Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə3/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   62

Blaine, "E, STEVE'İN OĞLU ROLAND," dedi. Eddie'ye makine daha da neşeliymiş gibi geldi. Neredeyse katıla katıla gülecekti Blaine. "SENİN KA-TET BAŞLAMAYA HAZIR MI?"

"Evet. İlk bilmeceyi New York'lu Susannah soracak." Silahşor genç kadına dönerek sesini biraz alçalttı. (Susannah, tabii Blaine konuşmalarımızı dinlemek istiyorsa bunun hiçbir yararı olmayacak, diye düşündü. "Bizim gibi öne çıkman gerekmiyor," dedi Roland. "Bacakların yüzünden. Ama anlaşılır bir biçimde konuşmalı ve her seferinde ona adıyla hitap etmelisin. Bilmecenin yanıtını doğru bildiği takdirde ona şöyle söylemelisin: Teşekkür ederim, Blaine. Doğru cevabı buldun.' Sonra Jake aradaki açıklığa çıkar ve seçtiği bilmeceyi sorar. Tamam mı?"

"Ya cevap yanlışsa? Ya da makine cevabı bilemezse?"

Roland haşince güldü. "Henüz bunu düşünüp endişelenmemizin zamanı değil." Sesini tekrar yükseltti. "Blaine?"

"EVET, SİLAHŞOR?"

Roland derin bir soluk aldı. "Başlıyoruz."

"HARİKA!"

Roland, Susannah'ya bakarak başını salladı. Eddie kadının elini sıktı. Jake de diğer elini okşadı. Oy altın çerçeveli gözleriyle Susannah'ya dikkatle baktı.

Genç kadın onlara endişeyle gülümsedi. Sonra da yol haritasına baktı. "Merhaba, Blaine."

"MERHABA, NEW YORK'LU SUSANNAH."

Genç kadının kalbi hızla çarpıyordu, koltukaltları ıslanmıştı. Tâ ilkokul sıralarında keşfettiği bir şeyle yine karşı karşıyaydı işte. Bir şeye başlamak çok zordu. Herkesten önce sınıftaki bütün öğrencilerin karşısında durarak şarkı söylemek, nükte yapmak, yaz tatilini nasıl geçirdiğini anlatmak... Ya da bilmece sormak. Genç kadın Jake Chambers'ın o çılgınca İngilizce ödevinden bir şeyi seçmişti. Nehir Geçidi'ndeki ihtiyarlardan ayrıldıktan sonra yaptıkları uzun konuşma sırasında Jake'in hemen hemen tamamını ezberden tekrarladığı "Gerçeği Nasıl Anlıyorum" adlı deneme yazısında iki bilmece vardı. Eddie onlardan birini Blaine'e sormuştu bile.

"SUSANNAH, ORADA MISIN, KÜÇÜK KOVBOY KIZ?"

Blaine yine ona takılıyordu. Ama bu sefer neşe ve uysallıkla. Keyifle. Blaine istediğini elde ettiği zaman sevimli tavırlar takınabiliyordu. Susannah'nın bildiği bazı şımarık çocuklar gibi.

"Evet, buradayım, Blaine. Ve bilmecemi soruyorum: Dört tekerlekli ve sinekleri olan şey nedir?"

Acayip bir şıkırtı duyuldu. Sanki Blaine dilini şaklatan bir adamı taklit ediyordu. Bunu kısa bir sessizlik izledi. Blaine cevap verdiği zaman sesindeki o neşe kaybolmuştu. "KENTİN ÇÖP ARABASI TABİİ. ÇOCUKÇA BİR BİLMECE BU. EĞER GERİ KALAN BİLMECELERİNİZ DE BÖYLEYSE YAŞAMANIZA İZİN VERDİĞİM İÇİN PİŞMAN OLACAĞIM. KISA BİR SÜRE İÇİN OLSA BİLE."

Yol haritası yine aydınlandı. Ama ışık kırmızı değil, pembeydi. Küçük Blaine'in sesi duyuldu. "Onu öfkelendirmeyin," diye yalvarıyordu. Onun her konuşması sırasında Susannah'nın karşısında ürkek davranan kabak kafalı, ter içinde ufak tefek bir adamın hayali beliriyordu. Büyük Blaine'in sesi her yandan geliyordu. (Susannah, Cecil B. De-Mille'in filmlerinden birindeki tanrı gibi, diye düşündü.) Ama Küçük Blaine'in sesi sadece tepelerindeki hoparlörden yükseliyordu. "Lütfen onu öfkelendirmeyin, çocuklar. Hız monoyu tehlikeli bir duruma soktu zaten. Ray dengeleyicileri bu durumla zorla başa çıkabiliyorlar. Bu yöne son gelişimizden beri ray korkunç bir biçimde harap olmuş."

Eskiden sarsıla sarsıla ilerleyen troleybüs ve metro trenlerine çok binmiş olan Susannah hiçbir şey hissetmiyordu. İlerlemeleri Lud'dan ilk hareket ettikleri zamanki kadar düzgündü. Ama genç kadın yine de Küçük Blaine'e inandı. Tahminine göre hissedecekleri ilk sarsıntı onların sonu olacaktı.

Roland, Susannah'yı dürterek şimdiye dönmesini sağladı.

Genç kadın, "Teşekkür ederim," dedi. Sonra da aklına geldiği için sağ elinin parmaklarını hızla üç defa boynuna vurdu. Talitha Teyze'yle ilk konuştuğu zaman Roland da böyle yapmıştı.

Blaine, "NEZAKETİN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM," dedi. Yine keyiflenmiş gibiydi. Susannah, bu iyi, diye düşündü, benimle alay ediyor olsa bile. "AMA BEN DİŞİ DEĞİLİM. CİNSİYETİMİ AÇIKLAMAM GEREKİYORSA... BEN ERKEĞİM."

Susannah şaşkın şaşkın Roland'a baktı.

Silahşor, "Erkeklerle konuşulurken sol el kullanılır," diye açıkladı. "Parmaklarını göğüs kemiğine vurursun." Hareketi gösterdi.

"Ya?.."


Roland, Jake'e döndü. Çocuk ayağa kalkarak Oy'u bir iskemleye bıraktı. (Ama bu bir işe yaramadı. Hayvan hemen yere atladı ve aradaki açıklıktan yol haritasına doğru giden Jake'i izledi.) Çocuk bütün dikkatini Blaine'e verdi.

"Merhaba, Blaine. Ben Jake'im. Biliyorsun... Elmer'in oğlu."

"BİLMECENİ SOR."

"Yatağı olan ama uyumayan, ağzı olan ama konuşmayan, hızla ilerleyen ama yürüyemeyen şey nedir?"

"HİÇ DE,FENA DEĞİL. SUSANNAH'NIN SENİN BU ÖRNEĞİNDEN DERS ALACAĞINI UMARIM, ELMER'İN OĞLU JAKE. ZEKÂSI OLAN HER ŞEY CEVABI HEMEN BULUR. AMA BU YİNE DE İYİ BİR ÇABA. CEVAP: NEHİR."

"Teşekkür ederim, Blaine. Doğru cevabı buldun." Jake sol elinin parmaklarını üç defa göğüs kemiğine vurdu, sonra da yerine oturdu. Susannah kolunu onun omzuna atarak çocuğu bir an kendine çekti. Jake kadına minnetle baktı.

Roland ayağa kalktı. "Heil, Blaine."

"HEIL, SİLAHŞOR." Blaine'in sesi yine neşeliydi. Herhalde ona böyle hitap edilmesi hoşuna gitmişti. Susannah, Heil... ne, diye düşünürken aklına Hitler geldi. Bu yüzden de Lud'un dışında buldukları uçak enkazını anımsadı. Jake onun bir Focke-Wulf olduğunu iddia etmişti. Susannah böyle şeyleri bilmiyordu. Ama enkazın içinde gerçekten bir ölü olduğunu unutmamıştı. Bu ceset artık kokmayacak kadar eskiydi.

"BİLMECENİ SOR, ROLAND. GÜZEL BİR ŞEY OLMALI."

"Güzellik bakış açına bağlıdır, Blaine. Her neyse... İşte bilmecem: Sabahları dört ayaklı, öğle zamanı iki ayaklı ve gece de üç ayaklı olan şey nedir?"

Blaine, "İŞTE BU GERÇEKTEN GÜZEL BİR BİLMECE," demek lütfunda bulundu. "BASİT AMA YİNE DE GÜZEL. CEVAP ŞU: İNSAN. İNSAN BEBEKLİĞİNDE ELLERİ VE DİZLERİNİN ÜZERİNDE EMEKLER. ERGİNLİK ÇAĞINDA İKİ AYAĞININ ÜZERİNDE YÜRÜR. İHTİYARLIĞINDA DA BİR BASTONA DAYANMAK ZORUNDA KALIR."

Blaine kendini pek beğeniyormuş gibi konuşmuştu. Susannah birdenbire ilginç bir gerçeği keşfetti. Bu kendini beğenmiş, cani makineden nefret ediyordu. Bu budalaca bilmece yarışması yüzünden hayatımızı ortaya koymak zorunda kalmasaydık bile ondan yine de nefret ederdim, diye düşündü.

Ama Roland hiç de soğukkanlılığını kaybetmemişti. "Teşekkür ederim, Blaine. Doğru cevabı buldun." Parmaklarını göğsüne vurmadan yerine oturdu ve Eddie'ye baktı. Genç adam ayağa kalkarak aradaki geçide çıktı.

"E, Blaine, adamım, neler oluyor bakayım?" diye sordu. Roland yüzünü buruşturarak başını salladı. Bir an parmakları eksik elini gözlerine götürdü.

Blaine sesini çıkarmadı.

"Blaine? Orada mısın?

"EVET, BURADAYIM. AMA SAÇMA SAPAN SÖZLERİ DİNLEYECEK DURUMDA DEĞİLİM, NEW YORK'LU EDDIE! BUDALACA TAVIRLARINA RAĞMEN BİLMECENİN ZOR OLACAĞINI BİLİYORUM VE ONU SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUM."

Eddie, Roland'a bir göz attı. Silahşor, "Devam et," der gibi elini salladı. "Babanın adına, devam et!" Eddie dönerek tekrar yol haritasına baktı. Yeşil ışık Rilea'yı belirten noktayı geçiyordu. Susannah, Eddie'nin kendisinin de sezdiği gerçekten kuşkulandığını anladı. Blaine onların bir dizi bilmeceyle yeteneklerini sınadıklarını anlamıştı. Bunu anlamış... ve bu durum hoşuna gitmişti.

Bu felaketten bir an önce ve kolaylıkla kurtulmaları umudu sönerken genç kadının yüreğine iner gibi oldu.
Eddie, "Eh," dedi. "Bilmecemi nasıl bulacağını bilmiyorum. Ama bana zor gibi geldi." Genç adam bilmecenin cevabını da bilmiyordu zaten. Bilmeceler-Di-Dam'ın o bölümü kopmuştu. Ama bunun önemli olduğunu sanmıyordu. Kararlaştırılan koşullarda onların cevapları bilmeleri şartı yoktu.

"SENİ DİNLEYECEK VE CEVAP DA VERECEĞİM."

"Konuşulur konuşulmaz bozulan şey nedir?"

"SESSİZLİK! BU SENİN PEK BİLMEDİĞİN BİR ŞEY, NEW YORK'LU EDDIE." Blaine hiç duraksamadan cevap vermişti. Eddie'nin morali biraz bozuldu. Diğerlerinin fikrini almasına hiç gerek yoktu. Cevabın doğru olduğu belliydi. Blaine'in yanıtı hemen söylemesi çok kötü olmuştu. Eddie hiçbir zaman açık açık söylemeyecekti ama Blaine'i bir tek bilmeceyle altedeceklerini ummuştu. Hatta gizli gizli buna inanmıştı. Blaine bir tek darbeyle mahvolacaktı. Güüüüm! Mono ondan sonra kendini toparlayamayacaktı. Genç adam, bu gizli inanç, diye düşündü. Uyanık birinin arkadaki yatak odasında başlattığı barbut sırasında zarları her elime alışımda aynı şeyi hissediyordum. On yediyi bulacağımı söylediğim zaman. Her şeyin yolunda olduğuna inanıyordum. Çünkü ben bendim. İnsanların en üstünü. Eşi olmayan biri.

Eddie, "Evet," dedi içini çekerek. "Sessizlikten pek anlamıyorum. Teşekkür ederim, Blaine. Doğru cevabı buldun."

Blaine, "SİZE YARARLI OLACAK BAZI ŞEYLERİ ÖĞRENDİĞİNİZİ UMARIM," dedi. Eddie, seni lanet olasıca yalancı makine, diye düşündü. Blaine'in sesinden yine pek memnun olduğu anlaşılıyordu. Makinenin türlü duyguları böyle yansıtabilmesi bir an genç adamın ilgisini çekti. Bunu makineye o Ulu Eskiler mi katmışlardı? Yoksa bir an gelmiş ve Blaine kendisi için duygulardan oluşan bir gökkuşağı mı yaratmıştı? O uzun yılları ve yüzyılları geçirmek için ikiz kutuplu bir oyuncak? "ARANIZDA KONUŞMAK İÇİN ALICILARIMI TEKRAR KAPATMAMI İSTER MİSİNİZ?"

Roland, "Evet," dedi.

Yol haritası parlak bir kırmızıya büründü. Eddie silahşora döndü. Roland'ın yüzündeki ifade çabucak değişti. Ama Eddie bundan hemen önce suratındaki o müthiş umutsuzluğu farketti. Daha önce silahşorun yüzünde böyle bir ifade görmemişti. Roland ıstanavarların ısırıkları yüzünden ölümün eşiğine geldiği zaman ya da Eddie silahşorun tabancalarını ona doğru çevirdiği an bile. Hatta o iğrenç Bıçakçı, Jake'i yakalayıp onunla birlikte Lud'da ortadan kaybolduğu zaman bile.

Jake, "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu. "Yine dördümüz bilmeceler mi soracağız?"

Roland, "Bunun fazla bir yararı olacağını sanmıyorum," dedi. "Blaine herhalde binlerce bilmece biliyor. Hatta belki de milyonlarca. Daha da kötüsü, en kötüsü bilmece tekniğini öğrenmiş olması. Kafanın bilmece yaratmak ve onları çözmek için başvuracağı kaynağın farkında."

Kollarını yine birbirlerine dolayarak oturan Susannah'yla Eddie'ye dönüp onlara sordu. "Bu konuda yanılmıyorum sanırım. Benimle aynı fikirdesiniz, değil mi?"

Susannah, "Evet," diye cevap verirken Eddie de istemeye istemeye başıyla onayladı. Bu düşünceyi kabul etmek istemiyordu, ama kabul etmek zorundaydı.

Jake öğrenmek istedi. "E? O halde şimdi ne yapacağız, Roland?.. Yani bu dertten kurtulmanın bir yolu olmalı. Öyle değil mi?"

Eddie öfkeyle, "Çocuğa bir yalan uydur, alçak herif," der gibi baktı.

Belki de Roland bunu sezmişti, elinden geleni yaptı. Sakat elini Jake'in başına koyarak çocuğun saçlarını karıştırdı. "Bence her zaman bir yol vardır, Jake. Ama şimdi en önemli soru şu: uygun bilmeceyi bulacak kadar zamanımız olup olmadığı. Blaine yolculuğunun dokuz saat kadar sürdüğünü söylemişti..."

Jake açıkladı. "Sekiz saat kırk beş dakika."

"...ve bu öyle uzun bir süre sayılmaz. Hemen hemen bir saatten beri yoldayız."

Susannah sinirli sinirli, "Eğer bu harita doğruysa," dedi. "Topeka'ya giden yolu hemen hemen yarıladık sayılır. Belki de makine dostumuz yolun uzunluğu konusunda bize yalan söyledi. Biraz kendine yontmaya çalışıyor belki de."

Roland başını salladı. "Olabilir."

Jake, "O halde şimdi ne yapacağız?" diye yineledi.

Silahşor derin bir soluk aldı. Nefesini bir an tutup sonra verdi. "Şimdilik izin verin de ona sadece ben bilmece sorayım. Gençliğimdeki Güzel Günler'den aklımda kalan en zor bilmeceleri seçerim. Ve Jake, eğer biz... eğer biz aynı hızla Topeka'ya yaklaşırsak ve Blaine'i de daha yenmemiş olursak, o zaman senin kitaptaki son birkaç bilmeceyi sorman gerekir sanırım. En zor olanlarını." Yüzünün yanını dalgın dalgın ovuşturarak buzdan heykele baktı. Kendisine benzeyen o soğuk heykel şimdi biraz eriyerek tanınmayacak bir yığına dönüşmüştü. "Ben hâlâ cevabın o kitapta olduğuna inanıyorum. Yoksa bu dünyaya dönmeden önce o kitap seni öylesine çekmezdi."

Susannah, "Ya biz?" diye sordu. "Eddie'yle ben ne yapacağız?"

Roland, "Düşünün!.." dedi. "Babalarınızın hatırı için düşünün!"

Eddie, '"Ben elimle ateş etmem,'" diye mırıldandı. Birdenbire kendini bir tuhaf hissetmişti. Sanki uzaklardaydı. Sapanı ve sonra da yontarak anahtarı çıkaracağı tahta parçasını ilk kez gördüğü zaman da böyle hissetmişti... Ama aynı zamanda bu duygu o an hissettikleri gibi değildi.

Roland garip bir tavırla ona bakıyordu. "Evet, söylediğin doğru, Eddie. Bir silahşor kafasıyla ateş eder. Aklına ne geldi?"

"Hiç..." Eddie başka şeyler de söyleyebilirdi ama birdenbire acayip bir hayal -garip bir anı- onu susturdu. Lud'a gelirlerken mola verdikleri yerlerden birinde Roland, Jake'in yanında çömelmişti. Yakmadıkları kamp ateşinin önünde. Roland yine o sonsuz derslerden birine başlamıştı. Bu sefer sıra Jake'deydi. Çocuk ateş yakmak için çakmak taşı ve çelikle uğraşıp duruyordu. Arka arkaya kıvılcımlar fışkırıyor, sonra karanlıkta sönüyordu. Roland, onun... şey... gülünç davrandığını söylemişti.

Eddie, hayır, dedi içinden. Hiç de öyle söylemedi. Hiç olmazsa çocuğa... Öyle bir şey demedi.

"Eddie?" Susannah'nın sesinde endişe vardı. Hatta biraz korku.

Öyleyse neden ona ne söylediğini sormuyorsun, kardeşim? Henry'nin sesiydi bu. Ulu Bilge ve Büyük Esrarkeşin sesi. Uzun bir zamandan beri ilk kez duyuluyordu. Ona sorsana. Adam hemen hemen yanında oturuyor. Haydi, ona ne söylediğini sor. Altına etmiş bir bebek gibi kıvranıp durma.

Ama aslında bu hiç de iyi bir fikir değildi. Çünkü Roland'ın dünyasında olaylar böyle gelişmiyordu. Roland'ın dünyasında her şey bir bilmeceydi. Bu dünyada elinle değil, kafanla ateş ediyordun. O lanet olasıca kafanla! Ve çıraları tutuşturamayan birine ne söylerdin? Ah, tabii ya! Çakmak taşını daha yaklaştır! İşte Roland da böyle söylemişti. Çakmak taşını daha yaklaştır ve sıkıca tut ki titremesin.

Ama aslında bütün bunların o olayla bir ilgisi yoktu. Evet, buna yakın bir şeydi. Ama Henry Dean'in Ulu Bilge ve Büyük Esrarkeş olmadan önce söylediği gibi, "Yakınlık sadece at yarışlarında" önemliydi. Eddie'nin hafızası biraz bulanıklaşmıştı. Çünkü Roland onu utandırmıştı... Sıkmıştı... Onunla alay etmişti.

Herhalde bunu bilerek yapmamıştı ama... ama bir şey vardı yine de. Eddie'nin bir şeyler hissetmesine neden olmuştu. Henry'nin her zaman yaptığı gibi. Yoksa o kadar uzun bir süre sonra Henry buraya neden gelecekti?

Hepsi de şimdi Eddie'ye bakıyorlardı. Oy bile.

Genç adam Roland'a, "Devam et," dedi. Sesi biraz öfkeliydi. "Bizden düşünmemizi istedin. Biz de düşünüyoruz." Kendisi de kafa patlatıyordu.

(Kafamla ateş ederim.)

Bu yüzden lanet olasıca beyni nerdeyse tutuşacaktı. Ama bunu şu yaşını başını almış, uzun boylu ve çirkin adama söyleyecek değildi. "Haydi, Blaine'e bilmeceler sor. Üzerine düşeni yap."

"Sen de bunu yapacaksın, Eddie." Roland yerinden kalkarak vagonun ön tarafına gitti ve elini yine kırmızı dikdörtgen levhaya dayadı. Yol haritası hemen belirdi. Yeşil nokta Rilea'dan oldukça uzaklaşmıştı. Ama Eddie trenin iyice yavaşlamış olduğunu farketti. Ya içine yerleştirilmiş bir programa uyuyordu ya da Blaine çok eğlendiği için acele etmek istemiyordu.

"KA-TET'İN BİZİM GÜZEL-GÜN BİLMECE YARIŞMASINI SÜRDÜRMEYE HAZIR MI, STEVEN'İN OĞLU ROLAND?"

Silahşor, "Evet, Blaine," dedi. Eddie'ye sesi çok sıkıntılıymış gibi geldi. "Bir süre sana bilmeceleri sadece ben soracağım. Tabii bir itirazın yoksa."

"KA-TET'İN REİSİ VE BABASI OLDUĞUN İÇİN BU SENİN HAKKIN. GÜZEL GÜN'LE İLGİLİ BİLMECELER Mİ SORACAKSIN?"

"Evet."

"İYİ." Blaine'in sesinde yine o iğrenç memnunluk vardı. "O BİLMECELERİN BİRAZINI DAHA ÖĞRENMEK HOŞUMA GİDECEK."



"Pekâlâ." Roland derin bir soluk aldıktan sonra bilmecelere başladı. "Beni beslersen yaşarım. Bana su verirsen ölürüm."

"ATEŞ!" Blaine hiç duraksamamıştı. Sesinde yine o dayanılamayacak kendini beğenmişlik vardı. Ses tonuyla, bu bilmece senin büyükannen sağken benim için eskimişti, diyordu. Ama yeniden dene. Yüzyıllardan beri bu kadar eğlenmedim. Onun için yeniden denemelisin!

"Ben güneşin önünden geçerim, Blaine. Ama yine de yere gölgem düşmez. Ben neyim?"

"RÜZGÂR." Hiç duraksama yoktu.

"Cevabı buldun, Blaine. Bir tane daha. Tüy kadar hafiftir, yine de kimse onu fazla tutamaz."

"İNSANIN SOLUĞU!" dedi Blaine hiç duraksamadan.

Ama Eddie birdenbire, ancak... diye düşündü, yine de duraksadı. Jake'le Susannah ıstırap verici bir dikkatle Roland'ı izliyorlardı. Yumruklarını sıkmış, silahşoru Blaine'i şaşırtacak olan doğru bilmeceyi sorması için zorluyorlardı. İçinde hapishaneden çıkma izni olan o bilmeceyi. Eddie onlara bakamıyordu. Özellikle Suze'a. Yoksa dikkati dağılacaktı. Genç adam gözlerini kendi ellerine dikti. O da yumruklarını sıkmıştı. Eddie kendini zorlayarak kucağına bıraktığı ellerine açtı. Ama bu ona şaşılacak kadar zor geldi. Roland geçitte durmuş hâlâ gençliğine özgü o bilmeceleri soruyordu.

"Bu bilmecenin cevabını bul, Blaine: Beni kırarsan yine de çalışmamı sürdürürüm. Bana dokunursan dururum. Ben neyim?"

Susannah bir an soluğunu tuttu. Eddie başını eğmiş olmasına rağmen onun da kendisiyle aynı şeyi düşündüğünü anladı. Güzel bir bilmece bu. Olağanüstü. Belki de...

Blaine, "İNSAN KALBİ," dedi. Yine hiç duraksamadan, "BU BİLMECENİN TEMELİNDE DAHA ÇOK İNSANLARIN ŞAİRANE DÜŞÜNCELERİ VAR. ÖRNEĞİN, JOHN AVERY, SIRONIA HUNTZ, ONDOLA, WILLIAM BLAKE, JAMES TATE, VERONICA MAYS'İN ESERLERİNE BAKABİLİRSİN. DİĞERLERİNE DE. İNSANLARIN AKILLARININ FİKİRLERİNİN AŞKTA OLMASI ŞAŞILACAK BİR ŞEY. VE BU YOZLAŞMIŞ GÜNLERDE BİLE BU DURUM DEĞİŞMİYOR. DEVAM ET, GILEAD'LI ROLAND."

Susannah tekrar soluk aldı. Eddie yumruklarını sıkmak istediyse de kendine engel oldu. Çakmak taşını daha yaklaştır. Roland'ın sesi kafasının içinde yankılanıyordu. Babanın hatırı için çakmak taşını yaklaştır.

Ve Mono Blaine, Şeytan Ayı'nın ışıkları altında güneydoğuya doğru ilerledi.


2. Köpekler Çağlayanı
Jake, Blaine'in kitaptaki son on bilmeceyi kolay ya da zor bulup bulmayacağını bilmiyordu. Ama bu bilmeceler ona bayağı zormuş gibi geliyordu. "Ama tabii," diye kendi kendine hatırlattı. "Ben bir kent büyüklüğünde, bilgi alabileceği bilgisayarları olan, düşünen bir makine değilim. Ben sadece çabalayabilirim. Eddie'nin de bazen dediği gibi, Tanrı korkaklardan nefret eder.' Son on bilmece de işe yaramazsa o zaman Aaron Deepnau'nun Samson bulmacasını denerim. Yiyenden et çıktı vb. Eğer bu da başarılı olamazsa... Kahretsin!" Çocuk ne yapacağını bilmiyordu. Hatta neler hissedeceğini de. "İşin doğrusu ben mahvoldum."

Ama bu da doğaldı. Son sekiz saat içersinde çeşitli duygular hissetmişti. Önce dehşet. Oy'la birlikte köprüden yuvarlanacaklarına ve Send Nehri'nde öleceklerine kesinlikle inanmıştı. Sonra Bıçakçı, Lud denilen o çılgınca labirentte onu sürüklemişti. Tik Tak Adam'ın o korkunç yeşil gözlerine bakmış ve onun zaman, Naziler ve transitif devrelerle ilgili yanıtlanamayacak sorularına cevap vermeye çalışmıştı. Tik Tak tarafından sorguya çekilmek cehennemde son sınava girmeye benziyordu.

Sonra Roland tarafından kurtarıldığı için müthiş bir sevinç duymuştu. (Roland ve Oy tarafından. Oy olmasaydı kavrulup gidecekti.) Sonra... kentin altında gördüğü o şaşırtıcı şeyler. Susannah'nın, Blaine'in kapıyla ilgili bilmecesini çözmesi karşısında .duyduğu hayranlık. Ve Blaine, Lud'un altında depolanmış olan sinir-gazını salıvermeden önce müthiş bir telaşla monoya binmeleri.

Bütün bunlardan sağ çıktıkları için çocuk mutlu bir güven duymaya başlamıştı. Roland tabii ki Blaine'i yenecekti. Mono o zaman sözünü tutacak ve onları sağsalim son istasyonda indirecekti. (Bu dünyada Topeka'nın adı her neyse.) Ondan sonra Kara Kule'yi bulacak ve orada yapmaları gereken şeyi yerine getireceklerdi. Düzelmesi gerekenleri düzeltecek, onarılması gerekenleri onaracaklardı. Ya ondan sonra? Sonsuza dek mutlu bir yaşam süreceklerdi tabii. Peri masallarındaki insanlar gibi.

Yalnız...

Roland, birbirlerinin düşüncelerini paylaştıklarını söylemişti. Khef'i paylaşmak Ka-tet'in anlamının bir parçasıydı. Ve Roland geçide çıkarak Blaine'e gençlik günlerinden kalma bilmeceleri sorarken Jake'in düşüncelerine bir felaket duygusu sızmaya başladı. Bunun kaynağı sadece silahşor değildi. Susannah'dan da aynı dehşet verici titreşimler yayılıyordu. Yalnızca Eddie'nin düşünceleri dışarıya sızmıyordu. Çünkü genç adam sanki başka bir yerdeydi Kendi düşüncelerine dalmıştı. Bu iyi bir şey olabilirdi. Ama yine de bir.garanti yoktu ve...

...ve Jake yine korkmaya başladı. Daha da kötüsü umutsuzluğa kapıldı. Tıpkı amansız bir düşmanın son köşeye iyice sıkıştırdığı bir yaratık gibi. Çocuk huzursuzca Oy'un tüylerini karıştırıyordu. Başını eğerek eline baktığı zaman şaşırdı. Oy'un köprüden düşmemek için dişlerini geçirdiği eli artık sancımıyordu. Jake, Beceriksizin dişlerinin bıraktığı delikleri görebiliyordu. Avucu ve bileğinde hâlâ kanlı kabuklar vardı. Ama eli hiç sızlamıyordu artık. Çocuk ihtiyatla parmaklarını açıp kapattı. Bir sızı duydu. Ama hafifti. Sanki uzaklarda bir şeymiş gibi.

"Blaine, şunun cevabını ver: Ben giderim, o gider, üzerimde gölge eder."

Blaine, Jake'in de tiksinmeye başladığı o kendinden hoşnut, neşeli ses tonuyla cevap verdi. "ŞEMSİYE."

"Teşekkür ederim, Blaine. Yine doğru cevabı buldun. Şimdi..."

"Roland?"

Silahşor dönerek Jake'e baktı. Yüzündeki fazla dikkatli, sıkıntılı ifade biraz değişir gibi oldu. Gülümsemedi ama neredeyse tebessüm edecekti. Jake buna sevindi.

"Ne var, Jake?"

"Elim. Canım çok yanıyordu. Ama artık sancımıyor."

Blaine, John Wayne'i taklit ederek kelimeleri uzata uzata konuşmaya başladı. "BOŞVER, EVLAT! BEN ÖN AYAĞI ÖYLE EZİLMİŞ BİR KÖPEĞİN BİLE ACI ÇEKMESİNE SEYİRCİ KALAMAM. HELE SENİN GİBİ KÜÇÜK BİR KOVBOYUN ACISINA HİÇ. ONUN İÇİN ELİNİ TEDAVİ ETTİM."

Jake, "Nasıl?" diye sordu.

"KOLTUĞUNUN DİRSEK DAYANILAN YERİNE BAK."

Çocuk istenileni yaptı. Dirsek dayanılacak yerde bir ızgaranınkini andıran hafif çizgiler vardı. Bu biraz da yedi ya da sekiz yaşındayken Jake'e verilen transistorlu radyonun hoparlörüne benziyordu.

Blaine kendini çok beğendiğini yansıtan o sesle konuşmasını sürdürdü. "BARONLUK KLASINDA YOLCULUK YAPMANIN AYRICALIKLARINDAN BİRİ DAHA." Çocuk mononun Piper Okuluna çok uyacağını düşündü. "ELİ İNCELEYEREK GÖRÜNTÜYÜ BÜYÜTEN ALET AYNI ZAMANDA BİR TEŞHİS ARACİ. AYRICA ÖNEMSİZ İLK TEDAVİLERİ DE YAPABİLİYOR. SENİN ELİNE YAPTIĞIM GİBİ ŞEYLERİ. AYRICA O BESİN İLETME ARACI DA. BEYİN DALGALARINI DA KAYDEDİYOR. STRESİ ANALİZ EDİYOR. DUYGULARI DAHA YOĞUNLAŞTIRABİLİYOR. BU DOĞAL BİR BİÇİMDE ENDORFİN ÜRETİMİNİ ARTIRIYOR. BUNDAN BAŞKA İNANILACAK HAYALLER VE HALÜSİNASYONLAR DA YARATABİLİYOR. NEW YORK'LU JAKE. İLK SEKS DENEYİMİNİ KULE'NİN SENİN DÜZEYİNDEN OLAN BİR CİNSELLİK TANRIÇASIYLA DENEMEYİ İSTER MİSİN? BELKİ MARILYN MONROE, RAQUEL WELCH YA DA EDITH BUNKER'LA?"

Jake güldü. Blaine'e gülmenin tehlikeli bir şey olabileceğinin farkındaydı. Ama bu sefer dayanamamıştı. "Edith Bunker diye biri yok ki," dedi. "O bir televizyon dizisinin kahramanlarından biri. Aktrisin adı... şey... Jean Stapieton. Ayrıca kendisi Bayan Shaw'a benziyor. Bayan Shaw bizim kâhyamız. İyi bir kadın ama... şey... bir 'bebek' de değil."

Blaine uzun süre hiçbir şey söylemedi. Sonra tekrar konuşmaya başladığı zaman sesindeki ne-de-eğleniyoruz tonlamasının yerini soğuk bir ifade almıştı.

"SENDEN ÖZÜR DİLİYORUM, NEW YORK'LU JAKE. AYRICA SEKS DENEYİMİNLE İLGİLİ ÖNERİMİ DE GERİ ALIYORUM."

Jake, işte bana bir ders, diye düşündü ve güldüğünün görülmemesi için elini ağzına götürdü. Sonra uygun, alçakgönüllüce olduğunu umduğu bir sesle, "Önemli değil, Blaine," dedi. "Zaten böyle şeyler için yaşım henüz küçük sanırım."

Susannah'yla Roland birbirlerine bakıyorlardı. Genç kadının Edith Bunker'ın kim olduğundan haberi yoktu. Çünkü onun zamanında televizyonda Hepsi de Ailenin İçinde dizisi oynamıyordu. Ama yine de durumu kavramıştı. Jake onun dolgun dudaklarıyla sessizce bir kelimeyi söylediğini ve onu bir sabun köpüğüne gizlenmiş bir mesaj gibi silahşora yolladığını gördü.

1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət