Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə55/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   62

"Bir tane daha! Bir tane daha istiyorum!"

Ama Alain bir tankeri daha uçuramadan makinelinin takırtısı kesildi. Belki tutukluk yapmıştı. Belki de boşalmıştı. Alain silahı bir yana arak tabancasını çekti. Yanından Cuthbert'in sapanının sesi geldi.

PPP!" Bu ses adamların çığlıkları, atların nal şakırtıları ve yanan tankerin "Fuşşş!" seslen arasında bile duyuluyordu. Alain tutuşmuş olan büyük bir havai fişeğinin havada bir kavis çizdiğini, sonra da tam Cuthbert'in nişan aldığı yere düştüğünü gördü. Yani üzerinde "SUNo. CO" yazılı tankerin tahta tekerlerinin etrafındaki petrol gölcüğüne. Ata. in bir an tankerin parlak yanındaki on, on iki delikten oluşan çizgiyi farketti. O delikleri Lengyll'in makineli tüfeğiyle açmıştı. Büyük havai fişeği patlarken bir çatırtı duyuldu ve bir alev çıktı. Bir dakika sonra tankerin yanındaki parlak delikler ışıldamaya başladı. Yerdeki petrol tutuşmuştu.

Başında soluk bir asker şapkası olarf bir adam, "Kaçın!" diye haykırdı. "Şimdi patlayacak! Zaten hepsi de p..."

Alain onu vurdu. Adamın yüzünün yanını uçurdu. Kurbanı eski yanları yırtık botlarının içinden fırladı. Bir dakika sonra da ikinci tanker patladı. Yanan çelik bir pano yana doğru uçtu. Üçüncü tankerin altındaki ham petrolün oluşturduğu gitgide genişleyen gölcüğün içine düştü. O zaman bu tanker de patladı. Havaya, ölülerin yakıldığı odun yığınından çıkanları andıran kara bir duman yükseldi. Ortalığı kararttı. Güneşin üzerini yağlı bir peçeyle örttü.

Farson'un altı başyardımcısı ve eğitim gören on dört silahşorunu Roland'a tarif etmişlerdi. Delikanlı remoda'ya doğru koşan adamı hemen tanıdı. George Latigo'ydu bu. Roland adam koşarken onu vurabilirdi. Ama işin garibi bunu istemiyordu. Çünkü böylesi istediğinden daha temiz bir biçimde kaçmalarını sağlayacaktı.

Roland onun yerine Latigo'ya doğru koşan adamı vurdu.

Latigo botlarının topukları üzerinde dönerek delikanlıya nefret ve öfkesinden ateş saçan gözlerle baktı. Sonra tekrar koşmaya başladı. Başka bir adama seslendi, yangın yerinin ötesinde birbirlerine sokulmuş olan atlılara bağırdı.

İki tanker daha patladı. Demir yumruklar Roland'ın kulak zarlarına vurdular sanki. Bir güç ciğerlerindeki havayı emerek aldı. Plana göre Alain tankerleri delecek, Cuthbert'de havai fişekleri havada bir Kavi çizerek devamlı atacak ve akan petrolü tutuşturacaktı. Çocuğun bir havai fişek görünüşte planın başarılı olabileceğini kanıtlıyordu ama o gün Cuthbert'in sapanla daha fazla çabalamasına gerek kalmadı. Silahşorların düşman alanına böyle kolaylıkla girmeleri ve ilk saldırılarının neden olduğu kargaşa deneyimsizlik ve yorgunluğa bağlanabilirdi. Ama tankerlerin dizilmesi konusunda yapılan hatanın tek suçlusu Latigo'ydu. Sadece o. Hiç düşünmeden tankerleri birbirine yakın bir biçimde dizdirmişti. Ve şimdi birbiri ardından patlıyorlardı. yangın başladıktan sonra bunu engellemek imkânsızdı. Daha Roland elini kaldırarak Alain'le Cuthbert'e durmalarını işaret etmek için havada daireler çizmeden önce iş sona ermişti. Latigo'nun kampı yağlı bir cehenneme dönüşmüştü. John Farson'un motorize saldırı planları yerini fin de ano rüzgârının savurduğu kara dumanlara bırakmıştı. Roland haykırdı. "Gidelim! Gidelim. Atlarınızı sürün!" Üç arkadaş atlarını mahmuzlayarak batıya, Eyebolt Kanyonu'na doğru gittiler. İlerlerken Roland bir tek kurşunun vızıldayarak sol kulağının yanından geçtiğini hissetti. Bildiği kadarıyla tankerlere yapılan saldırı sırasında atılan tek kurşun da buydu.

Latigo öfkesinden kriz geçiriyordu. Beynini patlatacak bir öfkeydi bu. Bir bakıma iyi bir şeydi. Böylece İyi Adam'ın bu fiyasko yüzünden neler yapacağını düşünmekten kurtuluyordu. Şu ara Latigo'nun bütün istediği baskın yapan o adamları yakalamaktı... tabii çölde baskın yapılabilirdiyse.

Adamlar? Hayır. Bu işi çocuklar yapmışlardı.

Latigo onların kimler olduğunu pekâlâ biliyordu. Ama buraya kadar nasıl geldiklerini anlayamıyordu. Bu çocukları yükselen tepelerin ve koruların doğusunda durduracaktı.

Latigo avaz avaz, "Hendricks!" diye bağırdı. Hendricks hiç olmazsa adamlarını birarada tutmayı başarmıştı. Atlı altı kişi remuda'nın yakındaydılar. "Hendricks, bana gel!"

Adam ona doğru ilerlerken Latigo hızla diğer tarafa döndü ve arkada duran, birbirine sokulmuş bazı adamların yanan tankerleri şeylerini gördü. Adamların bir karış açılmış ağızları ve koyun gibi suratları yüzünden neredeyse avaz avaz bağıracak, ter ter tepinecekti. Ama kendini tuttu. Dağılmaya başlayan dikkatini bir tek noktaya vermeye çalıştı. Baskıncılara. Ne olursa olsun onların kaçmalarına izin verilmemeliydi.

Latigo adamlara, "Siz!" diye haykırdı. İçlerinden biri döndü ama diğerleri aldırmadılar bile. Farson'un yardımcısı hızla onlara doğru giderken Latigo tabancasını çekti. Silahı, sesini duyduğu zaman dönen askerin eline sıkıştırdı. Dönmemiş olan adamlardan birini gelişigüzel işaret etti. "Şu budalayı vur!"

Sersemlemiş olan ve rüya gördüğünü sanan asker tabancayı kaldırarak Latigo'nun işaret ettiği arkadaşını vurdu. Şanssız genç yere çökerek titreyen eller, dizler ve dirseklerden oluşan bir yığına dönüştü Diğerleri döndüler.

Latigo tabancasını geri alarak, "İyi," dedi.

Hendricks, "Efendim!" diye bağırdı. "Onları görüyorum, efendim! Düşmanı görüyorum!"

İki tanker daha havaya uçtu. Birkaç çelik parçası vınlayarak onlara doğru geldi. Adamlardan bazıları sindiler. Latigo kımıldamadı bile. Hendricks de öyle. Evet, iyi bir askerdi o. Bu kâbus sırasında öyle biri olduğu için tanrılara şükretmeliydi.

"Onların peşinden gideyim mi, efendim?"

"Adamlarını alacak ve onların peşinden ben gideceğim, Hendricks. Şu karşımızda duran tabansızları atlara bindir. Kolunu sallayarak karşısında bekleyen adamları işaret etti. Onlar yanan tankerleri seyretmekten vazgeçmiş, ahmakça dikkatlerini ölen arkadaşlarına vermişlerdi. "Diğerlerinin arasından da mümkün olduğu kadar çok adam toplamaya çalış. Borazancın var mı?"

"Evet, efendim. Raines, efendim!" Hendricks etrafına bakındı, sonra da işaret etti. Korktuğu anlaşılan sivilceli bir delikanlı atını ona doğru sürdü. Eskimiş bir kayışı olan, bazı yerleri çukurlaşmış bir borazan gömleğinin önünden çaprazlamasına sarkıyordu.

Latigo, "Raines," dedi. "Sen Hendricks'le berabersin." . "Peki, efendim."

"Mümkün olduğu kadar çok adam toplamaya çalış, Hendricks Ama bu iş için fazla zaman da harcama! O üç çocuk kanyona doğru gidiyorlar. Biri bana yarın çıkışı olmadığını söylemişti. Eğer öyleyse orayı atış yerine çevireceğiz." .

Hendricks ağzını çarpıtarak güldü. "Evet, efendim."

Arkalarında tankerler hâlâ patlıyordu.

Roland geriye baktı ve havaya yükselen kara dumandan oluşan sütunun büyüklüğü onu da şaşırttı. İlerdeki, kanyonun ağzını hemen Berrien kapayan çalı yığınlarını görebiliyordu. Rüzgâr ters yönden esiyordu ama artık incecik'in insanı çıldırtan, sivrisinek vızıltısını andıran ilgisini duyabiliyordu.

Roland elini aşağı yukarı oynatarak Cuthbert'le Alain'e yavaşlamalarını işaret etti. İki çocuk ona bakarlarken delikanlı eşarbını çıkardı, bir ip gibi bükerek kulaklarını örtecek biçimde bağladı. Arkadaşları da onu taklit ettiler. Bu, hiçbir şey yapmamaktan daha iyiydi.

Genç silahşorlar batıya doğru gitmeyi sürdürdüler. Şimdi gölgeleri peşlerinden geliyordu. Çöle düşen bu gölgeler petrol kuleleri kadar uzundu. Roland geriye baktı. İki grup atlı peşlerinden hızla geliyorlardı. Delikanlı ilk grubun başında Latigo'nun olduğunu düşündü. Adam kendi atlılarını mahsus yavaşlatıyordu. Böylece iki grup birleşecek ve birlikte saldıracaklardı.

Roland, iyi, diye düşündü.

Delikanlılar sıkışık bir sıra halinde Eyebolt'a doğru gittiler. Peşlerindeki düşmanla aralarındaki uzaklığı kapatmak için atlarını daha yavaş sürüyorlardı. Geri kalan tankerlerden biri patlarken gürültü havada yankılanıyor, yeri sarsıyordu. Roland bu işi bu kadar kolayca başarmış olmalarına şaşıyordu. Jonas ve Lengyll'le olan çarpışmadan sonra bite kolaylıkla zafer kazanmışlardı. Oysa bu adamların o yüzden canla başla savaşmaya hazır olmaları gerekirdi. Roland uzun yılların gerisinde kalan bir Hasat'ı düşündü. Cuthbert'le o, yedi yaşında kadardılar, bir dizi korkuluğun önünden geçiyor ve onları sopalarla tek tek deviriyorlardı. Bum bum. Bum da bum!

Kulaklarının üzerindeki eşarba rağmen incecik'in sesi Roland'ın beynine süzülüyor ve gözlerini sulandırıyordu. Peşlerindeki adamların haykırışları hoşuna gidiyordu. Latigo'nun adamları durumu hesaplamışlardı. Üç çocuğa karşı yirmi dört kişi. Üstelik bir grup da savaşa katılmak için atlarını hızla sürüyorlardı. Adamlar iyice cesaretlendirmişti.

Roland, Aceleci'yi çalıların arasındaki Eyebolt Kanyonu'nun girişi olan açıklığa doğru çevirdi.

Hendricks, Latigo'ya yaklaştı. Soluk soluğaydı. Yanakları kızarmıştı. "Efendim! İzninizle rapor vereceğim."

"Pekâlâ. Ver bakalım."

"Emrimde yirmi adam var. Belki bunun üç katı asker de bize katılabilmek için atlarını hızla sürüyorlar."

Latigo bu sözlere aldırmadı. Gözleri parlak mavi buz parçalarına benziyordu. Bıyığının altında dudakları açgözlü bir gülümsemeyle hafifçe aralandı. Hendricks'in küçük adını adeta bir sevgiliyi okşarcasına söyledi. "Rodney."

"Efendim?"

"Bence onlar içeri giriyorlar, Rodney. Evet... bak. Bundan eminim. İki dakika ve ondan sonra geri dönmeleri için çok geç olacak." Latigo tabancasını kaldırdı. Namlusunu koluna dayayarak ilerdeki üç atlıya ateş etti. Bunu daha çok sevincinden yapmıştı.

"Evet, efendim. Çok iyi, efendim." Hendricks döndü ve adamlarına yaklaşmaları için işaret etti.

Karmakarışık diken yığınlarına vardıklarında Roland, "Atlardan inin!" diye bağırdı. Burada hem kuru, hem de yağlı gibi bir koku vardı. Çıkmayı bekleyen bir yangının kokusu gibi. Delikanlı atlarını kanyona sürmemelerinin Latigo'yu endişelendirip endişelendirmeyeceğini bilmiyordu. Ama aldırdığı yoktu. Güzel atlardı onlarınki. Safkan Arap atları. Ve şu son aylarda Aceleci onun dostu olmuştu. Roland onu ya da diğer atları uçuruma süremezdi. Orada ateşle incecik'in arasında kalırlardı.

Çocuklar yıldırım hızıyla atlarından atladılar. Alain keseyi eyer kayışından alarak omzuna astı. Cuthbert'le Alain'in atları hemen uzaklaştırdılar. Kişneyerek çalılara paralel olarak koştular. Ama Aceleci bir an Roland'a baktı. Delikanlı, "Haydi," diyerek onun sağrısına vurdu.

"Koş!"

Aceleci koşmaya başladı. Kuyruğu arkasında dalgalanıyordu.



Withbert'le Alain çalıların arasındaki açıklığa süzüldüler. Roland onları izledi. Baruttan oluşan çizginin hâlâ orada olup olmadığına bakıyordu. Let, barut oradaydı ve hâlâ kuruydu. O derin olmayan hendeği kazdıkları günden sonra bir tek damla bile yağmur yağmamıştı.

Roland, "Cuthbert," dedi. "Kibritler." Cuthbert ona birkaç kibrit verdi. Keyfinden ağzı kulaklarındaydı; öyle ki, kibritlerin ağzından düşmemiş olmaları şaşılacak bir şeydi. "Onların gününü ısıttık, öyle değil mi, Roland?

"Evet!"

Roland da gülüyordu. "Gerçekten de öyle yaptık. Haydi, gidelim. Baca gibi yerdeki yarığa doğru."



Cuthbert, "Bırak bu işi ben yapayım," dedi. "Lütfen, Roland. Sen Alain'le git. İzin ver ben burada kalayım. Ben yangın çıkarmaya meraklıyım. Her zaman öyleydim."

Roland, "Olmaz," diye cevap verdi. "Bu görev benim. Benimle tartışma şimdi. Haydi git. Alain'e ne olursa olsun, büyücünün küresine dikkat etmesini söyle."

Cuthbert bir an daha arkadaşına baktı. Sonra da başını salladı. "Fazla bekleme!"

"Beklemeyeceğim!"

"Şansın açık olsun, Roland."

"Senin şansın daha da açık olsun."

Cuthbert hızla uzaklaşırken botları kanyonun dibine yayılmış olan taşları takırdattı. Alain'in yanına gelince Roland'a bakarak elini kaldırdı. Delikanlı da başını salladı. Sonra bir kurşun şapkasının kenarını dalgalandıracak kadar yakınından geçerken eğildi.

Çalı yığınları arasındaki açıklığın soluna sinerek etrafına bakındı. Rüzgâr yüzüne çarptı. Latigo'nun adamları aradaki açıklığı hızla kapaklardı. Roland'ın tahmin ettiğinden daha hızlı. Rüzgâr kibritleri söndürürse...

Şimdi ihtimalleri düşünme. Dayan, Roland... dayan... ve onları bekle.

O da bekledi. Çömelmişti. İki elinde de henüz yakmadığı bir kibrit vardı. Şimdi birbirlerine girmiş dalların arasından bakıyordu. çalıların kokusu genzine doluyor, biraz daha geridense yanan petrolun kokusu geliyordu, incecik'in vızıltısı kafasına dolarak başını döndürüyordu. Kendi kendine yabancı gibi gelmeye başlamıştı. Pembe fırtınanın içinde havada nasıl uçtuğunu düşündü. Susan'ın görüntüsünden nasıl hızla uzaklaştırıldığını da. Tanrılar Sheemie'den razı olsunlar, diye aklından geçirdi. Susan'ın bugünü güvenli bir yerde geçirmesini sağlar. Ama incecik'in vızıltısı sanki onunla alay ediyor, kendi kendine görecek başka bir şeyler olup olmadığını sormasına yol açıyordu.

Şimdi Latigo'nun adamları uçurumun ağzıyla aralarındaki üç yüz metrelik mesafeyi dörtnala aşıyorlardı. Arkadaki grup da hızla yaklaşıyordu. Öndekilerin birdenbire durmaları imkânsızdı. Arkalarındakilerin onları ezme tehlikesi vardı

Vakit gelmişti. Roland, kibritlerden birini ön dişlerinin arasına sıkıştırarak öne doğru çekti. Kibrit tutuştu. Sıcak ve ekşi bir kıvılcım ıslak dilinin üzerine düştü. Kibritin başı yanıp kül olmadan delikanlı onu sığ hendekteki baruta dokundurdu. Alevler çalıların kuzey ucunun altından güneye doğru parlak sarı bir iplik gibi uzandı.

Roland dişlerinin arasında ikinci kibritle açıklığın diğer tarafına daldı. Sağrı sağrıya giden iki at bu açıklıktan geçebilirdi belki. Delikanlı rüzgârdan biraz korunan bir yere gelince ikinci kibriti de yakarak barutun üzerine attı. Barutun çatırdayıp hışırdadığını duydu. Sonra döndü ve koşmaya başladı.

Şok geçiren Roland'ın ilk düşüncesi, anneciğim, babacığım... Sîroni Gölü, oldu. Bu anı bir tokat gibi beklenmedik bir şeydi.

Gilead Baronluğu'nun kuzey bölgesindeki güzel Saroni Gölü'ne ne zaman gitmişlerdi? Roland hatırlamıyordu. Sadece çok küçük olduğunu biliyordu. Güzel bir kumsalda oynamıştı. Onun gibi kumdan şato yapmaya meraklı biri için bulunmaz bir yerdi. Tatilinin bir gününü böyle geçirmişti.

(Tatil? Oraya tatile mi gitmişlerdi? Annesiyle babası vaktiyle tatile çıkıyorlardı?)

Roland kumsalda başını kaldırıp bir şeye bakmıştı. Belki de buna ölün üzerinde daireler çizen kuşların sesleri neden olmuştu. Babasıyla annesi, yani Steven ve Gabrielle Deschain suyun kenarında duruyorlardı. Arkaları Roland'a dönüktü. Kollarını birbirlerinin bellerine dolanmış, mavi yaz semasının altında yatan mavi sulara bakıyorlardı. Roland'ın kalbi onlara duyduğu sevgiyle nasıl da dolmuştu. Sevgi ne kadar sınırsız bir şeydi? Üç güçlü kordonu olan bir örgü gibi umut ve anıların arasından geçiyordu. Bu sevgi her insanın hayatının ve ruhunun Işıklı Kulesi'ydi.

Ama Roland'ın şu anda hissettiği sevgi değil dehşetti. Uçurumun dibine, yani kanyonun sona erdiği yere doğru koşarken ilerdeki iki kişi Gilead'lı Steven ve Arten'li Gabrielle değildi. Roland'ın arkadaşları Cuthbert'le Alain'di onlar. Kollarını birbirlerinin bellerine dolamamışlardı. Ama el ele tutuşmuşlardı. Peri masallarına özgü tehlikelerle dolu bir ormanda kaybolan iki çocuk gibi. Yukarlarında kuşlar dolaşıyordu. Ama akbabalardı bunlar. Martılar değil. İki çocuğun önündeki sislerle örtülü ışıltılı şeyin de deniz olmadığı gibi.

İncecik'ti bu. Roland bakarken Alain'le Cuthbert ona doğru yürümeye başladılar.

Delikanlı olanca sesiyle, "Durun!" diye bağırdı. "Babalarınızın adına durun!"

Ama iki çocuk durmadılar. El ele dumanlı, ışıltılı yeşil yerin beyaz kenarına doğru gittiler.

Roland'ın onlara erişecek zamanı yoktu. Delikanlı da bu yüzden aklına gelen tek şeyi yaptı. Tabancalarını kaldırarak arkadaşlarının başlarının yukarsına ateş etti. Patlama kanyonda müthiş bir yankı yaptı. Sanki balyozla vuruluyordu. Bir an seken kurşunların vızıltısı incelin sesini bastırdı. İki delikanlı incecik'in habis ışıltısından ancak birkaç santim geride durdular. Roland o iğrenç şeyin uzanarak onları yalamasını bekledi. Satıcının Ayı'nın parıldadığı gece buraya geldikleri zaman alçaktan uçan bir kuşu yakaladığı gibi.

Roland havaya iki el daha ateş etti. Gürültü dik yanlara çarparak geri geldi. Delikanlı, "Silahşorlar!" diye bağırdı. "Bana gelin! Bana gelin!"

Önce Alain ona doğru döndü. Gözleri toz bulaşmış suratında yüzüyormuş gibiydi. Cuthbert bir adım daha attı. Botlarının uçları incecik'in kenarındaki yeşilimsi gümüş köpüklerin arasında kaybolmuştu (İncecik'in mırıltı ve vızıltısı yarım nota daha yükseldi. Sanki buna beklenti neden oluyordu.) Ve Alain, Cuthbert'i sombrero'sunun kordonundan yakalayarak geri çekti. Delikanlının ayağı iri bir taşa takıldı ve hızla yere oturdu. Başını kaldırdığı zaman gözleri berraklaşmış, o dalgın ifade kaybolmuştu.

Telaşla ayağa fırlarken, "Tanrılar," diye mırıldandı. Roland, Cuthbert'in botlarının burunlarının yok olduğunu gördü. Sanki bir bahçe makasıyla düzgünce kesilmişti. Çocuğun ayaklarının iri başparmakları ortaya çıkmıştı.

Cuthbert, Alain'le sendeleyerek genç silahşora doğru giderken, "Roland," diye inledi. "Roland, az kalsın gidiyorduk! O konuşuyor!"

"Evet. Duydum. Haydi gelin. Hiç zamanımız yok."

Roland arkadaşlarını uçurumun dik kenarındaki yarığa doğru götürdü. Kurşunlarla delik deşik olmayacak kadar hızla yukarıya tırmanabilmeleri için dua ediyordu... Latigo hiç olmazsa biraz yükseğe tırmanmadan önce yetişirse bu felaketin başlarına geleceği kesindi.

Ağzı ve genzi yakan bir koku havaya yayılmaya başladı. Kaynayan ardıç meyvelerinin kokusuna benziyordu. Beyazımsı gri dumanların ilk dalgaları yanlarından uçtu.

"Cuthbert, önce sen. Sonra da Alain. Ben en son. Çabuk tırmanın, çocuklar. Canınızı kurtarmak istiyorsanız, hızla tırmanın."

Latigo'nun adamları çalılardan oluşan engelin arasındaki açıklıktan girdiler. Bir huninin içine akan su gibi. Geçerken aralığı yavaş yavaş genişlettiler. Ölü bitkilerin alt tabakası yanmaya başlamıştı. Ama adamlar o heyecan arasında ilk alçak alevleri farketmediler. Ya da farkettilerse bile üzerinde durmadılar. Dumanın kokusunu da almadılar. Yanan petrolün o keskin kokusu genizlerine dolmuştu. Hendricks'in hemen arkasından izlediği Latigo'nun bir tek düşüncesi vardı, bu sözcük kafasında kinle karışık bir zaferle yankılanıyordu. Kapalı kanyon! Kapalı kanyon! Kapalı kanyon!

Ama Eyebolt'un içlerine doğru dörtnala ilerlerken bu "mantra"ya dair şeyler karışmaya başladı. Hızla ilerleyen atının nalları taş ve inek kafataslarıyla kaburgalarının oluşturduğu kemik yığınların arasından çevikçe geçiyordu. Latigo'nun kafasının içine alçak bir vızıltı yayılmaktaydı. Israrlı, bir böceğin sesini andıran, insanı çıldırtacak bir ses. Bir inilti. Adamın gözleri bu ses yüzünden sulanıyordu. Ama sesin güçlü olmasına rağmen Farson'un yardımcısı bunu bir kenara itmeyi başarıyor, "mantra"sına sıkı sıkı sarılıyordu. (Acaba bu gerçekten bir ses miydi? Sanki Latigo'nun içinde yayılıyordu.)

(Kapalı kanyon, kapalı kanyon, onları kapalı kanyonda kıstırdık.)

Bu iş sona erdiği zaman Walter'in karşısına çıkmak zorunda kalacaktı. Hatta belki Larson'un da. Tankerleri kaybettiği için cezasının ne olacağını bilmiyordu... Ama bütün bunlar daha sonra düşünülecek şeylerdi. Şu anda sadece işlerine burnunu sokan o piçleri öldürmek istiyordu.

İlerde yar kuzeye doğru bir dönüş yapıyordu. Herhalde çocuklar o dönemecin ötesindeydiler. Fazla ilerlemiş olamazlardı. Büyük olasılıkla uçurumu kapatan dik kenara dayanıp kalmışlardı. Oraya yuvarlanmış kayalar varsa onların arkasına sinmeye çalışıyorlardı. Latigo elindeki bütün silahları kullanacak, seken kurşunların yardımıyla piçlerin ortaya çıkmalarını sağlayacaktı. Herhalde ellerini havaya kaldırarak yaklaşacaklardı. Latigo'nun merhamet göstereceğini umarak. Ama umutları boşa çıkacaktı. Yaptıklarından, çıkardıkları dertten sonra...

Latigo kanyonun yaptığı dönemeci aşarken tabancayla nişan albaya hazırlanıyordu. Aynı anda atı bir kadın gibi çığlık attı ve altında Şaha kalktı. Latigo eyer kaşını yakalayarak hayvanın sırtında kalmayı başardı. Ama atın nalları taş yığınlarının arasında yana doğru kaydı. Hayvan yere yuvarlandı. Latigo eyer kaşını bırakarak yana sıçradı. Kulaklarının içine süzülen sesin birdenbire on katı artmış olduğunun farkındaydı. Vızıltı gözlerinin yuvalarında zonklamasına, hayalarının kötü bir biçimde karıncalanmasına neden oluyordu. Kafasında ısrarla yankılanan "mantra"yı silecek kadar yüksekti bu ses.

İncecik'in ısrarı George Latigo'nun başa çıkabileceğinden çok çok güçlüydü.

Adam yere çömelir gibi düşmüştü. Atlar iki yanından hızla geliyorlardı. Arkalarından gelenler sıkıştırdıkları için öndekiler hayvanları ister istemez sürüyorlardı. Arkadaki atlılar çifter çifter çalıların arasındaki açıklıktan geçmişlerdi. (Boylu boyunca yanan çalı engelindeki açıklık daha genişlediği için sonra üçer üçer.) Atlılar darboğazı geçtikten sonra yayılıyorlardı. Hiçbiri de bütün kanyonun darboğaz olduğunun farkında değildi.

Latigo karmakarışık şeyler gördü. Kara kuyruklar, doru ön ayaklar, benekli topuk eklemleri, deri kovboy pantolonları, kot pantolonlar üzengilere takılı botlar. Ayağa kalkmaya çalışırken bir atnalı kafasının arkasına indi. Onu bayılmaktan başındaki şapka kurtardı. Ama ağır ağır dizüstü çöktü, başı öne düştü. Sanki dua etmeye hazırlanıyordu. Gözlerinin önünde yıldızlar uçuşuyor, geçen atın nalının açtığı yaradan kanlar ensesine akıyordu.

Latigo şimdi adamların haykırdıklarını duyuyordu. Ayağa kalktı. Geçen atların kaldırdıkları tozlar yüzünden öksürmeye başladı. (Bu öyle yakıcı bir tozdu ki, duman gibi boğazını tırmalıyordu.) Hendricks'in dalga dalga yaklaşan atlılardan kurtulmak için hayvanını güneye ve doğuya doğru sürmeye çalıştığını gördü. Ama bunu başaramadı. Kanyonun dipteki üçte birlik bölümü bir tür bataklık gibiydi. Burası buharları tüten yeşilimsi bir suyla doluydu. Galiba altı da ıslak kumdu. Çünkü Hendricks'in atının ayakları oraya batmış gibiydi. Hayvan kişneyerek şaha kalkmaya çalıştı. Arka kısmı yana doğru kaydı. Hendricks botlarını atın iki yanına arka arkaya vurdu. Hayvanın tekrar hareket etmesini sağlamaya çalışıyordu. At kımıldamadı. Ya da kımıldayamadı. O aç vızıltı Latigo'nun kulaklarına doldu. Bütün dünyayı dolduruyormuş gibiydi.

"Dönün! Geri dönün!"

Farson'un yardımcısı bu sözleri haykırmak istedi. Ama sadece hırıltılı bir ses çıkarabildi. Atlılar hâlâ hızla yanından geçiyor ve tozlara saldırıyordu. Ama bunlar sadece toz olamayacak kadar yoğundu. Latigo daha yüksek sesle bağırabilmek için derin bir soluk aldı. Geri dönmeleri gerekiyordu. Eyebolt Kanyonu'nda tekin olmayan, korkunç bir şeyler vardı. Ama bir şey söyleyemeden öksürmeye başladı.

Çığlıklar atan atlar.

Pis kokulu duman.

Ve her tarafta, dünyayı bir çılgınlık gibi dolduran, o inleyen, cızırdayan vızıltı.

Henricks'in atı çöktü. Gözleri dönmüş hayvan gemin ayırdığı dişleriyle dumanlı havayı ısırmaya çalışıyor, ağzından köpükler saçıyordu. Hendricks buharları tüten durgun suya yuvarlandı. Ama bu aslında su değildi. Hendricks içine yuvarlanırken bu nesne nasıl olduysa birdenbire canlandı. Yeşil eller ve hareket eden yeşil bir ağız oluşturdu. Bir eliyle Hendricks'in yanağını pençeledi ve etini eritti. Burnunu pençeleyip kopardı. Gözlerini pençeleyerek yuvalarından çıkardı. Sonra Hendricks'i aşağıya çekti. Ama Latigo adam gözden kaybolmadan önce onun etsiz kalan çene kemiğini gördü. Bağıran adamın dişlerini oynatan kanlı bir piston gibiydi.

Diğer adamlar da bu sahneyi gördüler ve dönerek bu yeşil tuzaktan kaçmaya çalıştılar. Bunu başarabilenlere arkalarından gelen atlılar çarptı. Üstelik bunlardan bazıları hâlâ sevinçle bağırıyor, savaş naraları atıyorlardı. Daha fazla atlı ve binicileri yeşil ışıltıya girdiler. O da kurbanlarını hevesle kabul etti. O kargaşada ayakta duran Latigo iyice sersemlemişti. Yarasından kanlar akıyordu. Bir ara tabancasını verdiği askeri gördü. Latigo'nun emrini dinleyip arkadaşlarını uyarmak için onlardan birini vuran bu delikanlı ulur gibi bağırarak kendini yeşil nesneye giren atının sırtından attı. Sürünerek o yeşil nesnenin kenarına gitti. Ayağa kalkmaya çalışırken iki atlının üzerine geldiğini gördü. Elleriyle yüzünü örttü. Bir saniye sonra da atların ayaklarının altında ezildi.

Duman dolan kanyonda yaralıların ve ölmek üzere olanların çığlıkları yankılanıyordu. Ama Latigo bunları pek duymuyordu. Daha çok oyduğu o acayip vızıltıydı. Bu insan sesine benziyor, Latigo'yu yeşil nesnenin içine atlamaya çağırıyordu. Her şeyi burada bitirmeye. Neden olmasın? Her şey bitmedi mi? Her şey?

1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət