Ana səhifə

Gazeteci Philip Willan: 'Papa'yı vur emrini P2 verdi' 24. 06. 2010 'Papa'yı vur emrini P2 verdi'


Yüklə 1.95 Mb.
səhifə11/17
tarix26.06.2016
ölçüsü1.95 Mb.
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   17
08 Mayıs 2009 Cuma

Ekmen dosyayı yeniden açan Diyarbakır Başsavcılığı"na talimatla ifade verdi. Ekmen, “JİTEM” ifadesinin tutanağa geçmesi için ısrarcı oldu

Haber: Adnan KESKİN

Güçlükonak"ta 11 köylüyü PKK"nın değil JİTEM"in öldürdüğünü açıklayan eski Devlet Bakanı Adnan Ekmen dosyayı yeniden açan Diyarbakır Başsavcılığı"na talimatla ifade verdi. Ekmen, “JİTEM” ifadesinin tutanağa geçmesi için ısrarcı oldu

Güçlükonak'ta 11 köylüyü PKK'nın değil JİTEM'in öldürdüğünü açıklayan eski Devlet Bakanı Adnan Ekmen'in ifadeleri üzerine katliam dosyasını yeniden gündeme alan Diyarbakır Başsavcılığı, Ekmen'in talimatla ifadesine başvurdu. Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde 1996 yılında 11 köylünün önce kurşunlanıp sonra yakılarak öldürülmesiyle ilgili katliam dosyası, küllenmiş iken Ergenekon davasıyla başlayan itiraflar üzerine yeniden gündeme gelmişti. Dönemin devlet Bakanı Ekmen Taraf'a; "Köylüleri PKK değil JİTEM öldürdü. Bunu köylüler de biliyordu ve bana da aktardılar, ancak can güvenlikleri olmadığı için bunu açıklayamadılar”demişti. Bu iddiayı destekleyen yeni ihbar mektuplarını da dikkate alarak Güçlükonak dosyasını yeniden işleme koyan ve o dönem bölgede görev yapan askeri personelin tespitine başlayan Diyarbakır Başsavcılığı, Ekmen'i talimatla ifadeye davet etti.


Ekmen bunun üzerine dün Ankara Adliyesine gitti, burada bildiklerini ayrıntılarıyla anlattı. Ekmen, olayın ardından bakanlığı kanalıyla edindiği, bölge insanlarından kendisine iletilen gerçekleri ifadesine yazdırdığını söyledi. Eski Devlet Bakanı Adnan Ekmen, "Tüm duyduklarımı, olayı yaşayanların bana samimiyetle aktardıkları bilgileri tekrarladım. Hatta, tutanağa JİTEM ifadesinin sehven geçmediğini fark ettiğimde de bunun özellikle ifademde yer almasını sağladım" dedi.

Kaynak: Taraf

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


Solun solu Ergenekon'a nasıl bakıyor?    03.05.2009





Solun solu Ergenekon'a nasıl bakıyor?

                          Söz sırası SP ve Halkevlerinde    



Sosyalist Parti MYK üyesi Gökhan Taşyakan : Emekten, barıştan, demokrasiden yana olmayan neo-liberal, Kürt düşmanı bir AKP darbecilerle tümden hesaplaşamaz. Dolayısıyla da operasyon yalnızca bir aparatın temizlenmesiyle sınırlı kalacak gibi görünmektedir.

Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy: Gücünü yitiren ve demokrasicilik barutu da giderek tükenen AKP'nin düzen içi ve düzen dışı tüm muhaliflerini sindirmenin yol ve yöntemleri Ergenekon sürecinde fazlasıyla açığa çıkmış durumda

Sosyalist Parti: Sol, darbecileri görmezden gelemez

Sosyalist Parti MYK üyesi Gökhan Taşyakan : Emekten, barıştan, demokrasiden yana olmayan neo-liberal, Kürt düşmanı bir AKP darbecilerle tümden hesaplaşamaz. Dolayısıyla da operasyon yalnızca bir aparatın temizlenmesiyle sınırlı kalacak gibi görünmektedir

Ergenekon operasyonu ile birlikte Türkiye sarsıldı… Önce “derin devlet” mi çözülüyor sorusu gündeme geldi, sonra işin rengi belli olmaya başladı. Darbe anayasasıyla yönetilen bir ülkede “darbecilere” karşı bir temizlik harekâtı olur mu? Olmadı… Öyleyse Ergenekon nedir sorusunu sormak gerekir?

Ergenekon bu ülkenin karanlık tarihinin adıdır…


Her şey Ümraniye’deki bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla başladı. Sonrası malum. Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Veli Küçük, Doğu Perinçek ve kamuoyunun tanıdığı daha birçok isim başlatılan Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklandı.

Aslında gerek “derin devlet” gerekse de “derin” insanlar çeşitli vesilelerle biliniyordu. Bazı zamanlarda bizlere “milli duygulu”, “maceracı” gibi sıfatlarla şirin gösterilmeye çalışılsalar da biz onları Hrant Dink katliamından, Şemdinli’den, Mersin’de ki bayrak provokasyonundan ve burada sayamayacağımız nice kirli girişimden tanıyorduk. Yani aslında çok da şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşılmadı.

NATO’nun “soğuk savaş” konsepti dolayımı ile oluşturduğu ve özellikle sosyalistlere karşı kurulan Gladio tipi örgütlenmeler varlığını değişik adlarla da olsa sürdürdü/sürdürüyor.

Reel sosyalizmin çökmesiyle birlikte birçok ülkede dağıtılan “gizli savaş örgütleri” Türkiye’de faaliyetlerine kesintisiz bir şekilde devam etti. “Kirli savaş” dönemi ise bu örgütlenmeyi geliştirdi, güçlendirdi. Özel savaş konseptinin veciz sözü haline gelen “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” politikası bu “kontrolsüz” gücün ulaştığı boyutu gösteriyordu. Fırat’ın öte yanında bizzat oligarşi tarafından örgütlenen bu asimetrik savaş örgütü gerçekleştirdiği eylemlerle gündemden hiç çıkmadı. Darbecilerin her zaman bir gerekçesi oldu. Kimi zaman sosyalistlere, kimi zaman Kürtlere, kimi zaman ise siyasal İslam’a karşı “vatanı savunduklarını” iddia ettiler. Son olarak ise bu tabloya Cumhuriyet mitingleri, ordu göreve çağrıları, vatan savunmacılar, Kemalizm tartışmaları eklendiğinde darbe yeniden gündeme geldi. Siyasal atmosfer yeniden darbeciliği meşrulaştırdı.

İşte kamuoyunun Ergenekon olarak bildiği operasyon bu açıdan anlamlıdır. Ancak “derin devlet”in gerçekten tasfiye olup olmadığı, darbeciliğin gerçekten suç olup olmadığı düşündürücüdür. Çünkü dört darbe yaşanmış (biri post-modern) bir ülkede darbe suçu işlemiş olanlar yargı önüne çıkartılmıyorlarsa eğer burada bir düşünmek gerekir.

Ergenekon Yetmez


Öncelikle Ergenekon davası ile ortaya dökülen kirli ilişkiler bile yeterlidir ki darbe girişiminde bulunanlar yargılanmalıdır! Yani düzinelerce provokatif eylemlere karışanlar cezasız kalmamalıdır! Dolayısıyla karışık bir şey yok. Bu konuda taraf olmak zorunludur. Ancak bu haliyle Ergenekon’un tasfiyesi yeterli değildir.

AKP hükümetinin bu operasyonu genişletebilmesi mümkün gibi görünmemektedir. Çünkü AKP operasyonu bir demokrasi kavgası olarak değil, iktidarda kalma savaşı olarak görmektedir. Bu açıdan emekten, barıştan, demokrasiden yana olmayan neo-liberal, Kürt düşmanı bir AKP darbecilerle tümden hesaplaşamaz. Dolayısıyla da operasyon yalnızca bir aparatın temizlenmesiyle sınırlı kalacak gibi görünmektedir. Bu tablo ancak sosyalist solun, Kürt halkının, Taksim 1 Mayıs’çılarının yani demokrasi güçlerinin çabasıyla değişebilir.

Bizlere düşen görev ise verilenle yetinmeden demokrasi mücadelesini yükseltmek olmalıdır. Darbe yapmış/yapamamış, faili meçhul cinayetlere karışmış, derin devlet içerisinde yer almış olan herkes yargı önüne çıkartılmalıdır. Çünkü darbecilik suçtur.

Bugün kimi hedef alıyor görünürlerse görünsünler darbeler önce sosyalizme, emeğe, barışa, demokrasiye ve halkların kardeşliğine karşı düşmandır. Ve sol darbecileri görmezden gelemez.




Gökhan Taşyakan - Sosyalist Parti Merkez Yürütme Kurulu üyesi

Halkevleri: Neoliberalizm kendi kontrgerillasını yaratıyor

Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy: Gücünü yitiren ve demokrasicilik barutu da giderek tükenen AKP'nin düzen içi ve düzen dışı tüm muhaliflerini sindirmenin yol ve yöntemleri Ergenekon sürecinde fazlasıyla açığa çıkmış durumda

Önce adını doğru koyalım. Ergenekon operasyonu, kimilerinin iddia ettiği gibi askeri vesayet sistemine karşı bir demokratikleşme operasyonu değil, kontrgerillanın, emperyalist ilişkilerin yeni dönem ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesi ve safralardan arınma operasyonudur.
Yani, neoliberal sömürgeleştirme sürecinin kendi kontrgerillasını yeniden yapılandırma çabasıdır. Üst rütbelileri “hastaneler” üzerinden korunsa da ilk kez “askere” dokunulması, bazı tetikçilerin tutuklanması kuşkusuz değerlidir. Ancak demokratik bir halk hareketi dinamiğine dayanmayan bu “it dalaşının” ülkemiz için hayırlı bir gelecek vaat etmediği de açıktır.
“Ergenekon” adı altında sözde derin devletin tasfiyesi adıyla açılan davalarda Cumhuriyet gazetesi ve Danıştay baskını dışında hiçbir eylemin olmaması manidardır. Yakın tarihimizde “kontrgerilla operasyonları” ile ilgili hiçbir eylem ortada yoktur. AKP kendine karşı yapılanların üzerine gitmektedir; halka karşı işlenmiş suçların değil.
Sürecin ihalesini üzerine alan AKP, bunu kendi siyasal projesi üzerinden yürütme telaşında. Son dalga bu durumu daha da görünür hale getirdi. AKP’nin seçim yenilgisinden hemen sonra başlatılan son dalganın hedefleri ve yapılış tarzı niyeti belirginleştirdi. Son operasyona Türkan Saylan’ın dahil edilmesi, yaratılmak istenen toplumsal düzende cemaat ilişkileri dışında kalan kimseye rahat olmadığının, laik unsurlara, “STK’cı Yardımseverliğe” bile tahammül edilmeyeceğinin göstergesi oldu.
AKP ve temsil ettiği siyasal sisteme karşı olan her kesimin, her kurumun “Ergenekon”a bir şekilde dahil edilip “Ergenekonculuk” ile damgalanabileceği bir tarzla karşı karşıyayız. Gülen cemaati ile ilişkili yayınlarda bu durum ifrata vardırılarak, DESA’da sendika hakkı için mücadele eden Emine Arslan dahi Ergenekon ile bağlantırılabildi. “Bükemediğin eli ‘Ergenekon’a bağla” yaklaşımıyla daha önceki dalgalarda kimi devrimci örgütlerin ve Kürt hareketinin de ‘Ergenekon’la bağlantısı olduğu dahi basına servis edilebilmişti.

Gücünü yitiren ve demokrasicilik barutu da giderek tükenen AKP’nin düzen içi ve düzen dışı tüm muhaliflerini sindirmenin yol ve yöntemleri Ergenekon sürecinde fazlasıyla açığa çıkmış durumda. Operasyon yürütülürken psikolojik harpten izleme-dinleme faaliyetlerine kadar her türlü kontrgerilla taktiği uygulanmakta, “Demokrasi” ve “hukuk” söylemleriyle toplum üzerinde bir baskı ve sindirme operasyonu yürütülmektedir. “Darbe karşıtı” söylemle “Polis hukuku”na dayanan otoriter bir devlet inşa edilmektedir.

Darbecilerin kapatarak, yöneticilerini yıllarca hapiste yatırarak susturmaya çalıştığı Halkevleri, AKP tarafından yollanan müfettişlerle, açılan davalarla sindirilmeye çalışılıyor. Bu nedenle Halkevleri ‘Ergenekon’ operasyonunun ‘savcısına’ da ‘avukatına’ da bel bağlanmaması gerektiğini ilk günden bu yana söylemeyi sürdürüyor.
Toplumsal muhalefet egemenlerin kodları ile hareket etmek yerine kendi diline sahip çıkmalı, kendi söylemini oluşturmalıdır. “Ergenekon”a değil “kontrgerilla” ve “derin devlet”in yeniden inşasına dönük mücadelesini yargısız infazların, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, işkencelerin, katliamların teşhiri ve toplumsal hafızanın tazelenmesini sağlayarak başlatmalıdır.
12 Eylül darbecilerinin yargılanması, Sivas’ın, Maraş’ın, Gazi’nin, 1 Mayıs 77’nin, Musa Anter’in, Hrant Dink’in, “devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” denilerek yapılan 1000 operasyonun, Fırat’ın doğusundaki ölüm kuyularının faillerinin ortaya çıkarılması, mahkeme salonlarını aşan bir toplumsal davanın yaratılması ile mümkündür.


Oya Ersoy - Halkevleri Genel Sekreteri


Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Dalan'dan şoke eden açıklamalar!    30.04.2009
Dalan'dan şoke eden açıklamalar!
30 Nisan 2009 Perşembe

İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski başkanı ve Ergenekon firarisi Bedrettin Dalan'dan 28 Şubat itirafı...

Eski Jandarma İstihbarat Başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'le konuşan Dalan "Çevik (Bir) Paşa ile 28 Şubat öncesi oturdum konuştuk, 4 saat not aldı. Bunları generallere dağıttı. Çok gizli rapordu" diyor.


Ergenekon soruşturmasının 10. dalgasında gözaltına alınacağını öğrenince ABD'ye kaçtığı ileri sürülen Yedi Tepe Üniversitesi sahibi Bedrettin Dalan'ın 28 Şubat postmodern darbesini başlatan isim olduğu ortaya çıktı. Dalan, Ergenekon'un ikinci iddianamesine giren dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Levent Ersöz'le yaptığı konuşmada 28 Şubat'ın baş aktörlerinden dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'e 28 Şubat öncesi 4 saat brifing verdiğini anlatıyor. Dalan, Orgeneral Bir'in aldığı notları rapor haline getirerek gizli damga ile generallere dağıttını söylüyor.

KONUŞMA ERUYGUR'DAN ÇIKTI

Ergenekon sanığı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde İstihbarat Daire Başkanı olan Levent Ersöz'le Bedrettin Dalan arasında geçen konuşmanın, ikilinin bahsettiği konulardan 2004'te gerçekleştiği anlaşılıyor. Evinde ve ofisinde yapılan aramalarda 2500 dinleme kaydı ele geçirilen 'derin kulak' Ersöz'ün, Dalan'la yaptığı görüşmeyi de kaydettiği anlaşıldı. Ersöz'ün, Dalan'la konuşmasının çözümü Eruygur ve dönemin Jandarma Teknik Daire Başkanı Albay Hasan Atilla Uğur'da ele geçirildi.



BEN SÖYLEDİM BİR YAZDI

İkinci Ergenekon iddianamesinin ek belgeleri arasında 240. klasörde yeralan konuşmada Dalan, yaptığı faaliyetleri anlatırken 1998'deki post modern darbedeki rolünü de itiraf ediyor. Dalan şöyle diyor: "Ben yaşayarak öğrendim. Ben bir şey daha yaşadım paşam. Bunları Çevik Paşa ile 28 Şubat öncesi oturdum konuştuk, 4 saat not aldı. Ve bunları bilgi notu haline getirdi. Karargahındaki generallere dağıttı. Çok gizli rapordu." Konuşmada Dalan, Bir'e "Raporun üstüne çok gizli damgası koymasaydın bari" dediğini söyleyince Ersöz de "Oraya da yazmış mı Sayın Bedrettin Dalan'dan alınmıştır diye" şeklinde konuşuyor. Dalan da "Aynen yazmış. İsim de var" cevabını veriyor.



DALAN: KORKMUYORUM

Dalan konuşmanın devamında adının Çevik Bir'in raporunda yazılmasından korkmadığını ifade ediyor. Ersöz de "Ama siz zaten bundan korkmuyorsunuz ki. Kendinizi üçüncü sıraya koymuşsunuz biraz çekingenliğiniz için" diyor. Dalan da, "Ben korktuğum konuyu biliyorum ama benim ülkemin Silahlı Kuvvetleri, yani eğer bir gizlilik derecesi yapmışsa onun şerefidir, onu korumak onun yükümlülüğüdür. Benim görevim değildir" şeklinde konuşuyor.



'1 numara'ya haykır başkanım

Ergenekon sanığı Levent Ersöz'le firari Bedrettin Dalan arasındaki konuşmada, Dalan'ın örgüt içindeki konumunu ele veren ifadeler dikkat çekiyor. Ersöz Dalan'a "Başkanım siz üçüncü sıradasınız ama gelin sizi birinci sıraya şunları çıkıp da şöyle şu camdan tekrar bir bağırsanız da" diyor. Dalan ise TSK'yı eleştirerek "Bugün keşke benim elimde bir güç olsaydı, demokrasi nasıl olurdu gösterirdim. Güç zamanı geldiği zaman kullanılır" diyor. Dalan konuşmanın ilerleyen bölümünde İnan Kıraç'ın da aralarında bulunduğu üç kişiyle tartıştığını anlatıyor. Dalan, Kıraç'ı Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e gönderdiğini söylüyor.



İdam edileceğimi bilsem dönerim!

5 aydır Ergenekon firarisi olan Dalan, Poyrazköy'deki arazisinde cephane çıkınca ABD'den dönüşünü bir kez daha erteledi. Konuşmasında yurtdışında yaşayanları eleştiren Dalan "Onlar sıkıyı görse New York'ta, Paris'te yaşamayı göze almış adamlar. Gidiyorum kuşun kanadıyla Türkiye'ye dönüyorum. 10 gün sonra idama razı olsam geri dönerim. Benim yapım bu" diyerek Türkiye sevgisini anlatıyor.



Topuğa mermiyle olmuyor

Konuşmada Ersöz, Dalan'a, "Şimdi mesela bakın 1. Ordu komutanı olan bir komutanımız. Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapmış. Kafası son derece çalışan. Nasıl anlatamadınız?" diye soruyor. Dalan ise 'Kardeşim bakın sizin elinizde silah olduğu için çok ağırsınız' diyor. Dalan Doğan Güreş Paşa'nın 'Ben topuğuna bir mermi salladım mı?' sözünü hatırlatarak 'Öyle bir şey olmaz" diyor.



Özkök'e adam gönderdim

Kendi içlerindeki bir tartışmayı anlatan Dalan şöyle konuşuyor: "3 kişi birbirimize girdik, 'İnan'a (Kıraç) git Ankara'ya. Kurmay'la konuş benden ne şikayetiniz var öğren dedim"

Dalan konuşmanın bir bölümünde TSK'nın iktidara karşı demokratik tutum takınmasından rahatsız olduğunu anlatıyor. Dalan'ın eleştirisine Ersöz "Biz de azmetmedik canım' karşılığını veriyor. Dalan bu durumun içlerinde tartışmaya neden olduğunu anlatıyor. İkili arasındaki görüşme şöyle devam ediyor:

BİRBİRİMİZE GİRDİK

Dalan: Bundan 6-7 ay önce İnan Kıraç'la beraber geldik. Böyle Sakarya meydan muharebesi gibi 3 kişi kavga ettik, gırtlaklıyordum ben. 'İnan git Ankara'ya. Kurmay'la konuş benden ne şikayetiniz var diye öğren' dedim.



Başkan (Ersöz): Geldi mi?

Dalan: Geldi. Uydu adam. Hilmi Özkök'le (Genelkurmay Başkanı) konuştuk, 'Senden çok mutluyuz, memnunuz, Allah senden razı olsun' de ve benim de kabahatim çıktı. Çünkü evladımın ölüsünü göreyim.



Başkan: Çok ciddi bir durum .

Dalan: İki evladımın ölüsünü göreyim ki çok ciddiyim.



Başkan: O da aynı şeyi söyledi.

Dalan: Evet. Tamam ben gönderdim ona. Sofya'ya gönderdim, İnan Kıraç da şahit. Geldiğinde İnan Kıraç'la da tanıştırdım İstanbul'da. Bağırdık, çağırdık gönderdik. Biz suçlu olduk falan, oturduk. Başkan: Ben görevimi yaptım diyorsunuz.



Yardımcısı Chirac'mış

TSK'nın iktidara karşı tavrı nedeniyle 20 yıldır verdiği emeğin boşa gittiğini söylen Bedrettin Dalan faaliyetlerini anlatırken şöyle konuşuyor: Bu işlerimden dolayı dünyada değişik kişilerle tanıştım. Şu andaki Fransa Cumhurbaşkanı (Jacques Chirac) benim yardımcımdı. 3 sene öncesi. Almanya'nın eski ... eyalet başbakanı ... çok yakın dostluğum vardır. İstanbul'a getirdim....



Dalan içini döküyor: TSK'dan umudu kestim 'Yahudiler'le dalıyorum

Ergenekon'un darbe teşebbüsünde bulunduğu 2004 yılında yapılan konuşmada, Dalan 'TSK'dan umudumu kestim' deyince Ersöz darbe hazırlığından bahsediyor:

Dalan: Benim söylediğim bütün bunlardan sonra Silahlı Kuvvetler'den de umudumu kestim. Tek başıma Amerika'yla, Yahudi lobileriyle kaç aydır dalmalara başladım.

Başkan (Ersöz): Başkanım burada yanlışsınız, kusura bakmayın.

Dalan: Yapmayın etmeyin. Türkiye'nin dengelerini de fazla sallamayın, buradaki Amerikan Büyükelçiliği'ni işte bu dün arkadaşlarımızla tanıştırdı, en önemli adamıyla kaç aydır kavga ediyoruz... Çin'e... taa, Şanghay'a gittim orada Wolfowitz'in bir akrabası var, ondan sonra arkakasından iki defa gittim.



Başkan: Silahlı Kuvvetler'den ümidi kesmeniz son derece yanılgı noktanız, kusura bakmayın çünkü neden. 20 yılı verdik. Silahlı Kuvvetler mensubu olarak şunu öneriyorum başkanım. Kasım, İsmail ve Bedrettin Dalan olarak görmeliyiz. Tahsin Kürşat diğerlerinden... bu iş böyle. Silahlı Kuvvetler bunun bir parçası.

Haber: Şamil Kucur

Kaynak: Şafak gazetesi

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Gizli tanığın şok eden iddiaları    28.04.2009
"Çatlı'yı odunla öldürdük"
28 Nisan 2009

Ergenekon davasındaki ikinci iddianamenin eklerinde gizli tanığın şok eden iddiaları da yer aldı.

'Susurluk kazasında Mercedes'ın arka sol koltuğunda Abdullah Çatlı oturuyordu. Sadece sağ kolu kırıktı. Kolunu büktük, daha sonra da odunla öldürdük!'

Ergenekon soruşturması kapsamındaki 2. iddianamenin 248 klasörden oluşan ve 2 DVD'ye kaydedilen ekleri sanık avukatlarına verildi.

Klasörlerde daha önce tartışmalara yol açan gizli tanıkların kimlikleri ile ülke güvenliğine zarar verebilecek gizli belgeler klasörlerde yer almadı. 2. iddianamenin ekleri arasında yeralan gizli tanık Kıskaç'ın ifadesi ise tüyler ürpertici.

Kıskaç'ın, 30 Kasım 2008'deki ifadesinde, 'Antalya JİTEM'de görevli Başçavuş Hakan'ın kendisine, 'Uyuşturucu babalarını, Abdullah Çatlı'yı biz vurdurduk, O kendi çıkarları için çalışmaya başladı. Kazanın bizde kayıtları var. Araç çarptıktan sonra Abdullah Çatlı sağdı. Sağ kolu kırılmıştı, yaralıydı. Araba sağ ön taraftan çarpmış, Abdullah Çatlı arka solda oturuyordu. Kolunu büktük, köpek gibi yalvarıyordu. Trafik kazasından değil, darptan öldü. Çatlı'yı odunla öldürdük' dediğini anlattı.

SABANCI SUİKASTINI UYARDIK

Kıskaç'ın, JİTEM'e çalıştığı sırada, Sabancı suikastini de önceden ihbar ettiği ve gerekli önlemlerin alınmadığı ifadesinde yer aldı. Gizli tanık, Fehriye Erdal'ın da Almanya'da kaldığı evi MİT'e bildirdiğini, bu bilginin 15 bin dolara Arena'ya satıldığını ileri sürdü. Kanal D bu yeri deşifre ederek failin kaçmasını sağladı.Cumhuriyet Savcısı'na 'bunlar bilgileri satıyor' diyerek bir daha MİT görevlileriyle görüşmedim.'

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Kürt siyasetinde seçim öncesi ve sonrası gelişen olayları    21.04.2009


Ruşen Çakır, DTP Operasyonu ve Hizbullah-Fethullah Gerginliğini Yorumladı

Kürt siyasetinde seçim öncesi ve sonrası gelişen olayları Ruşen Çakır Vatan gazetesinde yazdı.




 

Seçim öncesi PKK ve bir şekilde buna bağlı olarak Kürt sorununun çözümü konusunda iyimser bir hava vardı. Etkilerini kısmen sürdürse de bu olumlu atmosferin büyük ölçüde dağılmakta olduğunu, belirsizlik ve çözümsüzlüğün yeniden öne çıktığını gözlüyoruz. Halbuki Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte devletin farklı kurumları arasında belirgin bir uyum ortaya çıkmış, koordinasyon temin edilmiş ve umutlar yeşermişti. Fakat AKP hükümetinin stratejisizliği veya yanlış stratejilerin peşinden gitmesi nedeniyle enerjiler yine heba oluyor. Örneğin Başbakan Erdoğan Diyarbakır, Batman gibi illerde belediyelerin AKP tarafından alınmasıyla çözüm yolunda epey ilerleme katedileceği havası yarattı. Bu yanlıştı. Üstelik DTP’nin elinden hiçbir belediyeyi alamadığı gibi Van ve Siirt’i de kaptırdı. Sonuçta, adını bile anmaktan imtina ettiği DTP’ye stratejik bir zafer hediye etmiş oldu.

14 Nisan günüyse yepyeni bir yanlışa imza atıldı. 12 ayrı ilde düzenlenen operasyonlarda “PKK’nın şehir örgütlenmesi” ni oluşturduğu iddia edilen büyük kısmı DTP’li 50’yi aşkın kişi gözaltına alındı ve neredeyse hepsi tutuklandı. “Bunda yanlış olan nedir?” diye sorulacak olursa ilkin “zamanlama” demek gerekir. Çok uzun süredir takip edildikleri söylenen bu şahısların yerel seçimlerin hemen ardından alınmış olmaları operasyon kararında siyasetin belirleyici olduğunu düşünmemize yol açıyor. Öyle ki birçok kişi için bu “yerel seçimlerin intikamı” olarak algılandı.

Bu operasyon DTP-PKK ilişkisininin ya hiç anlaşılmamış olduğunu ya da tam tersine çok iyi anlaşıldığını gösteriyor. DTP (ve daha önceki partiler) ile PKK arasında organik bazı bağların bulunduğunu kestirmek için kahin veya istihbaratçı olmak gerekmez. Sorun ülkeyi yönetenlerin ve güvenlik güçlerinin bu bağlara nasıl baktıklarıdır. Örneğin yasal Kürt partilerinin onca yıllık mevcudiyetine rağmen ilk kez 14 Nisan’daki gibi geniş çaplı bir operasyon düzenleniyor. Diğer bir deyişle PKK’nın yasal siyasi hareketi ve partileri denetimi altına alma arzusu hep bilinir ama büyük ölçüde buna göz yumulurdu. Fakat nedense tam da PKK’nın silahsızlandırılmasının yoğun olarak tartışıldığı bir dönemde, ellerinde silah olmayan 50’yi aşkın kişi apar topar götürülüyor. Burada Cengiz Çandar’ın çok iyi özetlediği gibi “PKK’nın DTP’leştirilmesi” yerine “DTP’nin PKK’laşması” gibi garip bir arayışın devrede olduğunu özetleyebiliriz.



Hizbullah’tan uyarı

Başka gariplikler de var. Bunu anlamak için Güneydoğu’da PKK’nın dışında başka sosyal ve siyasal aktörlerin de bulunduğunu görmemiz gerekiyor. Bu açıdan iki gücün altını çizelim: Fethullah Gülen cemaati ile Hizbullah. Hizbullah’ın onca operasyona rağmen gücünü toparladığını, yasal ve yarı-yasal faaliyetleri esas alıp değişerek bölgede hızla etkili bir güç haline geldiğini birkaç kez anlatmaya çalışmıştım. Keza Gülen cemaati de hem Güneydoğu, hem Kuzey Irak’ta son birkaç yıldır hayli yoğun bir faaliyet yürütüyor.

Zaten öteden beri birbirlerinden hazzetmeyen bu iki grup arasında son günlerde anlaşılmaz bir gerinlik var. Hizbullahçılar ne zamandır Gülen hareketinin medyasının bazı yayınlarından şikayetçiydi. Son olarak Gülen’in bizzat yaptığı ve Hizbullah’ı da hedef aldığı açıklama üzerine tam anlamıyla alarma geçmiş durumdalar. Dün “Hizbullah Basın Bürosu” adına kaleme alınan bir basın bildirisinde bu konu ele alınıyor ve bir çatışma ihtimaline dikkat çekiliyor.

Bildiriden bazı cümleler aktarmak istiyorum: “Bu sefer de Fethullah Gülen grubu üzerinden, çatışma ortamı oluşturarak bir fitne ateşinin fitilinin tutuşturulmak istendiği müşahade edilmektedir (...) Gülen ve grubu kendi iradesi ve öz gücüyle böyle tehlikeli bir işe kalkışabilecek bir konumda değildir. Yine herkes çok iyi biliyor ki böyle bir çatışma durumunda, Hizbullah tarafından kısa süre içerisinde etkisiz hale getirilebilecek bir pozisyondadırlar. (...) Hiçbir şekilde bunlara şiddet uygulamayacağız. Oynanmak istenen oyunu bozmak için elimizden gelen her çabayı göstereceğiz (...) Buna rağmen birileri Hizbullah ismini kullanarak bazı tepkiler gösterebilir. Ancak halkımız şunu iyi bilsin ki; bizim cemaat olarak tavrımız, dile getirdiğimiz şekilde olacaktır. Bunun dışında gelişecek hiçbir tavır ve eylem Hizbullah’a ait olmayacaktır...”

Evet Güneydoğu’da çok garip şeyler oluyor. Dikkatle ve serinkanlılıkla izlemekte yarar var.


Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- 'Kanlı 1 Mayıs'la ilgili şok iddialar    21.04.2009
'Kanlı 1 Mayıs'la ilgili şok iddialar

21 Nisan 2009 Salı

Taksim Meydanı'nda 1977'de meydana gelen ve tarihe 'Kanlı 1 Mayıs' olarak geçen dönemde İstanbul Belediye Başkanlığı görevini yapan CHP'li Ahmet İsvan, meydanda toplanan halkın üzerine ateş açanları net olarak gördüğünü söyledi.

"Ellerinde kısa namlulu silah vardı, paçaları botlarının içine sokulmuştu" şeklinde tarif ettiği saldırganları toplum polisi müdürüne gösterdikten sonra omzuna cop yediğini belirten İsvan, "Güvenlik güçlerinin kanlı 1 Mayıs'ı örtbas etmek için çalıştığına adım kadar eminim." dedi. Olayların "Ne yaptıysak vatan için yaptık" anlayışıyla gerçekleştirildiğini düşünen İsvan, kanlı 1 Mayıs ile Ergenekon eylemleri arasında benzerlik kurdu.

36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977'deki olayların en yakın görgü tanıklarından biri Ahmet İsvan, 32 yıl önce yaşadıklarını detaylarıyla Cihan Haber Ajansı'na anlattı. 1973-1977 yılları arasında İstanbul Belediye Başkanı olan Ahmet İsvan, "1 Mayıs 1977 tarihinde Taksim'de yaşanan katliam, güvenlik güçlerinin ayarladığı, uyguladığı, sonra da gerçeğin ortaya çıkmaması için gayretler sarf ettiği olaylardır." iddiasında bulundu. O tarihte çeşitli sol fraksiyonların birbirleriyle ters düştüğünü anlatan İsvan, "Birisi öbürüne Amerikan uşağı diyor, ötekisi diğerine Moskova uşağı diyordu." şeklinde konuştu.

1 Mayıs'tan önce vilayetten belediyeye resmi bir yazı geldiğini, "1 Mayıs kutlaması için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na göre DİSK yetkilidir. Bilginiz olsun, olaylar çıkabilir, hazırlıklı olun" denildiğini anlatan Ahmet İsvan, bu yazı doğrultusunda gereken tedbiri aldıklarını, belediyenin ambulanslarını yollara yerleştirdiklerini, itfaiye araçlarını köşe başlarında hazır tuttuklarını dile getirdi.



İSTENMEYEN GRUBUN MEYDAN ISRARI

DİSK'in belediyeye başvurarak o sırada yeni hizmete alınan telsizli araçlardan yararlanmak istediğini söyleyen İsvan, 7 zabıta aracını, yanlarına birer DİSK görevlisi alarak şehir içinde yürüyüş kollarını zamanlamasına yardımcı olmak üzere görevlendirdiğini anlattı. Bu görevleri şeref tribününden el telsiziyle takip ettiğini belirten Ahmet İsvan, şöyle devam etti: "Bir çarpıcı durum Yeni Camii önünde oldu. Kümeleşmiş bir gençlik grubu, ellerindeki pankartlarıyla bekliyorlardı. DİSK'liler bu fraksiyonun meydana katılmamasını, törene girmemesini istiyordu. Ama bunların kim olduğunu bilmiyorduk. Yapılan önleme sonrası Yeni Cami önündeki bu grup dağıldı. Aynı grubun Valide Camii önünde kümeleştiği duyumu alındı. Bu grubun DİSK'in meydana sokmak istemediği vurucu, kırıcı bir fraksiyon olduğu tespit edildi. Aynı grubun Bozdoğan Kemeri'nin yanından köprüye oradan da Taksim'e gelecekleri öğrenildi. DİSK, traktör fabrikası işçileriyle bu grubun önünü kesti. Bu grup uzun süre Taksim Meydanı'na sokulmadı. Ama Haliç'in etrafından döndüler, yürüyerek Şişli istikametinden Taksim Meydanı'na ulaştılar."

POLİS COPU OMUZA İNİYOR

Bu grubun meydana girer girmez iki üç el tabanca sesi duyulduğunu, alandaki kalabalığın rüzgarda ekinin dalgalanması gibi hareketlendiğini anlatan Ahmet İsvan, şunları kaydetti: "Kısa süre sonra Sular İdaresi duvarı, Pamuk Eczanesi ve bugün The Marmara olan Intercontinental Otel önünde yay biçiminde meydana doğru yaylım ateşi başladı. Kurşunlar şeref tribünün üzerine doğru geliyordu. Ateş açılmasının ardından kimileri yerlere yattı kimileri koşturmaya başladı. Büyük panik yaşandı, insanlar kaçışmaya başladı. Asıl dehşet verici olay bir polis panzeri çocuklu kadınlı o kalabalığın üzerine inanılmaz bir hışımla saldırdı. Büyük gürültü çıkaran bu panzer kalabalığın üzerine hızla geldi. Bu paniği daha da artırdı. Olayların ardından çok sayıda ceset vardı, yaralı vardı. Biz şeref tribününden çıkamadık. DİSK'li görevliler tribünün etrafından kol kola girerek bir zincir oluşturup bizim güvenliğimizi sağladı. Sular İdaresi'nin üzerinde silüet halinde görünen 6-7 belki daha fazla kişi ellerinde silahlarla durduklarını gördük. Ayrıntı olarak söylüyorum; pantolonlarının paçaları botlarının içine geçirilmişti. Herkes bunları gördü. İnsanlar 'Ateş buradan başladı, bunlar bize ateş ettiler, kim bunlar?' diye konuşuyorlardı. Ben DİSK koruma zincirini açarak toplum polisinin başındaki müdüre gittim. Sular İdaresi'nin üzerini göstererek, 'Bak burada insanlar var. Buradan ateş ettiler. Kim bunlar? Bunlar sizden mi, güvenlik görevlisi mi? Bunları tespit etmeniz lazım' dedim. Ben bunları söylerken toplum polisleri içinden homurdanma geldi. 'Kim bu herif, ne arıyor bu herif?' laflarını duydum. Müdür de beni tutarak, 'Beyefendi şöyle yürüyelim' diyerek beni ters istikamete çevirdi. O esnada omzuma bir cop vuruldu. Olaya herkes tanık oldu, 'İsvan'ı dövüyorlar' sesleri yükseldi."

"ÖRTBAS EDİLDİĞİNE ADIM KADAR EMİNİM"

Olayların ardından basın mensuplarına, baştan sona kadar görgü tanığı olduğunu, bunu inceleyecek savcının kendisinin bilgisine başvurması gerektiğini söyleyen Ahmet İsvan, "Savcı beni çağırdı. Kendisine bu olayı anlattım. 'Bence bu polis müdürüne, Belediye Başkanı sana silahlı insanlar göstermiş, bunların kimliğini tespit ettin mi? niçin etmedin?' diye sorarsanız sanırım çorap söküğü gibi bunun arkası gelir' dedim. Çünkü o polislerin görev yapmadığı çok aşikar." şeklinde konuştu. Ancak bu olayla ilgili yapılan soruşturmanın sonuçlanmadığını belirten İsvan, "Güvenlik güçlerinin olayı örtbas edilmesi için çaba sarf ettiğine adım kadar eminim. Olaylar sırasında polis hiç görev yapmadı. 10 dakika boyunca süren ateş sırasında yüzlerce binlerce mermi atıldı. Polis bir tek kovan bulamadı, bir tek zanlı getirmedi. İnanılır gibi değil bir kamyon getirdiler arka kapağını açtılar. Kaçışmakta olan insanları kamyonun arkasına tıktılar. Sanık diye bunları götürdüler. Ertesi gün hepsi serbest bırakıldı. Ben bu olaylarla ilgili tanık olarak ifade verdim." ifadelerini kullandı.

"SOL SİYASET SUÇLANDI"

Bu olayı hangi amaçla gerçekleştirildiğini bilmeyen Ahmet İsvan, "Ama sonucunu biliyorum. Bundan dolayı sol siyaset suçlandı. Sol siyasetin toplantılarının güvensiz olduğu, bunların birbirini öldüren insanlar olduğu görüntüsü yaratıldı. Hatta ertesi yıl 1 Mayıs, belirli bir basın 'Yine katliamlar olacak. İstanbul tehlikeli yer' diyerek adeta İstanbul'un boşalmasını sağladı. Sonuç böyle oldu ama amaçları bu muydu bilemiyorum." Değerlendirmesini yaptı.

DİSK'in 1 Mayıs ısrarına değinen Ahmet İsvan, Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs kutlanır da olaysız, uygar şekilde geçerse en azından 1977'nin ayıbının bir miktar örtüleceğine, telafi edileceğine inanıyor. DİSK'in sorumluluğu altında bir kere daha kutlama yapılması o kötü anıları silmek anlamında katkı sağlayacağını anlatan İsvan, "Rövanş almak demek ağır kaçabilir; ama kötü anıları ortadan kaldırmak, kendi suçsuzluğunu ya da uygarlığını ispat etmek için olabilir." dedi.

ERGENEKON BENZERLİĞİ

DİSK avukatı Rasim Öz'ün, 1977'deki olaylarla Ergenekon arasında ilişki olup olmadığının araştırılması isteğine de değinen Ahmet İsvan dikkat çekici açıklamalar yaptı. İsvan şunları söyledi: "Aradan 32 yıl geçmiş. Bugünkü Ergenekon'un zanlıları ile o tarihteki kişiler arasında bir ilişki kurulamaz diye düşünüyorum. Ama yöntem olarak, devletin gücünü kötüye kullanarak, olay yaratma kavramı bakımından bir benzerlik var. Katliamın neden yaptırıldığını bilemem ama yaptırıldı. Bunun suçlusu güvenlik güçleridir. Bir düşünce tarzının, bir yurtseverlik anlayışının, 'Ne yaptıysak vatan için' diyenlerin anlayışının eseri. Onlar bütün yaptıkları usulsüzlükleri, kanunsuzlukları, cinayetleri vatan için yaptıklarını iddia eden bir düşünceye sahiplerdir. Bir başbakan 'Vatan için kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için yücedir.' diyordu. Bu düşünce çerçevesinde bu olay geliştirildi. Ama kim yaptı hiç bilemedim."



Paylaş |



0 Yorum -


'Darbeye bulaşan herkes adilce yargılansın!'    19.04.2009

'Darbeye bulaşan herkes adilce yargılansın!'

İSTANBUL- Ergenekon Silahlı Terör Örgütü (ESTÖ) soruşturması kapsamında tutuklanan rektörlerin ve profesörlerin ardından, yeniden Türk bayrakları ile Anıtkabir'e yürüyüşler düzenlenirken, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) Genel Başkanı Doğan Tarkan; "Türkan Saylan soruşturulduğu için Ergenekon davasının temellerini, 2004’ten beri bir dizi darbe girişimiyle yüzyüze olduğumuz gerçeğini unutmaya, unutturmaya kimsenin hakkı yoktur. Doktorlar, rektörler, gazeteciler, askerler ve her meslekten insan darbe girişimi içinde yer almış olabilir. Askerlerin ve Mustafa Balbay’ın günlükleri bu gerçeği açığa çıkartıyor. Bu günlükler yokmuş gibi, darbe girişimi yokmuş gibi, darbeye zemin hazırlamak isteyenlerin ırkçı şovlarla ve toplum üzerinde bayrak baskısıyla mitingler düzenlediği bir yalanmış gibi davranmaya da kimsenin hakkı yoktur" şeklinde bir açıklama yaptı.

 DSİP Genel Başkanı Tarkan'ın açıklaması şöyle:



"Ergenekon davasının 12. soruşturma dalgasında bir dizi göz altılar yaşanırken Türkan Saylan’ın evinin aranması bir infial yarattı. Sendikalar, odalar, bazı aydınlar, gazeteciler, bildiğimiz kurumlara, “Ergenekon’un fasa fiso” olduğunu iddia eden kurumlara eklendiler.
Medya elbirliği ile Türkan Saylan’ın ve bazı rektörlerin soruşturulmasını ve göz altına alınmasını demokrasiye yönelik bir operasyon olarak suçladı.
CHP lideri yine faşizmden, Yarsav başkanı yine sıkıyönetim dönemi uygulamalarından bahsetti.
Nobranlıktan başlayan, miting düzenlemenin suç olamayacağından devam eden, bunun çağdaş yaşama karşı bir operasyon olduğuna kadar uzanan tezlerle yüksek ses çıkartan karmaşık koro Ergenekon’un ne olduğunu unutmuşa benziyor.

Ne İlhan Selçuk, ne Mustafa Balbay ne de Türkan Saylan demokrasi kahramanları oldukları için göz altına alınıp soruşturmaya uğradılar. Bir terör örgütünün, darbe girişiminde bulunan, darbeye kitlesel ve psikolojik bir ortam yaratmaya çalışan bir girişimin içinde oldukları iddiası ile haklarında soruşturma açıldı.


Türkan Saylan soruşturulduğu için Ergenekon davasının temellerini, 2004’ten beri bir dizi darbe girişimiyle yüzyüze olduğumuz gerçeğini unutmaya, unutturmaya kimsenin hakkı yoktur.
Doktorlar, rektörler, gazeteciler, askerler ve her meslekten insan darbe girişimi içinde yer almış olabilir. Askerlerin ve Mustafa Balbay’ın günlükleri bu gerçeği açığa çıkartıyor.

DARBE GÜNLÜKLERİ YOKMUŞ GİBİ DAVRANILAMAZ"

Bu günlükler yokmuş gibi, darbe girişimi yokmuş gibi, darbeye zemin hazırlamak isteyenlerin ırkçı şovlarla ve toplum üzerinde bayrak baskısıyla mitingler düzenlediği bir yalanmış gibi davranmaya da kimsenin hakkı yoktur.


Türkan Saylan’ın soruşturulması bir korku imparatorluğu yaratmaz. Gerçek korku imparatorluğunun ne anlama geldiğini, darbeleri yaşamış insanlara bir kez daha sormak ve hatırlamak gerek. 27 Mayıs’tır, 12 Mart’tır korku imparatorluğu. 12 Eylül’dür. İdamlardır. Özgürlüklerin gaspıdır. Asit kuyularında imha edilen cesetlerdir, asılan gençlerdir, darbecilerin zindanlarında işkencede öldürülenlerdir, okul kapılarında baş örtüsü taktığı için coplananlardır, Ermeni olduğunu, Kürt olduğunu gizlemek zorunda bırakılanlardır, gizlemediğinde ensesinden vurularak öldürülenlerdir korku imparatorluğunu yaşayanlar.
Kapatılan siyasi partiler, sendikalar, dernekler, gazeteler, radyolar, sokağa çıkma yasakları, üç kişinin bir araya gelmesinin yasaklanması…darbenin ürünü olacak koşullar böyle koşullardır.

DARBEDEN YANA MISINIZ, KARŞI MISINIZ?

Özgürlükleri genişletmek için AKP’ye karşı verilecek mücadeleyle, AKP’nin özel bir iç savaş örgütlenmesi olan darbeci oluşumun hazırlayacağı koşullarla devrilmesini birbirine karıştıranlar, özetle, şu soruyu bir kez daha düşünmelidir: 'darbeden yana mısınız, darbeye karşı mısınız?'

Darbeye karşıysak, elitlerin de, “birinci sınıf” vatandaşların da soruşturulabileceğini bilmek zorundayız. Her darbenin adamı Süleyman Demirel’in de, “Emredersin Paşam!” diyebilen rektörün de, askerlerden para istediği kanıtlanmış olan gazetecinin de, Türkan Saylan’ın da, siyasete hala müdahale eden askerlerin de soruşturulmasını kabullenmek zorundayız. Eğer suçsuzsalar, darbeye destek olmamışlarsa, Ergenekon davasını karşı devrim olarak görmüyorlarsa, kimse merak etmesin beraat ederler. Biz darbeye bulaşan herkesin adil yargılanmasını istiyoruz. Ama herkesin..."

kaynak.[Sesonline]



Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Uğur Mumcu cinayeti aydınlanıyor (mu)    19.04.2009
Uğur Mumcu cinayeti aydınlanıyor
19 Nisan 2009 pazar

JİTEM'in infazlarna ışık tutan yazı dizisinin bölümünde yine çok çarpıcı açıklamalar yer alıyor.

Haber: Ertuğrul Erbaş

İşte Sabah'tan Ertuğrul Erbaş'ın JİTEM'in infazlarına tanıklık eden Kürtçe tercümanı Yıldırım Beğler ile yaptığı röportajın bugün yayınlanan bölümü...

Yıldırım Beğler: Kerküklü Velit, gazeteci Uğur Mumcu'yu öldürdü, ardından sınır dışı ettiler. Sonra da kaçırıp köprü altında zehirlediler..

Yıldırım Beğler, yayınlanan dizi röportajın 6. gününde Uğur Mumcu suikastının karanlıkta kalan gizemlerine ışık tutuyor. Bugün, suikastla ilgili hiç duymadığınız bilgileri okuyacaksınız.

* Uğur Mumcu suikastı hakkında ne biliyorsunuz?

Uğur Mumcu'nun olayı biraz pis iştir. Üçgen... Asker, polis, MİT... Uğur Mumcu'nun katili Türkmen. Kerküklü. Daha önceleri MİT'e çalışıyormuş. Adı Velit... Vatandaş olmuş. Bombayı koyunca yakalandı. Yakalanınca kimliğini sakladılar. Saklayınca ne oldu? Iraklı oldu. Savcı sınır dışı etti bunu. Sınır dışı olunca Barzani bunu Serraç'ta aldı hapsetti. Barzani bizimkileri bununla tehdit etti. İşte hükümete vereceğim, Ankara'ya vereceğim diye... Bize emir geldi, "Velit'i Barzani'den alın!" Özel Kuvvetler bu çocuğu kaçırdı K. Irak'tan. O kaçırma da ayrı bir olay... Onu sonra söyleyeceğim. Silopi'ye getirildi. Habur'da ben aldım. Silopi'de Terörle Mücadele'ye teslim ettik. Korusun, himaye etsin diye. Bunları Velit'in kendisi anlattı.

ERSEVER ÇİZGİYİ AŞTI

* Velit ne yapmış suikastla ilgili?

Velit bombayı arabaya koyan kişi! Yakalanması yanlışlıkla oldu. Sonra bunu Kuzey Irak'a attılar, sınır dışı yaptılar... Yine kurtardılar sonra. Hepsi kurtardı. Çünkü Velit getirildiği zaman üçü de bunu koruyordu.

* Uğur Mumcu'nun suikast emrini kim verdi?

İşte diyorum ya. Üçgen! MİT, asker, polis üçgeninde karışık bir iş... Bazı günler bazı işler ortaya çıkıyordu. Bazı gazetecilere benim gibi adamlar bir şeyler anlatıyordu. O zaman hem gazeteciyi hem de ona anlatan kişiyi temizliyorlardı. Yanlış işler çoktu. Uğur Mumcu hakkında da duyuyorduk bir şeyler. Yok PKK'lıdır, yok yardım-yataklık...

* Uğur Mumcu da Kara Liste'de miydi?

Yok o liste sonradan çıktı. Mumcu daha önce öldü. Ama bir şeyler var. Niye gidip başkalarını öldürmüyorlar? Temizlemiyorlar? Bir şeyler dönüyordu.

* Velit ne oldu sonra?

Anladım ki Velit'i korumak için değil, infaz etmek için getirmişler. 3 gün sonra beni aradılar Velit'i öldürmüşler dediler. "Yav nasıl öldürmüşler?" Valla Başköy'ün köprüsünün altında zehir vermişler, ölmüş. Orada cesedi kalmış. Köylüler köprünün altına gömmüşler. Basına yansıdı bu. Geldiler kemikleri falan çıkardılar götürdüler. Sonra mevzu yine kapandı.

* Cem Ersever?

Ersever'i gördüm. M2 başkanıydı. 1991'de Zaho Tim Başkanı'ydı. Jandarma bakıyordu oraya zamanlar.

* Neden öldürdüler?

Bu camiada bazı insanlar kendini kaybediyordu. Bir anda diyordu ki "Lan devlet benim!" Başkaldırıyordu... Bakıyordu işte çevresinde birkaç tane adamı var. "Lan şunu alın, şunu temizleyin!" Kendini devlet zannediyordu. Ama devlet tek başına bir kimse değil. Cem Ersever, 'Ben tek başına devletim' deyince üzerini çizdiler... O kadar gözü kara adamlar vardı ki, Başbakan'ı bile 5 dakikada kaldırırdı yani... Buraya gelmeden önce ben de öyleydim. Ama şimdi onları cahil olarak görüyorum. Şimdi bana bütün dünyayı verseler değil başbakanı, korumasını bile vurmam. İnsan vurmam. Ne için yani? Adam Kürtçe konuşmuş, konuşsun... Kerkük'te 2 milyon Türkmen var. Türkmen hakkı diyoruz. Burada da 7 milyon Kürt var. Onlar da konuşsun. Ben orada öyle değildim. Benim yanımda biri Kürtçe konuştuğu zaman "Şak" yapıştırıyordum. Çünkü büyüklerim böyle emrediyordu. Kürtçe konuşmak suçtu. Adam sadece Şivan Perver kaseti dinlemiş, yakalamışım, savcılığa vermişim, savcılık 3 yıl hapis demiş. Yanlış işlerdi. Al işte TRT Şeş açıldı. O zamanlar TRT Şeş deseydin asarlardı adamı.

Kaynak:

Paylaş |



0 Yorum -


KORKSUZCA BİLDİKLERİMİ SÖYLETMESİNLER    15.04.2009
Ersöz'e ait olduğu iddia edilen kayıtta :

 KORKSUZCA BİLDİKLERİMİ SÖYLETMESİNLER

"ALBAY OLAMAZ DEDİK GENELKURMAY BAŞKANI OLDU.BEN IŞIĞI GÖRMEZSEM ONLAR HİÇ IŞIĞI GÖREMEZLER"

15 Nisan 2009 Çarşamba

Ersöz'e ait olduğu iddia edilen kayıtta neler var?
Ölümcül bir virüs kaptığı söylenen Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz'e ait olduğu iddia edilen ses kaydında, Ersöz'ün her şeyi açıklayacağına dair ifadeler yer alıyor
Ergenekon tutuklusu Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz"e ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı video paylaşım sitelerinde yayınlandı. Bugün öğle saatlerinde paylaşım sitelerine düşen kayıt 8 dakika 54 saniye sürüyor. Kaydın ne zaman, nerede ve nasıl yapıldığına dair bir bilgi bulunmuyor.

HASTANEDE VİRÜS KAPMIŞTI


Sevk zincirine aykırı bir şekilde GATA"ya sevk edilen ve tedavi gördüğü hastanede tehlikeli bir virüs kaptığı açıklanan (E) Tuğgeneral Levent Ersöz"e ait olduğu belirtilen ses kaydında dikkat çeken ifadelerin başında, içeri girmesi halinde başkalarının da gireceği gerekirse bildiklerini korkusuzca anlatacağı dikkat çekiyor.
"Ben ışığı görmezsen onlar ışık göremezler" diyen kayıttaki ses "konuşursam TSK zor durumda kalır, ben ışığı görmezsem onlar hiç göremez" gibi ifadeler kullanıyor. Genelkurmay"ı eleştiren kayıttaki ses şu ifadeyi kulanıyor, “Biz bu adamın albay olacağına bile inanmıyorduk. Genelkurmay başkanı oldu”
ALBAY OLAMAZ DEDİK GENELKURMAY BAŞKANI OLDU
Bahsettiği kişilerle ilgili kayıttaki ses, “Yani karşıma alıp o adamı senin Allah belanı versin lannn. Sen bu yüzden bunu yaptın. Sen böyle bir şerefsizsin demek istiyorum.” ifadelerini kullanıyor.
Silahlı Kuvvetlerin personeline sahip çıkmadığı eleştirisini yapan ses göz altılarla ilgili TSK"nın tepki vermemesini eleştiriyor.
Levent Ersöz"e ait olduğu iddia edilen kayıttaki ses gerekirse her şeyi açıklayacağını belirtiyor. Ses kaydında şu ifadeler yer alıyor: “Şu aşamada bile ben çıkar derim ki kardeşim sen vaktinde bunu yapmadın. Sen sorumlusun. Ben bunu çıkar konuşurum orada.”
BİLDİKLERİMİ KORKUSUZCA SÖYLERİM
Bildiklerini söyleyeceğini belirten kayıttaki ses,“Korkusuzca bildiklerimi doğruyu söyletmesinler… Bunu mu söyletmek istiyorlar yani. Nerdeydi onlar? Kime bağlı ona mı bağlıydı? O şerefsize mi bağlı?”
Silahlı kuvvetleri eleştiren kayıttaki ses şu sözlerle sarf ediyor, “Biz bu adamın albay olacağına bile inanmıyorduk. Genelkurmay başkanı oldu.”
IŞIĞI GÖREMEZSEM ONLAR HİÇ GÖREMEZ
Yaptıklarını hakim önünde anlatacağını belirten ses, yargıdan kaçmayacağını ve anlının akıyla çıkacağını belirtiyor. Konuşmalar şu şekilde devam ediyor, "Ama ben ışığı görmezsem onlar hiç ışığı göremezler. Hiç ışığı göremezler. Olur, olmaz gideriz yatarız. Ne kadar yatarız. Ayrı mevzuu."
REKLAM YAPMANIN NE ANLAMI VAR
Kendisini ziyaret gelen Orgeneral rütbesindeki birinin telefon alarak bilgi vermesini de eleştiren ses kaydı, "Sen bana iki yıl emir komuta etmişsin. Kalk gel. Sana buraya niye geldiğin zaman jandarma hayır mı diyor. Bir de telefon edip de oradan buradan millete reklam olmanın ne anlamı var ki yani."
SES KAYDININ TAM METNİ:
“BEN IŞIK GÖRMEZSEN ONLAR IŞIK GÖREMEZLER”
Çaba sarf ediyorum ama bazen dayanamıyorum. Ben kendim de bazen ışık göremiyorum. Ben eğer ışık görürsem onlar da ışık görecekler ben ışık göremezsem onlar ışık göremezler.
Bunu böyle algılamaları lazım ama kimse böyle algılamıyor. Bunu şey yapmak için söylemiyorum. Şantaj veya tehdit manasında söylemiyorum.
Beni alıp sözüm ona karanlığa gömmek istiyorlar. Gömdükten sonra her şey, onurumla direnmeye çalışıyorum. Onurumla direniyorum. Hesaplaşmak ve yüzleşmek dahi istiyorum.
“SEN BÖYLE BİR ŞEREFSİZSİN DEMEK İSTİYORUM”
Haykırmak bağırmak istiyorum. Yani karşıma alıp o adamı senin Allah belanı versin lannn. Sen bu yüzden bunu yaptın. Sen böyle bir şerefsizsin demek istiyorum.
Yani ben bu kadar şey yaşıyorum. İsyan ediyorum yani Silahlı Kuvvetleri bu duruma düşürdüğü için. Ülkeyi bu duruma düşürdüğü için.
Ben en tepedeki iki adamlara ben bunları suratına söylemek istiyorum. Utanmadan buradaki adama geliyor yaa. Oradaki adamı gidip de ziyaret ediyor yaa.
Yani boyun boynun devrilsin. Boyu posu devrilsin. Bilmem ne kulübünden dışarı çıkmayan affedersiniz şerefsiz. Sen nasıl böyle yaparsın.
Senden önceki öyleydi de sen niye öyle yaptın. Sen niye yaptın. Bir de ziyarete geliyorsun. Utanır insan yaa.
Sen bazı şeyler için bazı şeyleri feda ediyorsan o zaman da sana bu devlette bu silahlı kuvvetler, çok yazık, sana bu rütbeleri vermiş.
Ben böyle karşıma alıp böyle sizin Allah belanızı versin demek istiyorum. Gerçekten ben bunu demek istiyorum. Birileri bir şeyler yazıyor. Bilmem neresinde bir şeyler yayınlanıyor.
Kimse de gidip ona da sormuyor ki yaa kardeşim bu seninle ilgili mi? Biz suçlanıyoruz yaa. Böyle bir şey var mı? Böyle bir şey var mı?
BİZE GÖREV VERİRKEN, ÇALISTIRIRKEN, İYİYDİ DE ŞIMDİ NE OLDU?
Silahlı Kuvvetler bu kadar insanına sahip çıkmaz mı? Yaa. En son bir tane emrinde çalışan bir tane emrinde çalıştığı bir adam alınınca ortalığı ayağa kaldırdılar.
Yazık değil mi peki o iki Orgeneral iki tane efendime söyleyeyim tuğgeneral bir kaç tane albay. Yazık değil mi bize yanii. Sanki emirlerinde çalışmak mı lazım bunları korumak için.
Yani onları buradan kurtarmak için. Yazık değil mi bize yani? İlker Paşa"nın emrinde çalıştı şimdiki, onun yardımcısıydı. İnsaf yaa onun için toplandılar ettiler. Bizim için falan değil yani. Ne Hurşit Paşa için ne Şener Paşa için yaa.
Yani bize görev verirken, çalıştırırken, çalıştırdıkları zaman efendime söyleyeyim yanımızda olan başkaları dışarıda elleri kolları serbest dolaşıyorlar, eeeeee biz buradayız.
Niye biz buradayız yaa. Ne yaptık biz? Ne yaptık yani? Ben bunu kabullenemiyorum. O iki tane adamı karşıma alıp Allah sizin belanızı versin demek istiyorum.
Bu kadar isyan ediyorum. Oturup yazabilirim de. Her an için yapabilirim bunu. Çünkü artık bu noktaya geldim.
“BEN KONUŞURSAM TSK NE HALE GELİR”
Şener Paşa"dan sonra adam bizi çağırdı. İki general beraber. Bütün bunları siz yaptınız dedi. Allak bullak ettiler her tarafı. Benim bütün dairemi dağıttılar. Bizleri başka yerlere gönderdiler.
Sizin için iki tane tuğgenerali asmak nedir ki hiç önemli değil. O gün bunları yapsalardı Türk Silahlı Kuvvetleri bugün bu hale düşmezdi. Şu aşamada bile ben çıkar derim ki kardeşim sen vaktinde bunu yapmadın. Sen sorumlusun.
Ben bunu çıkar konuşurum orda. O zaman ne olacak bu silahlı kuvvetler bu ülke ne hale gelir yaa. İşte bunun için susuyoruz ama hak etmediğimiz ben şimdi nasıl bu isyan içerisinde olmayım yaa, isyan içerisinde olmayım. Bakıyorum ki yok kardeşim.
Yani ama bunun ötesinde bakıyorum ki hiç bir tane kimse elini açıp da bu böyleydi şöyleydi demiyor ya. Allah kahretsin diyorum yaa. Bazen buna bile isyan ediyorum.
Yani diyorum ki oğlum sen jandarmaydın şuydun buydun. Keşke hırsızlık yapsaydın da bu günleri görmeseydin. Çünkü hırsızlık yapanların hiçbir tanesi bunları görmedi yaa. Yemin ediyorum görmediler yaa.
KORKSUZCA BİLDİKLERİMİ SÖYLETMESİNLER
Bana savcı ne dedi biliyor musunuz? Sizi dedi, burada olmadığınız için dedi, vurun abalıya dediler dedi. Her şeyi sizin üstünüze yıkmağa çalıştılar dedi. Savcı yani bunların savcısı, bana söylediği söz bu. Bu kadar ayıp bir şey yaa. Bu kadar ayıp bir şey yaa. Bir tuğgeneral olarak ne yapabilirim ben.
Cürmüm kadar yer yakarım. Ben cürmüm kadar yer yakarım. Ne yapabilirim. Ben birinci ağızdan, genelkurmay başkanına söyledim. Birinci ağızdan söyledim. Adam bana kükredi yaa. Yaa sen kendi generaline mi güveneceksin Silahlı Kuvvetlerin bir personeline mi güveneceksin? Onlara güvendi. Onlara. Ben Allah var.
Korkusuzca bildiklerimi doğruyu söyletmesinler… Bunu mu söyletmek istiyorlar yani. Nerdeydi onlar? Kime bağlı ona mı bağlıydı? O şerefsize mi bağlı? O insanlar onurundan konuşmalılar.
Eğer biraz onurlu insanlar varsa çıkarlar bunu anlatırlar yaa. Tüm Silahlı Kuvvetler, generaller bunu bilir yaa.
ALBAY OLAMAZ DEDİK GENELKURMAY BAŞKANI OLDU
Bırakın her şeyi siyaseti şunu bunu yaa. Bizim yemin ettiğimiz ordu bu ordu değil. 35 yıl önce yemin ettiğimiz veya 40 yıl önce yemin ettiğimiz ordu bu ordu değil.
Bu ordu değil. Adam şunu diyor yaa. Biz bu adamın albay olacağına bile inanmıyorduk. Genelkurmay başkanı oldu. Daha neler neler yaa.
Yemin ederim gerçekten oyun bu. Bu adamları bizim içimizde bu hale getirenlerin oyunu. Ben herkese de aynı şeyi söylerim.
BEN YAPTIĞIMI YAPTIM DERİM ZATEN HÂKİMİN ÖNÜNDE
Benim veremeyeceğim bir hesabım yok. Ben yaptığımı yaptım derim zaten hâkimin önünde. Bunlarla görüştün mü görüştüm. Niye görüştün şunun için görüştüm.
Makam odanda kayda aldın mı aldım. Kaldı ki ben amirlerime karşı sorumluyum, muvazzaf da alırım sivil de alırım. Bunun yetkisi kimde istihbarat başkanı olarak ben de.
Yaptığımı da yaptım derim. Niye yaptın mı denmesinden kaçmam ki. Bunların nasıl olduğunu anlattım ben. Nasıl yapıldığını, bizimkilerin sorumluluğumuzda olmadığını falan anlattım.
Benim emir komuta, yani bana emir komuta etmiş olan bir adamın bana bu soruyu sormuş olması beni incitti. Ha ben hiç bir zaman yargının önünden kaçmam. Ben alnımın akıyla oradan çıkacağım, ben buna eminim.
BEN IŞIĞI GÖRMEZSEM ONLAR HİÇ IŞIĞI GÖREMEZLER
Ama ben ışığı görmezsem onlar hiç ışığı göremezler. Hiç ışığı göremezler.
Olur, olmaz gideriz yatarız. Ne kadar yatarız. Ayrı mevzuu. Adam oradan telefon ediyor. Ben ziyaretine gelebilir miyim diye. Bir orgeneral. Yaa sen kalk gel kardeşim.
Diğerleri geldi. Sen bana iki yıl emir komuta etmişsin. Kalk gel. Sana buraya niye geldiğin zaman jandarma hayır mı diyor.
Bir de telefon edip de oradan buradan millete reklam olmanın ne anlamı var ki yani. Bir başkası telefon ediyor. Bir başkası not gönderiyor. Bu orgeneral seviyesine gelmiş olan insanlar daha nesinden korkuyorlar.

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


Savcı Öz'den JİTEM kanıtları    13.04.2009
Savcı Öz'den JİTEM kanıtları
2009-04-13

Ergenekon ek iddianamesiyle birlikte JİTEM'in varlığı da kuşku götürmez bir şekilde kanıtlandı. İşte JİTEM'in yaptıkları...

Ergenekon terör örgütü iddiasıyla başlatılan soruşturma çerçevesinde JİTEM"in kurucusu emekli Albay Arif Doğan"da ele geçen belgeler, "karanlık bir tarih" olarak nitelenen hatta yıllardır varlığı bile inkar edilen JİTEM"in gerçeklerini günyüzüne çıkardı.



JİTEM ÖLDÜRMÜŞ, PKK'YA YÜKLENMİŞ

Belgelerde JİTEM"in kimler tarafından hangi tarihte kurulduğunu, çekirdek ekibinde kimler olduğunu, bölgedeki aşiretler ve terör örgütleri içindeki uzantılarını açık adları ve kodlarıyla, işledikleri faili bombalama ve cinayetleri de açıkça yazılmış. Belgelere göre JİTEM, Güneydoğu"da çok sayıda bombalama ve cinayet işlemiş, olay yerine bıraktığı PKK bildirileriyle de bunu terör örgütüne mal etmiş.



PKK"YI HİZBULLAH"LA ZAYIFLAT

İkinci iddianamede, Arif Doğan"dan ele geçen belgelere ilişkin notlarda, JİTEM"in faliyetlerine ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor. Bu bilgiler arasında, PKK"yı zayıflatmak için Hizbullah"ın üst yönetimiyle ilişkiye girildiği, köylerin bombalandığı ve faili meçhul cinayetlerin işlendiğine yönelik notlar dikkat çekiyor. Doğan"a ait adreslerde çuvallar içinde ele geçen belgelerde ortaya çıkan belgeler, Savcı Zekeriya Öz tarafından şu şekilde özetliyor:



KÖY BOMBALA, "PKK YAPTI" DE

"Örnek-1: (1) nolu torbanın (9)uncu klasöründe, "Gizli Faaliyetler"" başlığı altında 29-30. sayfalarda; "Terör örgütünü geri bölgesinde vurabilmek amacıyla terör örgütünün ideolojisine ters düşen bir başka örgüt ile görüşmeler yapıldığı ve bu görüşmelerde adı verilmeyen örgütün en üst seviyelerine kadar çıkıldığı" bilgisi bulunmaktadır. (15) nolu klasörde; mücadeledeki hata ve noksanlıklarla ilgili yapılan değerlendirmelerden "Devletin yapması gerekenin psikolojik paniği çete korucular için yaptığı, bir terör olayı olmasına rağmen teröristlerin ve onlara yardım edenlerin evinin uçurulması ve olay yerine PKK, HRK, ERNK bildirilerinin bırakılması gerek..."



JİTEM"İN KURUCULARI

JİTEM'in 1986 yılında Arif Doğan tarafından kurulduğu belirtiliyor. Savcı Öz, iddianamede bu bölümü şu şekilde aktarıyor: "(4) nolu torbanın (80)inci klasöründe, belgede "İstihbarat Grup Komutanlığı"nın kuruluşunu anlatan doküman yer almaktadır. Belgenin ilk sayfasında Bnb. Arif Doğan, Yzb. Aytekin Ö., Bnb. Hüseyin K., Bnb.Cem Ersever ve Yzb.Ali Y."ın bu kuruluşun ilk mensupları olduğu belirtilmektedir...



Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


BU NE YAMAN ÇiFTE STANDART    12.04.2009

 BU NE YAMAN ÇiFTE STANDART

İSTANBUL VALİSİ GÜLER TAKSİM’DE 1 MAYIS’A İZİN YOK DEDİ. AYNI SAATLERDE BİNLERCE POLİS TAKSİM’DE TÖREN DÜZENLEDİ.
2009-04-12

İstanbul Valisi Muammer Güler, Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs’ta geniş katılımlı toplantı için uygun olmadığını ileri sürdü. Güler’in açıklama yaptığı saatlerde ise binlerce polis, Taksim’de tören düzenliyordu. Bu çifte standarda tepki gösteren sendikalar, 1 Mayıs önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istediler.
1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesi çalışmalarının başlayacağının duyurulmasının ardından, Taksim Meydanı’nın işçilere açılması talep edilmişti. Hükümet yetkililerinden bu konuda bir açıklama gelmezken, en son Çalışma Bakanı Faruk Çelik, “Bunun nerede, ne şekilde kutlanacağı konusu ise diğer bakan arkadaşlarımızla mülki amirlerle ilgili bir konudur” açıklamasını yapmıştı.
YOLLAR KAPATILDI
İstanbul’un en yüksek mülki amiri Vali Muammer Güler ise dün bir açıklama yaptı. Taksim’in 1 Mayıs’ta geniş katılımlı toplantı için uygun olmadığını iddia eden Güler, Kadıköy, Çağlayan gibi alanları açabileceklerini söyledi. Türk-İş’in Taksim için başvuru yaptığını da duyuran Güler, “Onlara Kadıköy’ü önereceğiz” dedi. Vali Güler’in bu açıklamayı yaptığı anda ise Taksim Meydanı polis işgali altındaydı. Polis teşkilatının 164. kuruluş yıl dönümü nedeniyle yolların kapatıldığı Taksim’de, binlerce polisin katıldığı bir tören düzenlendi. Tören nedeniyle meydana araç girişi yasaklandı. Felç olan trafikte ilerleyemeyen vatandaşlar, meydanın trafiğe kapatılmasını çaldıkları kornalarla protesto ettiler.
BAYRAM NEREDE İSTENİRSE ORADA KUTLANIR
Güler’in, bu açıklaması ile bu zamana kadar yaşanan olumsuzluklardan sonuç çıkartamadığının ortaya çıktığını belirten Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, “Biz yıllardır neden Taksim’e çıkmak istediğimizin gerekçelerini anlatıyoruz. Bu açıklama hâlâ anlamadıklarını gösteriyor” dedi.
Serdaroğlu, hükümetin 1 Mayıs’ı tatil etmeye çalıştığı bir dönemde valinin böyle bir açıklama yapmasının ters olduğunu belirterek, “İnsanlar bayramlarını nerede kutlamak isterlerse orada kutlarlar. Taksim sadece işçilere yasaklı. İşçiler dışında herkes Taksim Meydanı’nda kutlama yaparken, işçilere yasaklanması doğru değil” dedi.
DÜŞÜNDÜRÜCÜ!
Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ise “Polisin kendi gününü kutladığı bir yerde Taksim’in emekçilere kapatılması çok düşündürücü. Buranın tarihsel bir geçmişi vardır, 1 Mayıs 1977’de yaşanların anısı hâlâ oradadır. Bizim açımızdan Taksim’in manevi bir değeri var. Hem geçmişimize sahip çıkmak hem de şehitlerimizi kalbimizde yaşatmak istiyoruz. Taksim ısrarımız devam edecek. Valinin bunları dikkate almasını istiyoruz” diye konuştu.
AKP DEMOKRASİCİLİK OYNUYOR
Vali Güler’in açıklamasına tepki gösteren SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun, AKP’nin Taksim ve 1 Mayıs’ın tatil edilmesi tartışmalarında demokrasicilik oyunu oynadığını ifade etti. 1 Mayıs’ın tatil edilmesinin tek başına bir anlam ifade etmediğini dile getiren Yorgun, herkese açılan Taksim Meydanı’nın sadece emek ve demokrasi mücadelesi verenlere kapatıldığını dile getirdi. Krizle beraber işçi ve emekçilere saldırıların artığı bir dönemde bu yılki 1Mayıs’ın öneminin daha da arttığını belirten Yorgun, tüm emek örgütleriyle birlikte her yerde 1 Mayıs kutlaması yapacakların ifade etti.
DİSK yaptığı açıklamada Taksim’de yapılması planlanan kutlama için uluslararası desteğin arttığını ve yurtdışında sendikaların başlattığı imza kampanyasının büyüdüğünü bildirdi. Açıklamada Taksim dahil sendikaların gösteri ve yürüyüş hakkına saygı gösterilmesi çağrısı yapıldı.
Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu da yaptığı açıklamada, “Artık, 1 Mayıs’ın ya da Taksim Alanı’nın fobi olmaktan kurtarılması gerekiyor. Taksim’in yasak kapsamında olmasını doğru bulmuyoruz. Yasaklar kalkmalı, dileyen dilediği yerde 1 Mayıs’ı kutlamalı” dedi. (İstanbul/EVRENSEL)

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


Yine Yargılanacak Pınar Selek'e 200 Aydından Destek    10.04.2009

1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   17


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət