Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə52/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   62

Depape, "Seni aşağılık köpek yavrusu!" diye uludu. "Seni küçük solucan!" Tabancasını çekmeye çalıştı ama silah serape'sine takıldı. Roland'ın kurşunu ağzını hemen hemen gırtlak kemiğine kadar uzanan kızıl bir çığlığa dönüştürürken o hâlâ tabancasını kurtarmaya çalışıyordu.

Jonas aptal aptal, bütün bunlar doğru olamaz, diye düşündü. İmkânsız. Biz çok kalabalığız.

Ama oluyordu işte. İç-Dünya'dan gelen çocuklar hiç şaşmadan grubu yarmak için en uygun yere dalmışlardı. Yaptıkları ders kitaplarına geçecek bir örnekti. Silahşorların durum aleyhlerineyken nereden saldırmaları gerektiğini gösteren bir örnek. Jonas'ın yardımlarını sağladığı at yetiştiricileri, kovboylar ve kentin sert serserilerinden oluşan grup dağılmıştı. Ölmemiş olanlar pusulanın her yanına doğru kaçıyorlardı. Atlarını cehennemden izinli çıkan yüzlerce iblis kovalıyormuş gibi mahmuzluyorlardı. Orada yüzlerce düşman yoktu. Ama çocuklar yüz kişiymişler gibi savaşıyorlardı. Etrafa tozların arasına cesetler yuvarlanmıştı. Jonas onları seyrederken arkadan gelen Stockworth'un bir adamın daha üstüne giderek onu eyerden devirdiğini gördü. O aşağıya yuvarlanırken çocuk adamın kafasına kurşunu yolladı. Jonas Tanrılar, diye düşündü. Bu Croydon'du. Piyano Çiftliği'nin sahibi!

Ama o artık hiçbir şeyin sahibi,değildi.

Ve şimdi Dearborn tabancasını çekmiş Jonas'ın üzerine doğru geliyordu.

Jonas hızla eyer kaşına dolanmış olan kordona uzandı. Bileğini süratle, sertçe iki defa oynattı ve kordonu açtı. Keseyi rüzgârda yukarıya doğru kaldırdı. Uzun beyaz saçları uçuşuyordu, dudakları gerilerek dişleri ortaya çıkmıştı.

"Biraz daha yaklaşırsan bunu parçalarım! Çok ciddiyim, seni kahrolasıca köpek yavrusu! Olduğun yerde kal!"

Dörtnala hızla yaklaşan Roland duraklamadı bile. Durup düşünmedi de. Şimdi düşünme işini elleri üstlenmişti. Delikanlı bütün bu olanları daha sonra hatırladı. Her şey sanki uzaklarda oluyordu. Sessizdi ve garip bir biçimde çarpılmıştı. Bozuk bir aynada görülen bir hayal gibi... Ya da bir büyücünün küresinde.

Jonas, tanrılar, diye düşündü. Bu o! Beni almaya Arthur Eld'in kendisi geldi!

Roland'ın tabancasının namlusu büyüdü büyüdü ve Jonas'a bir tünel ya da maden dehlizi gibi gözüktü. Jonas o zaman piçin kendisine o yanmış çiftliğin avlusunda söylediği sözleri hatırladı. "Senin gibilerin ruhları hiçbir zaman batıdan ayrılamaz.

Jonas kendi kendine, biliyordum, dedi. Ka'mın tükenmek üzere olduğunu daha o zaman anlamıştım... Ama herhalde bu piç küreyi tehlikeye atmak istemez. O, bu ka-tet'in başı. Bu tehlikeyi göze alamaz.

Jonas, "Bana gelin!" diye haykırdı. "Bana gelin, çocuklar! Tanrılar adına, onlar sadece üç kişi! Bana gelin, korkaklar!"

Ama yapayalnızdı Jonas. Lengyll ölmüştü, o güçlü silahı yanında yerde yatıyordu. Roy'un cesedi gökyüzüne doğru öfkeyle bakıyordu. Quint kaçmış, Hookey ölmüştü. Onlarla birlikte gelen çiftçiler gitmişlerdi. Sadece Clay hayattaydı. Ve o da buradan kilometrelerce uzaktaydı.

Jonas ölümün en üstün bir makinesiymiş gibi üzerine gelen soğuk bakışlı çocuğa, "Bunu kırarım!" diye haykırdı. "Bütün tanrıların önünde."

Roland tabancasının horozunu başparmağıyla iterek ateş etti. estin kesenin kordonunu tutan dövmeli elin tam ortasına gelerek avucunu buharlaştırdı. Sünger gibi kırmızı yığından çıkan parmaklar oraya buraya doğru uzanıp titreştiler. Roland bir an mavi tabutu gördü. Sonra aşağıya doğru akan kanlar üzerini örttü.

Kese kaydı. Aceleci, Jonas'ın atıyla çarpıştı. Ve atı yan döndürdü. Roland keseyi bir kolunun dirseğinin içiyle ustalıkla yakaladı. Hazineyi elinden kaçıran Jonas üzüntüyle bir çığlık attı. Roland'a doğru uzanarak çocuğu omzundan yakaladı. Delikanlıyı neredeyse eyerinden düşürecekti. Jonas'ın kanları sıcak damlalar halinde çocuğun suratına çarptı.

"Onu bana ver, küçük piç!" Jonas pençe gibi öbür elini serape'sinin altına sokarak bir tabanca daha çıkardı. "Onu bana ver! Benim o!"

Roland, "Artık değil," dedi. Aceleci dans eder gibi döndü. O kadar büyük bir hayvan olmasına rağmen hızlı ve çevikti. Roland, çok yakından Jonas'ın suratına iki defa ateş etti. Ak saçlı adamın atı ürkerek altından kaçtı. Jonas gürültüyle arkaüstü yere yuvarlandı. Yana açılmış olan kolları ve bacakları sarsıldı. Kasıldı, titredi, sonra hareketsiz kaldı.

Roland kesenin kordonunu kolundan geçirerek omzuna astı. Geriye, Cuthbert'le Alain'in yanına gitti. Onlara yardım etmeye hazırdı... Ama buna hiç gerek yoktu artık. İki arkadaş uçuşan tozların arasında yan yana atlarının sırtında oturuyorlardı. Ölülerden oluşan bir yolun sonunda. İrileşmiş gözlerinden sersemlemiş oldukları anlaşılıyordu. Hayatlarında ilk kez ateşten geçen ve yanmamış olmalarına bir türlü inanamayan çocukların gözleriydi bunlar. Sadece Alain yaralanmıştı. Bir kurşun sol yanağını yarmıştı. Bu yara iyileşecek ama izi Alain ölünceye kadar kalacaktı. Delikanlı daha sonra açıklayacağı gibi, onu kimin vurduğunu hatırlamıyordu. Savaşın hangi anında yaralandığını da bilmiyordu. Ateş edildiği sırada kendinden geçmiş gibiydi. Saldırı başaktan sonra olanları hayal meyal anımsıyordu. Cuthbert de aynı şeyleri söyleyecekti.

Cuthbert şimdi, "Roland," diyerek titreyen elini yüzünde dolaştı "Selam, silahşor."

"Selam."

Cuthbert'in gözleri kumlardan kızarmış yanıyor, ağlamış gibi görünüyordu. Roland kullanmadığı çelik topları ona verirken delikanlı bu şeyleri aldı ama bunların ne olduğunu bilmiyormuş gibi bir hali vardı "Roland, yaşıyoruz."

"Evet."

Alain sersem sersem etrafına bakınıyordu. "Diğerleri nereye gitti?"



Roland cesetlerden oluşan yolu işaret etti. "En aşağı yirmi beşi oradalar sanırım. Gerisi..." Hâlâ elinde tuttuğu tabancayla geniş bir yarım daire çizdi. "Onlar gittiler. Herhalde Orta-Dünya'yla girişilen savaşın bu kadarı onlara yetti."

Sonra kesenin kordonunu omzundan kaydırdı. Keseyi bir an eyere dayayarak önünde tuttu, sonra açtı. Kesenin kara ağzı bir an öyle kaldı. Sonra düzensizce çakan çok güzel pembe bir ışıkla doldu.

Işık genç silahşorun düzgün yanaklarına doğru bir elin parmaklan gibi usul usul yükseldi. Sonra onun gözlerine doldu.

Birdenbire endişelenen Cuthbert, "Roland," dedi. "Bence onunla oynamamalısın. Özellikle şimdi. Herhalde Darağacı Kayası'ndan silah seslerini duydular. Başladığımız şeyi bitireceksek, hiç zamanımız..."'

Roland ona aldırmadı. İki elini birden keseye sokarak büyücünün küresini aldı. Onu gözlerine doğru tuttu. Cama Jonas'ın kan damlalarını bulaştırdığının farkında değildi. Ama küre için bunun bir sakıncası yoktu. İlk defa kana bulanmıyordu. Pembe ışık bir an çakarak döndü. Sonra pembe sisleri bir perde gibi açıldı. Roland orada neler olduğunu gördü. Ve kendini kürenin içinde kaybetti.
10. Yine Şeytan Ayı'nın Işıktan Altında
Coral, Susan'ın kolunu sıkıca tutuyordu ama kızın canını acıtacak kadar da değil. Onu aşağı kattaki koridordan geçirirken hareketleri öyle zalimce sayılmazdı. Ama yine de davranışlarında insanın umudunu kıran bir amansızlık da vardı. Kız karşı koymaya kalkışmadı. Bunun yararı olmayacaktı. Kadınla kızın arkasından iki vaquero geliyordu. Adamların bıçakları ve boa'ları vardı. Tabancaları yoktu. Bulunabilen bütün tabancalar Jonas'la birlikte batıya götürülmüştü. Vag'ları artık ölmüş olan Kâtibin ağabeysi Laslo Rimer izliyordu. Adam, tam anlamıyla belirginleşmek için gerekli psişik enerjisi olmayan somurtkan bir hayalete benziyordu. Susan'a yolun sonunda saldırma arzusu, giderek artan kaygısı yüzünden azalan Reynolds ya yukarı kattaydı ya da kente inmişti.

Coral, "Seni ne yapacağıma karar verinceye kadar soğuk kilere Kapatacağım, yavrum," dedi. "Orada güvende olacaksın... Hem de sımsıcacık. Neyse ki, serape'n var. Sonra... Jonas geri döndüğü zaman..."

Susan, "Sai Jonas'ı bir daha göremeyeceksin," diye cevap verdi. "Onu bir daha asla..."

Kızın hassas suratında yeni bir can acısı bomba gibi patladı. Susan'a bir an bütün dünya patlamış gibi geldi. Gerileyerek alt koridorun cilalı taş duvarına dayandı. Gözleri bulanıklaştı. Sonra ağır ağır düzeldiler. Coral yüzüne elinin tersiyle vurmuş, yüzüğünün taşı Susan'ın yüzünü yarmıştı. Şimdi kız yaradan yanağına doğru kan aktığını hissediyordu. Ve burnundan da. Kahretsin! O kahrolasıca şey de yeniden kanamaya başlamıştı.

Coral ona buz gibi gözlerle, "Bu benim için sadece bir iş," der gibi bakıyordu. Ama Susan'a kadının gözlerinde başka bir şeyler varmış gibi geldi. Belki de korkuydu bu.

"Bana Eldred'den söz etme, küçük hanım! Onu ağabeyimi öldüren o çocukları yakalaması için yolladılar. Şu senin kurtardığın çocukları."

"Bırak bu lafları." Susan burnunu sildi. Avucuna dolan kanlar yüzünden suratını buruşturdu. Sonra elini pantolonuna sürerek temizledi. "Hart'ı kimin öldürdüğünü senin kadar ben de biliyorum. Onun için bana bulaşma. Yoksa ben de sana bulaşırım." Coral'ın elini kaldırmasını seyretti. Kadın onu tekrar tokatlamaya hazırlanıyordu. Susan kendini zorlayarak alayla güldü. "Haydi! İstersen diğer yanağımı da yar. Böyle yapman durumunu değiştirir mi? Bu gece yatağın diğer yanını ısıtacak bir erkek olmayacağı gerçeğini?"

Coral elini sertçe, hızla indirdi. Ama Susan'ı tokatlamak yerine yine onun kolunu yakaladı. Bu kez canını yakacak kadar sertçe. Ama Susan için pek farketmedi. O gün bu işin ustaları canını yeterince yakmışlardı. Ama Roland'la yine birlikte olacakları anın hızla gelmesini sağlayacaksa daha da fazla acı çekmeye gönüllüydü.

Coral, Susan'ı koridorda hızla sürükleyerek götürdü. Onu mutfaktan geçirdi. (Başka bir Hasat Bayramı'nda buhar ve faaliyet içinde olan bu büyük yer şimdi insanı korkutacak kadar sessizdi.) Coral en dipteki demir çubuklarla sağlamlaştırılmış kapıya götürerek kanadı açtı. Dışarıya patates, sivri kök ve kabuk kokusu yayıldı.

"İçeri gir! Haydi, terbiyesiz yaratık! Yoksa o biçimli kalçanı bir tekmede dörtköşe yaparım!"

Susan gülümseyerek kadının gözlerinin içine baktı.

"Seni lanetlerdim, sai Thorin. Çünkü sen bir katilin âşıkdaşısın! Ama sen zaten kendi kendini lanetledin. Bunu sen de biliyorsun. Bu gerçek suratından okunuyor. Onun için seni şimdi sadece selamlayacağım..." Kız bir reverans yaptı, "...ve sana çok güzel bir gün geçirmeni dileyeceğim."

Coral, "İçeri gir ve o küstah ağzını da kapat!" diye haykırdı. Susan'ı iterek soğuk kilere soktu. Kapıyı çarparak kapattı ve sürgüleri itti. Sonra öfkesinden ateş saçan gözleriyle vaq'lara baktı. Adamlar ihtiyatlı davranmış, ondan uzakta durmuşlardı.

"Onu iyi koruyun, muchachos. Dikkatli olun."

Adamların bunu yapacaklarını açıklayan sözlerine aldırmadan aralarından geçti ve Jonas'ı ya da ondan gelecek haberi beklemek için ölmüş olan ağabeysinin dairesine çıktı. Aşağıda havuçlarla patateslerin arasında oturan soluk suratlı küçük sürtük hiçbir şey bilmiyordu. Ama sözleri...

("Sai Jonas'ı bir daha göremeyeceksin!")

Coral'ın kafasında yer etmişlerdi bir kere. Şimdi beyninde yankılanıyor ve susmuyordu.

Kentin Toplanma Salonu'nun tepesindeki kısa çan kulesinde saat on ikiyi çaldı. Hasat sabahı yerini öğleden sonraya bırakıncaya kadar alışılmamış bir sessizlik hakimdi. Hele Yolcuların Dinlenme Yeri'ndeki sessizlik adeta korkutucuydu. İki yüzden fazla insan Kolay ölü bakışlarının altında toplanmıştı. Hepsi de bol bol içiyorlardı. Ama yine de seslen çıkmıyordu. Sadece ayaklarını sürüyorlar ve bir içki daha istediklerini belirtmek için bardaklarını sabırsızca tezgâha vuruyorlardı.

Sheb tereddütle piyanoda bir parça çalmaya, kalkışmış, "Big Bottle Boogie'yi denemişti. Bu parçayı herkes severdi. Ama yanağında "değişim geçirmişlere" özgü o işaret olan bir kovboy bıçağının ucunu Sheb'in kulağına sokarak homurdanmıştı. "Beyinden saydığın şeyin kulak zarının sancak tarafında kalmasını istiyorsan bu gürültüyü kesersin!" Sheb tanrılar izin verdiği takdirde daha bin yıl soluk almaktan memnun kalacaktı. Onun için piyanonun önündeki tabureden hemen kalkmış ve Staniey'le Koşucu Pettie'ye yardım etmek için bara gitmişti.

Müşteriler şaşkın ve somurtkandılar. Hasat Bayramı'nı onlardan çalmışlardı. Bu konuda ne yapacaklarını da bilmiyorlardı. Tabii yine ateş yakılacaktı. Alevlerin arasında sürüyle korkuluğu yakacaklardı. Ama bugün Hasat öpücükleri yoktu. Gece dans, bilmece sorma, yarışma, domuzla güreşme ve şaka gibi şeyler de... Kahretsin! Hiç eğlenmeyeceklerdi. Eski yılı keyifle uğurlayamayacaklardı. Neşe yerine karanlıkta cinayet işlenmiş ve suçlular da kaçmışlardı. Ve şimdi katillerin cezalandırılmaları konusunda kesin bir şey yoktu. Sadece biraz umut vardı. Yıldırımlarla dolu fırtına bulutları kadar tehlikeli olabilecek bir grup somurtkan ve sarhoş adam öfkelerinin odak noktasını oluşturacak birini arıyorlardı. Onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyecek birini de.

Tabii ateşe atacakları bir insanı da. Eld'in zamanında olduğu gibi.

İşte bu anda, öğle zamanını açıklayan çanların son yankıları da soğuk havada kaybolurken meyhanenin yarasa kanadı biçimi kapısı açıldı ve içeriye iki kadın girdi. İçerdekilerin çoğu önde yürüyen acuzeyi tanıyorlardı. Birkaçı cadının nazarından korunmak için başparmaklarını gözlerine sürdüler. Salonda bir mırıltı dolaştı. Gelen Cöos'lular büyücüydü. Rhea'nın suratı yaralardan kırış kırış olmuştu. Gözleri öylesine çukura batmıştı ki, zorlukla seçilebiliyordu. Ama kadında acayip bir canlılık vardı. Dudakları kış-dutu yemiş gibi kıpkırmızıydı.

Rhea'nın arkasındaki kadın ağır ağır, kasları katılaşmış gibi giyiniyordu. Bir elini karnına bastırmıştı. Cadının dudakları ne kadar kırmızıysa, bu kadının suratı da o kadar beyazdı.

Cadı, Beni Seyret masasının başındaki kendisine aptal aptal bakan sığırtmaçlara hiç aldırmadan odanın ortasına kadar geldi. Barın ortasında dik dik bakan Kolay Av'ın altında durdu. Dönerek sessizleşmiş olan kovboylarla kentlilere baktı.

"Çoğunuz beni tanıyorsunuz!" diye bağırdı o gıcırtılı tiz sesiyle "Ama içinizde aşk iksirine, erkeklik gücünü artıracak ilaca ya da dırdırcı kaynanalarını susturacak muskalara ihtiyaçları olmadığı için bana gelmeyenler var. Onlara kendimi tanıtacağım. Ben Rhea'yım. Cöos'lu o bilge kadın. Yanımdaki bu hanım da dün gece üç katilin kaçmasını sağlayan kızın halası... Yani kentinizin şerifini ve karısı çocuk bekleyen iyi bir genci öldüren o kızın. O genç kızın karşısında durdu. Savunmasız ellerini kaldırdı ve karısıyla doğacak bebeği için ona canını bağışlaması için yalvardı. Ama kız onu yine de vurdu! O çok zalim! Zalim ve kalpsiz!"

Kalabalıkta homurtular dolaştı. Rhea yaşlı, çarpılmış pençelerim kaldırınca gürültü hemen kesildi. Cadı içerdekilerin hepsini görebilmek için ağır ağır döndü. Elleri hâlâ havadaydı. Dünyanın en yaşlı ve en çirkin boksörüne benziyordu.

Büyücü karganınkine benzeyen sesiyle haykırdı. "Yabancılar geldiler ve siz onları dostlukla karşıladınız! Bağrınıza bastınız ve yemeleri için ekmek verdiniz! Onlarsa buna karşılık size felaket ikram ettiler! Sevdiklerinizin ölümüne neden oldular! Hasat zamanını mahvettiler Fin de ano'dan sonraki zamanın nasıl lanetlendiğini ancak tanrılar bilir!"

Yine mırıltılar duyuldu ama sesler bu kez daha yükselmişti. O adamların en büyük korkularına parmağını basmıştı: bu yılın kötülüklerinin yayılacağı korkusuna. Kim bilir belki de Dış Kavis'te umutla, yavaş yavaş belirmeye başlayan yeni safkan hayvanlara bile bir şeyler olacaktı.

Rhea sözlerini sürdürdü. "O katiller gittiler! Geri döneceklerini de sanmıyorum! Belki de böylesi daha iyi. Neden o yabancı kanları topraklarımızı lekelesin? Ama şimdi bir başkası var... Aramızda büyüyen. Kendi kentine ihanet eden ve yakınlarını kalleşçe aldatan bir kız!"

Rhea bu son sözleri.söylerken sesi boğuk bir fısıltıya dönüşmüştü. Dinleyicileri onu duyabilmek için dikkatle öne doğru eğildiler. Gözleri irileşmiş, yüzlerinde haşin ifadeler belirmişti. Rhea eski siyah giysili soluk suratlı sıska kadını hızla yanına çekti. Cordelia'yı önüne geçirdi. Bir bebek ya da bir vantriloğun kuklası gibi. Ve kadının kulağına fısıldadı... Bu fısıltı nasılsa etrafa yayıldı. Hepsi de onun sözlerini duydular.

"Haydi, hayatım. Bana söylediklerini onlara da tekrarla."

Cordelia herkesçe duyulan ifadesiz bir sesle, "Yeğenim Belediye Başkanı'nın metresi olmayacağını söyledi," diye açıkladı. "Onun gibilerin kendisine layık olmadığını da. Sonra Will Dearborn'u baştan çıkardı. Vücuduna karşılık Gilead'da onun eşi olarak iyi bir mevkiye yükselecekti... Ve tabii Hart Thorin'in öldürülmesi de bedele dahildi. Delikanlı kızı çok istiyordu. Onun için bu bedeli memnunlukla ödedi. Arkadaşları da ona yardım ettiler. Belki kızdan onlar da yararlandılar. Artık orasını bilemem. Herhalde Kâtip Rimer onlara engel olmaya kalktı. Ya da adamı gördüler ve onu da öldürmek hoşlarına gitti."

Pettie, "Alçaklar!" diye bağırdı. "Sinsi köpek yavruları!"

Rhea ninni söyler gibi, "Şimdi yeni mevsimin mahvolmadan önce temizlenmesi için ne yapılması gerektiğini açıkla, hayatım," dedi.

Cordelia Delgado başını kaldırıp adamlara baktı. Derin bir soluk alarak birbirine karışan, ekşi graf, bira, duman ve viski kokularını içine çekti.

"Kızı alın. Onu almalısınız. Bunu hem sevgi, hem kederle söylüyorum. Gerçekten."

Salonda bir sessizlik oldu. Bütün gözler kadına dikilmişti. "Ellerini boyayın." Bekleyiş dolu odaya bakıyor ve sanki hüküm veriyordu.

Cordelia, "Charyou ağacı," diye fısıldadı.

Diğerleri aynı fikirde olduklarını açıklamak için bağrışmadı Ama derin derin soludular. Sesleri ağaçların çıplak dallarının arasından geçen rüzgârın hışırtısına benziyordu.
Sheemie kötü Tabut Avcısı'yla Susan'ın peşinden soluğu kesilinceye dek koştu, koştu. Akciğerleri alev alev yanıyordu. Yanına saplanan sancı krampa dönüşmüştü. Uçurumun otlarının üzerine yüzükoyun devrildi. Sağ eliyle sol kolunun altını kavramıştı. Can acısıyla yüzünü buruşturuyordu.

Sheemie yüzü güzel kokulu otlara gömülü bir süre öyle yattı. Kovboyla kızın kendisinden gitgide uzaklaştıklarını biliyordu. Ama sancı geçinceye kadar kalkıp koşmaya çalışmanın bir işe yaramayacağının da farkındaydı. Acele ederse sancı tekrar başlayacak ve onu engelleyecekti. Bu yüzden olduğu yerde yattı. Başını kaldırarak Susan'la kötü Tabut Avcısı'nın bıraktığı izlere baktı. Tam kalkıp koşmayı tekrar deneyeceği sırada Caprichoso onu ısırdı. Dişlemek denilemezdi buna. Katır gerçekten dişlerini çocuğun etine geçirdi. Capi zor bir yirmi dört saat geçirmişti. Şimdi mutsuzluğuna neden olan kimsenin otların üzerinde yatıp uyuması hiç hoşuna gitmemişti.

Sheemie, "AAAY!" diye haykırarak sendeleye sendeleye ayağa kalktı. "Kahretsin!" Daha filozofça biri, insanın kabaetinin ısırılması kadar sihirli bir şey yoktur, diye düşünebilirdi. Bu olay diğer bütün dertlerini, ne kadar acı ya da derin olurlarsa olsunlar, duman gibi dağıttı.

Çocuk hızla döndü. "Bunu neden yaptın, gidi hain, sinsi Capi? " Can acısından gözleri dolmuştu, kabaetini hızla ovuşturup duruyordu. "Canım çok yanıyor... Ah, çok kötü bu."

Caprichoso boynunu uzatarak dişlerini gösterdi. Ancak katır ve develerin başardığı biçimde iblisçe gülümsüyordu. Katırın anırtısı Sheemie'ye kahkaha gibi geldi.

Capi'nin ipi hayvanın küçük, sivri toynaklarının arasında sürünüyordu. Sheemie ona uzandı. Katır onu tekrar ısırmak için eğilince hayvanın dar kafasının yanına şiddetle vurdu. Capi burnundan soluyarak gözlerini kırpıştırdı.

Sheemie, "Sen bunu hak ettin, ihtiyar kötü Capi," dedi. "Bir hafta boyunca lanet olasıca kabaetlerimin üzerine doğru dürüst oturamayacağım!" Hayvanın ipini yumruğunun üzerine sararak katırın sırtına bindi.

Capi şaha kalkıp onu üzerinden atmaya kalkışmadı. Sheemie yaralı kabaeti katırın çıkık belkemiğine geldiği için yüzünü buruşturdu. Ama yine de şansının yardım ettiğini düşünerek Capi'yi mahmuzladı. Poposunun acımasına rağmen hiç olmazsa yürümek zorunda kalmayacaktı .Ya da yanı sızlayarak koşmayacaktı.

"Yürü bakalım, ahmak. Çabuk ol! Mümkün olduğu kadar hızlı koş, Köpoğlu köpek!"

Sheemie bir süre Capi'ye mümkün olduğu kadar sık böyle bağırdı. Çocuk da kendisinden öncekiler gibi ilk kez sövmenin gerçekten zor olduğunu öğrenmişti. Ondan sonra her şey kolaylaşıyordu. İnsanın ferahlaması için küfürden daha etkili bir şey olamazdı.

Susan'ın izleri uçurumdan çaprazlamasına kıyıya ve oradaki eski büyük kerpiç binaya doğru gidiyordu. Sheemie, Deniz Kıyısı'na varınca kemerin önünde katırdan indi, sonra durakladı ve bundan sonra ne yapması gerektiğini düşündü. Onların buraya geldikleri kesindi. Susan'ın atı Pylon ve kötü Tabut Avcısı'nın hayvanını yan yana gölge yere bağlamışlardı. Atlar zaman zaman başlarını eğiyor ve avlunun okyanus tarafındaki pembe taş yalaktan su içiyorlardı.

Şimdi ne yapacaktı? Kemerin altından girip çıkan atlılar handa çalışan çocuğa aldırmıyorlardı. (Bunların çoğu Lengyll'in grubuna giremeyecek kadar yaşlı sayılan ak saçlı vaq'lardı.) Ama Miguel bir sorun çıkarabilirdi. Yaşlı mozo Sheemie'den hiçbir zaman hoşlanmamıştı, çocuğun ufacık bir fırsat bulduğu takdirde hırsızlık edeceğinden eminmiş gibi davranırdı. Şimdi Coral'ın kovalarını boşaltan ve diğer işlere bakan uşağının avluda usul usul dolaştığını görürse herhalde onu hemen kovardı.

Sheemie öfkeyle, hayır, kovamayacak, diye düşündü. Bugün bunu yapamayacak! Bugün bana patronluk taslamasına izin veremem! Beni azarlasa bile buradan gitmeyeceğim!

Ama ya ihtiyar bağırır ve herkesi uyarırsa? O zaman ne yaparım, O kötü Tabut Avcısı gelip beni öldürebilir. Sheemie, öyle bir noktaya gelmişti ki, artık arkadaşları için ölmeye bile hazırdı. Ama bu ölüm bir işe yaramalıydı.

Çocuk bu yüzden soğuk güneşte durdu. Kararsızca ağırlığını ya, bir ayağına, kâh diğerine veriyordu. Keşke daha zeki olsaydım, o zaman bir plan yapabilirdim, diye hayıflanıyordu. O böyle beklerken bir saat geçti. Sonra da iki. Çok ağır ağır. Her geçen dakika Susan'a yardım fırsatının elinden kaçtığını seziyordu. Ama bu konuda ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Bir ara kulağına batıdan gökgürültüsüne benzeyen bir ses geldi. Ama bu sonbahar gününde hava güneşliydi. Yani gök gürleyecek gibi değildi.

Sheemie sonunda avluya girmeyi göze aldı. Şu ara boş olan avluyu aşarak konağa girebilirdi. Aynı anda korktuğu o adam ahırlardan çıktı.

Miguel Torres'in göğsü Hasat muskalarıyla doluydu; sarhoş mozo iki yana yalpalayarak avlunun ortasına geldi. Somprero'sunun bağları sıska boynuna dolanmıştı. Uzun beyaz saçları uçuşuyordu. Chiboso'sunun önü ıslaktı. Sanki çişini edeceği zaman pantolonunun önünü açmayı unutmuştu. Bir elinde küçük seramik bir testi vardı. Bakışları hem öfkeli, hem de şaşkındı.

Miguel, "Bunu kim yaptı?" diye bağırarak akşam semasına ve orada yüzen Şeytan Ayı'na baktı. Sheemie yaşlı adamı sevmemesine rağmen onun adına kaygılandı. Yaşlı Şeytan'a doğrudan doğruya bakmak uğursuzluk getirirdi. Gerçekten. "Bunu kim yaptı? Bunu bana söylemenizi istiyorum, senyor. Por favor!" Bir an durdu, sonra öyle müthiş bir çığlık attı ki, bu yüzden sendeledi. Neredeyse yere yuvarlanacaktı. Göz kırpan ayı yumruklayarak ona cevap verdirmek istiyormuş gibi ellerini kaldırdı. Sonra da yorgun yorgun indirdi. Testinin arzından akan mısır viskisi üzerini büsbütün ıslattı. Yaşlı adam, "Mancon," diye homurdanarak duvara doğru gitti. (Kötü Tabut Avcısı'nın atının arka ayaklarına takılacaktı az kalsın.) Sonra oturarak sırtını Kerpiç duvara dayadı. Testiden uzun uzun içki içti. Sombrero'sunu gözlerine kadar çekti. Testi elinde sallandı. Miguel sonunda kendisine çok geliyormuş gibi testiyi yere koydu. Sheemie ihtiyarın başparmağı testinin sapından çözülünceye ve eli zemindeki taşların üzerine düşünceye kadar bekledi. Yürüyecek oldu ama sonra bir süre daha beklemeye karar verdi. Miguel kötü niyetli bir ihtiyardı, sinsice bir oyun oynayabilirdi. Sheemie'ye öyle geliyordu. İnsanların çoğu sinsiydi. Özellikle hain olanlar.

Miguel'in boğuk homurtularını duyuncaya kadar bekledi. Sonra Copi'yi avluya soktu. Katırın toynaklarının her şakırdayışında ödü patlıyordu. Capi'yi oradaki direğe bağladı. (Katır oraya bağlı atları selamlamak için anırınca yüreği ağzına geldi.) Sonra çabucak ana kapıya gitti. O güne kadar bu kapıdan gireceği aklına bile gelmemişti. Elini büyük kapının mandala attı. Duvarın önünde uyuyan yaşlı adama tekrar bir göz attı. Sonra kapıyı açıp ayaklarının ucuna basa basa içeri girdi.

Bir an açılan kapıdan süzülen güneşin çizdiği dikdörtgende durdu. Omuzlarını iyice kamburlaştırmıştı, neredeyse kulaklarına değecekti. Her an bir elin ensesini kavramasını bekliyordu. (Omuzlarını ne kadar kamburlaştırırsan kamburlaştır aksi insanlar enseni mutlaka bulurlardı.) Bunu öfkeli bir ses izleyecek ve ona, "Burada ne işin var mı?" diye soracaktı.

1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət