Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə12/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   62

Kedi gözetleme yerinden dönmüş, kadının şişmiş ayak bileklerinin arasında dolaşıp ona sürtünüyordu. Hırıltısından daha da boğuk bir sesle miyavlıyordu... İhtiyar ona tekme atınca Musty çevik bir hareketle kaçtı... Sonra tekrar yaklaşarak ayın ışıldattığı gözleriyle ona baktı. Ö yumuşak boğuk sesiyle bağırdı.

Rhea hayvanı yine tekmeledi. Bu dâ ilki kadar etkisiz oldu. Büyücü tekrar cam küreye baktı. At ve o ilginç binicisi gözden kaybolmuştu. Pembemsi ışık da öyle. Şimdi ihtiyarın elindeki ölü bir cam küreydi ve sadece aydan ödünç aldığı ışığı yansıtıyordu.

Rüzgâr sertleşerek kadının giysisini harap olmuş vücuduna yapıştırdı. Musty hanımının tekmelerine aldırmayarak öne atıldı ve onun bileklerine sarıldı. Durmadan da ona doğru miyavlıyordu.

"İşte, yaptığını gördün mü, hastalık yuvası, pire torbası? İçindeki ışık söndü! Tam da ben..."

Sonra kulübesine çıkan araba yolundan gelen sesi duydu. Rhea Musty'nin neden öyle davrandığını anladı. Duyduğu bir şarkıydı. O kızın sesi. Erken gelmişti kız.

Büyücü korkunç bir biçimde yüzünü buruşturarak eğildi ve cam küreyi tekrar kutusuna koydu. Gafil avlanmaktan hiç hoşlanmazdı. Ve aşağıdaki o küçük hanım da bunun cezasını çekecekti. Kutunun içine kapitone kumaş geçirilmişti. Küre tam yerine oturdu. Lord hazretlerinin kabına oturtulan bir yumurta gibi. Tepenin aşağısından hâlâ o şarkı söyleyen kızın sesi geliyordu. Daha da yaklaşmıştı. (Lanet olasıca rüzgâr ters yönden esiyordu. Yoksa kızın sesini daha önce duyacaktı.).

"Aşk, ah, kayıtsız aşk. Kayıtsız aşkın ne yaptığını göremiyor musun?"

Cadı, "Sana kayıtsız aşkın ne olduğunu öğretirim, bakire dişi köpek," diye söylendi. Kollarının altından yükselen ekşi ter kokusunu duyabiliyordu. Ama bacaklarının arasındaki o canlılık kaybolmuştu. "Sana ihtiyar Rhea'ya erkenden gelmenin neye malolacağını göstereceğim! Tabii ya!"

Parmaklarını önündeki kutunun kilidine sürdü ama kilit kapanmadı. Yaşlı kadın kilidi fazla telaşla açtığını ve "dokunuş"tan yararlandığı zaman içindeki bir şeyi kırdığını düşündü. O göz ve cümle sanki onunla alay ediyordu. "BENİ AÇANI GÖRÜYORUM." Kilidi bir anda onarabilirdi. Ama şu anda bu kadarcık bile zamanı yoktu.

Cadı sızlanır gibi, "Baş belası yaratık," diye homurdandı. Başını bir an yaklaşan sese "doğru kaldırdı. (Tanrılar! Kız gelmişti bile. Üstelik de söylenenden kırk beş dakika önce!) Rhea kutunun kapağını kalbi sızlayarak kapattı. Çünkü cam küre yeniden canlanmaya başlıyor, içine yine o gül rengi ışık doluyordu. Ama artık bakmak ya da hayal kurmak için zamanı yoktu. Bunu belki daha sonra yapabilirdi. Thorin'in o uygunsuz yaşlılık ihtirasının odak noktası gittikten sonra.

Büyücü kendi kendini uyardı. Kıza çok kötü bir şey yapmamak için kendini tutmalısın. Unutma, o Thorin yüzünden burada. Hamile kalan ve evlenme feryatlarına sevgilisinin aldırmadığı o deneyimsiz kızlardan değil. Bütün bunlar Thorin'in başının altından çıktı. O kargaya benzeyen yaşlı karısı uyuduktan sonra kendi kendini tatmin ediyor herhalde! Evet, suç Thorin'de! Ama eski yasa onu destekliyor ve adamın gücü de var. Bundan başka kutudaki şey onunla ilgili. Jonas küreye baktığımı... onu kullandığımı öğrenirse...

Evet, ama böyle korkulacak bir ihtimal yoktu. Bir şey sendeyse yüzde doksan onun sahibi de sayılırdın. Öyle değil mi?

Yaşlı Kadın kutuyu koltuğunun altına sıkıştırdı. Diğer eliyle eteklerini toplayarak keçi yolundan kulübesine doğru koştu. Gerektiği zaman hâlâ koşabiliyordu. Evet. Ama pek az kimse buna inanırdı.

Musty de peşindeydi. Çatal uçlu kuyruğunu kaldırmış koşuyor, o fazla iki bacağı ayışığında kalkıp iniyordu.


2. Dürüstlüğün Kanıtlanması
Rhea kulübesine dalarak sönükleşen ateşin önünden geçti. Küçücük yatak odasının kapısında durdu. Telaşla parmaklarını saçlarının arasına soktu. O dişi köpek onu kulübenin dışında görmemişti. Yoksa azgın kedilerinkine benzeyen sesi kesilirdi. Ya da hiç olmazsa hafiflerdi. Bu da iyi bir şeydi. Ama o lanet olasıca gizli yeri kendiliğinden kapanmıştı. Bu da kötüydü. Rhea'nın çukuru açmak için zamanı yoktu. Kadın yatağa koştu. Yere diz çökerek kutuyu karyolanın altındaki koyu gölgelerin arasına itti.

Evet, bu işe yarayacaktı. Susy Greengown gidinceye kadar pekâlâ da işe yarayacaktı. Rhea ağzının sağ yanıyla gülümsedi. (Sol yanı genellikle donmuş gibiydi.) Ayağa kalkarak üzerini süpürdü ve o geceki ikinci konuğunu karşılamak için ilerledi.

Geride kutunun kilitlenmemiş olan kapağı açıldı. Aralık iki santim kadar bile değildi. Ama bu çakıp sönen gül rengi ışığın incecik bir ışınının dışarı sızması için yeterliydi.

Susan Delgado büyücünün kulübesinden kırk metre kadar ötede durdu. Kolları ve ensesindeki terler buz gibi kesildi. Görmek için geldiği o yaşlı kadının tepeden inen yolun sonunu koşarak aştığını mı görmüştü? Öyle sanıyordu.

Şarkını yarıda kesme, dedi kendi kendine. Yaşlı bir kadın böyle telaşla koştu mu kendisini görmelerini istemiyor demektir. Şarkını kesersen onu farkettiğini anlar.

Susan bir an yine de şarkı söylemekten vazgeçmeyi düşündü. Hafızası şaşkın bir yaratık gibi birdenbire duraklayacak ve tâ çocukluğundan beri söylediği eski şarkının diğer dizelerini ona fısıldamayacaktı. Ama sonra sözleri hatırladı ve şarkısına devam etti. Yürümeye de.

"Bir zamanlar hiç derdim yoktu.

Evet, bir zamanlar hiç derdim yoktu.

Ama şimdi aşkım benden uzaklaştı.

Ve ıstırap kalbime yerleşti."

Belki böyle bir gece için kötü bir şarkıydı. Ama Susan'ın kalbi aklının düşündüğüne ya da istediğine pek aldırmıyor, kendi bildiğini okuyordu. Her zaman böyleydi bu. Kız ayışığında dolaştığı için korkuyordu. Böyle zamanlarda kurt adamların ortalıkta dolaştıkları söylenirdi. Kendisine verilen görev de onu korkutuyordu. Ancak Hambry'den çıkan Büyük Yol'a varınca kalbi ondan koşmasını istemiş, Susan da koşmuştu. Öpen Ay'ın ışıkları altında eteklerini dizlerinin üzerine kadar çekerek bir midilli gibi dörtnala gitmişti. Gölgesi de onun yanında koşmuştu. Kız bir buçuk kilometreyi aşmıştı. Belki de daha fazlasını. Vücudundaki her kas titriyor ve ciğerine çektiği hava ısıtılmış tatlı bir sıvıya benziyordu. Susan bu uğursuz tepeye çıkan patikaya ulaştığında şarkı söylemeye başlamıştı. Çünkü böyle yapmasını ondan kalbi istemişti. Susan bunun pek de fena bir fikir olmadığını düşünüyordu. Hiç olmazsa böylece o en kötü can sıkıntısından kurtulmuştu. Şarkı söylemek en azından bu kadar işe yarıyordu.

Kız, "Kaygısız Aşk" şarkısının ara namesini söyleyerek yolun sonuna doğru gitti. Açık kapıdan verandaya düşen sönük ışığa çıktığı zaman gölgelerin arasından sert bir ses yükseldi. "Ulumayı kes, küçük hanım! Sen şarkı söylerken sanki beynime balık oltaları saplanıyor."

Susan'a bütün yaşamı boyunca sesinin oldukça güzel olduğu söylenmişti. Büyükannesinden bir armağandı bu. Kız utanarak hemen sustu. Ellerini önlüğünün üzerinde birbirine kenetleyerek verandada durdu. Önlüğün altına en güzel ikinci elbisesini giymişti. (Zaten iki giysisi vardı.) Kumaşın altında kalbi hızla gümbürdeyerek atıyordu.

Önce kapıda bir kedi belirdi. İki yanından fazla bacakları kızartma Çatalı gibi uzanan iğrenç bir yaratık. Kedi başını kaldırarak Susan'a baktı. Sanki onu tartıyordu. Sonra yüzünü buruşturdu ve suratında tuhaf, insanca bir ifade belirdi: horgörü. Kedi Susan'a tısladı, sonra hızla koşarak karanlıklarda kayboldu.

Susan, eh, sana da iyi akşamlar, diye düşündü.

Onu. görmesi için yolladıkları yaşlı kadın kapıya çıktı. O da yine Susan'ı aşağılarcasına tepeden tırnağa kadar süzdü. Sonra da geri çekildi. "İçeri gir. Ve kapıyı sıkıca kapatmayı da unutma. Gördüğün gibi rüzgâr kapıyı açıyor."

Susan kulübeye girdi. Kapıyı kapatıp bu pis kokulu odada yaşlı kadınla kalmak istemiyordu. Ama başka seçeneği yoktu. Tereddüt her zaman bir kusur sayılırdı. Babası böyle söylerdi hep. Konu ister toplama-çıkarma, ister ambardaki danslarda elleri fazla cüretlenen delikanlılarla nasıl başa çıkılacağı olsun. Susan kapıyı sıkıca kapattı ve kilidin tıkırtısını duydu.

İhtiyar kadın, "Ve işte buradasın," diyerek pek memnun olmuş gibi korkunç bir ifadeyle sırıttı. Bu, cesur bir kızın bile küçükken odasında anlatılan hikâyeleri hatırlamasına neden olacak bir sırıtıştı. Kocakarıların kış akşamları anlattıkları seyrek sivri dişli cadılar ve içlerinde kurbağa yeşili bir sıvının kaynadığı kazanlarla ilgili hikâyeleri. Bu odada ocakta kazan kaynamıyordu. (Zaten Susan'a göre ateş de pek cansızdı.) Ama kız bazen ocakta içlerindekini aklına bile getirmemesi gereken kazanlar kaynadığını tahmin ediyordu. Bu kadının bir cadı olduğu kesindi. Susan peşinde biçimsiz kediyle kulübesine daldığı an onun rol yaptığını, Rhea'nın yaşlı bir hanımefendi olmadığını anlamıştı. İnsan bunun kokusunu alıyordu adeta. Yaşlı cadının derisinden yükselen pis kokuya benzeyen bir şeydi bu.

Susan, "Evet," dedi gülümseyerek. Neşeli, korkusuzca bir tavırla gülümsemeye çalışmıştı. "İşte buradayım."

"Ve erken geldin, tatlım. Evet, erken geldin. Heh!"

"Yolun yarısını koşarak aştım. Galiba ay kanıma işledi. Babam olsaydı böyle derdi."

Yaşlı kadının iğrenç gülüşü iyice yayıldı. Susan yılanbalıklarının öldükten sonra ve tencereye atılmadan önce ağızlarının böyle gülümser gibi gerildiğini düşündü. Cadı, "Evet," dedi. "Ama o öldü. Öleli beş yıl oldu. Kırmızı saçlı, sakallı Pat Delgado. Onu kendi atı çiğneyip öldürdü. Kulaklarında kırılan kemiklerin çatırtısı, yolun sonundaki açıklığa sürüklendi. Evet ya!"

Susan'ın. neşeli gülümseyişi tokat yemişcesine yüzünden silindi. Gözleri akmayan yaşlarla yandı. Babasının adının her söylenişinde içinden hemen ağlamak geliyordu. Ama gözyaşlarının akmasına izin vermeyecekti. Bu kalpsiz yaşlı karganın karşısında bunu yapmayacaktı.

İfadesiz bir sesle, "işimizi çabucak yapalım," dedi. Her zamanki neşeli, keyifli sesine benzemiyordu. Onunki genellikle eğlenceye hazır birinin sesiydi. Ama o Pat Delgado'nun kızıydı. Batı yakasında çalışan en iyi sürücünün kızı. Babasının yüzünü çok iyi hatırlıyordu. Gerekirse daha güçlü bir insan gibi davranabilirdi. Yaşlı kadın onu olabildiğince derinden yaralamaya çalışmıştı. Cadı çabalarında başarılı olduğunu gördükçe daha da ileri gidecekti.

Büyücü kurnazlık dolu gözleriyle Susan'ı süzüyordu. Şiş eklemli ellerini kalçasına dayamıştı. Kedisi ayak bileklerine sarılıp duruyordu. İhtiyar cadının gözleri akıyordu. Susan bu gözlerin kedininkiler gibi grimsi yeşil olduğunu farketti. Bunun nasıl iğrenç bir büyü olduğunu kendi kendine sordu. Gözlerini yere dikmeyi çok çok istiyor ama yapmıyordu. İnsanın korkması normaldi. Ama bunu belli etmek her zaman doğru olmazdı.

Rhea sonunda, "Bana küstahça bakıyorsun, küçük hanım," dedi. Tebessümü kayboluyor, yerini somurtkan bir ifade alıyordu. Kaşları çatılmaya başlamıştı.

Susan sakin sakin, "Hayır, yaşlı ana," diye cevap verdi. "Ben sadece sana işi için gelen ve bunu bitirip gitmek isteyen biri gibi bakıyorum. Buraya Mejis Belediye Başkanı ve babamın kardeşi Cordelia Hala istediği için geldim. Sevgili babamın kızkardeşi istediği için. Ve ben sevgili babamın aleyhinde sözler söylenmesine izin veremem."

"Ben özü sözü doğru biriyim." Yaşlı kadın bu konuyu kapatıyormuş gibi konuşmuştu ama sesinde kölece bir yaltaklanma da vardı. Susan buna önem vermedi. Herhalde bu yaratık yaşamı boyunca bu ses tonuyla konuşmuştu. Böylesi artık onun için soluk almak kadar doğal olmalıydı. "Ben uzun süre yalnız yaşadım. Kendimden başka hanım yoktu. Ve konuşmaya başladığım zaman dilimi tutamıyorum."

"O halde bazen konuşmaya başlamaktan vazgeçmen çok daha iyi olacak."

Cadının gözlerinde kötü bir pırıltı belirdi. "Sen de dilini tut, küçük kız. Yoksa o dil ağzının içinde ölür. Orada çürür ve Belediye Başkanı da kokuyu duyduğu zaman seni öpmekten kaçınır. Evet, bu ayın altında bile."

Susan'ın kalbi keder ve hayretle doldu. Buraya bir tek amaçla gelmişti. İşi olabildiğince çabuk bitirmek için. Fazla açıklanmayan bir tören acı ve kesinlikle utanç verici bir şey olacaktı. Ve şimdi bu yaşlı kadın ona çok belirgin, çıplak bir nefretle bakıyordu. Neden her şey birdenbire böyle tersine dönmüştü? Yoksa büyücüler her zaman böyle mi davranırlardı?

Susan birdenbire, "Bu işe kötü başladık, hanım," diye mırıldandı. "Yeniden başlayabilir miyiz?" Elini uzattı.

Cadı şaşaladı. Ama yine de elini uzatarak kızınkine çabucak dokundu. Parmaklarının kırışık uçlarını karşısında duran güzel tenli pırıl pırıl yüzlü, uzun saçlarını örerek arkasına bırakmış olan on altı yaşındaki kızın kısa tırnaklı parmaklarına sürdü. Dokunuşu kısa sürdü ama Susan yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu. Yaşlı kadının parmakları bir ölününkiler kadar soğuktu. Susan daha önce de buz gibi parmaklara dokunmuştu. (Cord hâlâ bazen, "Soğuk parmaklar sıcak kalp," derdi.) Asıl iğrenç olan dokuydu. Cadının soğuk eti sünger gibiydi ve kemiklerinin üzerinden sarkıyordu. Sanki elin sahibi boğulmuş ve uzun süre bir gölcükte kalmıştı.

Yaşlı kadın, "Hayır," dedi. "Yeniden başlamak olmaz. Ama belki başladığımızdan daha iyi bir biçimde devam ederiz. Belediye Başkanı gibi güçlü bir dostun var. Ve ben onun bana düşman olmasını istemem." .

Susan hiç olmazsa dürüst, diye düşündü, sonra da kendi kendine güldü. Bu cadı ancak çok gerekli olduğu zaman dürüst davranır. Ama her şey ona kalırsa, onun isteklerine bırakılırsa o zaman her konuda yalan söyler. Hatta Hasat zamanı kuşların uçuşu gibi konularında bile.

"Beklediğim saatten daha önce geldin ve beni kızdırdın. Gerçekten. Bana bir şey getirdin mi, küçük hanım? Getirdiğinden eminim!" Gözleri yine parlamaya başlamıştı ama bu kez neden öfke değildi.

Susan önlüğünün altına uzanarak elini cebine soktu. (Bu cehennemin bucağındaki ıssız yere gelirken önlük takmak budalaca bir şeydi. Ama töreler bunu emrediyordu.) Kızın cebinde kolayca kaybolmaması için sicimle bağlanmış bir kese vardı. (Örneğin, ayışığında içinden birdenbire koşmak gelen genç kızlar keseyi düşürebilirlerdi.) Susan sicimi kopararak keseyi çıkardı. Cadının uzattığı avucuna bıraktı, kadının eli öyle aşınmıştı ki, avucundaki çizgiler iyice belirsizleşmişti. Susan, Rhea'ya tekrar dokunmamaya dikkat etti... Ama yaşlı kadın ona yine dokunacaktı. Hem de biraz sonra.

Rhea, "Titremene neden olan rüzgârın uğultusu mu?" diye sordu. Susan aslında kadının bütün dikkatini keseye verdiğinin farkındaydı, parmaklarını hızla oynatarak kesenin ağzındaki düğümü çözmeye çalışıyordu.

"Evet, rüzgârın uğultusu."

"Ve öyle olması da gerekir. Rüzgârda duyduğun ölülerin sesleridir. Çığlık atmalarının nedeni de pişmanlık duymalarıdır. Ah!"

Düğüm açılmıştı. Yaşlı kadın kesenin ağzını açarak içindeki iki altını avucuna aldı. Bunlar beceriksizce dökülmüş kaba saba şeylerdi. Kuşaklar boyunca kimse bu işi yapmamıştı. Ama altınlar ağırdı. Üzerlerine oyulmuş olan kartallar da bayağı etkileyiciydi. Rhea altınlardan birini ağzına götürdü. Dudakları gerildi ve ağzındaki iğrenç birkaç diş ortaya çıktı. Cadı altını ısırdı. Sonra da paranın üzerinde kalan hafif diş izlerine dikkatle, uzun uzun baktı. Sonra parmaklarını bükerek altınları avucuna sıkıca hapsetti.

Rhea dikkatini altınlara verdiği sırada Susan açık kapıdan sola doğru baktı. Büyücünün yatak odası olduğunu tahmin ettiği yere doğru. Ve orada garip, şaşırtıcı bir şey gördü: karyolanın altından süzülen bir ışık. Çakıp sönen pembe ışık galiba bir tür kutudan çıkıyordu. Tabii Susan pek emin değildi ama...

Cadı başını kaldırıp ona bakarken Susan da gözlerini telaşla odanın bir köşesine kaydırdı. Oradaki bir çengelden içinde üç dört acayip beyaz meyve olan bir ağ sarkıyordu. Sonra yaşlı kadın kımıldandı ve duvarın o kısmına vuran dev gölgesi ağır ağır dans eder gibi oradan uzaklaştı. Susan da o zaman ağdakilerin meyve olmadığını anladı. Kurukafalardı onlar. Kızın midesi bulandı.

"Ateşin canlandırılması gerekiyor, küçük hanım. Evin yan tarafına git ve kucak dolusu odun getir. Şöyle kalınca kütükler gerekiyor. Onları taşıyamayacağını söyleyip sızlanma. Boylu boslu, güçlü kuvvete bir kızsın. Gerçekten."

Susan ev işleri konusunda sızlanmayı altına işemesi sona erdiği günlerde bırakmıştı. Ama sesini çıkarmadı... Ancak Rhea'ya, sana altın getiren her insanın odun taşımasını istiyor musun, diye sormayı düşünmedi değil. Aslında buna aldırdığı yoktu. Kulübenin pis kokusundan sonra dışardaki temiz hava ona şarap gibi gelecekti.

Kız kapıya yaklaşırken ayağı sıcak ve yumuşak bir şeye çarptı

Kedi ciyak ciyak bağırdı. Susan sendeledi, az kalsın düşüyordu. Yaşlı kadın boğulurmuş gibi sesler çıkardı. Kız sonunda onun kahkaha attığını anladı.

"Benim küçük sevgilim Musty'ye dikkat et. Çok kurnazdır o. İnsanın ayağına takılır. Gerçekten. Heh heh!" Büyücü tekrar gülmeye başladı.

Kedi başını kaldırarak Susan'a baktı. Kulakları başına yapışmış, grimsi yeşil gözleri irileşmişti. Kıza tısladı. Susan da ona. Kız o ana kadar böyle bir şey yapacağının farkında bile değildi. Musty'nin suratında beliren hayret, o aşağılama ifadesi korkunç bir biçimde insanlarınkini andırıyordu. Şaşkınlığı gülünçtü de. Kedi dönüp Rhea'nın yatak odasına kaçtı. Çatal uçlu kuyruğunu sallayıp duruyordu. Susan odun getirmek için dışarı çıktı. Daha şimdiden buraya geleli bin yıl geçmiş gibi bir duyguya kapılmıştı. Ve eve gitmek için bir bin yıl daha bekleyecekti herhalde.

Dışarda hava Susan'ın umduğu gibi taptazeydi. Hatta belki eskisinden de taze. Kız bir an verandada durup havayı içine çekti. Ciğerlerini temizlemeye çalışıyordu... Kafasını da.

Susan beş defa derin derin soluk aldıktan sonra evin köşesini dönerek yana doğru gitti... Ama yanlış tarafa gelmişti galiba. Çünkü orada odun yığını yoktu. Burada duvarda sadece dapdar bir pencere vardı. Hiç de hoş gözükmeyen sağlam bir sarmaşığın dallarının arasına yarı gömülmüştü. Pencere evin arkasındaydı. Herhalde ihtiyar kadının yatak odasının penceresiydi.

Oraya bakma. Karyolanın altında ne varsa, bu senin üzerine vazife değil. Ve cadı seni yakalarsa...

Ama kız kendi kendini uyarmasına rağmen yine de pencereye giderek içeriye baktı.

İhtiyar cadı o tarafa doğru baksa bile domuz-sarmaşıklarının arasından Susan'ın yüzünü göremezdi. Rhea da zaten o yana doğru dönmedi. Büyücü dizüstü çökmüş, keseyi dişlerinin arasına sıkıştırmıştı. Karyolanın altına doğru uzanıyordu.

Yaşlı kadın bir kutuyu çıkarıp aralık olan kapağını açtı. Yumuşak pembe bir ışık suratını aydınlattı. Susan soluğunu tuttu. Rhea'nın yüzü bir an bir genç kızınkine dönüştü. Ama bu yüzde gençlikle birlikte zalimlik de vardı. Bütün yanlış şeyleri, yanlış nedenlerle öğrenmek isteyen dikkafalı bir çocuğun suratıydı bu. Belki de yaşlı cadı gençliğinde böyleydi. Işık bir tür cam bir toptan yayılıyordu.

İhtiyar kadın bir süre cam küreye baktı. Gözleri irileşmişti, büyülenmiş gibiydi. Dudakları cam topla konuşuyormuş, hatta ona şarkı söylüyormuş gibi kıpırdıyordu. Sicimini dişlerinin arasına sıkıştırdığı, Susan'ın kentten getirdiği kese de o konuşurken aşağı yukarı oynuyordu. Sonra büyücü müthiş bir çaba harcayarak kutuyu kapattı. Ve ışık da görünmez oldu. Susan rahatladı. Nedense bu ışığın hoşuna gitmeyen bir yanı vardı.

Yaşlı kadın avucunu çukurlaştırarak kapağın ortasındaki gümüş kilidin üzerine kapattı. Parmaklarının arasından bir an kızıl ışınlar fışkırdı. O arada kese hâlâ ağzından sarkıyordu. Büyücü sonra kutuyu karyolanın üzerine bıraktı. Yine diz çökerek ellerini karyolanın kenarının hemen altında, toprağın üzerinde dolaştırmaya başladı. Yere sadece avuçlarını sürmesine rağmen toprakta sivri bir şey kullanıyormuş gibi çizgiler belirdi. Bu çizgiler koyulaşarak çukurlaştı.

Odun, Susan! O kendine gelip senin dışarda ne kadar kaldığını farketmeden odunları al. Babanın adına!

Susan elbisesinin eteklerini beline kadar topladı, içeri girdiği zaman yaşlı kadının giysilerine toprak ya da yapraklar yapışmış olduğunu görmesini istemiyordu. Bu tür lekelerin doğuracağı soruları cevaplamayı da. Kız pencerenin altından sürünerek uzaklaştı. Uzun paçalı beyaz külotu ayışığında parlıyordu. Susan pencereden uzaklaşır uzaklaşmaz ayağa fırladı ve telaşla sessizce kulübenin diğer tarafına gitti.

Odun yığınının üzerine küflenmiş, pis kokulu bir deri örtülmüştü. Hemen altı tane iri odunu aldı. Kucağında onlarla evin ön tarafına doğru gitti.

Kütükleri düşürmeden kapıdan girebilmek için yan döndü. Yaşlı kadın büyük odaya gelmişti. Sıkıntılı sıkıntılı ocağa bakıyordu. Orada sadece korlar kalmıştı artık. Kese ise ortada yoktu.

Rhea, "Bu iş fazla uzun sürdü, küçük hanım," dedi. Sanki Susan'ı hiç önemsemiyormuş gibi hâlâ ocağa bakıyordu... Giysisinin kirli eteğinin altında tek ayağını yere vuruyordu, kaşları da çatılmıştı.

Susan odada ilerledi. Kucağındaki odunların üzerinden bakmaya çalışıyordu. Kedinin ona takılması için yakında bir yerde yattığını görseydi buna hiç şaşmayacaktı. Susan, "Bir örümcek gördüm," dedi. "Kaçırmak için önlüğümü ona doğru salladım. Örümceklerin görünüşünden nefret ediyorum. Gerçekten."

Rhea yine ağzının bir yanıyla acayip acayip güldü. "Yakında daha da hoşuna gitmeyecek bir şey göreceksin. Thorin'in organından söz ediyorum. Heh heh! Bir dakika, kız. Tanrılar! Bayramda ateş yakmaya yetecek kadar odun getirmişsin!"

Rhea, Susan'ın kucağındaki yığından kalın iki kütüğü alıp kayıtsızca ocağa attı. Korlar ocağın homurdanır gibi sesler çıkaran karanlık bacasına doğru helezonlar çizerek yükseldi. Susan, işte ateşten geri kalan korları da etrafa saçtın, seni gülünç ihtiyar, diye düşündü. Şimdi ateşi yeniden yakmak zorunda kalacaksın. Sonra Rhea elini ocağa uzatarak parmaklarını açtı. Gırtlağından yükselen boğuk bir sesle bir şeyler mırıldandı. Ve kütükler sanki gazyağına batırılmış gibi alev aldı.

Büyücü, "Geri kalanları şuraya koy," diyerek odun tenekesini işaret etti. "Kabukları etrafa saçmamaya dikkat et, küçük hanım."

Susan, ah, dedi kendi kendine. Bu tertemiz, derli toplu odayı hiç kirletir miyim? Neredeyse gülecekti. Kendini tutmak için yanaklarının içlerini dişledi.

Ama galiba Rhea bunu sezmişti. Susan doğrulduğu zaman kadın ona bilgiççe, aksi bir tavırla bakıyordu.

"Pekâlâ, kızım. İşimizi görelim de olsun bitsin. Buraya neden geldiğini biliyor musun?"

Susan, "Buraya Belediye Başkanı Thorin istediği için geldim," diye cevapladı. Ama aslında bunun gerçek bir cevap olmadığını biliyordu.

Büyük korkuyordu. Pencereden baktığı ve cadının cam küreye şarkı söylediğini gördüğü andakinden daha da fazla korkuyordu. "Başkanın karısı kısır. Onun için zamanı geçmeden bir oğlu olmasını istiyor..."

"Haydi ordan! Kes bu palavraları, bu iç bayıltıcı güzel sözleri. O yanında genç bir kız olmasını istiyor. Bir oğlu olursa ne âlâ, pek güzel. Onu okul çağına gelinceye kadar bakıp büyütmen için sana verecek. Ama ondan sonra da oğlunu bir daha göremeyeceksin. Eğer kız doğurursan herhalde Thorin onu alıp yeni adamına verir. Hani şu kız saçlı, topal gence. Ona kızı en yakındaki.hayvanların su içtiği yalakta boğmasını söyler."

Şok geçiren Susan ihtiyar kadına bakakaldı.

Cadı onun bu bakışlarını farkederek güldü. "Gerçeği duymak hoşuna gitmedi, değil mi? Zaten çok az kişinin hoşuna gider. Ama neyse... Halan çok kurnaz bir kadın. Her zaman öyleydi ya. Thorin'den ve Thorin'in hazinesinden iyi yararlanıyor. Gördüğün altınların hiçbiri benim değil. Eğer dikkatli davranmazsan senin de olmayacak. Heh heh! Şu giysini çıkar bakalım!"

Kız az kalsın, "Hayır, çıkarmayacağım," diyecekti. Ama sonra ne olacaktı? Cadı onu kulübeden kovacaktı. (Hem de geldiği gibi. Şansı yardım ederse büyücü onu bir kertenkele ya da sıçrayan bir kurbağaya döndürmeyecekti.) Onu batıya yollarlardı. Buraya getirdiği iki altını bile olmadan. Ve bu sadece işin küçük bir bölümüydü. Ama önemli olan şuydu: Söz vermişti. Önce karşı koymuştu. Ama sonra Cord Hala ona babasının adını hatırlatmıştı. Susan da boyun eğmişti o zaman. Hep böyle yapıyordu. Zaten bir seçeneği de yoktu. Seçeneğin yoksa tereddüt bir suç sayılırdı.

Susan küçük ağaç kabuğu parçalarının yapışmış olduğu önlüğünü süpürdü. Sonra bağlarını çözerek çıkardı. Katlayıp ocağın yakınındaki küçük, pis bir pufun üzerine koydu. Elbisesinin düğmelerini beline kadar açtı. Giysiyi omuzlarından indirdi ve yana doğru bir adım atarak yere düşmüş olan giysinin içinden çıktı. Elbiseyi de katlayıp önlüğün üzerine bıraktı. Cöos'lu Rhea'nın ocaktan yükselen alevlerin ışığında kendisini dikkatle süzmesine aldırmamaya çalışıyordu. Kedi salınarak yaklaştı. Fazla iki bacağı sallanıyordu. Hayvan Rhea'nın ayaklarının dibine oturdu. Dışarda rüzgâr uğulduyordu. Ocağın önü sıcaktı ama Susan.yine de üşüyordu. Sanki o rüzgâr içine girmişti.

1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət