Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə50/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   62

Bir ses, "Kalk da pırılda, Güneş Işını," dedi. Susan bir an kendini toparlayamadı. Yarı uyanan kafası bir gün öncesinde olduğuna inanmaya çalışıyordu. Maria onun hemen kalkıp Deniz Kıyısı'ndan gitmesini istiyordu. Belediye Başkanı Thorin ve Kâtibi Rimer'i katleden caniler geri dönüp onu da öldürmeden önce.

Ama bütün bunların bir yararı olmadı. Kız bu öğleye yakın saatlerde gözlerini güçlü güneş ışınlarına değil, saat beşe özgü grimsi ışığa açtı. Ve kimse onu omzundan yakalamış sarsmıyordu. Boynuna bir tabancanın namlusu dayanmıştı.

Susan başını kaldırınca ak saçların çevrelediği dar ve kırışık suratı gördü. Bir yaraya benzeyen ipince dudakları ve Roland'ınkiler gibi soluk mavi gözleri. Karşısındaki Eldred Jonas'tı. Onun arkasında daha mutlu günlerde babasına içki ikram eden Hash Renfrew duruyordu. Jonas'ın ka-tet'ini oluşturan üçüncü bir adam başını eğerek kulübeye girdi. Susan'ın dehşetten gövdesi dondu sanki. Hem kendisi için korkuyordu, hem de Sheemie için. Çocuğun başlarına nasıl bir felaket geldiğini anlayacağından bile emin değildi. Susan, onu öldürmeye çalışan üç adamdan ikisi burada, diye düşündü. Herhalde bu kadarını kavrar.

Jonas kızın uykusunun açılması için gözlerini kırpıştırmasını seyrederek dostça, "İşte buradasın, Güneş Işını," dedi. "İşte buradasın. İyi! Böyle bir yerde yalnız başına uyumamalısın. Senin kadar güzel kız bunu yapmamalı. Ama endişelenme. Senin ait olduğun yere götürülmeni sağlayacağım!"

Jonas kızıl saçlı, pelerinli adam kulübeden çıkarken ona bir göz attı. Kovboy yalnızdı. "Kız içeriye neler saklamış, Clay? İlginç bir şey var mı?"

Reynolds, "Hayır," der gibi başını salladı. "Herhalde hâlâ atın üzerinde."

Susan, Sheemie, diye düşündü. Nerdesin, Sheemie?

Jonas elini uzatarak bir an kızın göğsüne dokundu. "Çok hoş. Taze ve tatlı. Boşuna Dearborn senden hoşlanmıyor."

"Mavi damgalı pis elini üzerimden çek, aşağılık köpek!"

Sırıtan Jonas kızın istediğini yaptı. Başını döndürerek katıra baktı. "Bu hayvanı biliyorum. Bu katır sevgili arkadaşım Coral'ın. Bütün yap. tıkların dışında bir de hayvan hırsızlığına mı başladın? Ayıp, ayıp! Bu genç kuşağın hali ne olacak? Sen de benimle aynı fikirde değil misin, sai Renfrew?"

Ama Susan'ın babasının eski dostu bir şey söylemedi. Konuşmayı ifadesiz bir suratla dinlemeye dikkat ediyordu. Susan, belki de burada olduğu için birazcık utanıyor, diye düşündü.

Jonas tekrar kıza döndü. Dudaklarını şefkatle gülümsüyormuş gibi bükmüştü. "Eh, cinayetten sonra katır çalmak herhalde sana çok kolay geldi. Öyle değil mi?"

Susan cevap vermedi. Sadece Jonas'ın Capi'nin burnunu okşamasını seyretti.

"O çocuklar neler taşıyorlardı? Katıra yüklenmesi gereken neler?"

Susan uyuşmuş olan dudaklarının arasından, "Kefenler," dedi "Sen ve bütün dostların için. Bu yük pek de ağırdı. Nerdeyse zavallı hayvanın beli kırılacaktı."

Jonas hâlâ gülümsüyordu. "Geldiğim topraklarda bir deyiş vardır 'Zeki kızlar cehenneme giderler,' derler. Hiç bunu duydun mu?" Capi'nin burnunu okşamayı sürdürdü. Bu katırın hoşuna gitti, Boynunu iyice uzatmış, ahmak bakışlı gözlerini yarı kapatmıştı. "Sen hiç şunu düşündün mü? Yük hayvanının sırtındakileri indirip eşyaları üçe bölen ve onları alıp götüren insanlar genellikle bir daha geri dönmezler."

Susan sesini çıkarmadı.

"Seni ortada bırakıverdiler, Güneş Işını. "Çabuk sevişirsen, çabuk unutulursun,' derler. O çocukların nereye gittiklerini biliyor musun?" KIZ, "Evet," dedi. Alçak sesi hemen hemen fısıltı gibiydi. Jonas buna sevindi. "Bunu bize açıklarsan her şey senin için daha kolaylaşır. Öyle değil mi, Renfrew?"

Renfrew başını salladı. "Evet. O çocuklar birer vatan haini, Susan, İyi Adam' adına çalışıyorlar. Nereye gittiklerini ya da ne yapmayı planladıklarını biliyorsan, bunu bize söylemelisin."

Gözlerini Jonas'tan ayırmayan kız, "Yaklaş," dedi. Uyuşmuş dudakları kımıldamayı pek istemiyordu. O yüzden bu sözcük, "Yunus," gibi çıktı. Ama Jonas onun ne demek istediğini anlayarak öne doğru eğildi. Başını uzatırken gülünç bir biçimde Caprichoso'ya benzedi. Susan da onun suratına tükürdü.

Jonas irkildi. Dudakları hayret ve tiksintiyle büküldü. "Ahh! Sürtük!" diye bağırarak elini kaldırdığı gibi kızın suratına müthiş bir tokat attı. Susan yere boylu boyunca yuvarlandı. Yan düşmüştü, gözlerinin önünde yıldızlar çakıyordu. Sağ yanağının şimdiden balon gibi şişmeye başladığının farkındaydı. Kendi kendine, üç beş santim daha aşağıya vursaydı, boynumu kırabilirdi, dedi. Belki de böylesi daha iyi olurdu. Elini burnuna götürdü. Sağ burun deliğinden akan kanı sildi.

Jonas öne doğru bir adım atan, sonra da duraklayan Renfrew'ya döndü. "Onu bir ata bindir ve ellerini önden bağla. Sıkıca." Başını eğerek Susan'a baktı ve ona müthiş bir tekme indirdi. Kız kulübeye doğru yuvarlandı. "Demek benim yüzüme tükürüyorsun? Eldred Jonas'a tükürüyorsun, öyle mi, dişi köpek!"

Reynolds ona eşarbını uzattı. Ak saçlı adam alıp yüzündeki tükürüğü sildi. Sonra da kızın yanına çömeldi. Susan'ın saçlarının bir tutamını yakalayarak eşarbı onlara sildi. Kızı çekerek ayağa kaldırdı. Susan'ın gözleri can acısından yaşarmıştı. Ama sesini çıkarmadı.

"Belki dostunu bir daha göremeyeceğim, taze, küçük göğüslü Sue. Ama sen elimdesin. Öyle değil mi? Evet, Dearborn başımıza bir ten: açarsa acısını senden çıkarırım. Hem de iki katı. Dearborn'un bunu öğrenmesini de sağlarım. Bundan emin olabilirsin."

Jonas'ın yüzündeki tebessüm silindi. Birdenbire öfkeyle kızı itti. Susan az kalsın yine yere yuvarlanıyordu.

"Haydi, şimdi ata bin! Ben yüzünü bıçağımla biraz değiştirme kalkmadan bunu yap!"

Sheemie otların arasından bakıyordu. Dehşete kapılmış, ağlıyordu. Susan o kötü Tabut Avcısı'nın yüzüne tükürmüş, adam da onu yere devirmişti. Öyle sert bir tokat atmıştı ki, kızı kolaylıkla öldürebilirdi Sheemie az kalsın yerinden fırlayacaktı. Ama sonra bir şey, belki de arkadaşı Arthur'un kafasında çınlayan sesi ona, bir şey yapamazsın demişti. Sadece ölürsün.

Sheemie, Susan'ın ata binmesini seyretti. Diğer adamlardan biri bir Tabut Avcısı değil, çocuğun zaman zaman meyhanede gördüğü iriyarı bir çiftçi kıza yardım edecek oldu. Ama Susan onu botunun tabanıyla itti. Kıpkırmızı kesilen adam geriledi.

Sheemie, onları kızdırma, Susan, diye düşündü. Tanrılar! Bunu yapma. Yoksa sana tekrar vururlar! Ah, o zavallı yüzün! Burnunda kanıyor. Gerçekten!

Jonas, "Bu son şansın," dedi. "O çocuklar neredeler? Ne yapmayı düşünüyorlar?"

Kız, "Canın cehenneme," diye homurdandı.

Jonas acımasızca gülümsedi. "Herhalde cehenneme gittiğim zaman seninle orada karşılaşacağım." Sonra diğer Tabut Avcısı'na döndü. "Kulübeyi iyice aradın mı?"

Kızıl saçlı kovboy, "Yanlarında neler vardı bilmem," dedi. "Ama her şeyi alıp götürmüşler."

Jonas yine zalimce gülerek kendi atına atladı. "Haydi, gidelim."

Grup tekrar Kötü Çayırlar'a daldı. Otlar etraflarında kapandı. Sanki oraya hiç gelmemişlerdi... Sadece Susan gitmişti. Capi de öyle. Susan'ın yanından giden iriyarı çiftçi katırı yedeğine almıştı.

Sheemie grubun dönmeyeceğinden emin olunca açıklığa döndü. Pantolonunun üst düğmesini ilikliyordu. Önce Roland'la arkadaşlarının gittikleri yöne baktı. Sonra da Susan'ı götürdükleri tarafa. Hangisi?

Sheemie bir an düşündü, sonra hiçbir seçeneği olmadığını anladı. Roland, Alain ve iyi kalpli Arthur Heath'in (Sheemie hâlâ onu o adla düşünüyordu) gittikleri yol silinmişti bile. Buna karşılık Susan'la onu yakalayan adamların açtıkları yol hâlâ belirgindi. Susan'ı izlersem, belki onun için bir şeyler yapabilirim, diye düşündü. Belki ona yardım ederim.

Sheemie önce yürümeye başladı. Ama sonra adamların geri dönecekleri ve kendisini yakalayacakları korkusu geçti. Susan'ın götürüldüğü tarafa doğru koşmaya başladı. Hemen hemen bütün gün kızı izleyecekti.

Hemen her durumda soğukkanlılığını ve umudunu kaybetmeyen Cuthbert ufuk ağarır ve şafak yaklaşırken gitgide sabırsızlanmaya başladı. Sonunda Hasat geldi, diye düşünüyordu. Biz burada bilenmiş bıçaklarımızla oturuyoruz ve kesebileceğimiz hiçbir şey yok.

Cuthbert, Alain'e iki kez ne duyduğunu sordu. Alain ilk sefer sadece bir şeyler mırıldandı. İkinci defa ise, "Kulağımın dibinde havlayıp dururken ne duyacağımı sanıyorsun?" dedi.

Cuthbert on beş dakika arayla sorulan soruları havlamak saymıyordu, ileriye doğru giderek sıkıntılı sıkıntılı atının önüne oturdu. Bir süre sonra Roland da yaklaşarak onun yanına geçti.

Cuthbert, "Beklemek," dedi. "Mejis'te zamanımızın çoğunu böyle bekleyerek geçirdik. Ve benim dünyada en yapamadığım şey de budur."

Roland, "Daha fazla beklemek zorunda kalmayacaksın," diye cevap verdi.

Jonas'la yanındakiler, Fran Lengyll'in güneş ufuktan yükseldikten bir saat kadar sonra geçici olarak mola verdiği yere ulaştılar. Quint, Rhea ve Renfrew'un vaq'ları da onlara katılmış kahve içiyorlardı. Jonas buna memnun oldu.

Lengyll öne doğru çıktı. Sonra Susan'ın atın sırtında elleri bağlı bulunduğunu görünce bir adım geriledi. Sanki saklanacak bir yer arıyordu. Ama burada öyle bir yer bulamazdı. Onun için de durakladı; hiç de mutlu gibi bir hali yoktu.

Susan atını dizleriyle sıkıştırarak onun ilerlemesini sağladı. Reynolds onu omzundan yakalamaya çalıştı ama kız yana doğru eğilerek onun elinden kurtuldu.

"Ah, Francis Lengyll! Bu ne sürpriz? Burada karşılaşmamız şaşılacak bir şey!"

Lengyll, "Susan," dedi. "Seni bu durumda gördüğüm için üzgünüm." Bir kırmızılık boynundan dalga dalga alnına doğru yükseliyordu Kabaran denizin mendireğe yaklaşması gibi. "Kötü dostlar edindin, kızım... Ve kötü dostlar sonunda insanı hesabı ödemesi için yalnız bırakıverirler."

Susan güldü. Gerçek bir kahkahaydı onunki. "Kötü dostlar mı? Ah, evet, sen bu konuyu çok iyi biliyorsun, değil mi, Fran?"

Lengyll döndü. Utandığı için kaskatı kesilmiş, hantallaşmıştı. Susan botlu ayağını kaldırdı. Diğerleri daha bir şey yapamadan adamın iki küreğinin arasına tekmeyi indirdi. Lengyll karınüstü düştü. Suratından şaşırdığı ve şok geçirdiği anlaşılıyordu.

Renfrew, "Bunu yapamazsın, küstah fahişe!" diye bağırarak kızın başının sol yanına şiddetle vurdu. Susan daha sonra kendine geldiği ve doğru dürüst düşünebildiği zaman, hiç olmazsa suratımın iki yanı eşitlendi, diyecekti.

Eyerin üzerinde sallandı ama düşmedi. Renfrew'ya hiç bakmadı. Gözlerini dizleri ve avuçlarının üzerinde doğrulmayı başarmış olan Lengyll'e dikmişti. "Sen babamı öldürdün!" diye haykırdı. "Seni aşağılık, korkak, sinsi yaratık! Bir de kendine erkek diyorsun öyle mi?" Kendisine bakmakta olan çiftçilere ve vag'lara döndü. "İşte o! Fran Lengyll! Atçılar Demeği'nin başkanı! Dünyanın en aşağılık sinsi köpeği! O, bir sırtlan leşinden bile daha adi. O..."

Jonas, "Bu kadar yeter," dedi. Lengyll'in adeta büzülerek adamlarının yanına gitmesini ilgiyle seyrediyordu. Evet. Susan da acı bir sevinçle adamın ikibüklüm seğirttiğini gördü. Lengyll omuzlarını iyice kamburlaştırmıştı. Rhea gıdaklar gibi gülüyor, iki yana sallanıyordu. Sesi taş tahtaya sürülen bir tırnağın çıkardığı cızırtıya benziyordu. Bu ses Susan'ın içini tırmaladı, ama Rhea'nın grupla beraber olmasına hiç şaşmadı.

Kız sonra bir Jonas'a baktı, bir Lengyll'e. Hiç tükenmeyecekmiş gibi görünen bir horgörüyle, "Hiçbir zaman yetmez!" diye cevap verdi. "Bu ona hiçbir zaman yetmez."

"Şeey... Belki... Ama sana verilen zamanı iyi değerlendirdin, sai. pek az kimse bundan daha iyisini yapabilirdi. Şu cadının kahkahalarını dinle! Adamın yaralarına tuz basmak gibi bir şey... Ama onun da sesini biraz sonra keseceğiz." Jonas döndü. "Clay!"

Reynolds atıyla ona yaklaştı.

"Güneş Işını'nı Deniz Kıyısı'na sağsalim götürebilir misin?"

"Öyle sanırım." Reynolds batı yerine doğuya gönderileceği için ne kadar rahatladığını belli etmemeye çalışıyordu. İçinde Darağacı Kayası, Latigo ve tankerler konusunda kötü duygular uyanmaya başlıyordu... Aslında bütün olanlar bakımından. Bunun nedenini tanrılar bilirdi. »Şimdi mi?"

Jonas, "Bir dakika sonra," dedi. "Belki burada birilerinin öldürülmesi gerekecek. Kim bilir? Ama asıl cevaplanamayan sorular bir insanın sabah kalkmasına değiyor, öyle değil mi? Bacağı, çürük bir diş gibi zonklasa bile. Öyle değil mi?"

"Bilmem ki, Eldred..."

"Sai Renfrew, bir dakika Güneş Işını'mıza göz kulak ol. Geri almam gereken bir şey var."

Sesi her taraftan duyuluyordu. Jonas'ın da istediği buydu. Rhea'nın gıdaklamaları birdenbire kesildi. Sanki biri gırtlağını ucu kıvrık bıçakla kesmiş gibi. Jonas gülümseyerek atını üzerinde sarı sembollerin bulunduğu siyah arabaya doğru sürdü. Reynolds onun soluna geçmişti. Ak saçlı adam Depape'in de sağında yer aldığını görmekten çok hissetti. Aslında Roy iyi bir çocuk, diye düşündü. Biraz kafasız ama iyi niyetli. Ona her şeyi açıklamak zorunda kalmıyorsun.

Jonas'ın atının attığı her adımla Rhea arabasında biraz daha büzüldü. Gözleri derin çukurlarında sağa sola kayıyor, kadın kaçacak yol arıyordu. Ama burada öyle bir yer yoktu.

Sonunda cadı elini kaldırarak, "Bana yaklaşma, ölüm habercisi!" diye bağırdı. Diğer eliyle keseyi daha da sıkıca kavramıştı. "Yaklaşma! Yoksa yıldırımları çağırır, seni atının sırtında çarptırırım! Şu aşağılık arkadaşlarını da öyle!"

Jonas bu sözleri duyan Roy'un bir an durakladığını hissetti. Ama Clay öyle bir şey yapmadı. Kendisi de. Cadının pek çok şey yapabileceğini tahmin ediyordu... ya da vaktiyle böyle şeyleri başarabildiğini. Ama bütün bunlar o aç cam küre hayatına girmeden önce olmuştu.

Jonas, "Küreyi bana teslim et," dedi. Arabanın yanından keseyi almak için elini uzattı. "O senin değil. Hiçbir zaman da olmadı. Herhalde İyi Adam ilerde bir gün onu dikkatle sakladığı için sana teşekkür edecek. Ama şimdi küreyi vermelisin."

Rhea haykırdı. Sesi öyle yüksek ve tizdi ki, vaquero'lardan bazıları ellerindeki teneke kahve maşrapalarını yere atarak kulaklarını tıkadılar Aynı anda cadı elini kesenin ağzını büzen kordona geçirerek küreyi havaya kaldırdı. Şimdi yuvarlak cam kesenin dibinde bir sarkaç gibi sağa sola sallanıyordu.

Rhea, "Onu sana vermeyeceğim!" diye uludu. "Küreyi senin gibilere vermektense yere atıp parçalarım daha iyi!"

Jonas kadının küreyi güçsüz kollarıyla Kötü Çayırlar'ın ezilmiş esnek otlarına atarsa kırılacağını sanmıyordu. Ama bunu öğrenme fırsatı bulamayacağını da biliyordu.

Ak saçlı adam, "Clay," diye emretti. "Silahını çek."

Arkadaşının dediğini yapıp yapmadığını anlamak için ona bakmasına gerek yoktu. Cadının telaşla Clay'in atın sırtında beklediği sol tarafa doğru baktığını gördü.

Jonas, "Sayı sayacağım," dedi. "Kısaca. Üçe geldiğim zaman bu kadın hâlâ keseyi bana teslim etmemişse onun şu çirkin kafasını uçur."

"Peki."

Jonas kürenin cadının yukarı kaldırdığı kesenin dibinde sağa sola sallanmasını seyrediyordu. Cam ışıldamaya başlamıştı, kumaşın altından bile donuk bir pembelik gözüküyordu. "İki. Cehennemin zevkini çıkar, Rhea. Güle güle. Ü..."



Büyücü, "Al," diye haykırarak keseyi adama doğru uzattı. Diğer sıska elini bükmüş, yüzünü korumaya çalışıyordu. "Al, işte! O seni de lanetlesin! Beni lanetlediği gibi!"

"Teşekkür ederim, sai."

Ak saçlı kovboy keseyi büzülen ağzının hemen altından kavrayarak çekti. Kordon elinin eklemlerinin derisini kaldırır ve tırnaklarından hiçini koparırken Rhea da can acısıyla bağırdı. Jonas onu pek duymadı bile. Kafasında sevinç sanki patlıyor ve beyaz ışıklar saçıyordu. Silahşorluk yaptığı uzun yıllar boyunca ilk defa işini, çevresini ve onun bir gün ölmesine neden olabilecek onca şeyi unuttu. Küreyi almıştı! Almıştı! Bütün tanrıların mezarları adına o lanet olasıca şeyi ele geçirmişti.

Jonas, o benim, diye düşündü. Hepsi o kadar. Keseyi açarak basını içine sokmamak için kendini zor tuttu. Yulaf dolu bir yem torbasına başını sokan bir at gibi. Onun yerine kesenin kordonunu iki defa eyerinin kaşına doladı. Ciğerlerinin izin verdiği kadar derin bir soluk aldı. Sonra da verdi. Kendini daha iyi hissediyordu şimdi. Biraz.

"Roy."

"Evet, Jonas?"



Ak saçlı silahşor, buradan gitmek iyi olur, diye düşündü. Bunu ilk defa da yapmıyordu. Şu taşralılardan uzaklaşmalıydı. Bu adamların konuşma tarzlarından, lehçelerinden bıkmıştı. İliklerine kadar.

"Roy, bu cadı için ona kadar sayacağız. Eğer bu sürede karşımdan defolup gitmezse sana izin veriyorum. Poposunu uçur. Şimdi bakalım sayı saymasını biliyor musun? Seni dikkatle dinleyeceğim. Onun için sayı atlamamaya çalış."

Depape hevesle, "Bir," dedi. "İki. Üç. Dört.""

Rhea tükürür gibi küfürler ederek dizginleri kapıp midillinin sırtına vurdu. Midillinin kulakları geriye gitti. Hayvan arabayı öyle hızlı çekti ki, Rhea arabadan arkaüstü yere devrildi. Ayakları havaya kalkmıştı. Bileğini örten kapalı siyah ayakkabıları ve birbirine uymayan yün çoraplarının yukarsında baldırları bembeyaz ve sıpsıskaydı. Vaquero'lar gülleye başladılar. Jonas da öyle. Kadının öyle ayakları havada arkaüstü yatması gerçekten komikti.

Depape, "B-B-Beş..." diyebildi. Öylesine gülüyordu ki, hıçkırık tutmuştu. "A-A-Altı!"

Cadı tekrar arabaya tırmandı ve ölmekte olan bir balığın zarafetiyle kendini içeri attı. İfadesiz gözlerle diğerlerine horgörüyle baktı.

Çığlık çığlığa, "Hepinizi de lanetliyorum!" diye haykırdı. Sesi diğerlerinin kahkahalarını yardı. Araba otları ezilmiş açıklığın kenarına doğru giderken artık adamların hiçbiri gülmüyordu. "Hepinizi de! Teker teker! Evet, seni... seni... Seni de!" Hafifçe kıvırdığı parmağıyla en son Jonas'ı işaret etti. "Hırsız! Aşağılık hırsız!"

Jonas hayretle, sanki küre senindi, diye düşündü. Ama küreyi alır almaz aklına gelen ilk kelime, benim olmuştu. Sanki böyle olağanüstü bir şey taşralı bir büyücünün olabilirmiş gibi. Senin gibi küçük bir fatanın.

Araba sarsılarak Kötü Çayırlar'a girdi. Kulakları hâlâ geride olan midilli arabayı olanca gücüyle çekiyordu. Rhea'nın çığlıkları kamçıdan daha etkiliydi. Siyah araba yeşilliklerin arasına daldı. Diğerleri arabanın bir yanılsama oyunu gibi bir görünüp bir kaybolduğunu farkettiler Sonra hepten gözden kayboldu. Ama yine de uzun bir süre cadının çığlık çığlığa sıraladığı lanetleri duydular. Kadın Şeytan Ayı'nın altında ölümün onları bulması için haykırıyordu.

Jonas, Clay Reynolds'a, "Haydi, git," dedi. "Bizim Güneş Işını'nı geri götür. Ve eğer yolda durup kızdan yararlanmak istiyorsan buna da iznin var." Bu sözlerin Susan'ı nasıl etkilediğini anlamak için kıza bir göz attı. Ama düşkırıklığına uğradı. Susan sersemlemiş gibiydi. Sanki Renfrew'nun yumruğu beynini karmakarışık etmişti. Hiç olmazsa şimdilik. "Eğlenceden sonra onu sai Coral'a teslim et. Bu yeter."

"Olur. Sai Thorin'e söylememi istediğin bir şey var mı?"

"Ona söyle benden haber alıncaya kadar bu kızı güvenli bir yere kapatsın. Ve... ve neden onunla birlikte kalmıyorsun, Clay. Yani Coral'la? Sonuçta yarın artık bu kız için endişelenmemize gerek kalmayacak sanırım. Ama Coral kentten ayrıldığı zaman onu Ritzy'ye götür. Kendisine eşlik et."

Reynolds başını salladı. Her şey gitgide daha güzelleşiyordu. Kızı Deniz Kıyısı'na götürecekti. Oraya varınca şu kızın tadına bir bakacaktı. Ama bunu gündüz yusyuvarlak bir hayalete benzeyen Şeytan Ayı'nın altında yapmak niyetinde değildi.

"Haydi, öyleyse. Artık yola çık."

Reynolds, Susan'ı açıklıktan geçirdi. Rhea'nın gittiği yeri belirten ezilmiş otların bulunduğu tarafa dönmekten kaçındı. Kız sessizce atın sırtında gidiyordu. Gözlerini bağlı bileklerine dikmişti.

Jonas adamlarının karşısına dikildi. "İç-Dünya'dan gelen o üç genç hapishaneden kaçtılar. Hem de şu azametli genç sürtüğün yardımıyla." Uzaklaşan Susan'ı işaret etti.

Adamlar alçak sesle homurdandılar. Will Dearborn'la arkadaşlarının kaçtıklarını biliyorlardı. Ama sai Delgado'nun kaçmalarına yardım ettiğinden haberleri yoktu. Belki de Reynolds'un kızı Kötü Çayır'lara sokması ve ikisinin birden gözden kaybolması Susan için iyi olmuştu.

Jonas, "Boşverin şimdi bunu!" diye bağırarak grubun dikkatini tekrar kendine çekti. Elini usulca uzatarak kesenin dibindeki yuvarlak şeyi okşadı. Küreye dokunmak bile her şeyi başarabileceğini düşünmesine neden oldu. Hem de gözü kapalı.

"Kızı boşverin! O ikisini düşünmeyin şimdi." Sırayla Lengyll, Wertner, Croydon, Brian Hookey ve Roy Depape'e baktı. "Yaklaşık kırk kişiyiz. Gidip yüz elli kişiye katılacağız. Karşımızda ise üç çocuk var. Hiçbiri de on altı yaşından bir gün bile daha büyük değil. Üç küçük çocuktan mı korkuyorsunuz?"

Adamlar, "Hayır!" diye bağırdılar.

"Onları kıstırırsak ne yapacaksınız, çocuklar?"

"ÖLDÜRECEĞİZ!" Gruptakiler öyle avaz avaz bağırdılar ki, ekin kargaları sabah güneşinde uçuştular ve daha huzurlu bir yer aramaya başlarken hoşnutsuzluklarını öterek belirttiler.

Jonas bu tepkiden memnun kaldı. Eli hâlâ kürenin o tatlı kavisindeydi. Camın içine güç doldurduğunu hissediyordu. Pembe bir güç, diye düşünerek sırıttı.

"Haydi, gelin çocuklar. Kenttekiler Hasat Gecesi Ateşi'ni yakmadan önce o tankerlerin Eyebolt'un batısındaki ormana erişmelerini istiyorum."

Otların arasına büzülmüş açıklığı gözetleyen Sheemie neredeyse Cadı'nın siyah arabasının altında kalacaktı. Çığlıklar atarak saçma sabır şeyler söyleyen cadı o kadar yakınından geçti ki, Sheemie onun iğrenç cildinin ve pis saçlarının kokusunu bile aldı. Rhea başını eğip aşağıya baksaydı onu mutlaka görecekti. Belki de o zaman Sheemie'yi bir kuşa, bir Hantal Billy'ye, hatta belki de bir sivrisineğe dönüştürecekti.

Çocuk Jonas'ın Susan'ı pelerinli adama teslim ettiğini görmüştü. Usul usul açıklığın kenarından ilerlemeye başladı. Jonas'ın adamlara nutuk çektiğini duydu. (Sheemie adamların çoğunu tanıyordu. Mejis'li kovboyların pek çoğunun o kötü Tabut Avcısı'nın emirlerine uymaları yüzünden utanç duydu.) Ama Jonas'ın sözlerine aldırmadı. Adamlar ata binerlerken Sheemie olduğu yerde donup kaldı. Bir an atlıların ona doğru geleceklerinden korktu. Ama grup diğer tarafa doğru gitti. Batıya doğru. Açıklık sanki büyü yapılmış gibi boşaldı... Ama burası yine de tamamiyle boşalmış sayılmazdı. Adamlar Caprichoso'yu orada bırakmışlardı. Katırın boynundaki ip eğilmiş otların üzerinde sürünüyordu. Capi uzaklaşan atlıların arkalarından bir defa baktı. Ve bir tek defa artırdı. Sanki onlara, "Cehenneme kadar yolunuz var," diyordu. Sonra döndü ve açıklığa bakan Sheemie'yi gördü. Çocuğa kulaklarını salladı ve otlamaya kalkıştı. Dudaklarını Kötü Çayırlar'a bir kez sürdü, sonra başını kaldırarak Sheemie'ye anırdı. Sanki bütün suçun handa çalışan çocuğun olduğunu açıklıyordu.

Sheemie düşünceli düşünceli Caprichoso'ya baktı. Katıra binmenin yürümekten ne kadar kolay olacağını düşünüyordu. Tanrılar, evet... Ama hayvanın ikinci defa anırması bundan vazgeçmesine neden oldu. Katır en olmayacak zamanda öfkeyle anırır ve Susan'ın elinde olduğu adamı uyarırdı.

Sheemie, "Sen evin yolunu bulursun sanırım," dedi. "Hoşçakal, dostum. Hoşçakal, iyi kalpli Capi. Yolun daha aşağısında görüşürüz."

Susan'la Reynolds'un açtıkları yolu buldu ve yine onların peşinden koşmaya başladı.

Alain, Roland olacakları sezmeden bir dakika önce, "Tekrar geliyorlar," dedi. Genç silahşorun kafasında pembe bir şimşeğe benzeyen bir ışık çakmadan hemen önce. "Hepsi de!"

Roland, Cuthbert'in önünde çömeldi. Bert ona baktı. Yüzünde o her zamanki aptalca neşeye benzer hiçbir şey yoktu.

Roland, "Çok şey sana dayanıyor," diyerek parmağını sapana vurdu. "Ve buna."

"Biliyorum."

"Kesende kaç top var."

"Hemen hemen dört düzine çelik top." Bert pamukludan yapılmış bir keseyi kaldırdı. Daha rahat günlerde babası buna tütününü doldururdu. "Eyerimdeki havai fişeklerini de unutma."

"Büyük havai fişeklerinden kaç tane var?"

"Yeteri kadar var." Cuthbert gülümsemiyordu bile. Neşeli tanrılar kaybolduğu için gözleri bir katilinkine dönüşmüştü. Bir katilin çukura kaçmış gözlerine. "Yeteri kadar."

Roland elini arkasındaki serape'nin önüne sürdü. Avucunun kaba dokumayla yeniden tanışmasını sağladı. Sonra bir Cuthbert'in serape'sine, bir Alain'inkine baktı. İçinden, evet, dedi. Planımız başarılı olabilir. Evet. Cesaretimiz kaybetmez ve kırk ya da elli kişiye karşı üç çocuk olduğumuzu düşünmezsek, başarılı olabiliriz.

1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət