Ana səhifə

T. C. MİLLÎ EĞİTİm bakanliği teftiş Kurulu Başkanlığı Ankara-2006


Yüklə 4.88 Mb.
səhifə6/58
tarix25.06.2016
ölçüsü4.88 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   58

MEMUR SUÇLARI

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MEMUR SUÇLARI

GENEL AÇIKLAMALAR
Suç, Hukuk nizamının veya ceza kanunlarının ihlali, ahlak düzenini ağır şekilde bozan ve bu sebeple Devletin hoş görmeyeceği bir fiil, her zaman ve her yerde ortalama dürüstlük ve merhamet duygularına tecavüzü ifade eden dav­ranışlar, kanunda yazılı tipe uygun, hukuka aykırı ve müeyyide olarak bir cezanın uygulanmasını gerektiren fiil şeklinde tanımlanmıştır.

Hukuk düzeninde yasaklanmış fiil ve hareketler suçu oluşturmaktadır. Bu nedenle suç, hukuka aykırı bir davranış ifadesi olup, kişi hürriyetini de sınırlandırır.

Suçun oluşması için bir eylemin mevcut olması ve bu eylemin suç olarak be­lirlenmesi gerekmektedir.

Kişinin bir eyleme niyet etmesi, düşüncesinden geçirmesi, sorumlu kişi tara­fından işlenmemiş olması, fiilin yasal tanıma uygun düşmemesi hallerinde suç oluş­mamış demektir. Ayrıca yasal tanıma uymayan bazı fiil ve haller, kıyas yoluyla suç olarak kabul edilemez.

Türk Ceza Hukukuna göre bir suç işlenmesi durumunda, Cumhuriyet savcı­sı bizzat harekete geçerek kamu davasının açılıp açılmamasına karar vermek için ha­zırlık soruşturması başlatır. Ana kural bu olmakla beraber, hukuk sistemimiz memurların görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlar için ayrı soruşturma yöntemleri belirleyerek yargılama yöntemi bakımından memurlar ve diğer kamu görevlileri için is­tisnalar getirmiştir. Memurların görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı kamu davasının açılıp açılmaması konusunda idareye takdir hakkı tanınmıştır. Ayrıca, Anayasanın 129. ve Devlet Memurları Kanununun 24. maddelerinde de memurla­rın yargılama usullerinin özel yasa ile düzenleneceği belirtilmiştir.

Yeni Türk Ceza Kanunu memur kavramı yerine kamu görevlisi kavramına yer vermiştir. TCK’nın “Tanımlar” başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde; “c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi, …” anlaşılır denilmektedir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki “memur” tanımının doğurduğu sa­kıncaları aynen devam ettirecek nitelikte olan tanım, Tasarı metninden çıka­rılarak; memur kavramını da kapsayan “kamu görevlisi” tanımına yer veril­miştir. Yapılan yeni tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayılması için ara­nacak yegane ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır.

Bilindiği üzere, kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir. Bu faaliyetin yürütülmesine katılan kişilerin maaş, ücret veya sair bir maddî karşılık alıp almamalarının, bu işi sürekli, süreli veya geçici olarak yapmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu bakımdan, örneğin mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya noterin kamu görevlisi ol­duğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Keza kişi, bilirkişilik, ter­cümanlık ve tanıklık faaliyetinin icrası kapsamında bir kamu görevlisidir. Askerlik görevi yapan kişiler de kamu görevlisidirler. Bu bakımdan örneğin bir suç vakıasına müdâhil olan, bir tutuklu veya hükümlünün naklini ger­çekleştiren jandarma subay veya erleri de, kamu görevlisidirler.

Buna karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda, bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağı açıktır.

Hukuk sistemimizde memurların soruşturma yöntemini belirleyen kanun, 1913 yılından bu yana yürürlükte olan Memurun Muhakematı Hakkında Kanun-u Muvakkatı kaldıran ve yeni bir yargılama usulü getiren, 4 Aralık 1999 tarihinde 23896 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4483 sayılı Me­murlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanundur. Memur suçlarının kovuşturulması yöntemleri ile ilgili di­ğer bir önemli kanun da 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yol­suzluklarla Mücadele Kanunudur. Bu Kanun, 4483 sayılı Me­murlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun istisnasıdır.

Bu açıklamalara göre memur suçlarını;

a) Memurların görevleri sebebi ile işledikleri ve ön inceleme raporu düzen­lenmesini gerekli kılan suçlar,

b) Ön inceleme raporu düzenlenmeden ve yetkili merciden soruşturma izni ta­lep edilmeden doğrudan Cumhuriyet başsavcılıklarınca genel hükümlere göre işlem yapılmasını gerekli kılan suçlar,

c) Soruşturması takibe ve izne bağlı suçlar,

şeklinde gruplandırmak mümkündür.



A) 4483 sayılı Kanun Kapsamına Giren (Ön İnceleme Raporu Düzenlenecek) Suçlar:

Kamu çalışanlarına 4483 sayılı Kanunun uygulanabilmesi için;

a) Kişinin memur olması,

b) Bu memurun bir suç işlemesi,

c) Suçun, görev sebebiyle işlenmiş olması,

d) Her üçünün aynı anda gerçekleşmesi,

gerekmektedir.

Memurların kendilerine mevzuatla yada idari emirlerle verilen görevleri ile ilgili olan, görevleri dolayısıyla işledikleri suçlar “görevden doğan suç” kapsamı içinde düşünülmelidir. Suçun işlendiği yer ve zaman önemli değildir.



1) Türk Ceza Kanununda Yer Alan Suçlar:

a) Denetim Görevinin İhmali;

Denetim görevinin ihmali suçu, Türk Ceza Kanununun 251. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

Denetim görevinin ihmali

          MADDE 251- (1) Zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine kasten göz yuman denetimle yükümlü kamu görevlisi, işlenen suçun müşterek faili olarak sorumlu tutulur.

           (2) Denetim görevini ihmal ederek, zimmet veya irtikap suçunun işlenmesine imkân sağlayan kamu görevlisi, üç aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Madde metninde denetim görevinin ihmali, ceza yap­tırımına bağlanmıştır. Birinci fıkrada zimmet veya irtikap suçunun işlenme­sine kasten göz yuman kamu görevlisinin, işlenen suçun müşterek faili ola­rak sorumlu tutulacağı hüküm altına alınmıştır. Bu durumda, kamu görevlisi, zimmet veya irtikap suçunun işlendiğinden haberdardır ve buna rağmen de­netim görevini kasten ihmal etmektedir.

Buna karşılık, denetimle yükümlü kamu görevlisinin bu görevini ih­mal etmesinden yararlanılarak zimmet veya irtikap suçunun işlenmesi hâ­linde; kamu görevlisinin, denetim görevini kasten ihmal etmesi dolayısıyla, ceza hukuku bakımından sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu durumda, kamu görevlisinin zimmet veya irtikap suçu açısından kastı yoktur. Ancak, dene­tim görevini kasten ihmal etmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında, denetim görevinin kasten ihmal edilmiş olması, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.

TCK’nın 251. maddesinde yer alan bu suçun unsurlarını;

1) Failin, görevi gereği Devlet mallarının denetimi ile sorumlu olması,

2) Denetimle yükümlü kamu görevlisinin zimmet veya irtikap suçunun işlenmesine kasten göz yumması veya kamu görevlisinin denetim görevini ihmal ederek zimmet veya irtikap suçunun işlenmesine imkan sağlaması,

oluşturmaktadır.

 (Bu suç, özellikle müfettişlerle denetim görevi bulunan eleman ve amirleri il­gilendirmekte olup, oluşumu zimmet veya irtikap suçunun meydana gelmesi şartına bağlıdır.)

b) Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 258. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

Göreve ilişkin sırrın açıklanması:

           MADDE 258- (1) Görevi nedeniyle kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı açıklayan veya yayınlayan veya ne suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran kamu görevlisine, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir.

           (2) Kamu görevlisi sıfatı sona erdikten sonra, birinci fıkrada yazılı fiilleri işleyen kimseye de aynı ceza verilir.”

Maddede, kamu görevine ilişkin sırrın ifşası cezalan­dırılmaktadır. Söz konusu suç, gizli kalması gereken hususları açıklamak, yayınlamak veya ne suretle olursa olsun bunlardan başkasının bilgi edinme­lerini kolaylaştırmak suretiyle oluşacaktır. Suçun faili, bir kamu görevlisi olacaktır. Suçun konusu, ifa edilen kamu göreviyle ilgili olan ve gizli tutul­ması yani sır olarak saklanması gereken bilgilerdir.

Kamu görevlisinin, ifa ettiği göreve ilişkin sırları bu görevi sona er­dikten sonra da açıklamaması gerekir. Maddenin ikinci fıkrasında, söz ko­nusu yükümlülüğe aykırı davranışlar ceza yaptırımı altına almıştır.

c) Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 279. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.



Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi

MADDE 279- (1) Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.



(2) Suçun, adlî kolluk görevini yapan kişi tarafından işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

Kamu görevlileri, görevlerini yaptıkları sırada ve gö­reve ilişkin olarak bir suçun işlendiğini öğrendiklerinde bunu yetkili ma­kamlara bildirmekle yükümlüdürler. Madde metninde, bu yükümlülüğe ay­kırı davranış, suç olarak tanımlanmaktadır. Suçun maddî unsuru, bildirimde bulunmak hususunda ihmalde bulunmak veya gecikme göstermektir. Ancak, bu suçun oluşabilmesi için, bildirim konusu suçun kamu görevlisinin yürüt­tüğü görevle bağlantılı olması gerekir. İşlenen suçun görevle bağlantısının olmaması durumunda, ihbarla ilgili genel kurallar geçerlidir.

Maddenin ikinci fıkrasında, failin adlî kolluk görevini yapan memur­lardan oluşu ağırlaştırıcı neden sayılmıştır.

d) Kamu Görevinin Terki veya Yapılmaması;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 260. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.



Kamu görevinin terki veya yapılmaması

MADDE 260. - (1) Hukuka aykırı olarak ve toplu biçimde, görevlerini terk eden, görevlerine gelmeyen, görevlerini geçici de olsa kısmen veya tamamen yapmayan veya yavaşlatan kamu görevlilerinin her biri hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. Kamu görevlisi sayısının üçten fazla olmaması halinde cezaya hükmolunmaz.



(2) Kamu görevlilerinin mesleki ve sosyal hakları ile ilgili olarak, hizmeti aksatmayacak biçimde, geçici ve kısa süreli iş bırakmaları veya yavaşlatmaları halinde, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza da verilmeyebilir.”

Madde metninde, kamu görevlilerinin toplu olarak gö­revlerini terk etmesi, görevlerine gelmemesi, görevlerini geçici de olsa kıs­men veya tamamen yapmaması veya yavaşlatması suç olarak tanımlanmıştır.

Bir hizmetin kamu adına yürütülmesine karar verilmesi, bu hizmetin düzenli ve aksamaksızın yürütülmesini gerektirir. Madde metniyle bir kamu hizmetinin aksamasına neden olacak toplu hareketler ceza yaptırımı altına alınmıştır.

Söz konusu suçun oluşabilmesi için maddede belirtilen hareketlerin toplu olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Söz konusu hareketlerin toplu olarak yapıldığının kabulü için, en az dört kişinin birlikte hareket etmiş olması ge­rekir.

Maddenin ikinci fıkrasında, görevin toplu olarak ve kısa bir süre için terkinin kamu hizmetinin yürütülmesi açısından oluşturduğu haksızlığın azlığı göz önünde bulundurularak, verilecek cezada indirim yapma veya ceza vermeme konusunda mahkemeye takdir yetkisi tanınmıştır. Ancak, bu takdir yetkisinin kullanılabilmesi için, görevin kısa bir süre terkinin hizmeti aksatmaması ve münhasıran kamu görevlilerinin mesleki ve sosyal hakları ile ilgili taleplerini ifade amacıyla yapılması gerekir.

e) Kamu Görevlisinin Ticareti;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 259. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.



Kamu görevlisinin ticareti

MADDE 259 - (1) Yürüttüğü görevin sağladığı nüfuzdan yararlanarak, bir başkasına mal veya hizmet satmaya çalışan kamu görevlisi, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

Madde metninde kamu görevlilerinin ticareti suçu ta­nımlanmıştır. Bu hükümle, görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle başkalarına mal veya hizmet satmaya çalışan kamu görevlisinin cezalandırılması öngörülmüştür. Suçun tamamlanması için, mal veya hiz­metin satılmış olması gerekmemektedir. Söz konusu suç tanımıyla amaçla­nan, bir kamusal faaliyetin yürütülmesine katılan veya bir kamu hizmetinden yararlanan kişilerin, kamu görevlisinin görevinin gereklerine uygun işlem tesis edilmeyeceği yönünde bir endişeyle kendilerini sunulan mal veya hiz­meti satın almak mecburiyetinde hissetmelerinin önüne geçmektir.

f) Görevi Kötüye Kullanma;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 257. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

Görevi kötüye kullanma

MADDE 257 - (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.



(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”

Bir kamu göreviyle görevlendirilen kişi, bu kamu fa­aliyetinin yürütülmesi sırasında, görevinin gerekli kıldığı yükümlülüklere uygun hareket etmek zorundadırlar. Öyle ki; kamu faaliyetlerinin gerek eşit­lik gerek liyakatlilik açısından adalet ilkelerine uygun yürütüldüğü husu­sunda toplumda hâkim olan güvenin, inancın sarsılmaması gerekir.

Bu yükümlülükle bağdaşmayan davranışlar, belli koşullar altında suç olarak tanımlanmıştır. Görevi kötüye kullanma suçu, bu bakımdan genel, tali ve tamamlayıcı bir suç olarak tanımlanmıştır.

Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, gerçekleştirilen fiilin, kamu görevlisinin görevi alanına giren bir hususla ilgili olması gere­kir.

Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden ol­ması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.

Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden olması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir anlama sahiptir. Örneğin kişi, tabi tutulduğu sınavda başarılı olmasına rağmen, başa­rısız gösterilmiş olabilir. Bir imar planı uygulamasında, belli bir parsel,

sa­hibine duyulan husumet dolayısıyla, plan tekniğine aykırı olarak, yeşil alan olarak gösterilmiş olabilir. Kişinin, kamusal bir finans kaynağından yarar­lanması için gerekli şartları taşıdığı hâlde, yararlanması engellenmiş olabilir. Kişinin, belli bir sınai veya ticari faaliyetle ilgili olarak gerekli izin koşulla­rını taşıdığı hâlde, bu faaliyeti engellenmiş olabilir.

Haklı olan işin görülmesinden sonra kişilerden yarar sağlanması da, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur. Çünkü, bu yarar, kamu görevlisi sıfatını taşıması ve işi görmüş olması dolayısıyla kişiye sağlanmaktadır. Bu gibi durumlarda, kişiler hakkının teslim edilmesi konusunda en azından bir kaygıyla hareket etmektedirler. Kamu görevlisine yarar sağlanması görü­nüşte rızaya dayalı olsa bile; kamusal görevlerin eşitlik ve liyakat esasına göre yürütüldüğü hususunda taşınan kaygı dolayısıyla, burada da bir mağdu­riyetin varlığını kabul etmek gerekir.

Görevin gereklerine aykırı davranış dolayısıyla, kamu açısından bir zarar meydana gelmiş olabilir. Örneğin orman alanında veya kamu arazisi­nin işgaliyle yapılan işyeri veya konutlara elektrik, su, gaz, telefon ve yol gibi alt yapı hizmetleri götürülmekle, görevin gereklerine aykırı davranılmış olabilir.

Görevin gereklerine aykırı davranmak suretiyle kişilere haksız bir ka­zanç sağlanmış olabilir. Örneğin kişi, kamusal bir finans kaynağından ya­rarlanması için gerekli şartları taşımadığı hâlde, yararlandırılmış olabilir. Kişiye, belli bir sınai veya ticari faaliyetle ilgili olarak gerekli izin koşulla­rını taşımadığı hâlde, bu faaliyetin icrasına yönelik olarak izin verilmiş ola­bilir. Bir imar planı uygulamasında, belli bir parsel üzerinde, plan tekniğine veya imar planına aykırı olarak yapılaşmaya imkan sağlanmış olabilir.

Böylece, İtalyan hukukunun etkisiyle gerek doktrinimizde gerek Yar­gıtay’ın kimi kararlarında kabul gören sübjektif sınırlama ölçütü terkedil­miştir.

Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, görevin gerekle­rine aykırı davranışın mutlaka icraî davranış olması gerekmemektedir. Gö­revin gereklerine aykırı davranışın, ihmalî bir hareket olması hâlinde de, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir. Görevi kötüye kullanma suçu­nun icraî veya ihmali davranışla işlenmesinin sadece ceza miktarı üzerinde bir etkisi olabilecektir.

Bu düzenlemeyle, 765 sayılı Türk Ceza Kanununda yer verilen keyfi muamele, görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçları ayırımından vaz­geçilmiştir.

Görevin gereklerine aykırı davranış sonucunda, bir insan ölmüş veya yaralanmış olabilir. Bu durumda; kamu görevlisinin görevinin gereği olan belli bir icraî davranışta bulunmak yönündeki yükümlülüğünü yerine getir­memesi dolayısıyla, görevi kötüye kullanma suçunun oluştuğunda kuşku yoktur. Ancak, bu durumda aynı zamanda ihmalî davranışla öldürme veya yaralama suçu oluşmaktadır.

Görevi kötüye kullanma suçu, genel, tali ve tamamlayıcı bir suç tipi­dir. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın başka bir suçu oluş­turmadığı hâllerde, kamu görevlisini bu suça istinaden cezalandırmak gere­kir. Buna karşılık, görevle bağlantılı yükümlülüğün ihmali sonucunda şayet bir kişi ölmüş veya yaralanmış ise, kişi artık görevi kötüye kullanma suçun­dan dolayı cezalandırılamaz. Bu durumda, ihmalî davranışla işlenmiş öl­dürme veya yaralama suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Maddenin üçüncü fıkrasına göre; kamu görevlisinin, görevinin gerek­lerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlaması, bazı

hâllerde görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacaktır. Ancak, bunun için, fiilin icbar suretiyle irtikap suçunu oluş­turmaması gerekir. Kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için, kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlaması, rüşvet suçunu oluşturacaktır. Buna karşılık, kamu gö­revlisinin, görevinin gereklerine uygun davranmak amacıyla kişilerden men­faat temin etmesi durumunda ise, rüşvet suçu değil, kural olarak icbar sure­tiyle irtikap suçu oluşur. Ancak, somut olayda, kişinin menfaat sağlama yö­nünde icbar edildiği yönünde somut dayanak noktalarının bulunmaması du­rumunda, fiil görevi kötüye kullanma olarak değerlendirilerek cezaya hük­medilecektir.

h)Belgede Sahtecilik;

Belgede sahtecilik suçu, Türk Ceza Kanununun 204-212. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

1) Resmi belgede sahtecilik;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 204. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.



1) Resmi belgede sahtecilik;

MADDE 204 - (1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.



(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.”

Maddede, resmi belgede sahtecilik suçu tanımlanmış­tır.

Suçun konusu resmi belgedir.

Belge, eski dilimizdeki “evrak” kelimesi karşılığında kullanılmakta olup, yazılı kağıt anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, yazılı kağıt niteli­ğinde olmayan şey, ispat kuvveti ne olursa olsun, belge niteliği taşımamak­tadır.

Kağıt üzerindeki yazının, anlaşılabilir bir içeriğe sahip olması ve ay­rıca, bir irade beyanını ihtiva etmesi gerekir.

Bu yazının belli bir kişiye veya kişilere izafe edilebilir olması gerekir. Ancak, bu kişilerin gerçekten mevcut kişiler olması gerekmez. Bu itibarla, gerçek veya hayalî belli bir kişiye izafe edilemeyen yazılı kağıt, belge nite­liği taşımaz. Kağıt üzerindeki yazının belli bir kişiye izafe edilebilmesi için, bu kişinin ad ve soyadının kağıda eksiksiz bir şekilde yazılması ve kağıdın bu kişi tarafından imzalanmış olması şart değildir.

Ancak, bazı belgeler (örneğin poliçe gibi kambiyo senetleri) açısın­dan, belge üzerinde kişinin kendi el yazısı ile imzasının atılmış olması gere­kir. Zira, imza, ilgili kambiyo senedinin zorunlu şekil şartını (kurucu bir unsurunu) oluşturmaktadır.

Bir kişinin, düzenlediği belgeye başkasının adını yazması ve belgeyi imzalaması durumunda da bir belge vardır; ancak, bu belge sahtedir. Belge altında adı yazılan ve adına imza konulan kişi, gerçek veya hayali bir kişi olabilir. Bunun, belgenin varlığına bir etkisi bulunmamaktadır.

Bir belgeden söz edebilmek için, kağıt üzerindeki yazının içeriğinin hukukî bir kıymet taşıması, hukukî bir hüküm ifade eylemesi, hukukî bir sonuç doğurmaya elverişli olması gerekir.

Resmi belge, bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği olarak dü­zenlenen yazıyı ifade etmektedir. Bu itibarla, düzenlenen belge ile kamu görevlisinin ifa ettiği görev arasında bir irtibatın bulunması gerekir. Bu iti­barla, bir kamu kurumu ile akdedilen sözleşme dolayısıyla özel hukuk hü­kümlerinin uygulama kabiliyetinin olması hâlinde dahi, resmi belge vardır. Çünkü sözleşme, kamu kurumu adına kamu görevlisi tarafından imzalan­maktadır.

Ayrıca belirtilmelidir ki, her ne kadar, belgeden söz edilen durumlarda yazılı bir kağıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin varlığını kabul için, yazının kağıt üzerinde bulunması gerekmez. Bir metal levha üze­rine yazı yazılması hâlinde de belgenin varlığını kabul etmek gerekir. Bu itibarla, araç plakaları da resmi belge olarak kabul edilmek gerekir.

Söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır.

Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.

Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Başka bir deyişle, sahteliğin beş duyuyla anlaşılabilir olmaması gerekir. Özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belgenin sahte belge olarak kabul edilmesi gerekir.

İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmakta­dır. Mevcut olan resmi belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, ya­pılan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, resmi bel­geyi bozmak suçu oluşur.

Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gere­kir ki; sahteciliğin, belgenin üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır.

Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kulla­nılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur.

Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmaktadır. Birinci fıkrada tanımlanan suçtan farklı olarak, bu suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisi­nin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belge olması gerekir. Bu bakımdan, resmi belgede sahteciliğin kamu görevlisi tarafından yapılma­sına rağmen, düzenlenen sahte resmi belgenin kamu görevlisinin görevi ge­reği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olmaması hâlinde, bu fıkra hükmü uygulanamaz.

Söz konusu suçu oluşturan hareketler, birinci fıkrada tanımlanan suçu oluşturan seçimlik hareketlerden ibarettir. Ancak, bu bağlamda özellikle belirtilmelidir ki, kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi, bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi hâlinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşur.

Maddenin üçüncü fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun konu bakımından nitelikli unsuru belirlenmiştir. Buna göre, suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, cezanın belirlenen oranda artı­rılması gerekir. Bu hüküm, belgelerde sahtecilik suçları ile delil teorisi ara­sındaki ilişki göz önüne alınarak, daha üstün ispat gücüne sahip belgeyi daha fazla korumak ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak, değişik yorumlara son vermek maksadıyla bir belgenin böyle bir güce sahip olup olmadığının sap­tanması için kanunlarda bu hususu belirten bir hüküm bulunması gerekli sayılmıştır.



2) Resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 205. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 205 - (1) Gerçek bir resmi belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

Maddede, resmi belgeyi bozmak, yok etmek ve giz­lemek fiilleri, resmi belgede sahtecilik suçundan ayrı bir suç olarak ceza yaptırımı altına alınmıştır. Sahtecilik suçu, düzenlenen belgenin veya bel­gede yapılan değişikliğin başkasını aldatıcı nitelikte olmasını gerektirir. Bu maddede tanımlanan suçun işlenmesi, başkasını aldatma özelliği taşımaya­bilir.

Suçun konusu, hukuken geçerli, yani gerçek bir resmi belgedir.

Söz konusu suçu oluşturan seçimlik hareketler, resmi belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemektir.

Gerçek bir resmi belge üzerindeki yazıları örneğin boyamak veya sil­mek suretiyle okunamaz hâle getirmek, belge üzerindeki resmi koparmak, belgeyi yırtmak, yakmak veya gizlemek fiilleri bu suçu oluşturur.

Dikkat edilmelidir ki; gizleme hâlinde, belge varlığını ve bütünlüğünü muhafaza etmektedir. Gizlenen belge, kişilerin nezdinde bulunan resmi belge olabileceği gibi, bir kamu kurum ve kuruluşunda ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunda muhafaza edilen belge de olabilir.

Gizlemenin, belgenin nezdinde bulunduğu kişiye ya da kurum veya kuruluşa karşı olması gerekir. Bir belgenin, örneğin bir uyuşmazlık bağla­mında mahkemeden istenmesine karşılık; gerçeğe aykırı olarak, mevcut ol­madığının veya bulunamadığının bildirilmesi hâlinde, bu suç değil, suç de­lillerini gizleme suçu oluşur.

Bir resmi belgenin, örneğin bir hukukî uyuşmazlık bağlamında mah­kemeden istenmesine karşılık; gerçeğe aykırı olarak, mevcut olmadığının veya bulunamadığının bildirilmesi hâlinde, bu suç oluşur. Ancak, bir suça ilişkin olarak yapılan soruşturma veya kovuşturma kapsamında istenen bel­gelerin verilmemesi hâlinde, resmi belgenin gizlenmesi suçunun değil, suç delillerini gizleme suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Gizleme olgusu, belgenin nezdinde bulunduğu kişiden ya da kurum veya kuruluştan çalınması suretiyle de gerçekleşebilir. Ancak bu durumda, hırsızlık suçundan değil, resmi belgenin gizlenmesi suçundan dolayı hüküm tesis edilmelidir.

Bu suç, herhangi bir kişi tarafından işlenebilir. Resmi belgenin kamu görevlisi tarafından bozulması, yok edilmesi veya gizlenmesi, bu suçun ni­telikli şekli olarak tanımlanmıştır. Bu suç açısından özellik arzeden husus, suçun konusunu oluşturan belgenin, kamu görevlisinin görevi gereği düzen­lemeye yetkili olduğu belge olması gerekmez. Gerçek bir resmi belgenin kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı olarak bozulması, yırtılması, yok edilmesi veya gizlenmesi hâlinde, bu suç oluşur.



3) Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 206. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 206 - (1) Bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

Madde, doktrinde “fikrî sahtecilik” olarak adlandırı­lan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açık­lamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kal­maz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre mey­dana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette “doğruyu söylemek” le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483. maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.

Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ih­raç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinme­yip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.

Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.

Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre te­mel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla mad­dedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak sap­tanmıştır.

(Bu cezanın uygulamasında, kamu görevlisi görevi sebebiyle yalan beyanda bulunursa 4483 sayılı Kanun kapsamında, kişinin kamu görevlisi olmaması veya yalan beyanının görevi sebebiyle olmaması halinde genel hükümlere göre işlem tesis edilir.)

 II) Özel Belgede Sahtecilik;

1) Özel belgede sahtecilik;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 207. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 207 - (1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”

Maddede, özel belgede sahtecilik suçu tanımlanmak­tadır.

Suçun konusu, özel belgedir.

Söz konusu suçu oluşturan hareketlerden biri, özel belgeyi sahte ola­rak düzenlemektir. Özel belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.

Suç, gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmek suretiyle de işlenebilir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan özel belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmakta­dır. Mevcut olan özel belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, yapı­lan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, özel belgeyi bozma suçu oluşur.

Söz konusu suçun tamamlanabilmesi için, bu iki seçimlik hareketten birinin gerçekleşmesinin yanı sıra, düzenlenen sahte belgenin kullanılması gerekir.

Suçun oluşması için, bir unsur olarak kullanmanın gerçekleşmesi ge­rekir. Kullanmadan maksat, bu sahte belgenin herhangi bir hukukî ilişkide veya herhangi bir hukukî işlem tesisinde dikkate alınmasını sağlamaya ça­lışmaktır.

Maddenin ikinci fıkrasında, başkaları tarafından sahte olarak düzen­lenmiş olan bir özel belgenin kullanılması, suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, kullanan kişinin, belgenin sahte olduğunu bilmesi gerekir. Yani bu suç, ancak doğrudan kastla işlenebilir.



(Söz konusu suç nedeniyle genel hükümlere göre suç duyurusunda bulunulur.)

2) Özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 208. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 208 - (1) Gerçek bir özel belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Maddede, özel belgeyi bozmak, yok etmek ve gizle­mek fiilleri, özel belgede sahtecilik suçundan ayrı bir suç olarak ceza yaptı­rımı altına alınmıştır.

Suçun konusu, hukuken geçerli, yani gerçek bir özel belgedir.

Söz konusu suçu oluşturan seçimlik hareketler, özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemektir.

Gerçek bir özel belge üzerindeki yazıları örneğin boyamak, karalamak veya silmek suretiyle okunamaz hâle getirmek, belgeyi yırtmak, yakmak veya gizlemek fiilleri bu suçu oluşturur.

  Gizleme hâlinde, belge varlığını ve bütünlüğünü muhafaza etmektedir. Gizlenen belge, kişilerin nezdinde bulunan özel belge olabileceği gibi, özel veya kamuya ait bir kurum veya kuruluşta muhafaza edilen özel belge de olabilir. Noterde muhafaza edilen vasiyetname, bu ikinci hâle örnek teşkil eder.

Bir özel belgenin, örneğin bir uyuşmazlık bağlamında mahkemeden istenmesine karşılık; gerçeğe aykırı olarak, mevcut olmadığının veya bulu­namadığının bildirilmesi hâlinde, bu suç oluşur. Ancak, bir suça ilişkin ola­rak yapılan soruşturma veya kovuşturma kapsamında istenen belgelerin ve­rilmemesi hâlinde, özel belgenin gizlenmesi suçunun değil, suç delillerini gizleme suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Gizleme olgusu, özel belgenin nezdinde bulunduğu kişiden ya da ku­rum veya kuruluştan çalınması suretiyle de gerçekleşebilir. Ancak, bu du­rumda, hırsızlık suçundan dolayı değil, özel belgenin gizlenmesi suçundan dolayı hüküm tesis edilmelidir.



(Söz konusu suç nedeniyle genel hükümlere göre suç duyurusunda bulunulmalıdır.)

2) 237 Sayılı Taşıt Kanununda Yer Alan Suç:

Bu Kanunun 1. maddesine göre, uygulama alanına;

a) Genel bütçeye dahil dairelerle katma ve özel bütçeli idareler ve bunlara bağlı sabit ve döner sermayeli müesseseler;

b) İktisadi Devlet teşekkülleri ve özel kanun ve kararnamelerle kurulan her çeşit banka ve teşekküller,

e) Yukarıdaki (a), (b) fıkralarında yazılı daire, idare, banka, teşekkül ve mü­esseselerin sermayesinin yarısından fazlasına sahip bulundukları kurum ve kuruluş­ları,

d) Kamuya yararlı demeklerden ve Başbakanlıkça lüzum görülenler tarafın­dan kullanılan taşıtlar,

girmektedir.

Kanunun müteakip maddelerinde, taşıtların temini ve tahsisine ilişkin esasla­ra yer verilmekte, 16.maddesinde ise kanuna aykırı davranışta bulunanlara ilişkin ce­za hükmü, Bu kanun şümulüne giren taşıtları her ne suretle olursa olsun, tahsis olunduğu işin gayrısında veya şahsi hususlarda kullananlar veya kullanılmasına mü­saade edenler veya kanunda yazılı olduğu şekilde kullanılmış gibi gösterenler veya kanunen bir makama veya işe tahsis olunmadığı halde hakikati tağyir ile bu taşıtlar­dan istifade eden ve ettirenler, bunların gidiş-gelişine müsaade edenler veya kanuna aykırı olarak numara ve plaka verenlerle kullananlar veya kullanılmaya elverişli ol­duğu halde ekonomik ömrünü doldurduğu bahanesi ile yenileyen veya yeniletenler veya bu hususlar için masraf tahakkuk evrakını hazırlayan veya tasdik veya bunlara ait ita emirlerini vize edenler hakkında Fiilin mahiyetine göre bir seneye kadar hapis cezası verilir. Bu yüzden hasıl olan masraf ve zararlar kendilerine teselsülen ayrıca tazmin ettirilir. Tekerrürü halinde verilecek hapis cezası iki aydan aşağı olmaz.” şek­linde yer almaktadır.

Bu duruma göre 237 sayılı Taşıt Kanununa muhalefet durumunda, ilgili ve so­rumlu görülenlerin memur olması halinde haklarında ön inceleme raporu düzenlen­mesi ve işçi statüsünde olmaları durumunda ise, umumi hükümlere göre işlem yapıl­mak üzere Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması gerekir.



B) 4483 sayılı Kanun Kapsamına Girmeyen (Ön İnceleme Raporu Düzenlenmeyecek) Suçlar:

Soruşturma usulü 4483 sayılı Kanuna tabi olan memurların görevleri ile ilgili olarak işledikleri bazı suçlar, özel hükümler nedeni ile ayrı bir kovuşturma usulüne tabidir. Bu suçlar ve bunlara ilişkin özel hükümler aşağıda sıralanmıştır. Müfettiş ve muhak­kiklerin bu kapsamdaki bir fiille karşılaşmaları halinde, durumu belge ve delilleri ile Cumhuriyet başsavcılığına intikal ettirmeleri, ayrıca düzenleyecekleri idari soruştur­ma (disiplin soruşturma) raporunu, bağlı bulundukları makama sunmaları gerekmektedir.



1) 3628 Sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununda Yer Alan Suçlar:

Bu Kanun, içeriğinde belirtilen suçları işleyen memurları 4483 sayılı Kanunun kapsa­mı dışında bir soruşturma usulüne tabi tutmuştur. Bunun gerekçesini, 1. maddenin amaç bölümünde yer alan, “… rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele cümlesinden olarak; …” şeklinde­ki ifadelendirmede görmek mümkündür. Çünkü, söz konusu suçların büyük bölümü, Türk Ceza Kanununda “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlığı altında yer aldığından ve özellik­le Devlete ve topluma sosyal ve mali yönden olumsuz etkide bulunduğundan, suçla­rın takibi ve davaların kısa sürede sonuçlandırılması kamunun düzeni açısından zo­runludur. Bu itibarla, bu suçları işleyen memurlar, 4483 sayılı Kanun kapsamı dışında tutul­muş olup, bu kapsamdaki suçların inceleme, denetleme ve soruşturma sırasında öğ­renilmesi halinde durumun, bir raporla suç ve suçları gösterir belgelerin Cumhuriyet başsavcılığına verilmesi; ayrıca konunun disiplin hukuku bağlamında alınacak soruşturma onayına dayalı olarak sonuçlandırılması ve düzenlenecek idari soruşturma ra­porunun onay merciine sunulması gerekmektedir.



a) Zimmet:

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 247. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 247- (1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

            (2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

           (3) Zimmet suçunun, malın geçici bir süre kullanıldıktan sonra iade edilmek üzere işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilebilir.”

Kamu görevlisi, bu görevi dolayısıyla zilyetliği ken­di­sine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu mallar üzerinde ancak görevinin gerektirdiği şekilde tasarrufta bulunabilir. Madde metninde, kamu görevlisinin bu mallar üzerinde görevinin gerekleriyle bağdaşmayan bir surette tasarrufta bulunması, bu malları kendisinin veya başka­sının zimmetine geçirmesi suç olarak tanımlanmıştır.

Zimmet suçunun konusu, taşınır veya taşınmaz maldır. Bu malın zil­yetliğinin kamu görevlisine devredilmiş olması veya kamu görevlisinin bu mal üzerinde koruma ve gözetim yükümlülüğünün bulunması gerekir. Bu malın mülkiyetinin devlete, herhangi bir kamu kurumuna ya da herhangi bir kişiye ait olması arasında fark bulunmamaktadır.

Zimmet suçunun oluşabilmesi için, suç konusu malın zimmete geçi­rilmesi gerekir. Zimmete geçirme, suç konusu mal üzerinde malikmiş gibi tasarrufta bulunmayı ifade eder. Bu tasarruflar, suç konusu şeyin mal edi­nilmesi, amacı dışında kullanılması, tüketilmesi şeklinde olabileceği gibi, bir başkasına satılması, verilmesi şeklinde de gerçekleşebilir. Zimmete geçirme olgusu, icraî bir davranışla gerçekleşebileceği gibi, ihmalî bir davranışla da gerçekleştirilebilir. Zimmet suçunun oluşabilmesi için, suç konusu malın kamu görevlisinin şahsının veya bir başkasının zimmetine geçirilmiş olması arasında fark bulunmamaktadır.

Zimmet suçunun faili, kamu görevlisidir. Kişinin kamu görevlisi olup olmadığını belirlerken, ifa ettiği görevin niteliği göz önünde bulundurulmak gerekir.

Maddenin ikinci fıkrasında, suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağ­lamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek cezanın artı­rılması öngörülmüştür. Nitelikli zimmet denilen bu suçun, maddenin birinci fıkrasındaki basit zimmet için sayılan kanuni unsurlarla birlikte, gelir ve giderlerin inceleme ve kontrolüne ilişkin kayıtların, defter ve hesapların bilerek düzensiz olarak tutulması, değiştirilmesi ve başkalaştırılması, ortadan kaldırılması, bu hesaplara ait gerçek olmayan bilanço, evrak, defter ve belgeler gösterilmesi, para bulunan grup, torba ve paketlerin içindekilerin gerçeğe aykırı olarak gösterilmesi, kasıtlı davranılması şeklindeki hususlar, nitelikli zimmet fiilinin unsurlarını oluş­turur.

Zimmet suçunda, suç konusu mal kamu görevlisinin zilyetliğinde veya koruma ve gözetim sorumluluğunda olduğu için, bunun zimmete geçi­rilmesi için herhangi bir kişinin aldatılmış olması gerekmez. Burada hile, sadece zimmet olgusunun sonradan anlaşılmasının önüne geçilmek amacıyla ger­çekleştirilmektedir. Bu bakımdan, zimmet suçundaki hile, suçun delille­rini gizlemeye yönelik bir davranıştır.

Maddenin son fıkrasında, kullanma zimmetine ilişkin hükme yer ve­rilmiştir. Bu hükümde, zimmet suçunun, malın geçici bir süre kullanıldıktan sonra iade edilmek üzere işlenmesi hâlinde, verilecek cezada indirim yapıl­ması öngörülmüştür.

Suç konusu mal üzerinde malikin bulunabileceği tasarruflarla zimmet olgusu ortaya çıktığına göre; kullanmanın malikin bulunabileceği tasarruf niteliğinde olup olmadığına bakmak gerekir. Bu nedenle, her bir kullanma­nın, ilgili somut olayın koşulları göz önünde bulundurularak yapılacak bir değerlendirmeyle, zimmeti oluşturup oluşturmadığının belirlenmesi gerekir. Bu bakımdan, kullanmanın salt belli bir süreyle sınırlı olması, zimmetin oluşumuna engel değildir.

Bu suç ile ilgili olarak TCK’nın 248 ve 249. maddelerinde de hükümlere yer verilmiştir.

Etkin pişmanlık

           MADDE 248- (1) Soruşturma başlamadan önce, zimmete geçirilen malın aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisi indirilir.

           (2) Kovuşturma başlamadan önce, gönüllü olarak, zimmete geçirilen malın aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi halinde, verilecek cezanın yarısı indirilir. Etkin pişmanlığın hükümden önce gerçekleşmesi halinde, verilecek cezanın üçte biri indirilir.”

Maddede zimmet suçunda etkin pişmanlık hâline iliş­kin hükme yer verilmiştir. Zimmet suçunda etkin pişmanlık hâli, sadece cezada indirim yapılmasını gerektiren neden olarak kabul edilmiştir. Ancak, cezada yapılacak olan indirim oranları, etkin pişmanlığın gösterildiği za­mana göre belirlenmiştir.

Maddenin birinci fıkrasına göre, zimmet suçundan dolayı soruştur­maya başlanmadan önce, durumu soruşturmaya yetkili makamlara haber vererek, zimmete geçirilen malın aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte ikisi indirilir.

Etkin pişmanlığın soruşturma başlatıldıktan sonra ve fakat henüz kamu davası açılmadan önce gösterilmesi de mümkündür. Bu durumda, zimmetine geçirdiği malı aynen iade eden veya uğranılan zararı tamamen tazmin eden kişiye verilecek cezanın yarısı indirilir. Ancak, bunun için, ay­nen iade veya tazminin gönüllü olması gerekir. Etkin pişmanlığın ilk hük­mün verilmesinden önce gerçekleşmesi hâlinde ise, verilecek cezanın üçte biri indirilmesi gerekmektedir.

           “Daha az cezayı gerektiren hal

          MADDE 249- (1) Zimmet suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek ceza üçte birden yarıya kadar indirilir.”

 Suç konusu malın değerinin az olması durumunda da zimmet suçu oluşur. Ancak, bu durumlarda zimmet suçundan dolayı verile­cek cezada belli bir oranda indirim öngörülmüştür. Söz konusu madde met­ninde bu indirimin oranı belirlenmiştir.

Zimmete geçirilen malın değerinin çok az olması durumunda, bu ta­sarruf, hoşgörüyle karşılanabilir. Suç konusu malın değerinin çok düşük olmasına rağmen, bunun zimmete geçirilmesi bir haksızlık oluşturmakla beraber, fiilin ifade ettiği haksızlık muhtevası cezaya layık, cezayı gerekti­rici boyutta olmayabilir. Kullanma zimmeti de bazı durumlarda, gerek süre gerek biçim bakımından hoşgörüyle karşılanabilir.

b) İrtikâp;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 250. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 250- (1) Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

           (2) Görevinin sağladığı güveni kötüye kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği hileli davranışlarla, kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi ikna eden kamu görevlisi, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

           (3) İkinci fıkrada tanımlanan suçun kişinin hatasından yararlanarak işlenmiş olması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

Madde metninde çeşitli şekillerde gerçekleştirilen ir­tikap fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. İrtikabın varlığı için, kamu görevlisi­nin kişilerden kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekir. Ancak, bu yarar sağlama olgusu çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Madde metninde bu yararlanma olgusunun gerçekleştiriliş şekilleri göz önünde bulundurularak suç tanımlaması yapılmıştır.

Maddenin birinci fıkrasında icbar suretiyle irtikap suçu tanımlanmış­tır. İcbar suretiyle irtikâp suçunun oluşabilmesi için; kamu görevlisinin, bir başkasını kendisine veya başkasına yarar sağlamaya veya bu yolda vaatte bulunmaya icbar etmesi gerekir. Bu icbarın, yürütülen görevin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmiş olması gerekir. Ancak, bu icbarın, yağma suçunun oluşumuna neden olan cebir veya tehdit boyu­tuna varmaması gerekir. Aksi takdirde, gerçekleşen suç, icbar suretiyle irti­kâp değil, gasp suçu olur.

İcbar teşkil eden fiillerin etkisinde kalan kişi, hukuka aykırı olduğunu bilmesine rağmen, karşılaşabileceği daha ağır zararların önüne geçebilmek için, bu baskının etkisiyle, kamu görevlisinin şahsına veya gösterdiği üçüncü kişiye bir yarar sağlamaktadır.

Yarar vaadinde bulunulması hâlinde de, kamu görevlisinin tamam­lanmış icbar suretiyle irtikap suçundan dolayı sorumlu tutulması gerekmek­tedir. Bu durumda aslında icbar suretiyle irtikâp suçu henüz tamamlanma­mıştır; ancak, izlenen suç politikası gereğince, failin tamamlanmış suçun cezası ile cezalandırılması öngörülmüştür.

Maddenin ikinci fıkrasında ikna suretiyle irtikap suçu tanımlanmıştır. İkna suretiyle irtikâp suçunun oluşabilmesi için; kamu görevlisinin, hileli davranışlarla bir kimseyi kendisine veya başkasına yarar sağlamaya veya bu yolda vaatte bulunmaya ikna etmesi gerekir.

İkna suretiyle irtikâp suçunu oluşturan hileli davranışların da kişinin yerine getirdiği kamu görevinin sağladığı güven kötüye kullanılmak sure­tiyle gerçekleştirilmesi gerekir.

İkna suretiyle irtikâp suçunu oluşturan hilenin icraî veya ihmali dav­ranışla gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu bakımdan, hatadan yararlanmak suretiyle irtikap, ikna suretiyle irtikap suçunun sadece bir işleniş şeklinden ibarettir. Maddenin üçüncü fıkrasına göre, bu durumda ikna suretiyle irtikap suçunun cezasında indirim yapılması gerekmektedir.



c) Rüşvet;

Bu suç, Türk Ceza Kanununun 252. maddesi ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.

MADDE 252- 1) Rüşvet alan kamu görevlisi, dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Rüşvet veren kişi de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.

           (2) Rüşvet alan veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması halinde, birinci fıkraya göre verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

            (3) Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.

            (4) Birinci fıkra hükmü, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar, kamu yararına çalışan dernekler, kooperatifler ya da halka açık anonim şirketlerle hukuki ilişki tesisinde veya tesis edilmiş hukuki ilişkinin devamı sürecinde, bu tüzel kişiler adına hareket eden kişilere görevinin gereklerine aykırı olarak yarar sağlanması halinde de uygulanır.



(5) (29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı kanun ile değişik ) Yabancı bir ülkede seçilmiş veya atanmış olan, yasama veya idarî veya adlî bir görevi yürüten kamu kurum veya kuruluşlarının, yapılanma şekli ve görev alanı ne olursa olsun, devletler, hükümetler veya diğer uluslararası kamusal örgütler tarafından kurulan uluslararası örgütlerin görevlilerine veya aynı ülkede uluslararası nitelikte görevleri yerine getirenlere, uluslararası ticarî işlemler nedeniyle, bir işin yapılması veya yapılmaması veya haksız bir yararın elde edilmesi veya muhafazası amacıyla, doğrudan veya dolaylı olarak yarar teklif veya vaat edilmesi veya verilmesi de rüşvet sayılır.

Kamu hizmetlerinin gerek eşitlik gerek liyakatlilik açısından adalet ilkelerine uygun yürütüldüğü, kamu görevlilerinin rüşvet kabul etmez ve “satın alınamaz” oldukları hususunda toplumda hâkim olan güvenin, inancın sarsılmaması gerekir. Rüşvete ilişkin suç tanımı, bu güveni korumayı amaçlamıştır.

İzlenen suç siyaseti gereğince, bir kamu görevlisinin, görevinin ge­reklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması amacıyla kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlaması, rüşvet olarak tanımlan­mıştır.

Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin elde ettiği men­faatin belli bir amaca yönelik olması gerekir. Başka bir ifadeyle, haksız menfaatin, hukukî olmayan bir işin yapılması ya da yapılmaması amacıyla temin edilmiş olması gerekir. Buna karşılık, izlenen suç siyaseti gereğince, haklı bir işin gördürülmesi amacıyla kamu görevlisine menfaat temininin, rüşvet suçunu oluşturmayacağı kabul edilmiştir. Çünkü, bu gibi durumlarda, menfaati temin eden kişi, işinin en azından zamanında yapılmayacağı konu­sunda bir endişeyle hareket etmektedir. Bu nedenle, haklı bir işin gördürül­mesi amacına yönelik olarak menfaat sağlanması hâlinde, icbar suretiyle irtikap suçunu oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Rüşvet suçu, menfaatin kamu görevlisi tarafından temin edildiği anda tamamlanmış olur. Ancak, izlenen suç siyaseti gereği olarak, rüşvet suçunun kamu görevlisi ile iş sahibi arasında belli bir işin yapılması veya yapılma­ması amacına yönelik menfaat teminini öngören bir anlaşmanın yapılması durumunda dahi rüşvet suçu tamamlanmış gibi cezaya hükmedilecektir.

Rüşvet suçu, bir karşılaşma suçudur; bu nedenle, çok faillî bir suçtur. Bir tarafta, rüşvet veren; diğer tarafta ise rüşvet alan kamu görevlisi yer al­maktadır. Rüşvet veren ve alan, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemekte­dirler. Bu itibarla, veren ve alan açısından rüşvet suçu tek bir suçtur. Söz konusu suç, menfaatin temin edildiği anda tamamlanmış bulunmaktadır. Menfaat temin edilinceye kadar suça iştirak mümkündür. Bu nedenle, söz konusu suç tanımı kapsamında “rüşvete aracılık eden” kavramına yer veril­memiştir.

Rüşvet suçunun oluşabilmesi için amaçlanan şeyin yapılmasına veya yapılmamasına gerek yoktur.

Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, amaçlanan şeyin kamu görevlisinin görevine giren bir iş olması gerekir. Kamu görevlisinin görevine girmeyen bir işin yapılması amacıyla menfaat temini hâlinde, rüşvet suçu oluşmaz.

Rüşvet alan kişinin kamu görevlisi olması gerekir. Maddenin ikinci fıkrasında, bu kişinin yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya ye­minli mali müşavir olması hâlinde, cezanın artırılması öngörülmüştür.

Maddenin dördüncü fıkrasında rüşvet suçunun uygulama alanı, sadece kamu görevlisine rüşvet verilmesiyle sınırlı tutulmayıp, genişletilmiştir. Buna göre, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıf­lar, kamu yararına çalışan dernekler, kooperatifler ya da halka açık anonim şirketlerle hukukî ilişki tesisinde veya tesis edilmiş hukukî ilişkinin devamı sürecinde, bu tüzel kişiler adına hareket eden kişilere görevinin gereklerine aykırı olarak yarar sağlanması hâlinde de rüşvet suçuna ilişkin hükümler uygulanır. Fıkra metninde sayılan tüzel kişiler adına hareket eden kişilere, görevlerinin gereklerine aykırı olarak sağlanan yararlar da, rüşvet olarak nitelendirilmiştir.

Maddenin beşinci fıkrası, 17 Aralık 1997 tarihinde, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu otuz ülke tarafından Paris’te imzalanmış ve Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Teşkilâtı (OECD) üyesi 10 ülkenin onay belgelerini tevdi etmeleri ile 15 Şubat 1999 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan “Ulusla­rarası Ticarî İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Ön­lenmesi Sözleşmesi” hükümlerinin uygulanmasına imkan tanınmıştır. Tür­kiye Büyük Millet Meclisi, 1.2.2000 tarih ve 4518 sayılı Kanunla söz ko­nusu Sözleşmenin onaylanmasını ülkemiz açısından uygun bulmuştur. Ba­kanlar Kurulu’nun 9.3.2000 tarih ve 2000/385 sayılı Kararı ile Sözleşme onaylanmıştır.

Beşinci fıkra hükmüyle, rüşvet suçuna yeni bir içerik kazandırılarak, devletler, hükümetler veya diğer uluslararası kamusal örgütler tarafından kurulan uluslararası örgütlerin görevlilerine veya aynı ülkede uluslararası nitelikte görevleri yerine getirenlere, rüşvet verilmesi ceza yaptırımı altına alınmaya çalışılmıştır.

Bu kişilere “uluslararası ticari işlemler nedeniyle, bir işin yapılması veya yapılmaması veya haksız bir menfaatin elde edilmesi veya muhafazası amacıyla” maddî bir menfaat temin edilmiş ve hatta bu yönde vaadde bulu­nulmuş olması da, rüşvet olarak nitelendirilmiştir.

Bu anlamda rüşvetten söz edebilmek için, “yabancı kamu görevlisi”ne “uluslararası ticari işlemler nedeniyle” maddî menfaat temin veya vaadinde bulunulmalıdır. Keza, “yabancı kamu görevlisi”ne “bir işin yapılması veya yapılmaması veya haksız bir menfaatin elde edilmesi veya muhafazası amacıyla” maddî bir menfaat temin edilmiş ve hatta bu yönde vaadde bulunul­muş olması hâlinde de rüşvet söz konusu olacaktır.



253 ve 254. maddelerde de Rüşvet suçuna ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbiri uygulanması



MADDE 253- (1) Rüşvet suçunun işlenmesi suretiyle yararına haksız menfaat sağlanan tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”

Madde metninde, rüşvet suçunun işlenmesi dolayı­sıyla tüzel kişiler hakkında da bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunacağı düzenlenmiştir. Ancak, bunun için rüşvet suçunun işlenme­siyle tüzel kişi lehine haksız bir yararın sağlanması gerekir.

         “Etkin pişmanlık

            MADDE 254- (1) Rüşvet alan kişinin, soruşturma başlamadan önce, rüşvet konusu şeyi soruşturmaya yetkili makamlara aynen teslim etmesi halinde, hakkında rüşvet suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Rüşvet alma konusunda başkasıyla anlaşan kamu görevlisinin soruşturma başlamadan önce durumu yetkili makamlara haber vermesi halinde de hakkında bu suçtan dolayı cezaya hükmolunmaz.

            (2) Rüşvet veren veya bu konuda kamu görevlisiyle anlaşmaya varan kişinin, soruşturma başlamadan önce, pişmanlık duyarak durumdan soruşturma makamlarını haberdar etmesi halinde, hakkında rüşvet suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz; verdiği rüşvet de kamu görevlisinden alınarak kendisine iade edilir.

            (3) Rüşvet suçuna iştirak eden diğer kişilerin, soruşturma başlamadan önce, pişmanlık duyarak durumdan soruşturma makamlarını haberdar etmesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı cezaya hükmolunmaz.”

Maddede rüşvet suçunda etkin pişmanlık hâline iliş­kin hükme yer verilmiştir. Cezayı ortadan kaldıran bir şahsî sebep hâlini düzenleyen bu hükümden yararlanabilmesi için; kamu görevlisinin, rüşvet suçundan dolayı hakkında soruşturmaya başlanmadan önce, durumu soruşturmaya yetkili makamlara haber vererek, rüşvet konusu şeyi aynen teslim etmesi gerekir. Keza, rüşvet alma konusunda başkasıyla anlaşan kamu gö­revlisinin soruşturma başlamadan önce durumu yetkili makamlara haber vermesi hâlinde de hakkında bu suçtan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır.

Etkin pişmanlıktan yararlanılabilmesi için kamu görevlisi hakkında, idarî de olsa, herhangi bir soruşturmaya girişilmemiş bulunulması gerekir.

Etkin pişmanlık, bu suç açısından cezayı ortadan kaldıran şahsî se­beptir. Yani, şartları gerçekleşmişse, sadece cezaya hükmedilmez. Ancak, işlenmiş olan suç, işlenmemiş duruma irca edilemeyeceği için, rüşvet ko­nusu şeyin müsadere edilmesi gerekir.

Rüşvet anlaşmasının yapılmış olmasına rağmen, kamu görevlisi, an­laşmayla kabul edilen rüşvet konusu menfaati temin etmeden önce de etkin pişmanlık gösterebilir. Bu durumda, rüşvet konusu menfaat kamu görevlisi tarafından henüz temin edilmediği için, artık teslimden ve müsadereden söz edilemez.

Rüşvet veren kişinin de, bu nedenle henüz soruşturma başlatılmadan önce etkin pişmanlık duyarak durumdan soruşturma makamlarını haberdar etmesi hâlinde, hakkında bu suçtan dolayı cezaya hükmedilmez. Rüşvet olaylarının açıklığa kavuşturulabilmesini temin için, bu durumda, kamu gö­revlisine rüşvet olarak verdiği şey alınarak kendisine iade edilir. Yani, bu durumda, rüşvet suçu tamamlanmış olmasına rağmen, rüşvet konusu menfa­atin müsaderesine hükmedilmeyecektir.

Maddenin üçüncü fıkrasında, rüşvet suçuna iştirak eden diğer kişile­rin, bu nedenle soruşturma başlamadan önce, durumdan soruşturma ma­kamlarını haberdar etmeleri hâlinde, cezalandırılmayacakları hususu hüküm altına alınmıştır.



d) Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk:

Türk Ceza Kanununun 326-339. maddeleri arasında düzenlenmiştir.



e) Mal Bildiriminde Bulunulmaması, Gerçeğe Aykırı Açıklama, Gerçeğe Aykırı Bildirimde Bulunma, Haksız Mal Edinme, Mal Kaçırma veya Gizleme:

3628 sayılı Kanunun 10-13. maddelerinde yer alan bu suçların unsur ve tanım­larını ilgili madde hükümlerinde görmek mümkündür. Haksız mal edinmenin tanımı da 4. maddede yapılmıştır. Kanunun 13. maddesinin 1. fıkrasındaki suç ve faile ek olarak malı kaçıran veya gizleyen kişi de 2. fıkradaki düzenleme ile suç işlemiş ka­bul edilerek kendisine haksız mal edinen faile verilen cezanın aynısı verilmektedir.

3628 sayılı Kanunun 20. maddesi ise bu Kanuna göre soruşturma ve kovuşturma­ya yetkili kişi ve mercilerce istenen bilgileri, ilgili kişilerin eksiksiz vermek zorunda ol­dukları yolundadır. Aksine davranan kişiler “istenilen gerekli bilgileri” vermemek suçu­nu işlemiş olmakta ve bu suçun faili olarak cezalandırılmaktadır.

Mal bildiriminde bu­lunulmasına ilişkin bir suçla karşılaşıldığında veya soruşturma sırasında somut emare ve deliller elde edildiğinde durum, yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığına bildiri­lecektir (Kanun md:18,19). Ayrıca konunun idari soruşturma işlemi için

ilgili makamın bilgisine sunulma­sı gerekmektedir. Anılan Kanun ile sanığın ikinci dereceye kadar kan ve sıhrî hısımları ile gelini ve damadından mal bildiriminde bulunulmasının istenebileceği hükmü getiril­miştir. Bu istemin sanığa ve diğer ilgililere ulaştığı tarihten itibaren yedi gün içinde Cumhuriyet Savcılığına mal bildiriminin verilmesi gerekmektedir. “Müfettiş veya muhakkikler, yürüttükleri soruşturmalar sırasında, sanıktan ve yukarıda sayılan ilgililerden mal bildirimi isteminde bulunabilirler. Bu istemin sanık ve ilgililere ulaştığı ta­rihten itibaren yedi gün içinde mal bildiriminin müfettiş veya muhakkike verilmesi zo­runludur” denilmek suretiyle mal bildirimi isteminin ve buna icabetin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, konuyla ilgili olarak soruşturma yapan müfettiş, muhakkik ve diğer denetim elemanlarının bu hususu dikkatten uzak tutmamaları gerekmektedir.

2.Diğer Kanunlarda Yer Alan Bazı Fiiller ve Suçlar:

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)’nun 161/4. maddesine göre kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür. Kanun tarafından kendilerine verilen veya kanun dairesinde kendilerinden istenen adliye ile ilgili görev veya işlerde kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kamu görevlileri ile Cumhuriyet savcılarının sözlü veya yazılı istem ve emirlerini yapmakta görevi kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kolluk âmir ve memurları hakkında Cumhuriyet savcılarınca doğrudan doğruya soruşturma yapılır. Vali ve kaymakamlar hakkında da 2.12.1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.

CMK’nın 161. maddesi, adli görev ve işler dolayısıyla memurları deği­şik bir kovuşturma yöntemine tabi tuttuğundan adli görev ve işlerin saptanması ge­rekir. Bunlar adli nitelikli ve yargının uğraş alanına giren görevler olup, bir suç iş­lendiğinde suçlunun yakalanması, suç kanıtlarının toplanması ve suçlu hakkında ve­rilen kararın uygulanması ile ilgili görev ve işlerdir.

Bu cümleden olmak üzere, Bakanlığımız mensuplarının müdahil olabileceği adli nitelikli görev ve işler;

a) CMK’nın 168. maddesinde yer alan fiiller,

b) TCK’nın 279. maddesiyle tüm memurları kapsayan, görev yaparken öğ­rendiği ve memuriyetine ilişkin olarak kendiliğinden kovuşturma yapılmasını gerek­tiren suçlar,

c) TCK’nın 280. maddesiyle tabip, diş tabibi, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişilere verilen şa­hıslara karşı işlenmiş suç belirtilerini savcılığa bildirme,

d) Cumhuriyet savcılarınca sorulan soruları cevapsız bırakma fiil ve halleri,

olarak sıralanabilir.



Bu suçların soruşturulması 4483 sayılı Kanun kapsamı dışında tutulmuştur.

Ayrıca; aşağıdaki kanunlar kapsamında yer alan suçların soruşturması da 4483 sayılı Kanun kapsamı dışında bulunmaktadır.

a) Bakanlığımız mensuplarından, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunun 1. maddesinde yazılı suçlar,

b) Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda yazılı suçlar,
c) Millî Korunma Kanununun 64. maddesi ile bu Kanunun uygulanmasına iliş­kin suçlar,

d) 1402 sayılı Sıkı Yönetim Kanununun 14 ve l5.maddelerinde yer alan suç­lar,

e) 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar,

f) 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu kapsamındaki suçlar,

g) 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu kapsamındaki suçlar,

h) Ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri.

C) Takibi Şikâyete Bağlı Suçlar:

CMK’nın 158. maddesine göre; suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir. Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye'nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir. Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir. Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur.

Aşağıdaki suçların failleri hakkında soruşturma açılması suçtan zarar gö­ren kimselerin (mağdur) şikâyetine bağlıdır.

Bu suçlar, TCK’nın;

a) 102. maddesindeki “Cinsel Saldırı”,

104/1 maddesindeki “Reşit Olmayanla Cinsel İlişki”,

105. maddesinin 1. fıkrasındaki ‘Cinsel Taciz’,

b) 106. maddede “Tehdit”,

116/1-2. maddesinde yer alan, “Konut Dokunulmazlığının İhlali”,

c)  86. maddenin 2. fıkrasında yer alan hafif nitelikte “Kasten Yaralama”,

d) 125. maddesinde yazılı ‘Hakaret’ (125/3-a hariç),

e) 132. maddesindeki “Haberleşmenin Gizliliğini İhlal”,

  133. maddesindeki Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” ve 134. maddesinde yazılı Özel hayatın gizliliğini ihlal”;

f) 144 ve 159. maddelerinde yer alan ve daha az cezayı gerektiren “Hırsızlık ve Dolandırıcılık”,

g) 151. maddesinde “Mala Zarar Verme”,

ı) 155. maddesinin 1 inci fıkrasındaki “Güveni Kötüye Kullanma”,

i) 156. maddesindeki, ‘Bedelsiz Senedi Kullanma’, 209/1 maddesindeki Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması”,

k)117. maddesindeki “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali”,

l) 123. maddesindekiKişilerin huzur ve sükununu bozma”,

m)160. maddesindeki “Kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf”,

şeklinde sıralanabilir.

CMK’nın 158. maddesinde takibi şikayete bağlı suçlara ilişkin ihbarla­rın, sözlü veya yazılı olarak Cumhuriyet Savcılığına, mülki makamlara yapılabilece­ği hükmü yer almaktadır. İlgili merciler kendilerine yapılan şikayet ve müracaatlara bağlı olarak eylemin memurun görevi sebebiyle meydana geldiğine kanaat getirme­leri halinde konu hakkında bir ön inceleme yaptırmaları, görevle ilgili değilse konu­yu adli mercilere intikal ettirmeleri gerekmektedir.

TCK’nın 73. maddesi takibi şikayete bağlı fiillerin, 6 ay içinde dava ko­nusu edilmediği takdirde takibat yapılamayacağı hükmünü amirdir. Bu hükme isti­naden, belirtilen süre içerisinde ilgili makamlara şahsi şikayette bulunulup bulunul­madığı veya şikayetten vazgeçilip vazgeçilmediği araştırılmalıdır.

Takibi şikayete bağlı suçlarda, şikayetin bizzat mağdur veya mağdur adına şi­kayete hakkı olan ‘kanuni mümessilleri” tarafından yapılması gerekir.

Takibi şikayete bağlı bir fiille ilgili olarak şikayetten vazgeçme veya vazgeç­meme durumları, idarece konunun disiplin yönünden ele alınmasını engellemez.

Bu konuların, adli boyutu yanında disiplin yönü de gözetilerek, idare huku­ku gereği yetkili amir ve mercilerce gerekli işlem tesis edilmelidir.

D) Soruşturulması İzne Bağlı Suçlar:

1) TCK’nın 299. maddesinde yer alan, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan dolayı kovuşturma yapılması;

2) TCK’nın 340, 341, 342 ve 343. maddelerinde “Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar” başlığı altında sayılan suçlar ile 76, 77, 78, 79 ve 80 inci maddelerinde yer alan “Uluslararası Suçlar”ın yurt dışında işlenmesi halinde, Türkiye’de kovuşturma yapılması;

3) TCK’nın 305 ve 306. maddelerinde sayılan “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”ın savaş hali dışında işlenmesi durumunda, kovuşturma yapılması;

Adalet Bakanının iznine bağlıdır.

Yukarıda belirtilen suçlardan birisinin işlendiğini öğrenen müfettiş, durumu ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmelidir.

  IV. BÖLÜM



İNCELEME, SORUŞTURMA VE ÖN İNCELEME

1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   58


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət