu. Reynolds'a göre bu dünyada onu meşgul edecek yeterince kapı vardı.

Jonas, "Rimer'le konuşacağım," dedi. "O da şerife bu çocukların nerede kalmaları gerektiğini söylesin. Eski Bar K. çiftliğindeki yatakhane uygun. Nereyi kastettiğini biliyorsun, değil mi?"

Reynolds biliyordu. Mejis gibi bir baronlukta belirli bazı yerleri çabucak öğrenmek zorundaydın. Bar K. kentin kuzeydoğusunda terkedilmiş bir çiftlikti. O acayip tiz sesler çıkaran uçuruma da yakındı. Her sonbahar kanyonun ağzında çalı çırpı yakıyorlardı. Altı yedi yıl önce rüzgâr dönmüş ve ters tarafa doğru esmeye başlamıştı. Bar K.'nin önemli bir bölümü yanmıştı. Ambarlar, ahırlar, ev. Ancak yatakhane yangından kurtulmuştu. Orası İç Baronluklardan gelen üç toy çocuk için çok uygundu. Petrol alanından uzaktaydı.

Jonas taşralı Hambry'liler gibi konuşmaya başladı. "Bu hoşuna gitti değil mi? Evet, çok hoşuna gitti hem de. Bunun farkındayım, evlat. Cressia'da ne derler biliyor musun? 'Yemek odasındaki gümüşleri çalacaksan önce köpeği kilere hapset.'"

Reynolds başını salladı. İyi bir öneriydi bu. "Ya o kamyonlar? şu 'tanker' dediğin şeyler?"

Jonas, "Onların yeri iyi," dedi. "Zaten şu ara onları istemediğimiz kimselerin dikkatini çekmeden başka yere götüremeyiz. Öyle değil mi? Sen Roy'la oraya gidip taşıtların üzerini çalı çırpıyla ört. Şöyle kalın bir tabaka olmalı. Bunu öbür gün yap."

"Biz Citgo'da kaslarımızı çalıştırırken sen nerede olacaksın?"

"Gündüz mü? Belediye Başkanı'nın konağındaki ziyafete hazırlanacağım, ahmak. Thorin'in Büyük Dünya'dan gelen konuklarını buradaki uyduruk sosyeteye tanıtmak için vereceği yemeğe." Jonas bir sigara daha sarmaya başladı. Elindekilere değil de, Kolay Av'a bakıyordu. Ama yine de bir iki kıymık tütünü bile düşürmedi. "Banyo yapıp traş olacağım. İhtiyarlara özgü karışmış buklelerimi biçime sokacağım... Belki bıyığımı da kalıplarım. Buna ne dersin, Clay?"

"Kendini fazla sıkma, Eldred."

Jonas güldü. Sesi iyice tiz olduğu için Barkie homurdandı. Pettie ise karyolaya dönüştürdüğü tezgâhın üzerinde endişeyle kımıldandı.

"Demek Roy'la ben bu önemli yemeğe davetli değiliz?"

"Ah, sizi de davet edecekler. Evet, sizi büyük bir içtenlikle çağıracaklar!" Jonas yeni sardığı sigarayı Reynolds'a uzattıktan sonra kendisi için bir yenisini sarmaya başladı. "Ama ben ikinizin adına özür dileyeceğim. Sizi utandırmayacak şeyler söyleyeceğim, bana güvenebilirsiniz. Öyle sözler söyleyeceğim ki, güçlü erkekler bile ağlayacaklar belki de."

"Günümüzü o pis kokulu yerde tozların arasında dev taşıtları örterek geçirdiğimiz için. Çok iyisin, Jonas."

Jonas dalgın dalgın mırıldandı. "Orada sorular da soracağım... Salonda oradan oraya gideceğim... Pek şık olacak ve mum ağacı kokacağım... arada bir o önemsiz sorularımı soruvereceğim. Bizim işimizde olanlar dedikoduları öğrenmek için şişman ve neşeli adamlarla konuşurlar... Bir meyhaneciyle. Bir barmenle. Belki de bir ahır sahibiyle. Ya da ellerinin başparmaklarını yeleklerinin ceplerine sokarak hapishanenin ya da mahkeme binasının önünde aylak aylak dolaşanlarla. Bana gelince, Clay. Bence bu iş için en uygun olanları kadınlar. Ne kadar darkafalı olurlarsa o kadar iyi. Burnu göğüslerinden daha uzun olan yaratıklar. Dudaklarını boyatmayan ve saçlarını sıkıca geriye çekip topuz yapan bir kadın bulacağım."

"Galiba düşündüğün biri var."

"Evet. Adı Cordelia.Delgado."

"Delgado mu?"

"Bu adı biliyorsun. Galiba bu kentte herkesin ağzında bu isim var. Susan Delgado pek yakında saygıdeğer Belediye Başkanımızla buluşacak. Ve şimdi sana insan karakteri konusunda keşfettiğim bir şeyi açıklayacağım. İnsanlar o kadın gibi ağzı sıkı olanlara daha fazla açılırlar. İçki ikram eden neşeli tiplerle fazla konuşmazlar. Ve o kadının ağzı çok sıkı. O yemekte Cordelia Delgado'nun yanına oturacağım. Parfümünü beğendiğimi söyleyeceğim. Kadının hiç koku sürmeyeceğinden kesinlikle eminim. Cordelia Delgado'nun şarap kadehinin hiç boş kalmamasına da dikkat edeceğim. E, bu planımı nasıl buldun?"

"Bu plan neyle ilgili? Benim öğrenmek istediğim bu."

"Oynamamız gerekecek şato oyunuyla ilgili bir plan." Jonas artık öyle neşeli neşeli konuşmuyordu. "Bizden bu çocukların buraya ciddi bir görev yapmaktan çok, cezalandırılmak için gönderildiklerine inanmamızı istiyorlar. Akla yakın bir hikâye. Ben de az sefih gençle karşılaşmadım. Onun için hikâye inanılacak gibi. Buna her gece saat üçe kadar inanırım. Ondan sonra da biraz kuşkulanırım. Ne var biliyor musun, Clay?"

Reynolds, "Hayır," der gibi başını salladı.

"Kuşkulanmakta haklıyım. Rimer'le ihtiyar Thorin'e giderek onları Farson'un cam küresini şu ara cadıya saklatmamızın daha iyi olacağına ikna ettiğim zaman da haklıydım. Daha bir kadınla bile ilişkisi olmamış, meraklı tüysüz bir çocuk değil, gerçek bir silahşor bile küreyi bulamaz. Zamanlar garip, Clay. Fırtına geliyor, rüzgâr başladığı zaman eşyalarını uçmamaları için sıkıca bağlaman gerektiğini sen de biliyorsun."

Jonas sardığı sigaraya baktı. Reynolds'un daha önce yaptığı gibi onu eklemlerinin üzerinde oynatıp duruyordu. Sonra öne düşen saçlarını geriye itip sigarayı kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Sigara içmek istemiyorum," diyerek ayağa kalktı. Gerindi. Sırtından hafif çatırtılar yükseldi. "Sabahın bu saatinde sigara içtiğim için çıldırmış olmalıyım. Çok fazla sigara benim gibi bir ihtiyarın uykusunu kaçırır."

Merdivene doğru gitti. Reynolds'un da yaptığı gibi Pettie'nin bacağını sıktı. Merdivenin altında durup geriye baktı.

"O çocukları öldürmek istemiyorum. Böyle bir şey olmadan da durum gayet nazik zaten. Biraz terslik olduğunun kokusunu alırsam parmağımı bile oynatmayacağım. Elimin bir tek parmağını bile. Ama... onlara büyük plandaki yerlerini öğreteceğim."

"Biraz canlarını yak."

Jonas keyiflendi. "Evet, ortak, belki de onların canını yakmak hoşuma gidecek. Daha sonra, her şey önem kazandığında Büyük Tabut Avcıları'nın karşısına çıkmadan önce iyice düşünürler. Bizi yolda gördükleri zaman uzaktan dolaşırlar. Evet, işte bunu düşünmeye değer. Gerçekten."

Gülerek merdivenden çıkmaya başladı. Aksaması daha belirginleşmişti. Sabaha karşı böyle oluyordu. Roland'ın eski öğretmeni onu görse durumu anlardı. Çünkü Cort, Jonas'ın topallamasına neden olan darbeyi görmüştü. Cort'un babası demirağacından yapılmış sopayla Gilead'daki büyük sarayın arkasındaki avluda Eldred Jonas'ın bacağına vurmuş ve kemiğini kırmıştı. Ondan sonra delikanlının tabancasını alıp onu batıya yollamıştı.

Daha sonra delikanlı büyümüş ve tabii bir silah da bulmuştu. Bütün sürgünler gibi. Biraz çaba gösteren silah sahibi olabiliyordu. Belki bu insanlar yaşamlarının sonuna kadar bu tabancaların kabzalarının sedir ağacından yapılmış büyük silahlar gibi olmadığını unutmayacaklardı. Ama tabancaya ihtiyacı olanlar bu dünyada bile istediklerini bulabiliyorlardı.

Reynolds, Jonas gözden kayboluncaya kadar onun arkasından baktı. Sonra da Coral Thorin'in masasına oturarak iskambilleri karıştırdı. Jonas'ın yarım bıraktığı oyunu tamamlamaya çalıştı.

Dışarda güneş doğuyordu.


5. Kente Hoşgeldiniz
Roland, Cuthbert ve Alain, Mejis Baronluğu'na geldikten iki gece sonra atlarıyla BARIŞLA GELİN yazılı kerpiç kemerin altından geçtiler. Kemerin gerisindeki taş döşeli avluyu meşaleler aydınlatıyordu. Meşalelerin bulandığı reçineye bazı maddeler katılmış olduğundan, her birinden başka başka renkte alevler yükseliyordu: yeşil, turuncumsu kırmızı, Roland'a hava fişeklerini anımsatan titreşen bir pembe. Delikanlı mırıltıları, kadınların kahkahalarını duyabiliyordu. Havaya Roland'ın her zaman Mejis'i hatırlamasına neden olacak kokular yayılmıştı: deniz tuzu, petrol ve çam.

Alain, "Bunu başarabileceğimi sanmıyorum," dedi. İriyarı bir çocuktu. Hayvan yetiştiricilerinin giydiklerine benzeyen şapkasının altından bir türlü biçime girmeyen sarı saçları çıkmıştı. İyice yıkanıp temizlenmişti... Aslında hepsi de öyle. Ama Alain en iyi şartlarda bile böyle toplantılardan hoşlanmazdı. Onun için de şimdi ödü patlıyordu. Cuthbert'in durumu daha iyiydi. Ama Roland eski arkadaşının o umursamaz tavırlarının endişesini maskelediğini düşünüyordu. Şimdi onlara yol gösterilmesi gerekiyorsa bu görev ona düşüyordu.

Alain'e, "Gerektiği gibi davranacaksın," dedi. "Sadece..."

Avluyu aşarlarken Cuthbert sinirli sinirli güldü. "Ah, görünüşü iyi." Geride Belediye Başkanı'nın konağı vardı. Birkaç bölüğü olan kerpiçten yapılmış bir evdi. Bütün pencerelerden dışarı ışık ve kahkahalar dökülüyordu. "Çarşaf kadar beyaz. Ve çirkin..."

Roland sert sert, "Kes sesini," dedi. Cuthbert'in yüzündeki alaycı ifade hemen silindi. Roland bunu farketti, sonra da Alain'e döndü. "Sen sadece içinde alkol olan hiçbir şeyi içme. Bu durumda ne söylemen gerektiğini biliyorsun. Hikâyemizin geri kalan kısmını da unutma. Gülümse. Nazik davran. Toplum hayatıyla ilgili ne biliyorsan bundan yararlan. Zarif hareket et. Şerifin bizi karşılamak için nasıl çırpındığını biliyorsun."

Alain başını salladı. Şimdi kendine biraz güveniyormuş gibi bir hali vardı.

Cuthbert, "Bu insanların toplum kuralları konusunda fazla bilgileri olduğunu sanmıyorum," dedi. "Yani bu bakımdan onlardan bir adım ilerdeyiz."

Roland başıyla onayladı, sonra da kuşun kafasının Cuthbert'in atının eyer kaşına takılı olduğunu gördü. "Ve onu da ortadan kaldır."

Cuthbert "nöbetçi"sini suçlu suçlu aceleyle eyere takılı çantasına attı. Beyaz ceketli, beyaz pantolonlu ve ayaklarına sandallar giymiş olan iki adam gülerek, selamlar vererek onlara doğru geldiler.

Roland sesini alçaltarak, "Soğukkanlılığınızı kaybetmeyin," diye tembih etti. "Buraya neden geldiğimizi unutmayın. Babalarınızın yüzlerini de." Hâlâ kuşku içinde olan Alain'in omzuna vurdu. Sonra da seyislere döndü. "İyi akşamlar, baylar. Yeryüzündeki günlerinizin uzun olmasını dilerim."

İki adam gülümserken fazla parlak meşalelerin ışığında dişleri pırıldadı. Seyislerden daha yaşlıca olanı eğildi. "Sizinkiler de öyle olsun, genç efendiler. Belediye Başkanı'nın evine hoşgeldiniz."

Yüksek Şerif bir gün önce onları bu seyisler gibi büyük bir mutlulukla karşılamıştı.

O ana kadar herkes onlara sevinçle, "Hoşgeldiniz," demişti. Hatta kente giderken yanlarından geçtikleri arabacılar bile. Bu bile Roland'ın kuşkulanarak ihtiyatlı bir tavır takınması için yeterliydi. Kendi kendine, aptallık etme, diyordu. Tabii buralılar dost canlısı ve yabancılara yardım etmekten hoşlanan insanlar. Bizi de bu yüzden buraya yolladılar. Çünkü Mejis hem sapa bir yerde, hem de Birlik'e sadık. Ama yine de tetikte olmalıyız. Hatta biraz endişe de duymalıyız. Sonuçta çocukluktan yeni kurtulmuş gençleriz. Burada başımız belaya girerse buna her gördüğümüze inanmamız neden olur.

Şerifin bürosuyla Baronluk hapishanesi aynı binadaydı. Hill Sokağı'ndaki bina körfeze bakıyordu. Roland kesin olarak bilmiyordu ama Orta-Dünya'da pek az sarhoş ve karısını döven erkeğin sabah uyandığı zaman böyle şahane bir manzarayla karşılaştığını tahmin ediyordu. Güneyde renk renk kayıkhaneler vardı. Rıhtımlar hemen aşağıdaydı. Erkek çocuklar ve yaşlı adamlar orada oltayla balık tutuyorlardı. Kadınlarsa ağları ve yelkenleri tamir ediyorlardı. Onların ötesinde Hambry'nin küçük balıkçı filosu koyun ışıltılı mavi sularında sağa sola gidiyordu. Balıkçılar ağlarını sabahları denize salıyor ve öğleden sonra topluyorlardı.

Anayoldaki binaların çoğu kerpiçtendi. Ama burada Hambry'nin İş merkezine bakan binalar Giiead'ın Eski Mahallesindeki gibi alçak tuğla yapılardı. Çok da bakımlıydılar. Bahçe yollarını ağaçlar gölgeliyordu. Öndeki bahçe kapıları dövme demirdendi. Damlara turuncu kiremitler döşenmişti. Evlerin panjurları yaz güneşine karşı kapatılmıştı. Atların nalları iyice süpürülmüş taş döşeli yolda şıkırdarken Birlik'in kuzeybatı bölümünün, Arthur'un kralı olduğu eski Eld'in alev alev yandığına ve düşmanın eline geçme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna inanmak zordu.

Hapishane, postane ve toprak bürosunun daha büyük bir kopyâsıydı. Kent Toplantı Merkezi'ninse daha küçük bir kopyası. Tabii küçük limana bakan pencerelerinde parmaklıklar vardı.

Şerif Herk Avery kocaman göbekli bir adamdı. Bütün kanun adamları gibi o da haki bir gömlekle pantolon giymişti. Galiba hapishanesinin demir şeritler geçirilmiş ön kapısının ortasındaki gözetleme deliğinden bakarak onların yaklaşmalarını beklemişti. Çünkü Roland daha ortadaki çevrilerek çalınan zile erişemeden kapı ardına kadar açıldı. Şerif Avery verandada belirdi. Göbeği önden gidiyordu. Bir mübaşirin yargıcın önünden mahkeme salonuna girmesi gibi. Şerif pek dostça bir tavırla kollarını açtı.

Sonra yerlere kadar eğildi. (Cuthbert sonradan, "Adamın dengesini kaybetmesinden, basamaklardan top gibi yuvarlanmasından korktum," diyecekti. "Belki de yuvarlana yuvarlana limana kadar gidecekti.") Herk Avery arka arkaya, "İyi günler," deyip durdu. O arada deli gibi boynunun aşağısına vuruyordu. Gülümsemesi öylesine yayılmıştı ki, sanki kafasını ikiye bölecekti. Çiftçilere benzeyen üç yardımcı Avery'nin gerisinde kapıya üşüşmüş, ağızları bir karış açık yabancılara bakıyorlardı. Onların arkasında da şerif gibi haki takımlar vardı. Evet, gerçekten de aval aval bakıyorlardı. Bu meraklı bakışlar başka türlü tanımlanamazdı.

Avery üç delikanlının elini teker teker sıktı. O sırada yine eğilip duruyordu. Roland ne derse desin, karşılama işi sona erinceye kadar da durmadı. Sonunda yabancıları içeri soktu. Büro yaz ortasının kavurucu güneşine rağmen tuğlanın yalıtıcılığı sayesinde oldukça serindi. Oda iyice büyük ve Roland'ın daha önce gördüğü şerif bürolarından daha temizdi... Delikanlı son üç yıl içinde babasıyla birkaç defa kısa yolculuğa çıktığı ve devriye için de daha uzun bir seyahat yaptığı sırada en aşağı altı şerif bürosu görmüştü.

Odanın ortasında kapağı açılıp kapanan bir yazı masası, dipte asma kilitli bir dolapta iki tüfek ve kapının yanında da bir ilan tahtası vardı. (Aynı büyük kâğıtlara arka arkaya yazılar yazılmıştı. Çünkü Orta-Dünya'da kâğıt çok azdı.) Dolaptaki tüfekler "Alaybozan" denen çok eski silahlardı. Roland, acaba bunların kurşunu var mı, diye düşündü. Ona bakarsan bu silahlarla ateş edilebilir mi? Silah dolabının solundaki açık kapıdan hapishaneye giriliyordu. Kısa koridorun iki yanında üçer hücre vardı. Etrafa sert kül suyu sabununun kokusu yayılmıştı.

Roland içinden, biz geleceğiz diye burayı temizlemişler, dedi. Bu onu hem eğlendirdi, hem de kaygılandırdı. Sanki biz İç Baronluklardan gelen bir süvari bölüğüymüşüz gibi temizlik yapmışlar. Cezalarını çeken üç delikanlı değil de, titiz bir teftişe çıkmış askerlermişiz gibi.

Ama evsahiplerinin böyle endişeyle, dikkatle davranmalarında garip olan bir şey var mıydı? Ne de olsa onlar New Canaan'dandılar. Ve dünyanın bu ücra köşesindeki insanlar onlara ülkeyi ziyarete gelen bir tür hükümdar ailesinin üyeleri gözüyle bakabilirlerdi.

Şerif yardımcılarını tanıttı. Roland hepsiyle el sıkıştı. Adlarını aklında tutmaya çalışmadı. Adlarla ilgilenmek Cuthbert'in göreviydi. O hemen hiçbir ismi unutmazdı. Boynundan monoklü sarkan kabak kafalı üçüncü yardımcı konukların önünde diz bile kırdı.

Avery, "Bunu yapma, koca ahmak!" diye bağırdı. Adamı ensesinden tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. "Kim bilir senin ne tür bir taşralı budala olduğunu düşünüyorlar. Ayrıca onları utandırdın. Tabii ya."

Roland, "Önemli değil," dedi. (Aslında çok utanmıştı ama belli etmemeye çalışıyordu.) "Bildiğiniz gibi biz öyle önemli kişiler değiliz..."

Avery güldü. "Önemli kişiler mi?" Roland adamın göbeğinin beklediği gibi titreyip sarsılmadığını farketti. Göründüğünden daha sertti bu göbek. Belki göbeğin sahibi için de aynı şey söylenebilirdi. "Önemli değiliz diyor! İç-Dünya'dan yedi yüz elli kilometreyi aşarak gelmişler. Dört yıl önce Büyük Yolu izleyen bir silahşor buradan geçtiğinden beri ilk gelen resmi ziyaretçiler! Ve o önemli kişiler olmadıklarını söylüyor! Oturur musunuz, çocuklar. Grafım var ama herhalde günün bu erken saatinde içki içmek istemezsiniz. Hatta belki de hiç içki içmiyorsunuz. Yaşlarınıza bakıyorum da... Çok genç olduğunuz besbelli. Bundan böyle açık açık söz ettiğim için beni affedeceğinizi umarım. Sonuçta genç olmak utanılacak bir şey değil. Gerçekten. Biz hepimiz de bir zamanlar gençtik. Evet... Ayrıca beyaz buzlu çayımız da var. Onu içtenlikle öneririm. Çünkü çayı Dave'in karısı yapıyor. O içecek şeyler konusunda çok ustadır."

Roland, Cuthbert'le Alain'e baktı. Delikanlılar gülerek başlarını salladılar. Şerifin söylediklerinden bir şey anlamadıklarını belli etmemeye çalışıyorlardı. Roland tekrar Şerif Avery'ye döndü. "Beyaz çay tozlu boğazlarımıza iyi gelir," dedi.

Yardımcılardan biri çay getirmeye gitti. İskemleler çekilerek şerifin kapaklı yazı masasının bir yanına dizildi. Ve günün işi başladı.

Şerif Avery kendi yerine geçti. İskemle adamın ağırlığı altında iniltiye benzeyen hafif bir ses çıkardı ama kırılmadı. Şerif, "Siz kim olduğunuzu biliyorsunuz," dedi. "Ben de aynı şeyi biliyorum. Sesinizde İç-Dünya'yı duyuyorum. Daha da önemlisi bunu yüzlerinizde görüyorum.

"Ama biz burada, Hambry'de eski âdetlere sıkı sıkı bağlıyız. Evet, uyuklayan bir taşra kentiyiz ama bu böyle. Yolumuza devam ediyor ve babalarımızın yüzlerini mümkün olduğu kadar hatırlamaya çalışıyoruz. Sizi görevlerinizden fazla alıkoymayacağım. Ama, küstahlığımı affederseniz, kente beraberinizde getirdiğiniz kâğıtlar ve belgeler varsa, onlara bir göz atmak istiyorum."

Üç arkadaş da bir rastlantı sonucu bütün kâğıtlarını yanlarına almışlardı. Roland, Şerif Avery'nin böyle yapacaklarını bildiğinden de emindi. Adam onları görevlerinden fazla alıkoymayacağına söz vermesine rağmen belgeleri ağır ağır inceledi. Katlanmış kâğıtlardaki satırları Parmağıyla izleyerek kalın dudaklarını kıpırdattı. (Belgelerdeki keten oranı o kadar yüksekti ki, bunlar kâğıttan çok kumaşa benziyordu.)

Şerif bazen bir satırı ikinci kez okurken parmağını geriye doğru kaydırıyordu. İki yardımcısı arkasında duruyor, adamın geniş omuzlarının üzerinden bilgiççe tavırlarla bakıyorlardı. Roland birinden birinin okuma yazma bilip bilmediğini merak etti.

William Dearborn. Celebin oğlu.

Richard Stockworth. Çiftçinin oğlu.

Arthur Heath. Hayvan yetiştiricisinin oğlu.

Her birinin kimlik belgesi bir tanık tarafından imzalanmıştı. Dearborn'unkinin altında Hemphill'li James Reed'in imzası vardı. Stockworth'ünkinde Pennilton'lu Piet Rebenhead'inki. Heath'inkinde de Gilead'lı Lucas Rovers'ınki. Belgeler tamdı ve tarifler de delikanlılara uyuyordu. Şerif arka arkaya teşekkür ederek kâğıtları geri verdi. Roland ondan sonra cüzdanından dikkatle çıkardığı bir mektubu Avery'ye uzattı. Şerif de onu yine dikkatle aldı. Mektubun altındaki imzayı görünce gözleri irileşti. "Tanrım! Bunu bir silahşor yazmış!"

Cuthbert şaşkın şaşkın, "Evet, tabii," diye mırıldandı. Roland arkadaşının ayak bileğine sertçe bir tekme attı. Ama saygılı bakışlarını Avery'nin suratından ayırmadan.

Mektubu Gilead'lı Steven Descahin yazmıştı. Bir silahşordu o. Yani bir şövalye, silahtar, barış sağlayıcı ve barondu. Ama bu son unvanın modern çağlarda hemen hemen hiç anlamı kalmıştı. John Farson'un bağırıp çağırmalarına rağmen. Steven Deschain, Eld'li Arthur'un soyundandı. Yirmi dokuzuncu kuşağı temsil ediyordu. Ailenin bir kolundan, Arthur'un pek çok metresinden birinden gelmişti. Silahşor, Belediye Başkanı Hartwell Thorin, Kâtip Kimba Rimer ve Yüksek Şerif Herkimer Avery'ye selamlarını yolluyor ve bu belgeyi getiren üç gence dikkatlerini çekiyordu. Yani Dearborn, Stockworth ve Heath'e. Bu delikanlılar Birlik'ten özel bir görevle gönderilmişlerdi. Birlik'e ihtiyaç duyulduğu zaman yararlı olacak her şeyi sayacaklardı. (Mektupta savaş sözcüğü yoktu. Ama her satırın arasına bunun gölgesi düşüyordu.) Steven Deschain, Baronluk Birliği adına Thorin, Rimer ve Avery'den resmi sayım görevlilerine, hizmetleri sırasında her türlü yardımda bulunmalarını öneriyordu. Özellikle bütün canlı hayvanlar, yiyecekler, her tür taşıtın sayımı konusunda dikkatli olmalıydılar. Deschain gençlerin Mejis'te en aşağı üç ay kalacaklarını yazıyordu. Hatta bu süre bir yılı bile bulabilirdi. Belge resmi görevlilerden, "Bu gençler ve davranışları konularında bizi ilgilendireceğini düşündüğünüz her şeyi bütün ayrıntılarıyla yazar mısınız?" diye bir ricada da bulunuyordu. "Bizi seviyorsanız bu konuda cimri davranmayın."

Bir başka deyişle... "Bize onların doğru dürüst davranıp davranmadıklarını bildirin. Olaylardan ders alıp almadıklarını haber verin."

Yüksek Şerif bu belgeyi okuduğu sırada monoklü yardımcısı geri döndü. Elindeki tepside beyaz çay dolu dört bardak vardı. Ve elinde tepsiyle bir uşak gibi eğildi. Roland, "Teşekkür ederim," diye mırıldanarak bardakları diğerlerine verdi. En sonuncuyu alıp dudaklarına götürdü. Sonra Alain'in kendisine baktığını farketti. Delikanlının ifadesiz yüzünde mavi gözleri ışıl ısıldı.

1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət