Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə5/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   62

Eddie bundan sonra kısa bir süre arkadaşlarına katılmıştı. Hem maddi, hem de manevi bakımdan. Ama sonra tekrar düşüncelere dalmıştı. Henry bundan, "Eddie silindi," diye söz ederdi. "Onu rahatsız etmeyin."

Eddie'nin gözlerini önünde sık sık Jake'in çakmak taşını çeliğe sürtmesi beliriyordu. Genç adam kafasının bir iki saniye bunun üzerinde durmasına izin veriyordu. Bir arının tatlı bir çiçeğe konması gibi. Ondan sonra bu konuyu bir kenara bırakıyordu. Çünkü onun istediği bu anı değildi. Bu sadece istediğine giden bir yoldu. Batı Denizi'nin kıyısındaki kapılar gibi başka bir kapı. Ancak bu kapı Eddie'nin kafasındaydı. Genç adam bu kapının arkasındaki şeyi istiyordu. O şimdi.... şey... kilidi usulca açmaya çalışıyordu.

Henry deyişiyle, "Maymuncukluyordu."

Ağabeysi zamanının çoğunu Eddie'yi aşağılayarak geçirmişti. Çünkü kardeşini hem kıskanıyor, hem de ondan korkuyordu. Eddie sonunda bunu anlamıştı. Ama Henry'nin güzel bir şey söyleyerek onu iyice şaşırttığı günü hatırlıyordu. Güzelden de öteydi. İnsanı sarsan bir şey.

Grup halinde Dahlie'nin arkasındaki yerde oturuyorlardı. Kimisi dondurma yiyordu, kimisi şeker. Bazılarıysa Jimmie Polio'nun annesinin tuvalet masasının çekmesinden çaldığı sigaraları içiyorlardı. Hepsi de çocuğu böyle çağırıyorlardı, çünkü Jimmie'nin bir ayağı yumru halindeydi. Tabii Henry de sigara içenlerdendi.

Henry'nin katıldığı çetenin kendince bir dili vardı. (Eddie de Henry'nin kardeşi olduğu için gruptan sayılıyordu.) O küçük aşağılık ka-tet'in kendi argosu. Henry'nin çetesinde birini dövmezdin. Onu lanet olasıca karnını patlatarak evine yollardın. Bir kızla flört etmezdin. Onunla kız ağlayıncaya kadar sevişirdin. Hiçbir zaman kafayı bulmazdın. Kahrolasıca bir bomba feneri yapardın. Başka bir çeteyle dövüşmezdin. Lanet olasıca bir savaşı başlatırdın.

O gün de, "Lanet olasıca bir savaşı başlatacağın zaman yanında kimin olmasını isterdin?" sorusunu yanıtlıyordu. Jimmie, Kaptan Brannigan'ı seçti. (İlk konuşan o oldu. Çünkü sigaraları o getirmişti. Henry'nin ana kuzularının deyişiyle kahrolasıca kanser çubuklarını.) Jimmie, "Çünkü kaptan hiçbir şeyden korkmuyor," dedi. "Kaptan bir keresinde öğretmenin birine öfkelendi. Bu cuma gecesi verilen partide oldu. Ve kaptan adamı gebertinceye kadar dövdü. Öğrencilerin başında bekleyen o kahrolasıca herifin lanet olasıca karnını patlattı. Buna inanabiliyor musunuz? Evet, ben Kaptan Brannigan'ı isterim."

Herkes bu sözleri ciddi ciddi dinledi. Dondurmalarını yer, şekerlerini emer ya da sigaralarını içerken başlarını salladılar. Herkes Kaptan Brannigan'ın lanet olasıca bir köpek olduğunu biliyordu. Jimmie de saçmalıyordu zaten. Ama kimse bir şey söylemedi. Ne münasebet! Jimmie Polio'nun inanılmayacak yalanlarını kabul etmiş gibi davranmaları gerekiyordu. Yoksa kimse onların uydurduklarına inanmış gibi: davranmazdı.

Tommy Fredericks, John Parelli'ni seçti. Georgie Pratt da mahallede Lanet Olasıca Deli Macar diye de tanınan Csaba Drabnik'i. Frank Duganelli'nin adayı Larry McCain'di. Larry o sırada ıslahanedeydi o da başka. Frank, "Kahrolasıca Larry herkesi yönetebiliyor," dedi.

Artık sıra Henry Dean'e gelmişti. Çocuk soruyu gerektiği gibi uzun uzun düşündü. Sonra da kolunu şaşkın şaşkın oturan kardeşinin omzuna attı. Ve, "Eddie," dedi. "Küçük kardeşim. İşte o benim adamım."

Diğerleri sersemlemiş gibi ona baktılar. Ama içlerinde en sersemlemiş olanı Eddie'ydi. Ağzı açık kalmıştı, çenesi neredeyse kemerinin tokasına değecekti. Sonra Jimmie Polio, "Haydi, Henry," dedi. "Sululuğu bırak. Bu ciddi bir soru. Başın belaya girdiği zaman arkasını kimin korumasını istersin?"

Henry, "Ben çok ciddiyim," diye cevap verdi.

Georgie Pratt, Eddie'nin kafasında yankılanan soruyu sordu. "Neden Eddie? O kendi çabasıyla bir kesekağıdının içinden bile çıkmayı beceremez. Sümüklünün teki. Kahretsin! O halde Eddie'yi neden seçtin?"

Henry biraz daha düşündü. Ama Eddie onun bunu nedenini bilmediği için yapmadığından emindi. Ağabeysi fikrini nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Henry sonra, "Çünkü Eddie gerektiği zaman kahrolasıca şeytanı bile kendisini yakması için kandırabilir," dedi.

Eddie'nin gözlerinin önünde yine Jake'in hayali belirdi. Bir anı diğerini izledi. Jake çeliği çakmak taşına sürtüyor, kıvılcımlar çıralara doğru uçuşuyordu. Ama onlara erişemiyor ve karanlıkta sönüyorlardı!

Eddie şeytanı bile kendisini yakması için kandırabilir.

Roland, "Çakmak taşını daha yaklaştır," demişti. Şimdi üçüncü bir hatıra canlanıyordu. Roland'la ilgiliydi bu. Silahşor kumsalın sonunda rastladıkları kapının önündeydi. Ateşi yükseldiği için sanki alev alev yanıyordu. Ölmek üzereydi. Bir maraca gibi, sallanıyordu. Öksürüyordu. Düşmanı bombalayan bir pilotunkine benzeyen mavi gözlerini Eddie'ye dikmişti. "Biraz daha yaklaş, Eddie," diyordu. "Babanın hatırı için biraz daha yaklaş."

Eddie kendi kendine, çünkü beni yakalamak istiyordu, dedi. Blaine'in onlara son oyunun başladığını söylediğini hayal meyal duyuyordu. Sanki başka dünyaya açılan o sihirli kapıların birinden geçiyorlardı. Mono, "En iyi bilmecelerinizi sona sakladıysanız," gibi bir şeyler söylüyordu. "Artık onları sormanızın zamanı geldi. Bir saatiniz var."

Bir saat! Sadece bir saat!

Eddie'nin kafası bu düşünceye sarılmak istedi. Ama genç adam bunu kovdu. İçinde bir şeyler oluyordu. (Ya da hiç olmazsa Eddie öyle olması için dua ediyordu.) İçinde çaresizce bir çağrışım oyunu sürüyordu. Onun için zihninin zaman sınırı ve sonuç gibi saçmalıklarla karışmasına izin veremezdi. Buna razı olursa fırsatı kaçıracaktı. Eğer böyle bir şansı vardıysa. Bu bir bakıma bir tahta parçasının içinde bir şeyi görmeye benziyordu. Yontarak ortaya çıkaracağın bir şeyi. Bir yay, bir sapan, belki de hayal edilemeyecek bir kapıyı açacak bir anahtar. Ama uzun süre bakman da imkânsızdı. Hiç olmazsa başlangıçta. Böyle yaparsan her şeyi kaybederdin. Sanki tahtayı ona bakmadan yontman gerekiyordu.

Eddie, Blaine'in motorlarının ayaklarının altında güç kazandığını hissetti. Gözlerinin önünde çeliğe çarpan çakmak taşı ışıldadı. Roland'ın, Jake'e çakmak taşını daha yaklaştırmasını söylediğini duyar gibi oldu. "Taşa, çelikle vurma, Jake. Onu sürt!"

Ben neden buradayım? İstediğim bu değilse neden kafam dönüp dolaşıp bu noktaya geliyor?

Çünkü acı sınırına en fazla bu kadar yaklaşabiliyorum. Sınırı aşmadan... Aslında fazla yaralanmayacağım. Ama bu nedense Henry'yi düşünmeme yol açıyor. Henry'nin beni aşağılamasını.

Henry senin şeytanı kendisini yakması için ikna edebileceğini söylemişti.

Evet, bu yüzden ona her zaman sevgi duydum. Harika bir şeydi bu.

Eddie şimdi Roland'ın, Jake'in ellerini çektiğini görüyordu. Çocuğun bir elinde çelik, diğerinde de çakmak taşı vardı. Silahşor, Jake'in ellerini çıraya yaklaştırıyordu. Çocuk sinirliydi. Eddie bunu görebiliyordu. Roland da farketmişti bunu. Çocuğu rahatlatmak, ona ateş yakmak sorumluluğunu unutturmak için bir şey söylemişti...

Çocuğa bir bilmece sormuştu.

Eddie hafızasının kilidine üfledi. Ve bu sefer kilit açıldı.

Yeşil nokta Topeka'ya yaklaşıyordu. Jake ilk defa titreşimi hissediyordu... Sanki altlarındaki ray Blaine'in denge aygıtlarının sorunu çözemeyecekleri kadar harap olmuştu. Titreşimle birlikte hız da hissediliyordu. Baronluk Vagonu'nun duvarları ve tavanı hâlâ gözle görülebiliyordu; saydam değillerdi. Ama Jake'in hızı farketmesi için kırların yanlarından akıp gittiğini görmesine gerek yoktu. Blaine olanca hızıyla ilerliyordu artık. Gümbürdeyerek çorak topraklarda Orta-Dünya'nın sona erdiği yere doğru gidiyordu. Jake mono rayın sonundaki çelik engelleri de hayal edebiliyordu. Üzerlerinde çaprazlamasına sarı ve siyah çizgiler vardı. Çocuk bunu nasıl anladığını bilmiyordu. Ama onları görebiliyordu.

Blaine memnun memnun, "YİRMİ BEŞ DAKİKA," dedi. "BENİ TEKRAR SINAR MISIN, SİLAHŞOR?"

"Sanmıyorum, Blaine." Roland'ın sesi bitkindi. "Seninle yarışmam sona erdi. Beni yendin, Jake?"

Çocuk ayağa kalkarak yol haritasına doğru döndü. Kalbi göğsünün içinde ağır ağır ama şiddetle çarpıyordu. Her atış bir davula indirilen bir yumruk gibiydi. Oy çocuğun ayaklarının arasına büzülerek endişeyle yüzüne baktı.

Jake, "Merhaba, Blaine," diyerek dudaklarını yaladı.

"MERHABA, NEW YORK'LU JAKE." Blaine'in sesi sevecendi. Arada sırada çocukları ağaçların arasına götürüp onları taciz eden yaşlı, sevimli bir adamınki gibi. "KİTABINDAKİ BİLMECELERİ SORARAK BENİ SINAR MISIN? BİRLİKTE GEÇİRECEĞİMİZ ZAMAN KISALIYOR."

Jake, "Evet," dedi. "Seni bu bilmecelerle sınayacağım. Bana her birindeki gerçeği nasıl anladığını açıkla."

"GÜZEL KONUŞTUN, NEW YORK'LU JAKE. İSTEDİĞİNİ YAPACAĞIM."

Çocuk parmağını kitabın sayfalarının arasına sokmuştu. Seçtiği o yeri açtı. On bilmece. Samson'inki de sayılırsa on. Blaine hepsinin cevabını bulursa Jake de Roland'ın yanına oturup Oy'u kucağına alacak ve sonu bekleyecekti. (Çocuk mononun cevapları bulacağına inanıyordu artık.)

"Dinle, Blaine, karanlık bir tünelde demirden bir hayvan bekliyor. Ancak geri çekildiği zaman saldırabiliyor. Nedir bu?"

"BİR KURŞUN." Blaine hiç duraksamamıştı.

"Canlılarının üzerinde yürürsen sesleri bile çıkmaz. Ama ölülerin üzerinde yürürsen söylenip yakınırlar. Nedir bunlar?"

"YERE DÜŞMÜŞ OLAN KURU YAPRAKLAR." Blaine yine hiç beklemeden cevap vermişti. Jake için için oyunu kaybettiklerini bilmesine rağmen neden böyle umutsuzluk, acı duygular ve öfke hissediyordu?

Çünkü Blaine bir baş belası. GERÇEK bir bela. Hiç olmazsa bir kerecik onu yenmek isterdim. İstek listemdeki ikinci şeyse onu durdurabilmek.

Jake sayfayı çevirdi. Artık bilmece kitabının cevap bölümüne çok yakındı. Parmaklarının ucuyla bunu hissediyordu. Orada biçimsiz bir yumru vardı. Kitabın sonuna iyice yaklaşmıştı. Çocuk Manhattan Zihin Lokantası'nı, Aaron Deepneau'yu düşündü. Aaron Deepneau ona, "İstediğin zaman gel," demişti. "Seninle biraz satranç oynarız. Ah, evet, bizim ihtiyar şişkonun kahvesi güzel." Jake müthiş bir özlem duydu. Bu tıpkı ölüme benziyordu. New York'u bir defa olsun görebilmek için ruhunu satabileceğini düşündü. Kahretsin! Ruhunu kalabalık saatte Kırk İkinci Sokak'ın havasını içine çekmek için verebilirdi.

Jake bu duyguyu yenmeye çalışarak ondan sonraki bilmeceye geçti. "Yapan kendi için yapmaz. Alan kendi için almaz. Bunu kullananın bu durumdan haberi bile olmaz. Bu nedir?"

"TABUT."

Blaine hâlâ amansızdı. Hâlâ hiç tereddüt etmiyordu.


Yeşil nokta Topeka'ya yaklaşıyor, yol haritasındaki son bölümü de aşıyordu. Jake birbiri ardından bilmecelerini sordu. Blaine de hepsini yanıtladı. Çocuk son sayfayı çevirdiği zaman yazar veya editörün ya da böyle kitapları kim hazırlıyorsa onun bir kutu içindeki mesajını gördü: "BİLMECE gibi eşsiz bir hayal gücü ve mantık ürününün zevkini çıkardığınızı umarız."

Jake, zevkini hiç çıkarmadım, diye düşündü. Dilerim geberip gidersin... O anda mesajın üstündeki soruyu görünce bir parçacık umuda kapıldı. Anlaşılan bu konuda en iyi bilmeceyi en sona saklamışlardı.

Yol haritasında artık yeşil noktayla Topeka arasında sadece biri parmak eninde bir uzaklık vardı.

Susannah, "Çabuk ol, Jake," diye fısıldadı.

"Blaine?"

"EVET, NEW YORK'LU JAKE?"

"Kanatlarım yok ama uçarım. Gözlerim yok ama görürüm. Kollarım yok ama yükseklere erişebilirim. Ben her hayvandan daha korkutucu, her düşmandan daha güçlüyüm. Zekiyim, amansızım ve kuvvetliyim. Her şeyi ben yönetirim. Ben neyim?"

Silahşor başını kaldırmıştı. Mavi gözleri ışıl ışıldı. Susannah, Jake'e bakmaktan vazgeçerek yüzünde bekleyiş dolu bir ifadeyle yol haritasına doğru döndü. Ama Blaine her zamanki gibi çabucak cevap verdi. "KADINLARIN VE ERKEKLERİN HAYAL GÜCÜ."

Jake bir an monoyla tartışmak istedi. Ama sonra, zamanımızı neden boşuna harcayalım, diye düşündü. Cevap her zamanki gibi açıklandığı zaman insanın, "Ama bu çok belli bir şey," demesine neden oluyordu. "Teşekkür ederim, Blaine. Doğru cevabı buldun."

"BAYRAM KAZI ARTIK HEMEN HEMEN BENİM SAYILIR SANIRIM. SONA ON DOKUZ DAKİKA ELLİ SANİYE KALDI. BİR BİLMECE DAHA SÖYLER MİSİN, NEW YORK'LU JAKE? GÖRÜNTÜ ALICILARIM KİTABIN SONUNA GELDİĞİNİ GÖSTERİYOR. AÇIKÇASI O KİTAP UMDUĞUM KADAR GÜZEL DEĞİLMİŞ."

Susannah alçak sesle, "Herkes lanet olasıca bir eleştirmen," dedi gözünün ucundaki yaşı silerek. Silahşor ona bakmadan elini tuttu. O da Roland'ın parmaklarını sıkıca kavradı.

Jake, "Evet, Blaine," dedi. "Bir bilmecem daha var."

"HARİKA!"

"Yiyenden et çıktı. Güçlüden de tatlılık."

"BU BİLMECE AHDİ ATİK DENEN KUTSAL KİTAPTAN. KRAL JAMES İNCİLİ'NDEN." Blaine'in sesi sevinçliydi. Jake son umudunun da söndüğünü hissetti. Galiba ağlayacaktı. Ama korku değil, düşkırıklığı yüzünden. "BU BİLMECEYİ GÜÇLÜ SAMSON SORDU. YİYEN BİR ASLAN. TATLILIK BAL. BU BALI ASLANIN KAFATASINDA KOVANLARI OLAN ARILAR YAPTI... E... BAŞKA? DAHA ON SEKİZ DAKİKADAN BİRAZ UZUN ZAMANIN VAR. JAKE."

Jake, "Hayır," der gibi başını salladı. Bilmece kitabını elinden bıraktı. Oy bunu dişleriyle ustalıkla yakaladı, uzun boynuyla Jake'e doğru kalktı. Kitabı ona vermeye çalışırken çocuk gülümsedi. "Bütün bilmecelerimi sordum," dedi. "Başka yok."

"AH. ÇOK YAZIK, KÜÇÜK KOVBOY. ÇOK ÇOK YAZIK." Jake bu durumda mononun John Wayne gibi ağır ağır konuşmasına dayanamayacağını düşündü. "ANLAŞILAN ŞU KAZI BEN KAZANDIM. TABİİ BİR BAŞKASI KONUŞMAK İSTEYEBİLİR. NE DERSİN, ORTA-DÜNYALI OY? SEN BİLMECE NEDİR BİLİYOR MUSUN, BENİM KÜÇÜK AHMAK ARKADAŞIM?"

Hantal Billy, "Oy," diye karşılık verdi. Sesi ağzındaki kitap yüzünden boğuklaşmıştı. Jake yine gülümseyerek kitabı aldı ve Roland'ın yanına oturdu. Silahşor kolunu çocuğun omzuna attı.

"NEW YORK'LU SUSANNAH?"

Kadın başını kaldırmadan kafasını, "Hayır," der gibi salladı. Roland'ın elini avucunda döndürmüştü. Usulca adamın ilk iki parmağının kesik yerine dokunuyordu.

"STEVEN'İN OĞLU ROLAND? GILEAD'DA BAYRAM GÜNLERİNDE SORULAN BİLMECELERDEN BAŞKA HATIRLADIĞIN VAR MI?"

Roland da başını salladı... Sonra Jake, Eddie Dean'in kafasını kaldırdığını gördü. Eddie garip bir tavırla gülümsüyordu. Gözlerinde yine acayip bir pırıltı vardı. Jake umudunun hâlâ kırılmamış olduğunu farketti. Umut kafasında yeniden canlandı. Bu kırmızı, sıcak ve canlıydı. Yazının en sıcak günlerini geçiren bir güle benziyordu.

Eddie alçak sesle, "Blaine?" dedi. Jake onun sesinin garip bir biçimde boğuklaşmış olduğunu farketti.

"EVET, NEW YORK'LU EDDIE?" Blaine'in sesinde genç adamı aşağı gördüğünü belirten bir ifade vardı.

Eddie, "Sana iki bilmece soracağım," dedi. "Bu noktadan Topeka'ya varıncaya kadar vakit öldürmek için." Jake, Eddie'nin neden boğuluyormuş gibi sesler çıkardığını anladı. Genç adam gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"KONUŞ, NEW YORK'LU EDDIE."


Eddie oturmuş Jake'in son bilmecelerini sormasını dinlerken, Roland'ın Güzel-Gün kazıyla ilgili hikâyesini düşünmüştü. Kafası oradan Henry'ye geri dönmüştü. Çağrışım denilen sihir sayesinde A noktasından B noktasına geçmişti. Ya da Zen açısından söylemek istiyorsanız Trans-Kuş Havayollarıyla kazdan hindiye geçmişti. Eddie'yle Henry, bir keresinde eroini bırakma konusunu konuşmuşlardı. Henry uyuşturucuyu birdenbire tamamiyle bırakmanın tek yol olmadığını söylemişti. Tümüyle kesme yöntemine halk arasında "Soğuk Hindi" adı verilirdi. Henry, "Bir de 'Serin Hindi' usulü var," demişti. Eddie o zaman ağabeysine kendisine yüksek dozda uyuşturucu şırınga eden budala birine ne ad vereceğini sormuştu. Henry beklememişti bile. "Ona 'Kızarmış Hindi' denir." İki kardeş nasıl da gülmüşlerdi... Ama aradan bunca zaman geçtikten sonra şimdi küçük Dean kardeş gülünecek duruma, düşmüştü. Küçük Dean kardeşin yeni dostları da. Galiba çok geçmeden onlar da 'Kızarmış Hindi'ye dönüşeceklerdi.

Tabii onları kurtarabilirsen o başka.

Evet.

O halde bunu yap, Eddie. Genç adam yine Henry'nin sesini duyuyordu. Zihnindeki o garip kiracı geri dönmüştü. Ama şimdi Henry dalgada değildi. Kafası berraktı. Ağabeysi artık onun düşmanı değil de dostuymuş gibi konuşuyordu. Sanki anlaşmazlıklar sonunda halledilmiş, düşmanlık unutulmuştu. Bunu yap. Şeytanın kendini yakmasını sağla. Belki canın biraz yanacak. Ama sen bundan daha kötüsüyle karşılaştın. Kahretsin! Ben sana çok daha kötüsünü yaptım ama sen buna dayandın. Ayakta kalmayı iyi başardın. Ve nereye bakman gerektiğini de biliyorsun.



Tabii ya. Jake sonunda çırayı bir kıvılcımla tutuşturmayı başarmıştı. Sonra ateşin etrafında oturarak konuşmuşlardı. Konuşmuş ve birbirlerine bilmece sormuşlardı.

Eddie başka bir şeyi daha biliyordu. Işığın Yolu'nda güneydoğuya doğru giderlerken Blaine yüzlerce bilmecenin cevabını söylemişti. Diğerleri her bilmeceyi hiç tereddüt etmeden cevapladığına inanıyorlardı. Eddie de hemen hemen öyle düşünmüştü... Ama şimdi geçmişi, yarışmayı düşünürken ilginç bir şeyi keşfetmişti. Blaine duraksamıştı.

Bir kere.

Ve kızmıştı da. Roland gibi.

Silahşor sık sık Eddie'ye sinirleniyordu. Ama bir keresinde gerçekten öfkelenmişti. Anahtarın yontulmasından sonra. Eddie'nin boğulmasına ramak kalmıştı. Roland öfkesinin yoğunluğunu, yakıcılığını saklamaya çalışmış, yine her zamanki gibi bıkkın bir tavır takınmıştı. Ama Eddie bunun altında gizli olan şeyi sezmişti. Çünkü uzun süre ağabeyi Henry'yle birlikte yaşamıştı ve hâlâ olumsuz duyguları hemen farkediyordu. O olay genç adamı yaralamıştı. Roland'ın öfkesi değil de buna karışan o horgörü. Horgörü her zaman Henry'nin en sevdiği silahlarından biri olmuştu.

Eddie, "Ölü bebek neden yolun karşı tarafına geçti?' diye sormuştu. "Çünkü onu bir hindinin sırtına bağlamışlardı. Ho ho hi hi!"

Eddie daha sonra sorduğu bilmeceyi savunmaya çalışmıştı. "Bilmece belki zevksiz ama anlamsız değil." Ve Roland ona garip bir biçimde Blaine'inkine benzeyen bir cevap vermişti. "Zevksiz olup olmadığı beni ilgilendirmiyor. Bu saçma ve cevabının bulunması da imkânsız. İşte o yüzden gülünç. Güzel bir bilmece hiç de böyle değildir."

Ama Jake, Blaine'e son bilmecelerini sorduğu sırada Eddie onu bağımsız kılan harika bir şeyi keşfetmişti. Bunu kullanan adam bin yaşında olsa ve Buffalo Bill gibi ateş etse yine de durum değişmeyecekti. Roland kendisi bilmece konusunda hiçbir zaman usta olmadığını itiraf etmişti. Öğretmeni onun fazla derin düşündüğünü söylemişti. Babasıysa oğlunun hayal gücü olmadığına inanıyordu. Sebep ne olursa olsun Gilead'lı Roland bayramlarda yapılan bilmece yarışmalarını hiçbir zaman kazanamamıştı. Yaşıtlarından daha fazla yaşamıştı. Bu da tabii bir tür ödüldü, Ama evine hiçbir zaman o ödül kazı götürememişti. "Silahı arkadaşlarımdan daha hızlı çekerdim. Ama hiçbir zaman ince düşünmek konusunda başarılı olamadım."

Eddie, Roland'a esprilerin çoğu zaman o ihmal edilen yeteneği geliştirmek için söylenen bilmeceler olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Ama silahşor ona aldırmamıştı. Eddie renk körü birinin gökkuşağının tarifine aldırmamasına benzetiyordu bunu.

Eddie, Blaine'in de öyle ince düşünmeyi başaramaması ihtimali olduğuna inanıyordu.

Genç adam mononun diğerlerine başka bilmeceleri olup olmadığını sorduğunu farketti. Blaine bunu Oy'a bile soruyordu. Eddie mononun sesindeki alayı farkedebiliyordu, hem de çok iyi. Tabii ya. Çünkü şimdi o efsanevi yerden geriye dönüyordu. Şeytanı kendini yakması için ikna edip edemeyeceğini anlamaya çalışacaktı. Bu kez hiçbir silahın yardımı olamayacaktı. Ama bu da önemli değildi. Hatta belki de bu daha iyiydi, çünkü...

Çünkü ben kafamla ateş ederim. Zihnimle. O kendini beğenmişi hesap makinesini vurmam için Tanrı bana yardım etsin. Onu incelikle vurmam için.

Eddie, "Blaine," dedi. Mono cevap verdikten sonra da ekledi. "Sana iki bilmece soracağım."
"KONUŞ, NEWYORK'LU EDDIE!"

Eddie'nin diğerlerine tetikte beklemelerini söyleyecek zamanı yoktu. Her şey olabilirdi. Ama arkadaşlarının durumuna bakılırsa onları uyarmaya gerek yok gibiydi. Eddie arkadaşlarını unutarak bütün dikkatini Blaine'e verdi.

"Dört tekerleği ve sinekleri olan şey nedir?"

"KENTİN ÇÖP ARABASI! BUNU DAHA ÖNCE DE SÖYLEDİM!" Blaine'in sesinde hoşnutsuzluk mu vardı? Horgörü? Evet, herhalde. Bunlar neredeyse mononun sesinden sızacaktı. "BUNU HATIRLAYAMAYACAK KADAR APTAL YA DA DİKKATSİZ MİSİN? BANA İLK SORDUĞUNUZ BİLMECE BUYDU!"

Eddie, evet, diye düşündü. Ama biz bir şeyi gözden kaçırdık. Çünkü aklımız Roland'ın geçmişinden ya da Jake'in kitabından beyinleri sarsacak bir şey bulup seni yenmeye takılmıştı. Yarışmanın hemen hemen o anda sona erdiğini farkedemedik.

"O bilmece hoşuna gitmedi, değil mi, Blaine?"

Mono, "EVET," diye cevap verdi. "BENCE ÇOK BUDALACA BİR ŞEYDİ. BELKİ DE BİLMECEYİ BU YÜZDEN TEKRAR SORDUN. TABİİ BUDALALAR BUDALACA ŞEYLERDEN HOŞLANIRLAR. ÖYLE DEĞİL Mİ, NEW YORK'LU EDDIE?"

Eddie gülümseyerek parmağını yol haritasına doğru salladı. "Boş sözler beni hiçbir zaman yaralamaz. Ya da eski mahallemizde söylediğimiz gibi: 'Bana kahrolasıca ağzına geleni söyleyebilirsin, ahbap. Ama seni karnını patlatıncaya kadar dövdüğümü kimseye unutturamazsın.'"

Jake ona, "Çabuk ol," diye fısıldadı. "Bir şey yapabileceksen hemen yap."

Eddie, "O saçma sapan sorulardan hoşlanmıyor," dedi. "Gülünç oyunlardan da. Ve biz bunu biliyorduk. Gerçeği Çuf Çuf Charlie'den öğrenmiştik. Ne kadar da aptalmışız! Kahretsin! Cevaplar o kitaptaydı. Bilmece kitabında değil. Ama biz bunu hiçbir zaman anlayamadık."

Eddie, Jake'in son deneme yazısındaki bilmeceyi arayıp buldu ve bunu sordu.

"Blaine, bir kapı ne zaman kapı sayılmaz?"

Susannah, Blaine'e dört tekerlekli ve sinekli şeyin ne olduğunu sorduğundan beri ilk kez o acayip şıkırtı duyuldu. Bir adamın dilini şaklatması gibi bir şeydi bu. Duraksama, Susannah'nın açılış bilmecesini sorduğu zamankinden daha kısaydı. Ama Blaine yine de duraksadı. Eddie de bunu farketti.

Mono, "TABİİ YERİNDEN ÇIKARILDIĞI ZAMAN," dedi. Öfkeli ve mutsuzmuş gibiydi. "SONA ON ÜÇ DAKİKA BEŞ SANİYE KALDI; NEW YORK'LU EDDIE. BÖYLE AHMAKÇA BİLMECELER SORARKEN ÖLMEYİ Mİ İSTİYORSUN?"

Eddie dimdik oturdu. Yol haritasına bakıyordu. Sırtından sıcak terlerin aktığını hissediyordu ama yüzündeki gülümseme iyice yayıldı.

"Sızlanmayı bırak, ahbap. Parçalarımızı etrafa saçma ayrıcalığını istiyorsan o zaman senin mantık derecene erişmeyen birkaç bilmeceye de katlanırsın."

"BENİMLE BÖYLE KONUŞAMAZSIN!"

"Yoksa ne yaparsın? Beni öldürür müsün? Güldürme beni! Oyuna devam et. Bizimle oynamaya razı oldun. Şimdi oynamalısın!"

Yol haritasında hafif bir pembe ışık belirip kayboldu. Küçük Blaine, "Onu kızdırıyorsunuz," diye hayıflandı. "Ah, onu çok öfkelendiriyorsunuz."

Eddie pek de sert olmayan bir tavırla, "Toz ol, ufaklık," dedi. Pembe ışık kayboldu. Onun yerinde çakıp sönen yeşil nokta belirdi. Hemen hemen Topeka'nın üzerindeydi. Eddie, "Şuna cevap ver, Blaine," dedi. "Büyük ahmakla küçük ahmak Sen Nehri'nin üzerindeki köprüde duruyorlardı. Büyük ahmak aşağıya yuvarlandı. Küçük ahmak neden düşmedi?"

"BU YARIŞMAMIZA YAKIŞMAYAN BİR BİLMECE. SANA CEVAP VERMEYECEĞİM." Blaine bu son sözü söylerken sesi hafifledi. Şimdi sesi yeniyetme bir çocuğunkine benziyordu.

Roland'ın gözleri artık ışıldamıyor, sanki alevler saçıyordu. "Ne diyorsun, Blaine? Seni iyice anlamam gerekiyor. Oyundan vazgeçtiğini mi söylüyorsun?"

"HAYIR! NE MÜNASEBET! AMA..."

"O halde cevabı söyle. Tabii bunu başarabileceksen. Bilmecenin yanıtını bul."

"BU BİR BİLMECE DEĞİL Kİ!" Blaine'in sesi neredeyse koyun melemesine dönüşecekti. "BİR ŞAKA BU! GERİZEKÂLI ÇOCUKLARIN OYUN YERİNDE SÖYLEYİP GIDAKLAR GİBİ GÜLECEKLERİ BİR ŞEY!"

Roland, "Hemen cevap ver. Yoksa yarışmanın sona erdiğini ve Ka-tet'imizin kazandığını ilan ederim!" dedi. Sesinde Eddie'nin ilk kez Nehir Geçidi'nde tanık olduğu o otoriter hava vardı. "Cevap vermelisin. Çünkü sen aptallıktan şikâyet ediyorsun, kurallara karşı gelindiğinden değil. İkimiz de karşılıklı bu şartları kabul etmiştik."

Yine o şıkırtı duyuldu. Ama bu sefer ses daha yüksekti. Hatta öyle yüksekti ki, Eddie yüzünü buruşturdu. Oy'un kulakları kafasına yapıştı!

Bunu her zamankinden daha uzun bir sessizlik izledi; en aşağı üç saniye sürdü. Sonra Blaine, "KÜÇÜK AHMAK SUYA DÜŞMEDİ. ÇÜNKÜ ONU ANNESİ TUTUYORDU," dedi. "BÖYLE BUDALACA BİR BİLMECEYE CEVAP VERDİĞİM İÇİN KENDİMİ KİRLENMİŞ HİSSEDİYORUM."

1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət