Ana səhifə

Gazeteci Philip Willan: 'Papa'yı vur emrini P2 verdi' 24. 06. 2010 'Papa'yı vur emrini P2 verdi'


Yüklə 1.95 Mb.
səhifə2/17
tarix26.06.2016
ölçüsü1.95 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17

Geçmişin zaferlerini anmaktan bugünün barışını anlamaya fırsat bulamamak



03 Eylül 2009 Perşembe  

Türkiye bu yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı etkinliklerini geçen yıllardan daha ihtişamlı kutlama ihtiyacı duydu. Etkinliklere katılan askeri birliklerin sayısı öncekilerle kıyaslanmayacak kadar yükseltildi. Bugün bu ihtiyacın daha fazla hissedilmesinin nedenini sorgulamak durumundayız. Özellikle son günlerde ortaya çıkan iki olay silahlı kuvvetlerin toplum nezdinde temsil ettiği konumu epeyce tartışılır hale getirdi. Önce pimi çekilmiş bomba ile hayatını kaybeden askerlerin durumunun ortaya çıkması ve ardından 6 askerin hayatına mal olan mayınların yine asker tarafından döşendiğine dair ses kayıtlarının internet sitelerine düşmesi. Adeta bir silah ve güç gösterisine dönüşen 30 Ağustos psikolojisinde, rahatsızlık yükseldikçe etkinliklerin dozu da yükseliyor.

Son dönem tartışmalarının silahlı kuvvetlere bakış açısından, toplum psikolojisinde nasıl bir iz bıraktığını ölçme imkanlarımız oldukça zayıf gözüküyor. Silahlı kuvvetlerin en güvenilir kurum sıralamasında eskiden beri başı çektiğini biliyoruz. Tartışılamayan bir kurumun konumunu saygınlıkla mı ifade etmek gerekir başka bir tanımlama mı yapmak gerekir bilmiyorum.

20. yüzyılın ikinci çeyreğinde yıldızı parlayan ama ömürleri sanıldığı kadar uzun olmayan rejimlerde milli bayramları silahlı güç gösterisine çevirme alışkanlığı önemli bir seremoni oluşturuyordu. Bu alışkanlığı kimi Ortadoğu rejimleri devam ettirirken daha çok kendi halklarına yani iç düşmana gözdağı vermeyi tercih ediyorlardı. Bizde son yıllarda dış düşman söylemi oldukça azaldığına göre acaba aynı pozisyonda mıyız sorusu ister istemez aklımıza gelmektedir.

Bu yazının konusu olmadığı için 30 Ağustos tarihi üzerinden bir tartışma yapma niyeti taşımıyorum. Merak edenler için sadece askeri kaynaklar bile söz konusu savaşın boyutlarını ortaya koymaya yeter sanıyorum. Savaşın çapından bağımsız olarak bir zafer tarihi inşa etmeye niyet ettiğinizde bile o günün şartlarını daha objektif biçimde ele almayı göze almak gerekir. Eğer zafer Anadolu'da yaşama iradesi taşıyan halkların ortak kazanımı ise daha savaşın üzerinden birkaç yıl geçmeden ortaya çıkan siyasal tabloyu nasıl izah etmek gerekir. Sadece cephede birlikte ölmenin değil, geleceğe ve yaşama dair kararları da birlikte alabilmenin gereğini nasıl göz ardı edebiliriz? Ortak gelecek kurma iradesinden yalıtılmış bir ortak geçmiş, bir arada yaşamın hukukunu adaletle inşa etmeye yeter mi?

Zafer bayramı hepimizin olabilecek mi?

Türkiye'nin Kürt sorununda devam eden çatışmalardan kaynaklı kaybı, Çanakkale ve Sarıkamış cephelerini ayrı tutarsanız onlarca Kurtuluş Savaşı bilançosuna denktir. Bugün barışı kurmanın anlamını elbette sadece kayıp bilançolarına dayandıramayız. Zafer bayramı Türk, Kürt hepimizin bayramı olsun istiyorsak, bugün Türklerin ve Kürtlerin ölümüne neden olan çatışma ortamının son bulması konusunda da gerekli çabayı göstermek zorundayız. Türkler ve Kürtler ne istiyorlar sorusunda uzlaşamıyorsak, hiç olmazsa ne istemiyorlar konusunda iki tarafı da dikkate alan bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. SETA Vakfı'nın yaptırdığı oldukça geniş katılımlı araştırma, barış ve birlikte yaşam konusunda, ötekinin hakları konusunda isteksizliğin Türklerde Kürtlerden daha fazla olduğu açıkça görülüyor. Biz buna rağmen barışa dair iyimserliğimizi koruyarak hareket edelim. Tahmin ediyorum, Türkler on yıllardır devam eden çatışmalar dolayısı ile ruh sağlığı bozulmuş çocuklarının cinnet geçirip kendi yakınlarını öldürmesini istemezler. Çocuklarının eline pimi çekilmiş bomba bırakan komutanların kaprislerine çocuklarını kurban vermek istemezler. Aynı şekilde Kürtler de bir taraftan demokratik açılım söylemleri ile umutları yeşertilirken diğer yandan operasyonlarda çocuklarının ölüm haberlerini almak istemezler. Operasyonlar konusunda farklı bir siyasal irade geliştirme ihtimali söz konusu değilse, bu sürecin ana aktörü olma şansı siyaset kurumu açısından söz konusu olabilir mi? Bu durumda 30 Ağustos resepsiyonuna damgasını vuran Şemdinli'de 4 askerin ölüm haberini Başbakan'ın süreci sabote olarak yorumlaması nasıl değerlendirilebilir?

1 Eylül'de demokratik anayasa talebi

Devam eden askeri operasyonlar dolayısı ile gerilimin tırmanacağını bile bile DTP üzerinden silahlı Kürt güçlerini etkisizleştirme mesajı verilmesi ne kadar anlamlı olabilir? Özellikle 1 Eylül mitinglerine gösterilen medya ilgisi başta olmak üzere DTP için açılan kredinin dikkatli ama etkin değerlendirilmesi gerekiyor. Siyasal çözüm süreçlerinin sağlıklı işletilebilmesi için her türlü fırsatı avantaja dönüştürmek gerektiğini bilerek hareket edilmesi gerekir. Bu sürecin ilgi odağı haline gelerek toplumsal meşrutiyeti artırması, başlı başına bir kazanca dönüşebilir barış siyaseti açısından. Daha önemlisi ise sınırlı sonuçları şimdiden tahmin edilebilecek sürecin makul ama kararlı bir siyasi söylemle yönlendirilebilmesidir. Bu anlamda demokratik anayasa talebi önemli bir stratejik eşik olarak görülebilir. Toplumda gerçek bir çözümden yana olan çevrelerin beklentilerini buluşturabilecek en anlamlı zemin, köklü ve genel bir demokratikleşme konseptidir.

Silahlı çatışma sürecinin devam ettirilmesi konusunda kamuoyunda sağlıklı bilgilendirme yapılması kalıcı bir barış için diğer kritik konuyu oluşturmaktadır. Süreci dinamitleyen gelişmelerin nereden kaynaklandığı konusunda daha net ve ikna edici bir dilin geliştirilmesi önemli bir rol oynayacaktır barış çabalarında. Ergenekon-PKK ilişkilendirmesi üzerine kurulacak propagandaların demokrat çevrelerde bile ne denli etkin olduğu dikkate alındığında sürecin hassasiyeti kolayca görülecektir.

Dinleyen devlet görünümü iyi ama...

Silahsızlandırma süreçlerini tartışan bir Türkiye'nin bir yandan da askeri operasyonları devam ettirmeyi olağan bir durum gibi görme alışkanlığı, en önemli çelişki olarak önümüzde durmaktadır. Bir yandan öldürmeye çalışıp öbür yandan onların geleceğine dair yol haritaları tartışmak nereye kadar güven verici olabilir? İkna edici olmak gibi bir zorunluluk yoksa tutarlı olmak gibi bir ihtiyaç da olmaz elbette.

Bu süreç büyük oranda mevzi kazanma hedefli bir tartışma süreci olarak seyredecektir. Çözüme yönelik nihai kararları verip riski üslenebilecek bir muhatap ortada gözükmemektedir. Bu durumda çözümden yana gözükmenin kendisi sürecin başarı ölçütü olarak sunulacaktır. Böyle bir tablo karşısında çözümsüzlükten yana görüntü vermekten dikkatle kaçınmak ama gerçekçi tartışmalar açmak konusunda da oldukça ileri ve cesur davranmak gerekir. Süreç özü itibarı ile bir tartışma, kamuoyu oluşturma savaşına dönüşecekse hem öne çıkarılan bilgiler hem de bunları taşıyacak aktörler oldukça belirleyici olacaktır. Bekir Bozdağ'ın söylemi ile devam etmek yerine Beşir Atalay'ın tarzı ile kamuoyuna imaj vermek iktidar partisi açısından oldukça önemli gözükmektedir. Her şart altında Başbakan'ın pragmatik hareket kabiliyeti belirleyici olacaktır. Daha önce sorunu tartışmaya bile yanaşmayan bir devlet imajından, dinleyen bir devlet görünümüne taşınmak elbette çözüm için önemli ama asla yeterli olmayan bir açılımdır. Gereği yapılmadığında tartışmaların ortaya çıkaracağı, pozitif ve negatif kazanımları birlikte ele almalıyız.

Barışa olan ihtiyacı anlamak

1 Eylül'ü güçlü bir toplumsal barış iradesine dönüştürmek ve iktidar partisinden daha ileri demokratik talepler eksenli siyaseti inşa etmek gerekmektedir. Sürece müdahil olmak aslında toplumsal siyaset dinamiklerinin önündeki en önemli sınavdır. Toplumsal zeminde iyi örülen bir barış siyasetinin merkezi kamuoyu oluşturma araçları ile görünür kılınması Türkiye için gerçekten yeni bir sayfa açılmasının imkanlarını oluşturacaktır. Barışa olan ihtiyacı anlamak beraberinde, iyi bir anlatma çabasına dönüşüyorsa belirleyici olacaktır. Siyaset bu anlamda derdini anlatabilme sanatıdır. Umut vermek ve pozitif olmak adına gerçekleri saklamak ne kadar riskli ise karşı tarafın algılarına teslim olmak, korkularına aktör olmak da o kadar tehlikelidir.

Ayhan BİLGEN

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Susurluk`un üzerini ABD kapattı    03.08.2009

 Amerikan Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) eski Türkçe çevirmenlerinden Sibel Edmonds’un İtirafları


03 Ağustos 2009 Pazartesi

 Susurluk`un üzerini ABD kapattı

Eski FBI Türk ajanı Sibel Edmonds, Susurluk kazası ile ilgili açıklamasıyla ABD`yi ayağa kaldırdı.

11 Eylül sonrasında ABD istihbaratında yaşananları gözler önüne sermek için büyük bir mücadele veren eski FBI tercümanı Sibel Edmonds, bu kez de Ortadoğu ve Orta Asya`daki gizli operasyonlarda Türkiye`nin taşeron olarak kullanıldığını, Susurluk çetesinin de bunun bir parçası olduğunu ileri sürdü.

Tercümanlık yaptığı FBI`daki usulsüzlükleri dile getirmesinin ardından 2002 yılında Amerikan istihbaratı tarafından işine son verilen, ancak 11 Eylül sürecinde Bush yönetiminin bir numaralı düşmanı haline gelen Sibel Edmonds bir kez daha Amerika`yı karıştırdı.

Daha önce El Kaide tarafından düzenlenen ve dünyada askeri-siyasi dengelerin yeniden şekillenmesine sebep olan İkiz Kule saldırısının Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde gerçekleştiğini iddia ederek ortalığı ayağa kaldıran 38 yaşındaki Türk asıllı Edmonds, bu kez de ABD`de Demokratlar`ın en büyük internet sitesi Daily Kos`ta yayınlanan `Bomba iddialar` başlıklı röportajında ABD`nin Orta Doğu ve Orta Asya`da Türkiye ile ortak gizli operasyonlar düzenlediğini, El Kaide ve Taliban`ın da 11 Eylül`den önce ABD hesabına çalıştığını ileri sürdü. Edmonds, `Amerika`nın adamı` olarak nitelendirdiği El Kaide lideri Usame Bin Ladin`in de İkiz Kule eyleminden önce ABD tarafından operasyonlarda kullanıldığını kaydetti.

`ABD çıkarları kollandı`

Bu iddialarına kanıt olarak FBI`da geçirdiği süre içerisinde karşılaştığı istihbarat raporları ve diyalogları gösteren Edmonds, ABD`nin El Kaide ve Taliban ile bağlantı konusunda da Türkiye`yi taşeron (proxy) olarak kullandığını belirtti. Edmonds`un Türkiye`de bomba etkisi oluşturacak en önemli iddiası ise Susurluk skandalıyla ortaya çıkan derin devlet oluşumunun da ABD`nin bu gizli yapılaşmasının bir parçası olduğu şeklinde.

Edmonds`a göre ABD yaklaşık 10 yıldan beri Türkiye`nin Ortadoğu ve Orta Asya`daki etkisi kullanılarak bu bölgelerde Türk ajanlarının da yardımıyla ayaklanmalar ve Amerikan çıkarlarını kollayan operasyonlar düzenliyor. Susurluk`un önde gelen isimleri de bunun bir parçası. Edmonds`a göre MİT`in Kontr-terör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür ile ABD`nin eski Türkiye büyükelçileri Grossman ile Edelman Türkiye`deki oluşumun en önemli liderleri arasındaydı.

Edmonds`a göre ABD`nin bölgedeki gizli operasyonlarının Susurluk`un çözülmesi durumunda açığa çıkmasından korkan ABD`liler başarılı bir şekilde bu skandalın hasıraltı edilmesini sağladı.



Ladin ABD`nin adamıydı

Edmonds ABD`nin Orta Asya`daki operasyonları konusunda şu iddiaları ortaya attı:

* Amerikalılar`ın Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan`da huzursuzluk oluşturmak istediği zamanlar Çin ve Rusya`dan gelecek tepkileri bertaraf etmek ve parmak izini bu bulaştırmamak için kullandığı ülke Türkiye oldu.

* Bölgedeki hem pan-Türk hem de Pan-İslam etkileri nedeniyle NATO müttefiki Türkiye`nin bölgedeki etkisi ABD`den çok daha fazlaydı.

* Türkiye bölgede Taliban ve El Kaide`yi kullanarak etkisini artırdı. Yaklaşık 10 yıl önce bu bölgede başlayan operasyonlarda Türk ajanlar kullanıldı. Amaç bu bölgedeki enerji kaynakları ve askeri gücü ele geçirmekti.

* Bin Ladin, Taliban ve El Kaide 11 Eylül`den önce Amerika için çalıştı.

* Çin`in Şincan bölgesindeki Uygurlar`ı da Türkiye`nin nüfuzunu kullanarak ABD kışkırtıyor. Son olaylar da Amerika`nın bu bölgede oluşturmak istediği karışıklık nedeniyle çıktı.

18 ismi sitesinde yayınladı

Edmonds, ABD`nin Ortadoğu ve Orta Asya`daki gizli operasyonlarının içinde yer aldığını iddia ettiği 18 ismin fotoğraflarını da web sitesinden yayınladı. Listede Richard Perle, ABD`nin eski Ankara Büyükelçilerinden Eric Edelman, Marc Grossman`ın yanısıra Mehmet Eymür`ün adı da yer alıyor.

Azerbaycan darbesi

Azerbaycan`daki darbe girişimiyle Türkiye`nin bağlantısı Susurluk Raporu`nda yer almıştı

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından görevlendirilen Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş`ın hazırladığı Susurluk Raporu`nda Azerbaycan`daki darbe girişimine de yer verilmişti. Ancak kamuoyuna açıklanan raporun Azerbaycan`la ilgili bölümü devlet sırrı nedeniyle yayınlanmamıştı. Raporun sansürlenen 12 sayfalık bölümü yıllar sonra Ergenekon iddianamesinin eklerinde yer aldı. Buna göre Azerbaycan`daki darbe girişimi raporda şöyle anlatılıyordu:



Emniyet Genel Müdürlüğü yurtdışına açılırken, MİT eski elemanı olup, Türkiye`ye dönen Abdullah ÇATLI`yı ele almış ve dış operasyonlar için istihdam etmiştir... MİT`in Azerbaycan`daki Darbe Girişimi başlıklı not`u uzun olduğu için Ek: (8) olarak sunulmuştur.

Bu not`un tetkikinden görüleceği üzere ve özetle darbe; `Azerbaycan`ın karışıklığından kaynaklanmış, Ayvaz GOKDEMİR`in zımni desteği sağlanarak, Acar OKAN, Kamil YÜCEOKAL`ın Türkiye`den katkısı ile Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, eski Başbakan Suret Hüseyinov ve Omon birlikleri kumandanı Ruşen Cevadov ve Elçibey`in iştirakiyle yapılacak ihtilâl, Azerbaycan`daki Türk görevlilerinden MİT Bakü temsilcisi Ertuğrul GÜVEN`in, TİKA görevlisi Ferman DEMİRKOL`un ve Din Hizmetleri Müşaviri Abdülkadir SEZGİN`in ihmali, kusuru veya tertibi ile oluşmuştur. MİT ise 10 Mart 1995 de gelişmeleri haber almış, Sn. Cumhurbaşkanı vasıtasıyla Haydar ALİYEV`i ikaz etmiştir...`

Ferman Demirkol`un kime bağlı olduğu sualimize cevaben Sn.Müsteşar adı geçenin MİT elemanı olduğunu teyit etmiştir... Raporun teklifler bölümünde ise `Azerbaycan`da Darbe Girişimi ve Türk tarafının tutumu ayrı bir soruşturmaya konu olmalıdır` denilmişti.

Trafik kazasıyla ortaya çıkan karanlık ilişkiler

Susurluk skandalının ardından oluşan iyimser hava kısa sürede yok oldu. Uzayan davalar siyasilerin `Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak` sözünü boşa çıkardı

3 Kasım 1996`da Susurluk`ta bir Mercedes kamyonun altına girdi. Mercedes`te bulunanların kimliği açıklandığında cumhuriyet tarihinin en önemli skandallarından biri ortaya çıktı. Kazada Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, 1980 öncesi birçok kanlı eyleme imza atan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us yaşamını yitirmiş, DYP milletvekili Sedat Bucak ise ağır yaralanmıştı.

Kamuoyu günlerce katliam zanlısı, siyasetçi ve bip polis şefini bir araya getiren ilişkiler ağını tartıştı. Karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasını isteyen yüzbinlerce vatandaş, `Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakiak Karanlık` eylemine katıldı. Mitingler düzenlendi. Ancak dönemin hükümeti ise bu talepleri küçümsedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, eylemle ilgili olarak `mum söndü oynuyorlar`, Başbakan Erbakan ise skandalla ilgili olarak `fasa fiso` dedi.

Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise `Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir` diyerek, karanlık ilişkiler içinde olduğu iddia edilen güvenlik güçlerine sahip çıktı. Refah-Yol hükümetinin 28 Şubat süreci sonucunda düşmesinin ardından iktidara gelen Mesut Yılmaz, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş`ı olayı araştırması için görevlendirdi. Savaş ünlü Susurluk Raporu`nu kaleme aldı. Ancak uzun tartışmalar ve yargılamaların ardından kamuoyunu tatmin eden bir sonuç çıkmadı. Skandalla ilgili bir çok iddia aradan yıllar geçtikten sonra açılan Ergenekon davalarında da gündeme geldi.

YENİ HAKİM DAVAYI 3 AYDA BİTİRMİŞTİ

Susurluk`taki ünlü Kazanın ardından kamuoyunda büyük tepki oluştu ve yüzbinlerce insan `Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık` adı verilen eyleme katıldı. Siyasiler karanlık ilişkilerin açığa çıkarılacağına dair sözler verdi.

İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı`nın 11 Kasım 1996`da başlattığı soruşturma 6 Mart 1997`de tamamlandı. İstanbul 6 Nolu DGM`de açılan dava, 2 Haziran 1997`de görülmeye başlandı. Bir yıl sonra davada tutuklu yargılanan sanık kalmadı. Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve MiT eski görevlisi Korkut Eken`in 6`şar yıl, diğer 12 sanığın da 4`er yıllık ağır hapis cezasının Yargıtay 8. Ceza Dairesi`nce onandığı yargı süreci, yaklaşık 4 yıl 7 ay sürdü. Mehmet Ağar hakkında görevsizlik kararı verildi, Sedat Bucak`ın dosyasını ise ana davayla birleştirdi. Bu davada Bucak beraat etti.

Davayı 12 Şubat 2001`de karara bağlayan 6 No`lu DGM, sanıklardan İbrahim Şahin ve Korkut Eken`i, `cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek` suçundan 6`şar yıl, eski polisler Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ercan Ersoy ve Ziya Bandırmalıoğlu, Bucak`ın şoförü Abdülgani Kızılkaya, `katliam hükümlüsü` Haluk Kırcı, `uluslararası uyuşturucu kaçakçısı` Yaşar Öz, öldürülen Topal`ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir`i de `cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak` suçundan 4`er yıl ağır hapis cezasına mahkum etti.

Çetinbaş sonuçlandırdı

İstanbul 6 No`lu DGM`de, 2 Haziran 1997`de görülen davaya heyet başkanı olarak çıkan Sedat Karagül, Kasım 2000 tarihinde yapılan atamalarda istanbul Cumhuriyet Savcılığı`nda görevlendirildi. Uzun süre burada kendisine görev verilmesini bekleyen ve daha sonra da üye hakim olarak istanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi`ne atanan Karagül, 26 Eylül 2001`de geçmiş hizmetlerine uygun bir görev verilmediği gerekçesiyle emekliye ayrıldı. Davayı, Sedat Karagül`ün yerine atanan Metin Çetinbaş`ın başkanlığındaki heyet davayı 3 ay içerisinde sonuçlandırdı.





Paylaş |



0 Yorum -


Ergenekon/Karakola polis bombası!    24.06.2010
Karakola polis bombası!
01Ağustos 2009 Cumartesi

Van"da 2005"te Erek Polis Merkezi"ne atılan bombalı telefonun izi sürülünce kullanıcıların biri asker biri polis çıktı.

Haber: ADEM TAYAN-SELİM KEMALOGLU

Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi"ne gönderilen AVEA belgesi, bombalı telefonun Van Özel Harekât Taburu"nda görevli bir askerce kullanıldığını kanıtladı. Aynı belge Tarsus"ta görevli bir polis memurunun da bombalı telefonu kullandığını ortaya koyuyor

Van"da 31 Ekim 2005"te Erek Polis Merkezi"nin bombalanması ve İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Hamit Özdemir"e düzenlenen suikast girişimi ile ilgili açılan soruşturmanın dava dosyasındaki çelişkiler akılları karıştırıyor. Erek Polis Merkezi"ne atılan bombaya bağlanan 35002604322750 IMEI numaralı Nokia 3310 marka telefonun olaydan önce Van İl Jandarma Komutanlığı Özel Harekât Tabur Komutanlığı"nda görevli bir asker ile Tarsus İlçe Emniyet Müdürlüğü"nde çalışan bir polis tarafından da kullanıldığı ortaya çıktı.



İki kişi yakalandı ama...
31 Ekim 2005 tarihinde Erek Polis Karakolu"na bomba atılmasının ardından, İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Hamit Özdemir"e suikast girişiminde bulunuldu.
Komutanın aracına cep telefonu düzenekli bomba koymaya hazırlanan iki kişi, eylemi gerçekleştiremeden yakalandı. Bombayı koymaya çalışırken yakalandığı öne sürülen ve olayın olduğu tarihte 18 yaşından küçük olan Mehmet Develi ile Turan Fırat, iki olayın da sorumlusu olarak tutuklanarak cezaevine gönderildi. Develi ve Fırat"ın yargılanmaları dört yıldır devam ederken dava dosyasındaki çelişkiler ise dikkat çekiyor.

Telefondan parmak izi alınmamış
Mahkeme heyeti, Erek Polis Merkezi"ne atılan bombaya bağlanan telefon düzeneğindeki 35002604322750 IMEI numaralı Nokia 3310 marka telefonun olaydan önce kimlerin kullandığının araştırılmasını istedi.
Avea şirketi mahkemeye gönderdiği yazıda, telefonun Van İl Jandarma Komutanlığı Özel Harekât Tabur Komutanlığı"nda görevli bir askerin, Tarsus İlçe Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmetler Büro Amirliği"nde çalışan bir polisin ve Şanlıurfa, Diyarbakır ve Isparta"da ikamet eden bazı kişiler tarafından kullanıldığını belirtti.
Ancak bir ayrıntı telefonu kullananlar kadar dikkat çekti. Çünkü telefonun bazı günlerde aynı anda adı geçen beş kişi tarafından da kullanıldığı gözüküyordu. Diğer bir ilginç ayrıntı ise karakola bırakılan bomba üzerindeki telefon düzeneğinden bugüne kadar hiç parmak izi alınmamış olduğunun ortaya çıkmasıydı.

Salih Hasar Jandarma"ya çalışıyormuş
Olayın olduğu tarihte 16 yaşında olan tutuklu Turan Fırat, savcılığa verdiği ifadesinde, Jandarma"ya çalıştığını söyleyen Salih Hasar adlı kişiyi, İran"da PKK üyesi olduğunu tahmin ettiği Rahman ve Mahir adlı kişilerle birlikte gördüğünü söyledi.
Salih Hasar"ın bombalama eylemi için kendisini Mehmet Develi adlı kişiyle tanıştırdığını söyledi. Fırat"ın bu ifadesinin ardından savcılık Salih Hasar hakkında ilk başta Van Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi"nden 17 Kasım 2005"te “Gerekli tahkikatın yapılmasını” istedi.
Savcı bir gün sonra “İlgili yazımızın ifasından vazgeçilerek söz konusu yazının bila infaz iadesi rica olunur” diyerek Salih Hasar hakkında tahkikat yapılmasını engelledi.
Savcılık polis merkezine bomba atma olayında adı geçen Salih Hasar"ın ifadesini, sanık avukatlarının ısrarı ile aldı. Hasar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar veren savcılık, sanık olarak tutukladığı çocukların ifadesine rağmen hazırladığı iddianamede de adını geçirmemesi dikkat çekti.

Hem asker hem polis kullanmış
Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi"ne AVEA"dan gönderilen belgede, bombalamada kullanılan telefonun Van"daki Özel Harekât Taburu"nda görevli bir asker ile Tarsus"ta görevli bir polis memurunun kullandığı belirtildi.

Kaynak:

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Ergenekon ve sol    22.07.2009
Ergenekon ve sol

  • 21 Temmuz Salı günü Saat: 19.00'da, Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi toplantı salonunda "Sol Ergenekon'a nasıl bakıyor?" konulu bir panel düzenlendi. Panelein katılımcıları şu isimlerden oluşuyor:

    KONUŞMACILAR:
    Dursun Yıldız (Demokratik Toplum Partisi)
    Önder Çelik (Emekçi Hareket Partisi)
    Ümit Şahin (Yeşiller Partisi)
     Sultan Seçik Kubilay (Sosyalist Demokrasi Partisi)
     Şenol Karakaş (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi)
    Cihat Torun (Özgürlükçü Sol Hareket)

    MODERATÖR: Cansu Vardan

    MMO İstanbul Şubesi Toplantı salonu, İpek Sokak, Beyoğlu



22 Temmuz 2009 Çarşamba

Ergenekon davası, ilk aşamadaki sınırlılığını aşmaya, önce darbecilere uzanmaya ve nihayet Fırat köprüsünden geçip, garnizonlardaki faili meçhul mezarlarını eşmeye başladı.

Başladı da, sol bu gelişmelerin neresinde? Bu mücadeleyi devletin iki kanadı arasındaki mücadeleye terk etmek, mücadeleyi bu iki kanat arasındaki mücadele olmaktan çıkartmak isteyen bir avuç demokrat, sol liberal ve liberal aydını yalnız bırakmak nasıl bir sonuç verir? Devletin bir kanadının diğer kanadına galip gelmesi, bu galibiyette örgütlü demokrasi güçlerinin hiçbir katkısı olmazsa, sonuç demokratik olabilir mi?

Konuyu Radikal'da Oral Çalışlar ele aldı: Yorumsuz okuyalım:

'Birkaç söz de bu dava karşısında kendilerini 'tarafsız' ilan eden solculara söylemek gerekiyor. Bu kamplaşmanın tarafsızlığı olmaz. Nitekim, AK Parti'ye öfke bu kesimleri Ergenekonculara sempatik bakmaya itiyor. Hatta bu 'tarafsız solcular'ın bazıları açıkça

AK Parti nedeniyle karşı tarafın kendilerine daha yakın olduğunu yazabiliyorlar.

Ali Suat Ertosun gibi cezaevi operasyoncuları bile onlara bu yanlış duruş nedeniyle sıcak gelebiliyor. Ergenekon davasını çökertmek isteyenlerin çabalarından gizli gizli mutluluk duydukları bile söylenebilir.

Aslında Türkiye'nin yakın geçmişindeki cinayetleri, katliamları masaya yatıran ve 'derin işler'i sorgulayan Ergenekon davasını AK Parti'nin meselesi olarak görmek, solu böylesine büyük bir hesaplaşmada işlevsizleştiriyor, elini kolunu bağlıyor ve daha acısı İstanbul

büyük burjuvazisinin yedek gücü haline getiriyor.'

PKK'nin muhataplığı

'Kızsak da içimize sindiremesek de, Kürt sorununun çözümünde PKK dikkate alınması gereken bir aktör haline geldi.

Ama PKK'nın da en az Türkler kadar gerçekçi olması gerekir.

Silahlı mücadele son limitine geldi.

Dağdaki militan bile, silahla bir yere gidilemeyeceğini biliyor.

Dolayısıyla, silah artık lehe değil, aleyhe çalışan bir araç.

Yani, silahı bırakmak artık PKK'nın da lehinedir.

Eğer herkes kendi payına düşen gerçekleri kabul ederse, çözüm mümkündür.'

Bu satırlar Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'e ait.

Bu satırların anlamı nedir?

Bu satırlar, PKK'nin en azından Doğan Grubunda muhatap güç olarak kabul edilmeye başlandığını gösteriyor.

Elbette Özkök ilk ve en önemli sorun olarak 'silah bırakma'yı görüyor. Yazısının bir yerinde Öcalan'ın avukatlarının Mehmet Ali Birand'a sözlerinden hareketle, İmralı'dan 'silahsızlanma' hakkında bir 'mesaj' gelmeyecekÖ

Neden?

Aslında konuştuğumuz konu bu değil mi?



Eğer birileri yeniden en başa döner 'kayıtsız şartsız silahsızlanma ve teslim' dayatmasında bulunursa, bu 'gerçekçi' bir yol haritası olmaz.

Ama eğer hükümet ve devlet, silahsızlanma da içinde her konuda 'müzakere' ve 'gerçekçi' önerileri görüşme yöntemini benimserse, barışa ve çözüme doğru yürümek sanılandan da kolay olur.

Evet. Herkes Özkök'ün dediği gibi 'gerçekçi' olmalıdır.

'Yol Haritası' tartışmalarında Mehmet Ali Birand en kritik 'açılımları' yapanlardan birisi. Önce yazısının girişini okuyalım:

'Abdullah Öcalan'ın birkaç hafta içinde, Kürt sorunu ve PKK ile ilgili bir yol haritası açıklayacağını hepimiz biliyoruz. Hatta bu haritanın belli başlı paragraf başlıklarının ne olacağı da biliniyor. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu duruma seyirci kalır ve hiçbir şekilde ön almazsa, inisiyatifi İmralı'ya bırakmış olacak. Niyeti Öcalan'ın planı üzerinden bir pazarlık yapmak ise veya aksine ayak sürümek için sessiz kalıyorsa, bilemem. Ancak devlet olarak çözüm sürecini başlatmak niyeti varsa, Ankara'nın şu günlerde kendi yol haritasını açıklaması beklenmelidir.'

Görüldüğü gibi Mehmet Ali Birand, 'Kürtler adına yol haritasını hükümet çizmeli ki, inisiyatifi PKK ele alamasın' ana fikrini savunuyor.

Soru şu:

Kürt Özgürlük Hareketi mi hükümetin 'yol haritasını' tartışmalı, yoksa hükümet mi İmralı Yol Haritasını tartışmalı?

Tüm Türkiye'nin üstünde müzakere yapması gereken asıl Yol Haritası Kürtlerin tüm demokratik kamuoyunun da düşüncelerini dikkate alarak çizeceği yol haritası mı olmalı? Yoksa Hükümetin Kürtlerin Yol Haritasını beklemeden 'ön alarak' Kürtler adına çizeceği yol haritası mı?

Mehmet Ali Birand ikincisini tercih edenlerden.

Ancak Birand 'Hükümet inisiyatif alsın' demekle birlikte şunları da söylüyor:

'Ankara, özellikle asker-sivil gerilimi nedeniyle yerinden kıpırdamaz. Ne Öcalan'ın açıklamasının öncesinde, ne de sonrasında bir katkıda bulunur. Olumsuz bir tutum takınır ve herhangi bir çözüm olasılığına sırt döner. Bu yaklaşım, PKK terörünün daha da yaygınlaşması, daha fazla kan kaybı ve daha büyük karmaşanın çıkması anlamına gelir.'

Böylece Birand Kürt sorununda çözümsüzlüğün karşısında yer almış oluyor.


'Emperyalist çıkarlar...'

Star Gazetesinde Mehmet Altan'ın ilginç bir makalesi yayınlandı. Buna göre Altan, Ergenekon örgütünün çözülmesini Nabucco projesine bağlıyor. Ona bakılırsa, AB ve ABD, Türkiye üzerinden geçecek doğal gaz boru hattıyla Rusya'nın enerji hatlarındaki tekelini kırmak için Türkiye güzergahını güvenceye almak amacıyla 'darbecileri' ve Ergenekoncuları tasfiye ediyor. Altan şöyle yazmış:

'Nabucco ile AB'nin darbeyi risk primi dışına çıkarmasının Türkiye'nin demokrasisi açısından da bir dönüm noktası olduğuna dair yorumlar, Ergenekon süreciyle de kesişiyor...

ABD'yle Avrupa'nın kendi kamplarının enerji nakil hatlarının geçeceği bölgeleri 'darbecilere' ve 'darbeciliğe' bırakmayacağı çok açık...

Bakü-Tiflis-Ceyhan'dan Nabucco'ya değişen ne?

Ergenekon'un didik didik edilmesi...

Ve buna karşı da 'darbenin' risk olmaktan çıkması.'

Demek ki, bugün yürüyen askeri vesayete karşı mücadeleyi tezelden devletin iki kanadı arasındaki mücadele olmaktan çıkartmak için demokrasi güçlerinin müdahale gerektiği gibi, bu mücadeleyi Türk bölgesel emperyalizmi ile ABD-Rusya emperyalizmleri arasındaki bir enerji rekabeti kavgası olmaktan çıkartmak için de, önce kendi emperyalizmine karşı çıkan güçlerin bu mücadeleye müdahalesi gerekli.

Hem demokrat, hem de anti emperyalist olmanın şartıdır bu...

kaynak:


Hazırlayanlar: Muhittin CEMİL-Ender KARADENİZ

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


- Adli Tıp'taki korkunç ikili mi?    20.07.2009
Adli Tıp'taki korkunç ikili mi?

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Kanser hastası Güler Zere"ye “infazına devam” raporu veren Adlî Tıp uzmanı Nur Bilgen"in daha önceki tartışmalı raporlarında Ali Suat Ertosun etkisi var.

Haber: ADNAN KESKİN-AYÇA ÖRER

HSYK"da Ergenekon"u ve JİTEM"i soruşturan savcılara tavır alan Ertosun, tartışmalı raporları öncesinde Adlî Tıp 3. İhtisas Kurulu Başkanı Bilgen"i ziyaret etti. Bilgen, 2000"de ölüm orucu yapan sağlam mahkûmlara “Korsakoff hastası,” 2002"deyse Korsakoff hastalarına “iyi” raporu verdi. Her iki olayda da önce Ertosun"la görüştü

Ergenekon sanığı Engin Aydın ile buluştuğunu gösteren fotoğrafın yayımlanmasının ardından gözler Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun"a çevrildi. HSYK toplantılarında Ergenekon soruşturmasını yürüten heyet ile Güneydoğu"daki faili meçhul cinayet dosyalarını tek tek aralayan Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Ergün Tokgöz"ün görev yerlerini değiştirmek için uğraşan Ali Suat Ertosun"un devlet bürokrasisinde üstlendiği görevler ile Türkiye"nin yakın siyasi tarihine "derin devlet operasyonu" olarak geçen olaylar ilginç bir şekilde kesişiyor.


Ertosun, mesleki serüvenine memleketi Manisa"da hâkim olarak başladı. Yargı bürokrasisinde yükselen Ertosun"un ilk görevi ise Adalet Müfettişliği oldu. Ardından başmüfettişliğe getirilen Ertosun, bu görevde hâkim ve savcılarla ilgili soruşturmalar yürütüyordu. Yükselişi süren Ertosun, 1998"de Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü"ne atandı.

Susurluk çetesi onun himayesinde
Susurluk Davası"ndan hüküm giyen emekli Yarbay Korkut Eken, Ayaş Cezaevi"nde özel koşullar içinde tutuldu. Mafya, çete ve uyuşturucu baronlarının cezaevlerinde diğer mahkûmlardan farklı muameleye tutulduğu iddialarıyla gündeme gelen Ertosun döneminde, cezaevlerinde onlarca kişinin ölümüyle sonuçlanan hesaplaşmalar yaşandı.
Ertosun"un akıllara kazınan en önemli icraatı ise 2002"de cezaevlerine eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği operasyon oldu. F tipi kapalı cezaevleri sistemine radikal bir geçiş sağlayan bu operasyonda, 32 mahkûm hayatını kaybetti. Bu operasyonu protesto etmek için başlatılan ölüm oruçlarında yaşamını kaybedenlerin sayısı 100"e yaklaşırken, onlarca mahkûm da sakat kaldı. Bu kanlı operasyonun mimarı Ertosun"un döneminde Sabancı Suikastı zanlısı Mustafa Duyar"ın koğuşunda, silahlı iki kişi tarafından öldürülmesi de büyük tartışmalara neden olmuştu. Duyar"ı öldüren Nuri ve Vedat Ergin kardeşlerin daha sonra JİTEM"in kurucularından Ergenekon sanığı Veli Küçük ile ortaya çıkan bağlantıları kamuoyunda şok etkisi yaratmıştı. Aynı kardeşlerin Mustafa Duyar"ın öldürülmesinde Ertosun bağlantısını ima eden açıklamaları da mahkeme tutanaklarına geçmişti.
Ertosun"un 2002"de çok önemli bir makama, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı"na atanması adeta "direkten" dönmüştü. HSYK"nın itirazı üzerine Ertosun, bu makam koltuğuna oturamamıştı. Ertosun"un yüksek yargıya transferi ise Cemil Çiçek"in Adalet Bakanlığı döneminde, 2003"te gerçekleşti. Adalet Bakanı HSYK"nın da başkanı olduğu için bu atamanın önünde engel kalmıyordu. Ertosun artık Yargıtay üyeliğine seçilmiş, 6. Ceza Dairesi üyesi olarak çalışmaya başlamıştı bile.

Dokunulmazlık zırhı kazandı
Yargıtay"a seçildikten sonra dokunulmazlık zırhı kazanan Ertosun"a asıl büyük ödül AKP hükümeti tarafından verilmişti. 2004"te Ertosun"a F tipi cezaevi sistemine geçişteki katkıları nedeniyle “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verildi. Ertosun, madalyayı devlet bürokrasisinde yükselişinin önünü açan Cemil Çiçek"in elinden aldı. Sadece bu ödülle de yetinilmedi. Ertosun"a dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından “Devlet Üstün Hizmet Beratı” verildi.
Bu ödüllerin ardından Ertosun"un yükselişi sürdü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 6 Mayıs 2008"de HSYK"ya üye seçme yetkisini üç aday arasından Ertosun"dan yana kullanmıştı. Bugün 1400 hâkim ve savcının kaderini belirleyecek olan kararnameyi verdiği önergelerle kilitleyen Ertosun"un, Ergenekon heyeti ile faili meçhul cinayetleri araştıran savcıların görev yerlerini değiştirmek için gösterdiği çabanın arkasında kuşkusuz devlet bürokrasisindeki hızlı yükselişinin payı büyük.

"Doktor ölüm", Ertosun"un mesai arkadaşı çıktı
Kanser hastalığının dördüncü evresindeki Güler Zere"ye "hastanede infazına devam" raporu veren Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu Başkanı Nur Bilgen ile Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu"nda (HSYK) verdiği önergelerle Ergenekon soruşturmasını yürüten heyeti görevlerinden etmeye çalışan Ali Suat Ertosun"un yollarının 2000"de kesiştiği ortaya çıktı. Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile Zere"nin avukatı Taylan Tanay"ın anlatımlarına göre, Nur Bilgen"in başında bulunduğu kurum, Ali Suat Ertosun"un 2000"deki ziyaretinin ardından, cezaevlerindeki ölüm orucunu bitirmek için fazladan Werniche Korsakoff raporu verdi.
Güler Zere"nin avukatı Taylan Tanay ve TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Bilgen"in 2000 yılında cezaevlerinde ölüm oruçlarının sonlandırılması için fazladan Werniche Korsakoff raporu hazırladığı iddiasında birleşiyor.
Tanay, “Sağlam insanlara bile rapor verdiler” derken; Fincancı, dönemin Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevini yürüten Ali Suat Ertosun"un Adlî Tıp Kurumu"nu ziyaret ettiğinde böyle bir istekte bulunmuş olabileceğine işaret ediyor.

Gözaltındaki işkenceyi raporlara yansıtmadı
“Bilgen"in kurumun başına getirilmesi için bilimsel açıdan herhangi bir çalışması yok” diyen Fincancı, “2000 yılında cezaevlerinde ölüm oruçlarının sürmesi nedeniyle Ali Suat Ertosun Adli Tıp Kurumu"na bir ziyarette bulundu. Ziyaretin ardından cezaevlerinde ölüm orucunun sonlandırılması için Werniche Korsakoff teşhisi konulmamış insanlar da salıverildi. İki yıl sonra, yine bir Ali Suat Ertosun ziyaretinin ardından "cezaevi koşullarında yaşamaz" raporu verilen insanlar geri çağırıldı. Çağırılan insanlar arasında çok ciddi rahatsızlık yaşayanlar vardı. Bilgen"in başında bulunduğu heyet, iyileşmesi mümkün olmayan Werniche Korsakoff hastaları için "iyileşmiştir" raporu verdi” diyor.
Avukat Tanay, Bilgen"in Beyoğlu Adlî Tıp hekimliği görevini yürüttüğü 1994"te gözaltında işkence olmadığı yönünde raporlar verdiğini, daha sonra cezaevine giden insanların burada muayene olarak “İşkence görmüştür” raporu aldığını anlattı. Bu nedenle Bilgen"in TTB tarafından meslekten altı ay men edildiğini dile getiren Tanay, “Biz hekimliği bırakacak diye düşünürken, 3. İhtisas Dairesi Başkanlığı görevine getirildi” diyor.
Prof. Dr. Fincancı"yı destekleyen iddialarda bulunan Tanay ekliyor: “Asıl sorun 2000"den sonraki ölüm orucu sürecinde oldu. Sağlam insanlara bile rapor verdiler. Devlet politika değişikliğine gidince Bilgen"in başında olduğu heyet bu kez ölümcül olan hastalara "sağlıklı" raporu verdi. O tarihte TTB"ye başvuruda bulunduk. TTB verdiği raporlardan yola çıkarak hekim kimliğine uygun olmadığına karar verdi.”

HSYK"nın çoğunu Gül atamış
Ergenekon ve faili meçhul cinayetleri araştıran hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilme tartışmalarıyla gündeme gelen HSYK"nın yapısı ve üyeleri merak konusu oldu.

- HSYK, Adalet Bakanı (Başkan) ve Bakanlık Müsteşarı"nın yanı sıra Cumhurbaşkanınca üçü Yargıtay kontenjanından, ikisi Danıştay kontenjanından seçilen beş üyeyle birlikte toplam yedi asıl üyeden oluşuyor. Kurul"un beş de yedek üyesi bulunuyor.

- Sadullah Ergin, Adalet Bakanı. Bu sıfatı nedeniyle mayıs ayından itibaren HSYK Başkanı.

- Kadir Özbek, HSYK Başkanvekili. 2001"de Yargıtay üyeliğine seçildi.

- Suna Türkoğlu, 19 Nisan 2002"de Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı"na getirildi. - -

- Cumhurbaşkanı Gül tarafından 7 kasım 2008"de Danıştay"ın gösterdiği üç aday arasından HSYK asıl üyeliğine seçildi.

- Ali Suat Ertosun, Cumhurbaşkanı Gül tarafından 6 Mayıs 2008"de HSYK asıl üyeliğine atandı.

- Musa Tekin, 10. Cumhurbaşkanı Sezer tarafından 13 Ekim 2006"da Yargıtay kontenjanından HSYK asıl üyeliğine seçildi.

- Orhan Cem Erbük, Gül tarafından 18 Kasım 2008"de asıl üyeliğine atandı.

- Ahmet Kahraman, Adalet Bakanlığı Müsteşarı. Bu sıfatı nedeniyle  HSYK asıl üyesi. Müsteşarlık görevine 18 temmuz 2008 tarihinde getirilmişti.

Kaynak:

Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


yeni/JİTEM'in kan donduran eylemleri    19.07.2009
JİTEM'in kan donduran eylemleri
19 Temmuz 2009 Pazar

Diyarbakır'da 1984-1992 yılları arasında görev yapan Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, JİTEM'in varlığını doğrulayarak önemli açıklamalarda bulundu.

Diyarbakır'da 1984-1992 yılları arasında görev yapan emniyetin ünlü istihbaratçı ismi, Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, JİTEM'in varlığını doğrulayarak önemli açıklamalarda bulundu.

Diyarbakır'da görülen JİTEM davası kapsamında geçen ay Emniyet Müdürü olarak görev yaptığı Edirne'de 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne talimatla ifade veren Avcı, JİTEM'in ünlü isimleri ve eylemlerini anlattı.

Ersever'e engel oldum

İfadesinde, 1984 sonu ile 1992 Mart ayı arasında Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yaptığını belirten Avcı, JİTEM'in kurucularından Cem Ersever'in kendisine yaptığı ziyareti şöyle anlattı:

Birkaç kişi ile yanıma gelen Cem Ersever HADEP binasında açlık grevi yapıldığını ve bina önündeki polisleri çekmemi istedi. Polislere bir şey olmasını istemediklerini belirten Ersever'e bir saat yönteminin ve yaptığının yanlış olduğunu anlattım. Ersever, boğazına kadar bu işe battığını, eğer yardım etmeyeceksem karışmamamı, bu saatten sonra geri duracak halinin olmadığını söyledi. HADEP binasına bir şey yapılmasına engel oldum.



JİTEM levhası vardı

Diyarbakır'da örgüt kurucusu ve üyeleri olan Arif Doğan (Ergenekon davası sanığı), Cem Ersever, Arif Özer ve kod isimleriyle tanıştırıldığını öğrendiğim bazı kişilerle karşılaştığını anlatan Avcı, Diyarbakır Asayiş Kolordu ve Alay Komutanlıklarında tahsis edilen yerlerde JİTEM levhalarının da bulunduğunu, hatta bu kişilerin asayiş değerlendirmelerine JİTEM Komutanlığı görevlileri sıfatıyla katıldıklarını söyledi.

Üstleri biliyordu

Avcı, Veli Küçük'ün Jandarma Genel Komutanlığı'nda karargáhta olduğunu ve JİTEM'in ona bağlı bölge ve Diyarbakır'da teşkilatlandığını duyduğunu da ifadesinde anlattı.

JİTEM adına yasadışı olarak öldürme ve adam kaçırma gibi faaliyetlerin, bu işleri yapan kişilerin üstlerinin bilgisi dahilinde olmadan işlenmesinin söz konusu olamayacağını belirten Avcı ifadesinde şöyle dedi: "Ancak somut bilgim yok. Ersever ve ekibinin yapmış olabileceği tahmin ettiğim baro başkanının arabasına bomba konulması, Yeni Ülke Gazetesi'nin yakılması, Aydınlık ya da benzer bir derginin basılarak bir kişinin öldürülmesi ve HEP İl Başkanı Vedat Aydın'ın kaçırılıp öldürülmesi olayıdır."



Aydın'ın kaçırılması olayı

Hanefi Avcı, ifadesinde Vedat Aydın kaçırılması olayını şöyle anlattı:

"HEP İl Başkanı Aydın'ın öldürülmesi olayını araştıran Hüseyin Kocadağ, o gün yol kontrolü yapan trafik ekibinin 'trafik kazası oldu' anonsuyla buradan çekildiğini söyledi. Böylece Vedat Aydın'ı kaçıranların yoldan rahatça geçişi sağlanmış. Bu kaza ihbarının daha sonra Jandarma Asayiş Kolordu Karargáhı'ndan yapıldığı ortaya çıkmış."





Paylaş |



0 Yorum - Yorum Yaz


yeni/Tuncay Güney M.Övür'e anlatmış    19.07.2009
Gülen raporuna karakutu yorumu!
19 Temmuz 2009 Pazar

Sabah yazarı Mahmut Övür'e konuşan Tuncay Güney, Türkiye'nin sıcak gündemiyle ilgili ilginç tespitler yaptı.

Ergenekon'un 'kara kutusu' olarak nitelendirilen ve Kanada'da yaşayan Tuncay Güney, Sabah yazarı Mahmut Övür'e konuşmaya devam ediyor. Güney, AK Parti ve Fethullah Gülen'i bitirme raporundan Kürt sorununa değin birçok konuda ilginç tespitler yaptı.

 

1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət