Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə7/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   62

Eddie, "Dikkat!" diye bağırdı. "Hemen bana yardım edin! Galiba bayılacak!"

Jake hızla silahşora doğru döndü. Roland'ın yüzü renksiz, toz tonundaki gömleğinin yukarsında bembeyaz kesilmişti. Beyaz peynir gibi. Gözleri irileşmiş, boş boş bakıyordu. Ağzının bir yanı seğiriyordu. Sanki oraya görünmeyen bir balık oltasının çengeli saplanmıştı.

Silahşor, "Jonas ve Reynolds ve Depape," dedi. "Büyük Tabut Avcıları. Ve o kız. Cöos'lar. İşte onlardı. Onlar..."

Mononun tepesinde eski, tozlu botlarıyla duran Roland sendeledi. Yüzünde Jake'in o zamana kadar gördüğü ıstırap ifadelerinin en yoğunu vardı.

Silahşor, "Ah, Susan," dedi. "Ah, sevgilim."


Diğerleri Roland'ı yakalayarak etrafında koruyucu bir daire oluşturdular. Silahşor suçluluk hissettiği ve kendinden tiksindiği için bütün vücudu alev alev yanıyordu. Böyle hevesli koruyucular bulmayı hak edecek ne yapmıştı? Onları bildikleri sıradan yaşamlarından koparıp almaktan başka? Bahçesindeki yaban otlarını amansızca koparan biri gibi.

Dostlarına kendine geldiğini, artık çekilebileceklerini söylemek istedi. Ama konuşamadı. O korkunç titrek ses onu bütün o yılların gerisine, Hambr'ın batısındaki derin vadiye götürmüştü. Depape, Reynolds ve ihtiyar topal Jonas. Ama Roland en çok tepeden gelen kadından nefret ediyordu. Ancak çok genç bir adamın erişebileceği kapkaranlık bir duygu kuyusunun derinlerinden gelen bir şiddetle. Ah, ama onlardan nefret etmekten başka ne yapabilirdi? Kalbi kırılmıştı. Ve şimdi, bunca yıl sonra insan yaşamının en korkunç gerçeğinin kırık kalplerinin onarılması olduğunu anlıyordu.

İlk düşüncem, her sözüyle yalan söylediği oldu.

O kötü bakışlı, aç ak saçlı sakat...

Bu sözler de neyin nesiydi? Kimindi bu şiir?

Roland bunu bilmiyordu. Ama kadınların da yalan söyleyebileceklerini öğrenmişti. Sıçrayıp sırıtan, sulanan yaşlı gözlerinin ucuyla çok şey gören kadınlar. O satırları kimin yazdığı önemli değildi. Sözler gerçekti. Önemli olan buydu. Habislik konusunda Eldred Jonas da, tepedeki ihtiyar cadı da Marten kadar güçlü değillerdi. Walter kadar bile. Ama yine de yeterince kötüydüler.

Daha sonra... kentin batısındaki o derin vadide... o ses... O ses ve yaralanmış insanlarla atların çığlıkları... her zaman pek geveze olan Cuthbert bile yaşamında ilk kez sessizleşmişti.

Ama bütün bunlar uzun zaman önce olmuştu. Başka bir çağda. Fakat şimdi bu anda ve burada o titrek ses kesilmişti. Ya da insan kulağının duyamayacağı kadar hafiflemişti. Ancak o sesi tekrar duyacaklardı. Roland bunu biliyordu. Lanetlenmeye giden bir yolda ilerlediğini bildiği gibi.

Silahşor başını kaldırarak diğerlerine baktı ve gülümsemeyi başardı. Dudak kenarının titremesi geçmişti. Bu da bir şey sayılırdı.

Roland, "Ben iyiyim," dedi. "Orta-Dünya'nın sona erdiği yer çok yakın. Uç-Dünya'nın başladığı yer de. Yolculuğumuzun en önemli ilk bölümü sona erdi. Başarılı olduk. Babalarımızın yüzlerini hatırladık. Bir arada dayandık. Birbirimize sadık kaldık. Ama artık bir inceciğe geldik. Çok dikkatli olmalıyız."

Jake endişeyle etrafına bakınarak, "Bir incecik mi?" diye sordu.

"Yaşam dokusunun iyice aşındığı ve delinmek üzere olduğu yerler. Kara Kule'nin gücü kesilmeye başladığından beri böyle yerler arttı. Lud'dan ayrılırken aşağıda gördüklerimizi hatırlıyor musunuz?"

Diğerleri ciddi ciddi başlarını sallayarak anımsadıklarını belirttiler. Toprak eriyerek siyah cama dönüşmüştü. Eski borular turkuvaz bir cadı-ışığıyla parlıyordu. Biçimsiz acayip kuşlar büyük deri yelkenlere benzeyen kanatlarıyla uçuşuyorlardı. Roland birdenbire arkadaşlarının etrafına böyle toplanmış olmalarına dayanamayacağını anladı. Ona meyhanede çıkan bir kavga sonucu yere yuvarlanmış bir serseriymiş gibi bakıyorlardı.

Ellerini dostlarına uzattı. Yeni dostlarına. Eddie onun ellerini kavrayarak ayağa kalkmasına yardım etti. Silahşor sendelememek ve dimdik durmak için o müthiş irade gücünden yararlandı.

Susannah, "Susan kimdi?" diye sordu. Alnının ortasındaki kırışıktan endişelendiği anlaşılıyordu. Belki adların benzemesi de onu sarsmıştı.

Roland ona baktı. Sonra Eddie'ye ve nihayet Oy'un kulaklarının arkasını kaşımak için tek dizinin üzerine çökmüş olan Jake'e.

"Bunu size anlatacağım. Ama şimdi ne yeri, ne de zamanı."

Susannah, "Böyle söyleyip duruyorsun," dedi. "Yine bizi oyalamıyorsun ya?"

Roland başını salladı. "Hayır. Hikâyemi dinleyeceksiniz. Hiç olmazsa bu bölümünü. Ama herhalde bu maden cesedin tepesinde değil."

Jake, "Evet," dedi. "Burada durmak ölü bir dinozorun üzerinde oynamaya benziyor. Blaine'in dirilip yine kafalarımızı altüst etmeye çalışacağını düşünmeden edemiyorum."

Eddie, "O ses kesildi. Sanki orgun pedalına basılmış gibiydi..." dedi. .

Jake atıldı. "Bu bana Central Park'ta gördüğüm o yaşlı adamı hatırlattı."

Susannah, "Testereli adamı mı?" diye sordu. Jake başını kaldırıp ona baktı, gözleri hayretle irileşmişti. Genç kadın başıyla doğruladı. "Ama benim onu gördüğüm günlerde öyle yaşlı biri değildi. Burada çılgınca olan sadece coğrafya değil. Zaman da bir tuhaf."

Eddie kolunu onun omzuna atarak onu bir an kendine çekti. "Çok doğru."

Susannah, Roland'a döndü. Silahşoru bakışlarıyla suçlamıyordu ama onu dikkatle tartıyordu. Roland ona saygı duydu. "Verdiğin sözü tutmalısın, Roland. Adaşım olan o kızı öğrenmeliyim."

Roland, "Hikâyemi dinleyeceksin. Ama şimdi bu canavarın sırtından inmeliyiz."

Bunu söylemek kolaydı. Blaine, Lud Beşiği'nin açık havaya kurulmuş bir eşine benzeyen yerde hafifçe çarpık duruyordu. Bir yanında Blaine'in son yolculuğundan kalan kopuk pembe maden parçaları vardı. Mononun tepesiyle beton yer arası en aşağı yedi buçuk metreydi. Belki tam zamanında kaçış deliğinden uzanacağa benzeyen bir iniş merdiveni vardı. Ama öyle bir şey vardıysa bile tren çarparak durduğu zaman herhalde bu da sıkışmıştı.

Roland sırtından çantasını indirip içini karıştırdı. Susannah'yı tekerlekli sandalyenin geçemeyeceği yerlerde taşıdıkları geyik derisinden yapılmış askıyı çıkardı. Artık iskemle başımıza dert olmayacak, diye düşündü. Deli gibi Biaine'e binmeye çalışırken sandalyeyi geride bırakmışlardı.

Susannah aksi bir tavırla, "Onu neden çıkardın?" diye sordu. Askıyı her görüşünde sinirleniyordu. Bir keresinde Eddie'ye, Detta Walker'ın sesiyle, "Missisipi yöresinde yaşayan o beyaz köpeklerden bu askıdan daha fazla nefret ediyorum," diye açıklamıştı. "Ama bazen bu ikisi hemen hemen birbirine eşit oluyor, tatlım."

Silahşor hafifçe gülümsedi. "Aksileşme, Susannah Dean, aksileşme." Askıyı oluşturan deri örgüleri açtı. Oturma yerini bir kenara koyup şeritleri tekrar ördü. Sonra bunu elinde kalan son ip parçasına bağlayarak eski tarz bir düğüm yaptı. Çalışırken incecik'lerin şarkısını dinliyordu... Dördünün tanrı-davullarını dinlemiş oldukları gibi. Her gece Eddie'nin dalgaların arasından yuvarlanarak çıkan ıstakozların avukatça sorularını dinlediği gibi. "Dad-a-çam? Did-a-çi? Dum-a-çam?"

Roland, ka bir çember, diye düşündü. Ya da Eddie'nin dediği gibi; "dönen bir şey geri gelir."

İp tamamlandığı zaman silahşor örgülü kısmın ucuna bir ilmek yaptı. Jake ayağını tam bir güvenle buna soktu. İpi bir eliyle yakaladı. Oy'u da diğer kolunun içine aldı. Hayvan endişeyle etrafına bakınarak inledi. Boynunu uzatıp çocuğun yüzünü yaladı.

Jake ona, "Korkmuyorsun değil mi?" diye sordu.

Oy, "Korku," diye cevap verdi. Ama Roland'la Eddie, Jake'i Baronluk Vagonu'nun yanından indirirken sesini çıkarmadı. İp yere kadar gelmiyordu. Ama Jake ayağını ilmekten çekerek yüz yirmi santim aşağıya atlamayı başardı. Oy'u yere bıraktı. Hantal Billy etrafı koklayarak koştu. Terminal binasının duvarına yaklaşıp bacağını kaldırdı. Bu bina Lud Beşiği kadar görkemli değildi. Ama Roland'ın hoşuna giden bir eski zaman havası vardı. Beyaz tahta kaplama, aşağıya meyilli saçaklar, yüksek, dik pencereler. Kaygan taşa benzeyen bir malzemeyle kaplı dam. Vahşi Batı'ya uygun bir binaydı bu. Terminalin kapılarının yukarsındaki tabelaya altın yaldızla üç ad yazılmıştı.

ATCHISON, TOPEKA VE SANTA FE.

Roland bunların kent adı olduğunu düşündü. Sonuncu isim ona tanıdık gelmişti. Mejis Baronluğu'nda Santa Fe diye bir yer yok muydu? Bu ona Susan'ı anımsatmıştı. Örgülerini açıp saçlarını sırtına bırakan ve penceresinin önünde oturan güzel Susan'ı. Kokusu yasemin, gül, hanımeli ve kuru tatlı samanlarınkine benziyordu. Dağlardaki kâhin bu kokunun pek hafifini yaratabilmişti. Susan... Başını kaldırıp ona ciddi ciddi bakmıştı. Sonra gülümseyerek ellerini başının arkasında birleştirmişti. Bu hareketiyle göğsü daha belirginleşmişti.

"Roland, beni seviyorsan benimle seviş... kuş ve ayı ve tavşan ve balık..."

Silahşor dönerek Eddie'ye baktı. Susan Delgado'nun zamanından geri dönebilmek için bütün irade gücünü kullandı. Topeka'da gerçekten 'incecikler' vardı. Hem de türlüsü. "Dalmıştım, Eddie. Özür dilerim."

"Bundan sonra Susannah mı inecek, diye sordum."

Roland başını salladı. "Sen ineceksin. Sonra da Susannah. Ben en son."

"Bunu başarabilecek misin? Ne de olsa elin filan..."

"Başaracağım."

Eddie başını sallayarak ayağını ilmeğe soktu. Eddie Orta-Dünya'ya ilk geldiği günlerde Roland onu tek başına aşağıya kolaylıkla sarkıtabilirdi. İki parmağı eksik olsun olmasın. Ama Eddie aylardan beri uyuşturucu kullanmıyordu. Ve dört beş kilo almıştı. Roland, Susannah'nın yardımını memnunlukla kabullendi, ikisi genç adamı yere indirdiler.

Roland, "Şimdi sıra sende, hanımefendi," diyerek Susannah'ya gülümsedi. Son günlerde gülümsemek ona daha normal geliyordu.

"Evet." Ama genç kadın bir an orada durdu. Alt dudağını ısırıyordu.

"Ne var?"

Susannah elini uzatarak bir derdi ya da sancısı varmış gibi karnını ovuşturdu. Silahşor onun bir şey söyleyeceğini sandı. Ama genç kadın başını salladı. "Hiç..."

"Buna inanmıyorum. Neden karnını tuttun? Yaralandın mı? Tren durduğu zaman bir yerini mi incittin?"

Susannah göbek çukurunun hemen aşağısındaki etlerini hemen çekti. "Hayır, hayır. İyiyim."

"Gerçekten mi?"

Susannah bu sözleri büyük bir dikkatle düşünüyormuş göründü. Sonunda, "Seninle konuşuruz," dedi. "Bu deyim hoşuna gidiyorsa... 'çene çalarız.' Ama daha önce haklıydın, Roland. Şimdi bunun ne yeri, ne de zamanı."

"Dördümüz birarada mı konuşacağız? Yoksa sen, ben ve Eddie^ mi?"

"Sadece sen ve ben, Roland." Susannah bacağını ilmeğe soktu. "Sadece bir horoz ve bir tavuk. Hiç olmazsa başlangıçta. Şimdi lütfen beni aşağıya indir."

Silahşor kaşlarını çatmış kadına bakıyordu. Susannah'nın karnını huzursuzca ovduğunu gördüğü zaman aklına ilk gelen şeyin doğru olmamasını bütün kalbiyle diliyordu. Çünkü Jake dünyadan dünyaya geçmeye çalışırken, genç kadın Konuşan Daire'de oraya yuvalanmış olan iblisin saldırısına uğramıştı. Bazen -çoğu zaman- bir iblisle ilişki her şeyi değiştirirdi.

Ve hiçbir zaman iyiye doğru da değil. Roland bunu öğrenmişti.

Silahşor, Eddie, Susannah'yı belinden yakalayarak perona indirdikten sonra ipi yukarı çekti. İleriye, trenin kurşun biçimi burnunu yaran engellerden birine doğru gitti. O arada ipin ucuna sarsıldığı zaman açılan bir ilmek yaptı, ilmeği direğe fırlatarak ucunu çekti. Ama sola doğru çekmemeye özellikle dikkat etti. Sonra da perona doğru indi, öne doğru biraz eğilmişti, Blaine'in pembe yanında ayak izleri bırakıyordu.

Roland yanlarına gelince Eddie, "İple askıdan yoksun kalmamız çok kötü," dedi.

Susan, "O askı için hiç üzülmüyorum," diye söylendi. "Çikletler dirseklerime kadar kollarıma yapışıncaya dek kaldırımda sürünmeyi tercih ederim."

Roland, "Hiçbir şeyden yoksun kalmadık," diyerek elini deri şeritten oluşan ilmeğe soktu ve hızla sola doğru çekti. İp direkten kaydı. Roland ip aşağı inerken aynı hızla onu topladı.

Jake, "Güzel bir numara," dedi.

Oy da aynı fikirdeydi. "Zel mara."

Eddie, "Bunu Cort'tan mı öğrendin?" diye sordu.

Roland gülümsedi. "Evet, Cort'tan."

"O cehennemden çıkma öğretmen," dedi. "İyi ki, senin yerinde değildim, Roland. İyi ki, değildim."


İstasyona açılan kapılara doğru giderken yine o hafif, müziğimsi ses duyuldu. Üç yol arkadaşının aynı anda burunlarını kırıştırmaları ve dudaklarını sarkıtmaları Roland'ı eğlendirdi. Yalnız ka-tet değil, aralarında kanbağı olan akrabalara benziyorlardı. Bir aileye. Susannah parkı işaret etti. Ağaçların tepesinden gözüken tabela hafifçe titriyordu. Sıcağın havayı titreştirmesi gibi.

Jake, "Buna incecikler mi neden oluyor?" diye sordu.

Roland, "Evet," der gibi başını salladı.

"Onun etrafından dolaşabilecek miyiz?"

"Evet. İncecikler de salig'ler ve ıslak kum dolu bataklıklar kadar tehlikelidir. Bunların ne olduğunu biliyor musun?"

Jake, "Kumlu bataklığı biliyorum," dedi. "Eğer salig'ler iri dişli, uzun yeşil şeylerse, onları da biliyoruz demektir."

"Evet, salig'ler onlar işte."

Susannah son kez dönüp Blaine'e baktı. "Ne gülünç sorular, ne de gülünç oyunlar. Kitap bu konuda doğruyu açıklamış." Bakışlarını trenden Roland'a kaydırdı. "Ya Çuf Çuf Charlie'yi yazan o kadın? Beryl Evans? Onun da bu işte bir rolü var mı? Onunla karşılaşabilir miyiz? Ona teşekkür etmek istiyorum. Eddie cevabı buldu ama..."

Roland, "Sanırım bu mümkün," dedi. "Ama pek ihtimal vermiyorum. Benim dünyam kıyının çok yakınında battığı için parçalarının çoğu kumsala vuran dev bir gemiye benziyor. Bulduklarımızın çoğu ilginç. Bazıları işe yarayabilir. Tabii ka izin verdiği takdirde. Ama bunların hepsi yine de enkaz. Bir anlam çıkmayan enkaz!" Etrafına bakındı. "Burası gibi sanırım."

Eddie başını salladı. "Bence burası pek de enkaza benzemiyor. İstasyonun boyasına bak. Saçakların altında yağmur olukları yüzünden biraz pas var. Ama görebildiğim kadarıyla boya hiç dökülmemiş." Kapıların önünde durup parmaklarını camlardan birine sürdü. Geride dört belirgin parmakizi kaldı. "Tozlu, hem de iyice tozlu. Ama hiç çatlak yok. Bana kalırsa bu binaya eh fazla... yazın başından beri bakımsız kalmış."

Roland'a baktı. Silahşor omzunu silkerek, "Evet," der gibi başını salladı. Eddie'yi sadece yarı kulağıyla dinliyor, onun sözlerini beyninin yarısıyla algılıyordu. Aslında bütün dikkatini ve gücünü iki şeye vermişti: incecik'in şarkısına ve bir de onu boğmaya çalışan hatıralar selinden kurtulmaya.

Susannah, "Ama Lud yüzyıllar önce mahvolmaya başlamış," diye hatırlattı. "Burası... Topeka olabilir. Olmayabilir de. Ama bence Alacakaranlık Kuşağı'nda gördüğümüz o ürkütücü küçük kentlere benziyor. Belki siz çocuklar o diziyi hatırlamıyorsunuzdur..."

Eddie'yle Jake aynı anda, "Pekâlâ hatırlıyoruz," dediler. Sonra biri birlerine bakarak güldüler. Eddie elini uzattı, Jake de avucuna vurdu.

Sonra çocuk, "O diziyi hâlâ tekrar tekrar gösteriyorlar," diye açıkladı.

Eddie de ekledi. "Evet, durmadan. Sponsorlar genellikle iflas davalarına bakan avukatlar. Adamlar kısa tüylü teriyelere benziyorlar. Ve sen haklısın, Susannah. Burası Lud'a benzemiyor. Bilmiyorum, buraya nereden geçtik ama..." 'Eyaletler Arası 70' yazan tabelayı işaret etti. Sanki bu, iddiasını kesinlikle kanıtlıyordu.

Susannah, "Burası Topeka'ysa insanlar nerede?" diye sordu.

Eddie omzunu silkerek ellerini kaldırdı. "Kim bilir?"

Jake alnını ortadaki kapının camına dayadı. İki elini de yüzünün yanlarına. İçeri baktı. Birkaç saniye. Sonra gördüğü bir şey hızla gerilemesine neden oldu. "Vay vay vay... Boşuna kent bu kadar sessiz değil."

Roland, Jake'in arkasına geçerek çocuğun başının üzerinden içeriye baktı. O da yansımayı azaltmak için ellerini yüzünün iki yanına götürmüştü. Aslında Jake'in neler gördüğünü anlamak için içeriye bakmadan önce bile bazı sonuçlara varmıştı. Birincisi, burası kesinlikle bir tren istasyonuydu. Ama Blaine'e göre bir istasyon değildi... Beşik sayılmazdı burası. İkincisi, bu istasyon gerçekten de Eddie'nin Jake'in ve Susannah'nın dünyasına aitti.

Silahşor, bu bir incecik, diye düşündü. Dikkatli olmalıyız.

İçerde iki ceset, salonun önemli bir yerini dolduran bankların birinde birbirlerine dayanmıştı. Buruşmuş suratlarını ve kararmış ellerini görmeseydiniz onların çılgınca bir partiden sonra istasyonda uyuyakalan ve eve gitmek için son treni de kaçıran iki sarhoş olduğunu sanırdınız. Arkalarındaki duvara üzerinde, "Kalkacak Trenler" yazılı bir tabela asılmıştı. Bunun altındaysa kentler, kasabalar ve baronlukların adları vardı. Birinci Denver'di. İkinci Wichita, üçüncü Omaha. Roland bir keresinde Omaha adlı tek gözlü bir kumarbaz tanımıştı. Adam bir "Beni İzle" masasında gırtlağına saplanan bıçak yüzünden ölmüştü. Omaha geçidin sonundaki açıklığa çıkmıştı. Başını arkaya atmış ve son nefesini verirken kanlar tâ tavana kadar sıçramıştı. Silahşorun şimdi gördüğü salonun tavanından dört yanlı güzel bir saat sarkıyordu. (Roland'ın hantal ve akılsız kafası burasının arabaların mola verdikleri bir yer olduğunda ısrar etmişti. Onu Tull'a getiren yarı unutulmuş yoldaki yer gibi.) Saatin akrebiyle yelkovanı 4.14'de durmuştu. Roland onların bir daha hareket etmeyeceğini tahmin etmişti. Hüzün verici bir düşünceydi bu. Ama sonuçta burası da hüzün verici bir dünyaydı. Roland başka ölü göremedi. Ama deneyimleri ona iki ölü bulunan yerde gözükmeyen dört ceset daha olabileceğini söylüyordu. Ya da dört düzine.

Eddie, "İçeri girelim mi?" diye sordu.

Silahşor da yine bir soruyla cevap verdi. "Neden? Burada bir işimiz yok ki. Burası Işının Yolu üzerinde değil."

Eddie aksi bir tavırla, "Sen harika bir tur rehberi olurdun," diye söylendi. "'Lütfen kimse geride kalmasın! Ve lütfen başka yönlere sapmayın...'"

Jake onun sözünü Roland'ın anlayamadığı bir istekle kesti, "Birinizden birinde bir yirmi beş sent var mı?" Çocuk dörtköşe madeni bir kutunun yanında durmuş, Eddie'yle Susannah'ya bakıyordu. Kutunun üzerine mavi harflerle bir şeyler yazılmıştı.
"Topeka Capital-Journal'da Kansas'la ilgili diğer gazetelerde olmayan pek çok haber var. Bu sizin kentinizin gazetesi! Onu her gün okuyun!"
Bu durum Eddie'yi eğlendirmişti. "Bütün bozuk paramı bir yerde kaybettim. Belki de sen bize katılmadan önce ağaca tırmanırken. Robot bir ayıya yem olmamak için bütün gücümle kaçıyordum o sırada."

"Bir dakika... Bir dakika..." Susannah çantasını açmış, içini Roland'ın bütün dertlerine rağmen gülmesine neden olan bir biçimde karıştırıyordu. Nedense bu son derecede kadınca bir davranıştı. Susannah buruşuk kâğıt mendilleri çıkarıp içlerinde bir şey olup olmadığını anlamak için silkeledi. Bir pudriyeri alıp şöyle bir baktıktan sonra tekrar çantasına attı. Bir tarak buldu. Onu da geri koydu...

Silahşor yanından geçerken başını kaldırıp bakamayacak kadar bu işe dalmıştı. Roland silahı kadın için yaptığı mahfazadan aldı. Ve bir tek el ateş etti. Susannah hafifçe bağırarak çantasını düşürdü. Elini sol göğsünün altındaki mahfazaya vurdu.

"Beyaz çocuk, ödümü patlattın!"

"Silahını daha iyi koru, Susannah. Bir daha sefere biri silahını kaptığı zaman belki de kaşlarının arasına ateş eder. Ben... ne var, Jake? Bu bir tür haber açıklayan alet mi? Ya da içinde gazete mi var?"

"İkisi de." Jake'in şaşırmış gibi bir hali vardı. Oy peronun ortasına doğru gitmiş, kuşkuyla silahşora bakıyordu. Jake parmağını gazete kutusunun kilidinin ortasındaki kurşun deliğine soktu. Oradan hafif bir duman yükseliyordu.

Roland, "Haydi," dedi. "Kutuyu aç."

Jake tokmağı çekti. Kapak bir an açılmadı. Sonra içerde madeni bir şey aşağıya yuvarlandı ve kapak açıldı. Kutu boştu. Arkaya yapıştırılmış levhada, "Gazetelerin hepsi tükendiği zaman lütfen teşhir için konulanı alın," yazılıydı. Jake gazeteyi tellerin tuttuğu yerinden çıkardı. Diğerleri onun etrafını sardılar.

"Tanrı aşkına ne?.." Susannah'nın fısıltısında hem dehşet vardı, hem de suçlama. "Ne anlama geliyor bu? Tanrı adına! Ne olmuş?"

Gazetenin logosunun altındaki manşet başsayfanın yarısını kaplıyordu. Kapkara yazılar sanki haykırıyorlardı.


"KAPTAN TRİPS SÜPER-GRİBİ" YAYILIYOR.

DURDURULMASI İMKÂNSIZ.

Hükümetin İleri Gelenleri Ülkeden Kaçmış Olabilirler.

Topeka Hastaneleri Hastalar ve Can Çekişenlerle Dolu

Milyonlar Tedavi Yöntemi Bulunması İçin Dua Ediyor.
Roland, "Haberi yüksek sesle oku," dedi. "Bu senin dilinde yazılmış. Bütün harfleri sökemiyorum. Oysa bu hikâyeyi iyice öğrenmek istiyorum."

Jake, Eddie'ye bir göz attı. Genç adam başını sabırsızca salladı.

Çocuk gazeteyi açınca nokta nokta bir resim ortaya çıktı. (Roland bu tür resimleri görmüştü. Bunlara "fottergraf" deniyordu.) Resim hepsinde şok etkisi yaptı. Fotoğrafta gölün kıyısındaki bir kent alev alev yanıyordu. Alttaki yazıda, "Cleveland'daki Yangınlar Söndürülemiyor," deniliyordu.

Eddie, Jake'e, "Haydi oku, çocuk," dedi. Susannah sesini çıkarmadı. O hikâyeyi Jake'nin omzunun üzerinden okumaya başlamıştı bile. Sadece başsayfadakini tabii. Jake boğazı birdenbire kurumuş gibi öksürdü ve okumaya başladı.


"Altında 'John Circoran ve AP muhabirleri' yazılı. Yani bu konu üzerinde sürüyle insan çalışmış, Roland. Tamam mı? Okuyorum. 'Amerika'nın -ve belki de bütün dünyanın- en büyük krizi kısa sürede giderek ciddileşiyor; Orta-Batı'da Boru-boyun ve California'da Kaptan Trips diye bilinen süper-grip hızla yayılıyor.

"'Ölü sayısının yalnızca tahminlere dayanmasına rağmen tıp uzmanları bu noktada toplamın aklın almayacağı kadar korkunç olduğunu söylüyorlar. Topeka St. Francis Hastanesi ve Tıp Merkezi'nden Dr. Morris Hackford'a göre, ABD'nin kıta bölümünde ölü sayısı yirmiyle otuz milyon arasında. Cesetler California'dan Los Angeles'a Massachusettes'den Boston'a kadar cenazeevlerinde, fabrika fırınlarında ve hendeklerde yakılıyor.

"'Burada, Topeka'da yakınlarını kaybetmiş olan hâlâ yeterince sağlıklı ve güçlü kimselerin ölülerini şu üç yerden birine götürmeleri ısrarla isteniyor: Oakland Billard Park'ın kuzeyindeki çöp yakma yeri. Heartland Park Hipodromu'ndaki çukur alan. Forbes Field'in doğusundaki güneybatı Altmış Birinci Sokak'taki hendek. Hendeklerden yararlanacak kişiler alana Berry Town yoluyla erişmeliler. California'ya giriş parçalanmış arabalar yüzünden kapandı. Kaynakların bildirdiğine göre aralarında en az bir Hava Kuvvetleri nakliye uçağı da var.'"

Jake başını kaldırarak korku dolu gözlerle arkadaşlarına baktı. Sonra arkasına, sessiz tren istasyonuna bir göz attı. Sonunda bakışlarını tekrar gazeteye dikti.

"'Stormont-Vail Bölge Tıp Merkezi'nden Dr. April Montoya ölü sayısının korkunç olmakla birlikte, bunun dehşet verici hikâyenin sadece bir bölümünü oluşturduğunu söyledi. Montoya, "Şimdiye dek bu yeni tür gripten ölen her insana karşılık altı kişi evlerinde hasta yatıyor," diyor. "Hatta belki de on iki kişi. Ve bu ana kadar öğrenebildiğimiz kadarıyla iyileşme oranı sıfır." Doktor öksürerek muhabirinize şunu da söyledi: "Kendi adıma konuşuyorum... açıkçası bu hafta sonu için hiç bir plan yapmıyorum."

"'Diğer yerel gelişmeler:

"'Forbes ve Phillip Billard'dan yapılacak bütün ticari uçuşlar yasaklandı.

'"Bütün Amtrak demiryolu seferleri durduruldu. Sadece Topeka'da değil, bütün Kansas'ta. Gage Bulvarı'ndaki Amtrak İstasyonu yeni bir bildiriye kadar kapatıldı.

"Topeka'daki bütün okullar da yine yeni bir bildiriye kadar kapatıldı. Bu, 437, 345, 450 (Shawnee Heights) 372 ve 501'nci (Topeka metrosu) bölgeleri kapsıyor. Topeka Luteryen ve Topeka Teknik Koleji de kapatıldı. Lawrence'daki Kansas Üniversitesi de öyle.

"Topeka'lılar önümüzdeki günlerde ve haftalarda voltaj düşürülmesi, hatta karartma beklemeliler. Kansas Güç ve Işık Şirketi Wamego'daki Kaw Nehri Nükleer Santrali'ni ağır ağır kapatacaklarını' açıkladı. Kaw Nükleer Santrali'ndeki Halkla İlişkiler Bürosu bu gazetenin telefonlarına cevap vermedi. Ancak banda alınmış bir açıklamayla santralde acil bir durum olmadığı ve bunun sadece bir güvenlik önlemi olduğu bildiriliyor. Kriz atlatıldıktan sonra santralin normal kapasiteye döneceği açıklanıyor. Ne var ki, bu açıklamanın yaratabileceği rahatlığı son sözler siliyor. Bantta, "Güle güle," ya da "Aradığınız için teşekkür ederiz," denecek yerde, konuşma, "Tanrı bu zor günlerimizde bize yardım edecektir," diye sona eriyor...'"

Jake susarak haberin devamını okumak için sonraki sayfayı çevirdi. Burada başka fotoğraflar vardı: Kansas Doğa Müzesi'nin basamaklarının önünde devrilerek yanmış olan bir kamyonet. San Francisco Golden Gate Köprüsü'nde trafik tıkandığı için tampon tampona duran arabalar. Times Meydanı'ndaki ceset yığınları. Susannah ölülerden birinin bir sokak lambası direğine asılı olduğunu gördü. Bu görüntü kâbusa benzeyen anıların canlanmasına neden oldu. Eddie'yle silahşordan ayrıldıktan sonra Lud Beşiği'ne gidişleri. Winston ve Jeeves ve Maud. Maud, "Tanrının davulları bu kez çalmaya başladığı zaman şapkadan Spanker'ın taşı çıktı," demişti. Tabii kastettiği adamı asmalarıydı. O küçük eski New York'ta da bazı insanları astıkları gibi. Olaylar çığrından çıktığı zaman birileri daima linç için bir ip bulabiliyordu anlaşılan.

1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət