Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə13/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   62

"Çabuk ol, kız! Babanın adına!"

Susan gömleğini çıkararak katladı ve onu da yine elbisesinin üzerine yerleştirdi. Ateş dizlerinin arkasındaki nazik kıvrımları ve bacaklarının üstlerini sıcak turuncu bir ışıkla boyadı.

Yaşlı cadı, "Hâlâ çıplak değilsin," dedi gülerek. "Ne de kibarız değil mi? Ah, evet, çok naziğiz! O donu da çıkar, kız. Anandan doğduğun gibi olmalısın! Ama açıkçası Hart Thorin gibilerin hoşuna gidecek fazla bir şeyin de yok. Öyle değil mi? Heh Heh!"

Kâbus görüyormuş gibi bir duyguya kapılan Susan büyücünün dediğini yaptı. Artık çırılçıplaktı. Kollarını kavuşturması gülünç gözüküyordu. Kız kollarını indirdi.

Yaşlı kadın, "Boşuna Thorin seni istemiyor," dedi. "Çok güzelsin. Gerçekten. Öyle değil mi, Musty?"

Kedi miyavladı.

Rhea birdenbire, "Dizlerin çamurlanmış," diye homurdandı. "Nasıl oldu bu?"

Susan bir an müthiş bir paniğe kapıldı. Cadının penceresinin altından sürünerek geçmek için eteklerini toplamıştı... Ve işte bu yüzden şimdi başı beladaydı.

Sonra cevap dilinin ucunda beliriverdi ve oldukça sakin bir tavırla konuşmayı başardı. "Kulüben uzaktan gözüktüğü zaman korkuya kapıldım. Dua etmek için diz çöktüm. Ama elbisemin kirlenmemesi için eteklerimi topladım."

"Ah, bu bana çok dokundu! Kim benim gibilerin karşısına temiz giysilerle çıkmak ister? Ne kadar iyisin! Sen de aynı fikirde değil misin, Musty?"

Kedi yine miyavladı, sonra da ön pençelerinden birini yalamaya başladı.

Susan, "Haydi işine bak," dedi. "Sana ücretin verildi. Ben de tem edeceğim. Ama alayı kes artık."

"Ne yapmam gerektiğini biliyorsun, kız."

Susan, "Hayır, bilmiyorum," diye cevap verdi. Yine akmayan yaşlar yüzünden gözleri yanmaya başlamıştı. Ama bu yaşların akmasına izin vermeyecekti. Vermeyecekti! "Bu konuda bir fikrim var. Ama Cord Hala'ya sorduğum zaman bana, 'Bu konuda eğitimini Rhea sağlayacak' dedi."

"Ah, ağzını o sözlerle kirletmek istemedi, demek? İyi ya. Bunun bir sakıncası yok. Rhea Teyzen, Cord Hala'nın söylemek istediği şeyi açıklamaktan kaçınacak kadar kibar değil. Senin hem vücut, hem de ruh bakımından bakire olduğunu anlamalıyım. Bundan emin olmalıyım, kız. Eskiler buna 'dürüstlüğün kanıtlanması' derlerdi. Bu bence uygun bir deyiş. Gerçekten. Bana yaklaş."

Susan öne doğru istemeye istemeye iki adım attı. Çıplak ayaklarının başparmakları neredeyse cadının terliklerine değecekti. Göğüsleri de kadının giysisine.

"Bir iblis ya da cin ruhunu kirletmiş olabilir. Bu da doğuracağın çocuğu lekeler. Ama böyle ilişkilerin izleri kalır. Çoğu zaman bu bir diş izidir. Başkaları da vardır... Ağzını aç!"

Susan bu emri yerine getirdi. İhtiyar kadın ona doğru eğildi. Pis kokusu o kadar keskindi ki, kızın midesi büzüldü. Soluğunu tutarak bu muayenenin çabuk sona ermesi için dua etti.

"Dilini çıkar."

Susan dilini çıkardı. "Şimdi soluklarını yüzüme doğru üfle."

Susan tuttuğu soluğunu verdi. Rhea kızın nefesini soludu. Bu arada neyse ki kafasını biraz geriye çekti. Çok yaklaştığı için kız onun saçlarının arasında bitlerin dolaştığını görmüştü.

Büyücü, "Evet, soluğun taze sayılır," diye mırıldandı. "Evet, miden de iyi. Şimdi arkanı dön."

Susan istenileni yaptı. Cadının parmaklarını sırtından aşağıya doğru indirdiğini hissetti. Yaşlı kadının parmaklarının uçları çamur kadar soğuktu. Kız bağırmamak için dudağını ısırdı.

Neyse ki bu iş uzun sürmedi... Ama Susan başka bir inceleme daha olmasından korkuyordu.

Büyücü kızın göğüslerine, göbeğine baktı. Sonra homurdanarak eteklerini tuttu ve yere diz çöktü. Susan'ın bacaklarının önce önlerin sonra da arkalarını muayene etti. Özellikle tendonların bulunduğu bileklere yakın olan kısımları inceledi.

"Sağ ayağını kaldır, kız."

Susan bu emri yerine getirirken korkuyla, çığlık atarmış gibi bağırdı. Rhea tırnağını ayak tabanının topuğuna kadar sürmüştü. Sonra aynı şeyi diğer ayağına da yaptı. Ayak parmaklarını ayırarak aralarına baktı.

"Şimdi sırada neyin olduğunu biliyorsun, değil mi?" diye sordu.

Susan titrek bir sesle çabucak, "Evet," dedi.

"Kımıldama, kız. Diğer bakımlardan kabuğu soyulmuş bir söğüt dalı kadar temizsin. Şimdi sırada dürüstlüğün gerçekten kanıtlandığı yer var. Onun için hiç kımıldama!"

Susan gözlerini yumarak uçurumun kenarından koşan ataları düşündü. Aslında Baronluk'un atlarıydı. Onlardan Thorin'in Kâtibi ve Baronluk'un Demirbaş Bakanı Rimer sorumluydu. Ama hayvanlar bütün bunları bilmiyordu. Kendilerini özgür sanıyorlardı. Kafanın içinde özgür olduğun zaman başka şeylerin ne önemi vardı?

Kafamın içinde özgür olmalıyım. Uçurumun yanından koşan atlar kadar özgür. Bu kadının canımı yakmasına izin vermeyin! Lütfen onun canımı yakmasına izin vermeyin. Bana acı verirse o zaman da bunu uygun bir sessizlikle karşılamam için bana yardım edin!

Muayene sürüyordu.

Sonunda Susan, "Yapman için sana para verdikleri iş artık bitti sanırım," dedi. Sesi sertti.

Rhea'nın suratında korkunç bir ifade belirdi. "Seni küstah, cahil küçük kız! Bana ne yapacağımı söyleyemezsin! Muayenenin ne zaman bittiğini ben bilirim. Ben, Cöos Büyücüsü! Ve..."

Yaşlı kadının dudakları bir köpeğinki gibi gerildi ve ağzındaki birkaç diş ortaya çıktı. Susan da büyücüyle başladıkları noktaya döndüklerini anladı. Yine birbirlerinin gözlerini oymaya hazırdılar.

"Seni küstah dişi encik, o zaman evimden elsiz ayaksız ve kör çıkarsın."

Susan, "Bunu yapabileceğinden eminim," diye homurdandı. "Ama her halde Thorin buna çok kızar!" Yaşamı boyunca ilk kez kendini korumak için bir erkeğin adını söylüyordu. Bundan utandı... Sanki küçülmüştü. Ama nedenini bilemiyordu. Sonuçta Thorin'le yatmaya ve onun çocuğunu dünyaya getirmeye razı olmuştu. Yine de utanmıştı işte.

Yaşlı kadın kıza bakakaldı. Kırışık yüzünün hatları titreşti. Sonra suratında sözümona bir gülümseme belirdi. Bu, cadının öfkeli ifadesinden daha kötüydü. Rhea oflaya puflaya ayağa kalktı. Susan da giyinmeye başladı.

"Evet, Thorin buna kızar. Belki de sen iyisini biliyorsun, küçük hanım. Ben acayip bir gece geçirdim... Genç ve temizsin. Güzelsin de. Evet, gerçekten güzelsin. Bu kuşku götürmeyecek bir şey. Saçlarını açtığın zaman güneş gibi ışıldıyorlar değil mi? Tabii Thorin için örgünü açacaksın..."

Susan cadının tavırlarını değiştirmesi için onu zorlamak istemiyordu. Ama ona bu dalkavukça iltifatları sürdürmesi için cesaret de veremezdi. Özellikle Rhea'nın sulanan gözlerindeki o nefretin farkında olduğu için. Üstelik kadının dokunuşlarını hâlâ hissediyor, sanki cildinin üzerinde hamamböcekleri dolaşıyordu. Hiç sesini çıkarmadan elbisesini giydi ve öndeki düğmeleri iliklemeye başladı.

Belki de Rhea, Susan'ın kafasından geçenleri okumuştu. Gülümsemekten vazgeçerek ciddi bir tavır takındı. Kız çok rahatladı o zaman.

"Neyse, neyse... Dürüst olduğunu kanıtladın. Artık giyinip gidebilirsin. Ama aramızda olanları sakın Thorin'e söyleme. Kadınların arasında geçen konuşmaların bir erkeğin kulağını rahatsız etmesi gereksizdir. Özellikle Thorin gibi önemli birinin kulağını." Ama bu sözleri söylerken Rhea'nın suratında yine bir an kızı aşağılıyormuş gibi bir ifade belirdi. Yaşlı kadın bunun farkında mıydı, yoksa değil miydi, Susan bunu bilmiyordu. "Anlaştık mı?"

Susan, buradan çıkıp uzaklaşayım, her şeye razıyım, diye düşündü.

"Dürüstlüğümü kanıtladığımı kabul ediyor musun?"

"Evet, Patrick'in kızı Susan. Ediyorum. Ama önemli olan beni söylediklerim değil. Şimdi... dur... Şurada... olacaktı..."

Büyücü ocağın yukarsındaki rafı yokladı. Çatlak fincan tabaklarına dikilip iyice küçülmüş mumları oraya buraya itti. Önce bir gaz lambasını kaldırdı, sonra da pille çalışan bir elfenerini. Bir an dik dik bir çocuğun elle çizilmiş resmine baktı. Sonra onu da bir kenara bıraktı.

"Nerede... nerede... buuu... Hah, işte!"

Cadı kapağı işlenmiş bir not defterini kaptı. (Defterin kapağına eski tip yaldızlı harflerle CITGO yazılmıştı.) Rhea iyice küçülmüş bir kalemi aldı. Temiz bir sayfa bulmak için defteri karıştırdı. Ancak sonlarda istediğini buldu. Kâğıdın üzerine bir şeyler karaladı. Sayfayı defterin yukarsındaki helezon biçimi telden kopartarak kâğıdı Susan'a uzattı. Kız alıp baktı. Kâğıda Susan'ın önce anlayamadığı bir sözcük yazılmıştı: DÖRÜT. Altında da bir sembol vardı.

Susan parmağını küçük şekle vurarak, "Bu nedir?" diye sordu.

"Rhea'nın işareti. Bu yöredeki altı Baronlukla da bu işareti tanırlar. Bu şekil kopya edilemez. Kâğıdı halana göster. Halan kâğıdı alıp Thorin'e kendisi göstermek isteyebilir. Ben onu iyi tanırım, ne ukala olduğunu da bilirim. Halan kâğıdı isterse, 'Olmaz,' dersin. 'Rhea bunu istemiyor. Kâğıt Cordelia'da kalamaz!' diyor."

"Ya kâğıdı Thorin isterse?"

Rhea önemsemediğini belirtmek için omzunu silkti. "İsterse kâğıt onda kalsın. Ya da kâğıdı yaksın veya onunla poposunu silsin. Bana vızgelir. Sen de buna aldırmamalısın. Çünkü başından beri dürüst bir kız olduğunu biliyordun. Gerçekten. Öyle değil mi?"

Susan, "Evet," der gibi başını salladı. Bir keresinde bir danstan sonra yürüyerek eve giderken bir delikanlının bir iki dakika için elini bluzunun içine sokmasına izin vermişti. Ama bu önemli değildi. Dürüst bir kızdı o. Hem de bu iğrenç yaratığın kastettiğinden çok daha fazla konuda.

"Ama o kâğıdı kaybetme. Tabii beni tekrar görmek ve aynı şeylere ikinci defa katlanmak istiyorsan o başka."

Susan kendi kendine, bunu düşünmek bile korkunç, dedi. Ve titrememeyi de başardı. Kâğıdı kesenin durduğu cebine koydu.

"Şimdi kapıya gel, küçük hanım." Cadı bir an Susan'ın kolunu kavrayacaktı ama sonra vazgeçti. İkisi yan yana kapıya gittiler. Birbirlerine değmemeye çalıştıkları için beceriksizce ilerliyorlardı. Rhea kapıda Susan'ın kolunu yakaladı. Sonra da diğer eliyle Cöos'un doruğunun yukarsındaki gümüş-ayı işaret etti.

"Öpen Ay," dedi. "Yazın tam ortası."

"Evet."

"Thorin seninle yatağında ya da bir saman yığınında veya bulaşıkhanede ya da herhangi bir yerde yatmayacak. Şeytan Ayı gökyüzünde belirip dolunay halini alıncaya kadar."



"Yani Hasat'a kadar." Buna daha üç ay vardı. Kıza bir ömür boyu gibi geldi. Kurtulduğuna çok sevindiğini belli etmemeye çalıştı. Thorin'in ertesi gece ay doğarken onu çağıracağını sanmıştı. Kör değildi ve adamın kendisine nasıl baktığının farkındaydı,

Rhea ise o sırada aya bakıyor ve galiba bir şeyi hesaplıyordu. Elini Susan'ın uzun saç örgüsüne uzatarak okşadı. Kız buna elinden geldiğince katlanmaya çalıştı. Tam artık dayanamayacağını düşündüğü sırada cadı elini çekti. Başını sallayarak, "Evet," dedi. "Sadece Hasat değil, gerçek 'fin de ano' da. Bayram Gecesi. Bunu Thorin'e söyle. Ona ancak Panayır Ateşi'nden sonra sana yaklaşabileceğini açıkla. Anlıyor musun?"

"Gerçek 'fin de ano', evet." Susan neredeyse sevincinden yerinde duramayacaktı.

Rhea, "Yeşil Kalp'teki ateş sönükleştiği ve kızıl elli erkeklerin sonuncusu da küle dönüştüğü zaman," dedi. "Ancak o zaman. O güne kadar olamaz. Bunu Thorin'e söylemelisin."

"Söylerim."

Cadı elini uzatarak tekrar Susan'ın saçını okşamaya başladı. Kız yine buna katlandı. Böyle bir müjdeden sonra başka türlü davranmak ayıp olur, diye düşünüyordu. "Bugünden sonra Hasat'a kadar olan süreyi düşünmeye ve kafanı bu konuya vermeye çalışarak geçir. Belediye Başkanı'nın istediği erkek çocuğu ona verebilmek için bütün gücünü topla... Belki de uçurumun kenarında atla dolaşır ve kızlık döneminin son çiçeklerini toplarsın. Anlıyor musun?"

"Evet." Susan bir reverans yaptı. "Teşekkür ederim, sai."

Rhea bu sözcük bir iltifatmış ve bunu önemsemiyormuş gibi elim salladı. "Ama aramızda geçenlerden kimseye söz etme. Bu sadece bizi ilgilendiren bir konu."

"Söz etmem. Artık hepsi tamam mı?"

"Şey... Belki küçük bir şey daha var..." Rhea bunun gerçekten önemsiz bir şey olduğunu açıklamak için gülümsedi. Sonra sol elini Susan'ın gözlerinin hizasına doğru kaldırdı. Üç parmağını birleştirmiş, dördüncüsü açık duruyordu. Parmaklarının arasında gümüş bir madalyon ışıldıyordu. Sanki birdenbire ortaya çıkıvermişti. Kızın gözleri hemen madalyona dikildi. Rhea gırtlağından çıkan boğuk bir sesle bir tek kelime söyleyinceye kadar. Sonra Susan'ın gözleri kapandı.

Rhea ayışığında verandada ayakta uyuyan kıza baktı. Madalyonu yeninin içine sokarken yüzündeki ciddi ifade kayboldu. (Parmakları yaşlı ve boğum boğumdu ama gerektiği zaman hızlı hareket edebiliyorlardı. Ah, evet!) Gözleri kısılan cadının suratında şimdi müthiş bir öfke vardı. "Demek beni bir tekmede ocağa atacaktın, kahpe? Her şeyi Thorin'e anlatacaktın?" Ama en kötüsü Susan'ın tehditleri ve küstahlığı değildi. En kötüsü Rhea ona dokunduğu zaman gerilerken yüzünde beliren tiksintiydi.

Kendini Rhea'dan üstün buluyordu. Onu kendisine layık görmüyordu. Herhalde Thorin'i de kendisine layık bulmuyordu. On altı yaşındaydı. Güzelim sarı saçları yüzünü çevrelemişti. Herhalde Thorin ellerini kızın saçlarının arasına sokmayı hayal ediyordu.

Büyücü kıza zarar veremezdi. Vermeyi çok istese de, kız bunu hak etmiş olsa da. Thorin hiçbir şey yapmasa bile o cam küreyi Rhea'dan alabilirdi. İşte kadın buna dayanamazdı. Hiç olmazsa şu ara. Onun için Rhea kıza zarar veremezdi. Ama Thorin'in zevk almasını engelleyebilirdi. En azından bir süre için.

Rhea kıza doğru eğilerek arkasından sarkan saç örgüsünü yakaladı. Onu parmaklarının arasından geçirerek bu ipek gibi saçların zevkini çıkardı.

Susan," diye fısıldadı. "Patrick'in kızı Susan, beni duyuyor musun?"

"Evet." Kız gözlerini açmadı.

"O halde dinle." Öpen Ay'ın ışıkları Rhea'nın yüzünü aydınlatarak onu gümüş bir kafatasına dönüştürdü. "Beni iyi dinle ve hatırla. Uyanıkken kafanın hiçbir zaman gitmediği o derin mağarada hatırla."

Kızın saçlarını avucundan tekrar tekrar kaydırıyordu. İpek gibiydi bu saçlar. Yumuşak.

Verandada duran kız, "Hatırla," dedi.

"Evet. Thorin'le geçirdiğin saatlerden sonra bir şey yapacaksın. Bunu hiç düşünmeden hemen yapacaksın. Şimdi beni dinle, Patrick'in kızı Susan. Sözlerimi iyice duy."

Rhea kızın saçlarını okşamayı sürdürerek buruşuk dudaklarını Susan'ın biçimli kulağına yaklaştırdı. Ve ayışığında fısıldamaya başladı.
3. Yolda Karşılaşma
Susan yaşamı boyunca hiç böyle garip bir gece geçirmemişti. Arkasından bir atlının yaklaştığını onunla neredeyse yan yana gelinceye kadar duymamasına da şaşmamak gerekirdi belki.

Kız kente doğru giderken onu en çok endişelendiren yaptığı anlaşmayı yeni yeni kavramaya başlatmasıydı. Kendisine bir süre tanınmıştı, bu iyi bir şeydi. Anlaşmaya uyması için daha aylar vardı. Ancak böyle olması temel gerçeği değiştirmiyordu: Şeytan Ayı tam bir daire olduğunda Belediye Başkanı Thorin'e gitmesi gerekecekti. Thorin sıpsıska, sinirli bir adamdı. Yumuşak beyaz saçları kabak kafasının etrafını bir bulut gibi sarıyordu. Karısı ona yorgun bir kederle bakardı. İnsanın kalbini sızlatan bir bakıştı bu. Hart Thorin oyuncular sahnede kafalarını birbirlerine vurdukları, yalandan yumruklaştıkları ya da çürük meyveler attıkları zaman gürültülü gürültülü gülerdi. Ama hikâye dokunaklı ya da acıklı olduğunda şaşkın şaşkın bakınırdı. Sık sık ellerinin eklemlerini çatırdatır, konuşurken yanındakilerin sırtlarına vurur ve yemek sofrasında da geğirirdi. Her iki kelimede bir Rimer'i kızdırmadığından emin olmak istiyormuş gibi kâtibine bakardı.

Susan bütün bunları sık sık görmüştü. Babası yıllarca Baronluk'un atlarına bakmış ve iş için devamlı kıyıya gitmişti. Çoğu zaman sevgili kızını da yanına almıştı. Ah, evet, Susan yıllar boyunca Hart Thorin'i sık sık görmüştü. Ve adam da onu. Belki de çok fazla görmüştü. Şu anda Thorin'le ilgili en önemli şey belki de ona bir erkek çocuk verebilecek kızdan hemen hemen elli yaş büyük olmasıydı.

Susan anlaşmayı fazla önemsememişti...

Hayır, bu doğru değildi. Kendine haksızlık etmemeliydi... Ama bu yüzden uykuları da kaçmamıştı. Bu kadarı doğruydu. Cord Hala'sının söylediklerini dinleye dinleye bazı şeyler düşünür olmuştu:

Bu aslında pek de önemli bir şey sayılmaz. Topraklarınızdan ipotek kaldırılacak. Sonunda uçurumun bir bölümü yalnız törelere göre değil, gerçekten de bizim olacak... Bunun bizim olduğunu gösteren senetleri evimizde saklayacağız. Bir kopyası da Rimer'in dosyalarına konacak. Yeniden atlarımız olacak. Evet, sadece üç at. Ama şimdi hiç atımız yok. Peki buna karşılık ne yapmam gerekiyor? Adamla bir iki defa yatmam ve ona bir çocuk vermem. Benden önce milyonlarca kadın bunu yapmış ve bir zarar görmemişler. Sonuçta beni seçen adam değişim geçirmiş ya da cüzzamlı biri değil. Sadece eklemlerini çatırdatan bir ihtiyar. Cord Hala'nın da dediği gibi, bu ilişki sonsuza kadar sürecek değil. Zaman ve ka uygun olduğu takdirde yine de evlenebilirim. Kocasının yatağına bir anne olarak gelen ilk kadın ben olmayacağım ki. Böyle yaparsam bir fahişe mi sayılırım? Yasalar öyle olmadığını söylüyor. Ama yasalara boşver. Kalbim babamın olan toprakları geri alabileceksem ve orada üç atı koşturabileceksem o zaman bir fahişe gibi davranmamda bir sakınca olmadığını söylüyor.

Bir şey daha vardı. Cord Hala bir çocuğun saflığından acımasızca yararlanmıştı. Susan şimdi bunu daha iyi anlıyordu. Cord Hala hep bebeğin üzerinde durmuştu. Pek sevimli bir bebeğin olacak. Cord Hala çocukluğunda oynadığı bebekleri bir tarafa bırakan Susan'ın kendi bebeği olması fikrinden hoşlanacağını biliyordu. Giydireceği, besleyeceği ve öğleden sonraki sıcak saatlerde birlikte uyuyacağı küçük canlı bir bebeği olması fikrinden.

Cordelia bir şeyi gözardı etmişti. Susan, belki de halam bunu dikkate almayacak kadar saf, diye düşündü. Ama buna pek inanmıyordu!

Cadı karısı bu akşam gerçeği ona zalimce açıklamıştı. Thorin bir bebekten daha fazla şeyler istiyordu.

"O yanında genç bir kız olmasını istiyor."

Bu sözleri düşünmek bile ay battıktan sonra etrafa basan karanlıkta kente doğru giden kızın yüzünün zonklamasına neden oldu. (Bu kez neşeyle koşmuyor, şarkı da söylemiyordu.) Koyunların, ineklerin nasıl çiftleştikleri konusunda belli belirsiz bir fikri olan kız teklifi kabul etmişti. Bu iş dişi hamile kalıncaya kadar sürdürülüyor, sonra da hayvanlar birbirlerinden ayrılıyordu. Ama Susan artık şunu anlamıştı: Thorin kendisini sık sık isteyebilirdi. Herhalde isteyecekti. İki yüz kuşak gerisine dayanan örf ve âdet yasası demir gibi güçlüydü. Buna göre adam onunla yatmayı sürdürecekti. Dürüst kadın bu dürüstlüğünü bir çocukla da kanıtlamalıydı. Çocuk da dürüst olmalıydı... Yani değişim geçirmiş bir yaratık olmamalıydı. Susan el altından bazı şeyler sorup öğrenmişti. İkinci kanıtlama hamileliğin dördüncü ayında yapılıyordu... Giysiliyken bile kadının hamile olduğu anlaşılan günlerde. Kararı Rhea verecekti. Ve cadı Susan'dan hoşlanmıyordu.

Susan çok pişmandı ama artık çok geçti. Kâtibin resmen yaptığı anlaşma teklifini kabul etmişti. O acayip cadı karısı onun dürüst olduğunu kanıtlamıştı. Kız şu anda daha çok Thorin'in çıplakken nasıl gözükeceğini düşünüyordu. Herhalde bacakları beyaz ve sıskaydı. Bir leyleğin bacakları gibi. Susan onun uzun kemiklerinin çatırdadığını duyacaktı.

Eklemlerinin de. Adamın eklemlerini unutma.

Evet, yaşlı bir adamın üzerleri kıllarla kaplı iri eklemleri. Susan bunu düşünürken güldü. Komikti bu. Ama aynı anda sıcak bir damla yaş farkına varmadan gözünün kuyruğundan yanağına doğru aktı. Susan yine farkında olmadan yaşı sildi. Yolun yumuşak tozlarının üzerinde yaklaşan atın nal seslerinin de farkında olmadığı gibi. Kafası hâlâ uzaklardaydı. Yaşlı kadının penceresinden gördüğü acayip şeyi düşünüyordu. Pembe küreden yayılan yumuşak ama kötü ışığı. Cadının ipnotize olmuş gibi ona bakmasını.

Susan atın yaklaştığını duyduğu zaman önce korktu. Önünden geçtiği koruya girerek ağaçların arasına saklanmayı düşündü. Böyle geç saatte dürüst bir insan etrafta dolaşmazdı. Özellikle Orta-Dünya'da artık zamanların kötüleştiği bir sırada. Ama saklanmak için geç kalmıştı.

Susan hendeği hatırladı. Kendini oraya atarak yatabilirdi. Ay batmıştı artık. Hiç olmazsa yolcunun onu farketmeden geçip gitmesi olasılığı vardı...

Ama kız daha o tarafa dönmeden arkasından usulca yaklaşmış olan yolcu ona seslendi. "İyi akşamlar, hanımefendi. Dünyadaki günlerinizin uzun olmasını dilerim."

Susan döndü. Ya bu Belediye Başkanı'nın evinin önünde ya da Yolcuların Dinlenme Yeri'nde aylak aylak bekleyen yeni adamlarından biriyse? En yaşlı olanı değil. Bu yolcunun sesinin onunki gibi titrek olmadığı kesin. Ama belki diğerlerinden biri... Gelen Depape diye çağırdıkları adam olabilir.

Susan yüksek atın üzerindeki erkek siluetine, "İyi akşamlar," diye cevap verdiğini farketti. "Sizin günleriniz de uzun olsun."

Sesi titremiyordu. Aslında sesinin de farkında değildi. Karşısındakinin Depape olmadığını sanıyordu. Reynolds adlı adamın da. Yolcu konusunda kesinlikle söyleyebileceği bir tek şey vardı: başında yassı kenarlı bir şapka olduğu. İç Baronluklar'daki erkeklerin giydiklerine benziyordu. Eskiden doğuyla batı arasında şimdikinden daha fazla gelinip gidildiği günlerde, Jack Farson gelmeden (İyi Adam) ve kan dökülmeye başlanmadan önce.

Yabancı kızın hizasına geldiği zaman Susan onun yaklaştığını duymadığı için kendini biraz olsun hoşgördü. Koşum takımlarında şıngırdayacak çıngırak ya da toka gibi şeyler yoktu. Her şey açılmaması için sıkıca bağlanmıştı. Aslında bütün bunlar kanundışı adamlarınkine benziyordu. Ya da soyguncularınkine. (Susan titrek sesli Jonas'la iki arkadaşının başka zamanlarda, başka yerlerde soygunlar yaptıklarını düşünüyordu.) Yolcu bir silahşor bile olabilirdi. Ama bu adamın tabancaları yoktu. Tabii onları saklamışsa o başka. Eyer kaşında bir yay vardı, bir de kılıflı mızrağa benzeyen bir şey. Hepsi o kadar. Susan, hiçbir zaman onun kadar genç bir silahşor olmadı, diye düşündü.

Yabancı, Susan'ın babasının yaptığı gibi ağzını çarpıtarak ata dilini şaklattı. Hayvan hemen durdu. Sonra yolcu tek bacağını zarif bir hareketle kaldırarak eyerin öbür tarafına attı. Susan, "Hayır, hayır," dedi. "Zahmet etme, yabancı. Yoluna devam et."

Yolcu belki kızın sesindeki endişeyi duydu ama buna aldırmadı. Bağlı üzengiye basmadan atın sırtından kaydı ve ustalıkla kızın önüne atladı. Küt burunlu botları.yoldan tozları kaldırdı. Susan yıldızların ışığında onun gerçekten çok genç olduğunu gördü. Aşağı yukarı yaşı (kendisininkine yakındı. Giysileri çalışan bir kovboyunkiler gibiydi ama yeniydi.

Delikanlı, "Will Dearborn hizmetinizde," diyerek şapkasını çıkardı. Bir ayağını uzatıp İç Baronluklar'da yaptıkları gibi eğildi.

Kentin sınırındaki petrol alanının kokusunun genzine dolduğu bu ıssız yerde bu nezaket Susan'ı şaşırttı. Ona korkusunu unutturarak gülmesine neden oldu. Yabancının bundan alınacağını sanmıştı ama delikanlı gülümsedi. Tebessümü güzeldi. Dürüst ve içten. Dişleri de çok düzgündü.

Susan eteğinin bir yanını tutarak reverans yaptı. "Susan Delgado da sizin hizmetinizde."

Yabancı sağ eliyle boynuna üç defa vurdu. "Teşekkür ederim sai, Susan. Dostça karşılaştığımızı umarım. Seni şaşırtmayı istemedim..."

"Biraz şaşırdım."

"Evet, bunu farkettim. Özür dilerim."

Evet. Yabancı, "Hı," değil de, "Evet," diyordu. Konuşmasından onun İç Baronluklardan olduğu anlaşılıyordu. Susan ona yeni bir ilgiyle baktı.

"Hayır, hayır. Özür dilemene hiç gerek yok. Çünkü düşüncelere dalmıştım. Bir... dostumu görmeye gitmiştim... Ve ayın battığını farkedinceye kadar ne kadar uzun bir süre geçtiğini anlayamadım. Endişelendiğin için durduysan, sana teşekkür ederim, yabancı. Ama yoluna devam et. Ben de öyle yapacağım. Ben köyün sınırına kadar gideceğim zaten. Hambry'ye. Artık orası çok yakın."

Delikanlı gülerek, "Güzel sözler, hoş duygular," diye cevap verdi. "Ama artık geç oldu ve sen de yalnızsın. Bence birlikte gitmemiz daha iyi olur. Ata biniyor musun, sai?'

"Evet ama..."

"O halde yaklaş ve dostum Aceleci'yle tanış. Son üç kilometren seni taşıyacak. O iğdiş edildi, sai ve çok uysal."

Susan, Will Dearborn'a hem neşe, hem de öfkeyle baktı. Eğer bana sanki ben yaşlı bir öğretmen ya da bunamış büyük teyzeymişim gibi tekrar sai derse bu budalaca önlüğü çıkarıp kafasına vuracağım, diye düşündü. Sonra, "Eyer taşıyacak kadar uysal olan bir atın huysuzluklarına aldırmam. Babam ölünceye kadar Belediye Başkanı'nın atlarına baktı... Bu yörede Belediye Başkanı aynı zamanda Baronluğun Muhafızı'dır. Ben bütün ömrüm boyunca ata bindim."

1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət