Ana səhifə

T. C. DİYanet iŞleri başkanliği eğİTİm hiZMETleri genel müDÜRLÜĞÜ Program Geliştirme Daire Başkanlığı


Yüklə 3.91 Mb.
səhifə18/56
tarix26.06.2016
ölçüsü3.91 Mb.
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   56

Ahlâk-İman İlişkisi

Îman-ahlâk ilişkisini vurgulayan bazı hadis-i şerifler:

“Îman, yetmiş küsûr şûbedir. En üstünü “Lâ ilâhe illâllah” demektir (Allah’tan başka ilâh olmadığına inanmaktır); en alt derecesi ise başkalarına eziyet/zarar veren bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Hayâ (utanmak) da îmanın bir şûbesidir.”

Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir.”

“Îman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız. Size, onu yapınca birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!”

Sizden biriniz, kendi nefsi için isteyip arzu ettiği bir şeyi (mü’min) kardeşi için de isteyip arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.”

Bu hadislerden de anlaşılacağı üzere iman, kişinin Yüce Yaratan’a bağlanması, güvenmesi ve O’nun katında hem de insanlar nezdinde güven kazanmasıdır. İmanla emniyet, emân aynı kökten gelen kelimelerdir. İnanmak, aynı zamanda kişinin kendini Yaratana kendine ve diğer insanlara güvenle ve sevgiyle bağlanabilmesi demektir. Demek ki ortak değerlerimiz olan ahlâkî değerleri benimseyip yaşatmayı gerektiren şey, öncelikle imandır.



  1. Ahlâk-İbadet İlişkisi

Ahlâk-ibadet ilişkisine dair örnekler:

“Namaz, insanı, kötülüklerden ve çirkin davranışlardan muhakkak alıkoyar” 252

“Yalanı, onunla iş yapmayı bırakmayan kimsenin, (oruç tutarak) yeme-içmesini bırakmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur.”253

Kur'an-ı Kerim'de çok özel bir ibadet olan namaz ile ahlak arasında irtibat kurulur. Konuya dikkatsiz bakan kişi, kendi başına kıldığı namaz ile ahlaki değerler arasında bir ilginin olmadığı zannına kapılabilir. Fakat Kur'an’ın bize anlattığına göre namaz, insanı bütün kötülüklerden alıkoymalıdır. Bir bakıma namaz kişiye, ahlakî (etik) değerlere uygun davranış bilinci kazandırır. Yüce Yaratan'ın huzuruna günde beş defa çıkan, O’nunla bağını, ahdini ve bu ahde bağlı kalma iradesini yenileyen kişi, namazın dışında bu bilincini devam ettirmeli ve sorumlu davranmalıdır. Bunun anlamı, kişinin hesabını veremeyeceği davranışlardan uzak durması demektir. Bu bakımdan namaz ile toplumda güzel ahlaki davranışları egemen kılma arasında kopmaz bir bağlantı vardır.

Oruç çok özel, kişisel bir ibadettir. Ama oruç tutma sadece aç kalma olarak tanımlanamaz. Peygamber Efendimizin hadislerine dikkatle bakıldığında, oruç tuttuğu halde insanlara kötülüğe devam eden, kötülükten uzak durmayan, iyilik ve güzellik yapmayan kişilerin yaptığı sadece aç kalmaktan ibarettir. Buradan anlaşılıyor ki oruç da, Yüce Yaratan'la kurulan bağın davranışlara yansıtılabilmesiyle, oruçlu geçen zamanın iyilik ve güzelliklerle doldurulmasıyla ve kötülüklerden kaçınıp kişinin kendini denetim altına alabilmesiyle değer kazanmaktadır.

Yine, zekât arınma demektir. Zekâtın kendisinde zaten bir arınma söz konusudur. Bu arınma nefsin hevasından, günah yüklerinden, malın fakire ait kısmından arınmadır. Zekât bize nefsin ihtiraslarından korunulduğu, hakların ihlal edilmediği ve hak edilmiş bir servetle hayatın sürdürüldüğü bir dünyada yaşama bilincini kazandırır. Hac ibadeti de bireysel ve toplumsal hayatı düzenleme ve olumsuzluklardan arındırma olarak değerlendirilebilir. Dualar, tövbeler, ibadetler, hayata yansıyan bireysel ve toplumsal olgunluklar vb. açılardan bakıldığında, kısacası hangi açıdan bakılırsa bakılsın, din bize hep ahlaklı olmayı, ahlaklı davranmayı, etik değerleri öz hayatımız haline getirmeyi öğütlüyor.



  1. Ahlâkın Bireysel Boyutu

Bütün sosyal yapılar fertlerle ayakta durur, yükselir veya alçalır. İslam, fertleri ıslah edip geliştirirken her bir bireyi doğruluk, takva, tövbe, şükür, sabır, yumuşak huyluluk, tevazu, iffet, çalışma, güzel söz gibi olumlu ahlaki erdemlere sevk eder. Buna karşın kişiyi güzel ahlâktan alıkoyan yalan söyleme, ölçüsüz hayat, nankörlük, israf, cimrilik, ümitsizlik, başa kakma, taşkınlık, kibir, fuhuş gibi olumsuz özelliklerden alıkoyar.

Kuran-ı Kerim’de kişinin beden ve ruh yapısını koruması, geliştirmesi zaruri bir vazife sayılmıştır. Bu çerçevede, temizliğin önemini ifade eden “Allah temiz olanları sever”254ayeti iç veya ruh temizliğinin yanı sıra, beden, yiyecek, giyecek, mesken ve çevre temizliği de emreder. Buna karşılık pislik, çirkinlik, tiksindirici şeyler yasaklanmıştır.

İman ve ibadet esaslarını yerine getiren insan, bununla ahlâki görev ve sorumluluklarını kolayca gerçekleştirebilecek güzel bir karakter yapısı kazanmalıdır. Onun için de insanın ahlâkî eğitiminde, 'Allah'a Karşı Görevler' içinde görülen iman ve ibadet esasları son derece büyük rol oynarlar. Yani iman esasları; iyilikleri işlemeye, kötülüklerden kaçınmaya ve yükümlülükleri gerçekleştirmeye teşvik eden itici bir kuvvet durumundadırlar. İbadetler ise, insanı Yaratıcı'sına kulluk ve ahlâk yönünden olgunlaştıran ve onu kötülüklerden uzaklaştıran birer vasıta konumundadırlar.

İnsanı güzel ahlâk sahibi kılmak için, teorik bilgilerle yapılan bir eğitim, yeterli olamamaktadır. Bunun için de gerekli olan şey; teori kadar pratiğe de önem veren köklü bir eğitim, uzun bir çalışma ve sürekli bir uygulamadır. İşte bütün bunlar İslâm ahlâkında mevcuttur. İslâm'ın iman ve ibadet esasları, sözünü ettiğimiz kalitedeki ahlâk eğitiminin sağlam alt yapısını oluşturmaktadır. Ahlâkta esas olan yaşantıdır. Ahlâkî olanı yaşantı haline getirebilmesi için insanın, aynı zamanda hem ruhsal hem de bedensel sağlığını koruması gerekir. Bunun için de insan, bedensel yetilerine olduğu gibi, ruhsal yetilerine de zarar veren her şeyden uzak durmalıdır.

İslâm ahlâkı hem bireysel hem toplumsal anlamda aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını öngörmüştür. Kur'ân-ı Kerîm'de adalet sıfatından yoksun kalmış kişi dilsiz, âciz ve hiçbir işe yaramayan köleye benzetilerek böyle birinin, adalet erdemini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulamayacağı belirtilmiş; böylece adaletin bir kemal (olgunluk ve yücelik) sıfatı olduğuna işaret edilmiştir. İslâm dininde insanın kazanması istenen ahlaki eylemlerin hepsine birden genel anlamda 'fazilet' ve 'hayır' denir; kaçınması istenen fiillere de 'rezilet' ve 'şer' adı verilir.

Her Müslüman, 'hayır' adıyla bilinen güzel davranışları öğrenmek ve onları yapmak durumunda olduğu gibi, 'şer' olarak kabul edilen fiillerden de kaçınmak zorundadır. Bu sebeple onun iyi ile kötüyü dengeli bir şekilde tanıması gerekir. Kur'an-ı Kerim'de bu ölçüye titizlikle uyulduğunu görmekteyiz. Zira bir şeyin güzelliği veya çirkinliği, onun zıddıyla daha iyi anlaşılır.

“Kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehine yapmış olur; kim de kötü bir iş yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur.”255âyeti, ahlâkın bireysel boyutu ile doğrudan ilgilidir.


  1. Ahlâkın Toplumsal Boyutu

Kur’an-ı Kerim’e göre, Müslüman toplum, belli ahlâki görevlerle yükümlü, seçkin ve şerefli bir topluluktur. Ve toplumsal her türlü ilişkide karşılıklı güven esastır. Birlik olma, bölünüp parçalanmama, dağılmama, adaleti tesis toplum planında temel ahlâkî hedeflerdir. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için fertler, topluma karşı bir takım görevleri yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu bağlamda, çekememezlik, haset, kin gütme, laf taşıma, yalan ve yalancı şahitlik gibi yasaklamalar getirilirken, yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir kardeşlik ahlâkı oluşturulmak istenmektedir.

İyiliği teşvik, kötülüğü engelleme, yardımlaşma, affetme, karşıdaki insana güven verme, sözünde durma, sevgi, kibar davranma gibi hususlar yapılması istenen ahlâki hususlardır. Buna karşılık, öldürme, hırsızlık, aldatma, haksızlık, hıyanet, zulüm, bozgunculuk, gıybet, alay gibi fiiller yasaklanmıştır. Ayrıca Kur’an, akrabalık ve komşuluk hukukunu gözetmeyi emretmekte, aile çevresiyle ilgiyi kesmeyi Allah’a isyan olarak nitelemektedir. (Bakara, 2/27; Ra’d, 13/21, 25; Muhammed, 47/22)

“Şüphesiz Allah, adâleti, ihsânı (iyiliği), akrabâya yardımda bulunmayı emreder; her türlü çirkin söz ve davranışı (fuhşiyât), her türlü günahı ve ahlakî rezileti (münker) ve taşkınlığı yasaklar. O, gereklerini harfiyyen yerine getiresiniz diye bunları size emrediyor.” (Nahl, 16/90) âyeti, ahlâkın toplumsal boyutu ile doğrudan ilgilidir.

Temel bazı ahlaki vecibeler İsra Suresi 23-37. âyetlerde özet olarak şu şekilde sıralanmıştır:


  1. Anana, babana iyilikte bulun ve iyi davran.

  2. Akrabaya, yoksula, yolda kalana hakkını ver.

  3. Harcamalarında orta yolu tut, saçıp savurma.

  4. Geçim kaygısı, yoksulluk korkusuyla çocuklarını öldürme.

  5. Zinaya yaklaşma! Çünkü o iğrenç bir iştir.

  6. Allah’ın saygın kıldığı cana kıyma, onu öldürme.

  7. Yetimin malına iyilik dışında yaklaşma.

  8. Verdiğin sözü yerine getir.

  9. Ölçü ve tartıda hile yapma.

  10. Hakkında kesin bilgin olmayan şeyin peşine düşme.

  11. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.

Ahlâkî değerleri ve kötü huyları özetleyen vecîz hadis-i şerifler:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu ki:

"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir: Ona haksızlık etmez, onu yardımsız bırakmaz, küçük görmez. (Göğsüne işaret ederek) Takvâ buradadır, takvâ buradadır!”.256

"Kişiye, Müslüman kardeşini hor görmesi kötülük olarak yeter. Müslümanın her şeyi, kanı, namusu ve malı Müslümana haramdır. ”

"Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize, dış görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalplerinize ve davranışlarınıza değer verir."

Hadislerden genel olarak çıkarılabilecek ahlaki vecibeler şu şekilde özetlenebilir:


  1. Kendisi için istediğini başkası için de istemek,

  2. Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak,

  3. Küçüklere sevgi, büyüklere saygı göstermek,

  4. Affetmek, hoşgörülü davranmak, öfkeye hakim olmak,

  5. Başkalarının kusurlarını araştırmamak,

  6. Sözünde durmak, ahde vefa göstermek,

  7. Doğruluk ve dürüstlükten taviz vermemek, güvenilir olmak, adaletten ayrılmamak.

  8. Kibirden ve gururdan sakınmak, mütevazî olmak,

  9. Cimrilikten, tamahtan uzak durmak, cömert olmak,

  10. Her hususta sabırlı olmak,

  11. Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek,

  12. Allah’ın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat etmek,

  13. Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek...

  1. İslam Ahlâkı İle İlgili Eserler

İslâm'ın ilk yüzyılında Müslüman toplumlarda ahlâk anlayışı tamamen yukarıda ana hatlarıyla gösterilen dinî ilke ve kurallara dayanmaktaydı. Yaklaşık II. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkan yeni durumlar karşısında az çok farklı ahlâk anlayışları doğmakla birlikte, temelini Kur'an'dan alan ve Hz. Peygamber ile ashabın hayatlarında şekillenmiş olan geleneksel İslâm ahlâkına bağlılık sürdürüldü ve genel ahlâk konularına veya bu alanın özel konularına dair eserlerden oluşan zengin bir literatür meydana getirildi.

Daha çok hadis ve fıkıh âlimleri tarafından yapılan bu yöndeki ahlâk çalışmalarının başlangıcını hadislerin tasnif dönemine kadar götürmek mümkündür. Nitekim başta Kütüb-i Sitte olmak üzere hemen bütün hadis mecmualannda "Kitâbü'l-Edeb", "Kitâbü'1-Birr", "Kitâbü Hüsni'l-hulk" gibi başlıklar altında özellikle ahlâk hadislerini ihtiva eden bölümler bulunur. Buhâri’nin el-Edebü'l-müfred"i, Abdullah b. Mübârek'in Kitâbü'z-Zühd ve'r-rekâik’i gibi yalnızca ahlâka dair hadis ve haberlerden oluşan eserler yanında, İslâm kültür tarihi boyunca devam eden kırk hadis külliyatının başta gelen konuları da ahlâkî konulardır.

Fıkıh kitaplarındaki amelî ahlâk konularıyla, tefsir ilminde "ahkâmü'l-Kur'ân" türündeki eserlerde ahlâkla ilgili konuların varlığına da işaret etmek gerekir.

Eser sayısı bakımından İslâm kültür tarihinin en verimli alanlarından biri olan İslâm ahlâkının başta gelen klasiklerinden biri Mâverdi’nin “Edebü'd-dünyâ ve'd-din” adlı eseridir. (Beyrut, 1978). Eser geniş muhtevası, materyal zenginliği, ilmî, fikrî ve edebî üstünlüğü gibi meziyetleri dolayısıyla her devirde ve bütün İslâm ülkelerinde geniş bir ilgiye mazhar olmuştur.

Hz. Peygamber'in ahlâkını bütün insanlık için en yüksek hayat ideali olarak gösteren İbn Hazm'ın dinî-felsefî mahiyetteki “el-Ahlâk ve's-siyer”i (Beyrut 1985), muhtevasının önemi yanında edebî bakımdan da büyük bir değer taşır. Ebû Nasr et-Tabersi’nin “Mekârimül-ahlâk”ı da (Kahire, 1303) Hz. Peygamber'in, hayatın bütün alanlarına dair tutum ve davranışlarını sergileyen ve onu bir ahlâk ideali olarak gösteren en tipik ahlâk kitabı örneklerindendir.

Ahlâkî erdemlerin niçin iyi, erdemsizliklerin de niçin kötü olduğunu ve bunların sonuçlarının neler olabileceğini, aklî yöntemlerle îzah eden Felsefî ahlâka dair bazı eserler:



  1. Fârâbî’nin Kitâbü’t-Tenbîh alâ Sebîli’s-Saâdesi.

  2. İbn Miskeveyh’in Tehzîbü’l-Ahlâkı.

  3. İbn Sînâ’nın İlmü’l-Ahlâkı.

Tasavvufî ahlâk, gelenekçi ahlâkın Kur’an ve Sünnet’e bağlılığı ile felsefî ahlâkın aklî yöntemlerini içinde barındıran, bunlara ilâve olarak da güzel ahlâkın nasıl olması gerektiğini kendine has yöntemlerle ve somut örneklerle (canlı numûnelerle) ortaya koyan bir ahlâk sistemidir. Tasavvufî ahlâka dair bazı eserler:

  1. Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kūtü’l-Kulûb’u.

  2. İmam Gazâlî’nin İhyâu Ulûmi’d-Dîn’i.

  3. Hâris el-Muhâsibî’nin er-Riāye li-Hukūkıllâhı.

İslâm kültür tarihinde her zaman dinî karakterini korumakla birlikte, kesin bir tasnife kolaylıkla imkân vermeyecek ölçüde şekil ve muhteva çeşitliliği taşıyan ahlâk literatürü içinde edebî ve hikemî türde Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış eserlerin de önemli bir yeri vardır. İbnü'l-Mukaffa'ın “Kelîle ve Dimne” adlı ünlü tercümesi, İbn Kuteybe'nin “Uyûnü'1-ahbâr”ı, İbn Miskeveyh'in “Câvidân-hıred”i bu türün en eski ve değerli örneklerindendir.

Daha sonra “Kâbusnâme”, “Sîyâsetnâme”, “Nasîhatnâme”, “Pendnâme”, “Fütüvvetnâme” gibi klişeleşmiş adlar altında ahlâkî-dinî mahiyette edebî eserlerin, ahlâkî vecizeler, atasözleri, fıkra ve hikâyeler ihtiva eden irşad ve mev'iza kitaplarının yazımı aralıksız sürdürülmüştür.

İslâm ahlâk literatürüyle ilgili birkaç Türkçe bibliyografik çalışma yapılmıştır. Bunlardan Bursalı Mehmed Tâhir'in “Ahlâk Kitaplarımız” (İstanbul 1315) adlı eseri. 108 kitap ve yazarları hakkında kısa bilgiler verir. Mehmed Ali Ayni “Türk Ahlâkçıları” (İstanbul 1939) adlı eserinde, on müellif ve bunların ahlâk kitaplarını geniş olarak tanıtmıştır. Agâh Sırrı Levend “Ümmet Çağında Ahlâk Kitaplarımız” başlığı altında, İstanbul ve Ankara kütüphanelerinde yazma veya basılmış nüshalarını tespit ettiği 238 kitabın adı, yazarı, bulunduğu yer, basılmışsa baskı yeri ve tarihi hakkında bilgi vermiştir.

lll. ÜNİTE: DİN, KÜLTÜR VE TOPLUM


  1. Kültür Ve Kültürün Unsurları

Kültür: Latince, “toprağı işleme” manasına gelen bu tabir, daha sonra “yüksek umumi bilgi” manası ile Türkçe’ye girmiştir. Bir milletin, dînî, ahlâkî, hukukî, entelektüel, estetik, lisânî ve iktisadî hayatlarının ahenkli mecmuasına verilen addır. Başka bir ifadeyle, bir toplulukta örf ve âdetlerden, davranış tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu ahenkli bir bütündür. Yani bir toplumda var olan maddi ve manevi yapılar bütününe kültür diyoruz.

Kültürün Vasıfları:

(1) Tevarüs yoluyla oluşur.

(2) İçtimaidir.

(3) Duygu, düşünce ve davranışları şekillendirir.

Kültürün Unsurları:

Maddi yapılar: Mimari sanat eserleri, sosyal müesseseler, eğitim kurumları vs.

Manevi yapılar: Gelenek ve görenekler, örf ve adetler, alışkanlıklar vs.


  1. Din-Kültür İlişkisi

Din, (1) ferdi ve içtimai yanı bulunan, (2) fikir ve tatbikat açısından sistemleşmiş olan, (3) inananlara bir yaşam tarzı sunan, (4) onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir yoldur. Özetle, din bir yaşam biçimidir, değerler koyarak inananların bireysel ve toplumsal hayatını yönlendirir.

Din-kültür ilişkisi karşılıklıdır. Yani din, kültürü etkilerken kültür de din anlayışında etkili olmaktadır. Örneğin; İslâm dininde namaz, Kâbe’ye yönelerek kılınır, yani caminin yönünün kıbleye doğru olması dinin emridir. Ancak caminin kubbesi ya da minaresinin biçimi vs kültürel anlayışla şekillenmektedir.

İnsanlık tarihiyle eşzamanlı bir sosyal olgu olarak dinin, toplumların yaşayan kültürlerinde çok önemli bir yer işgal ettiği, hatta kültürlerin oluşumunda çok önemli roller aldığı bilinen bir gerçektir. Her ne kadar din, günümüz modern toplumların genel kültürü içinde -geçmişe bakarak- farklı biçimlerde kendini göstermekte ise de, aslında bir şekilde etkinliğini sürdürmeye devam etmektedir.

Din, kültür üzerinde derin etkiler bırakır. Nitekim İslâm'ın Müslüman toplumların kültürü üzerindeki etkileri, onların kültür hayatına bakıldığında açıkça görülür. Denilebilir ki, genel olarak din-kültür ilişkisi, nasıl bir toplumu anlamak bakımından son derece önemli ise, İslâm dininin kültürümüzle ilişkisini ele almak da, kendi toplumumuzu anlamak bakımından oldukça önemlidir.

Hiç kuşkusuz din, kültür ile aynı şey değildir; ikisinin birbirinden ayrıldığı yönleri bulunmaktadır. Fakat kültürü dinden bağımsız düşünmek de mümkün görünmemektedir. Her toplumun kültürünün oluşumunda din, en önemli amildir. Kültürün, o toplumdaki insanların Allah, insan ve evrenle ilgili tasavvurları ve realitede bu üçlüyle kurdukları ilişkilere göre belirlendiği düşünülürse, kültürün dinle sıkı ilişkisi kendiliğinden anlaşılır.

Din-kültür ilişkileri dikkatle incelendiğinde, aslında bu ilişkilerin karşılıklı etkileşime dayalı olduğu görülebilir. Bu etkileşimde; din, bazı durumlarda bağımsız değişken ve belirleyen olurken; ortaya çıkan yansımaları ve müntesipleri açısından bazı durumlarda bağımlı değişken de olabilir, yani toplumdan, toplumun kültürel hayatından etkilenebilir. Aynı şekilde kültür de her durumda bağımsız değişken olamaz, bazı durumlarda bağımlı değişken olup başka unsurlardan, örneğin dinden etkilenir.

Her insanın hayat süreci, bir dünya inşa etmektir. İnsan, kendi dünyasını inşa ederken, kendi çabasıyla enerjisini toplar ve kendisine bir istikrar temin etmeye çalışır. İnşa edilen bu dünya kültür olarak dışa yansır. Kültürün asıl amacı, insan hayatı için sağlam bir yapı oluşturmaktır. Bu yapının en temel sorunu dayanağı olan kültürün değişken ve istikrarsız oluşudur. Bu demektir ki insan için dünya inşa etmek zorunludur, ama asıl önemli fakat zor olanı bu inşa edilen dünyayı devam ettirmektir.

Kültür, toplumun hem ürünü hem de toplumun inşa edici öznesidir. Kültür kendi içinde barındırdığı özellikler itibariyle değişen ve dinamik bir muhtevaya sahiptir. Bu anlamda kültürün değişmesinde ve oluşmasında hem yerel hem de evrensel değerlerin tesiri büyüktür. Çünkü dinin kültürün merkezine yerleşmesiyle birlikte din gelenekleşmekte veya kültürleşmektedir. Böylelikle dinin nesilden nesile aktarılması gerçekleşir. Kültür de sosyal hayatın bir ürünüdür ve nesilden nesile aktarılarak gelişir. Kültür alanlarını birbirinden ayırmak mümkün olsa bile din vasıtasıyla bireylerde oluşan zihniyet, bütün kültür alanlarda nüfuz etmiş olmasından dolayı dini kültürün içinden kolaylıkla ayırt etmek mümkün değildir.

Denilebilir ki kültür insanın, maddî ve manevî ürettiklerinin toplamından ibarettir. Kültürün bir unsuru olarak toplum, beşerî bir ürün olmakla manevî kültürün karakterini bütünüyle paylaşır. İnsanın dünya inşa etme eylemi, kolektif bir eylemdir. İnsanlar, ancak birlikte aletler geliştirir, birlikte dilleri türetir, birlikte değerlere bağlanır, birlikte müesseseler kurarlar. Birey, sadece bir sosyal sürece dayalı bir kültüre katılmakla kalmaz, aynı zamanda onun süregelen kültürel varlığı, özel toplumsal düzenlemelerin korunmasına da bağlıdır.


  1. Din-Birey İlişkisi

Din hem bireysel hem de toplumsal bir olgudur. Şu kadarı var ki bireyin hayatını etkilediği oranda toplumun hayatını tanzim eder. Dinin bireysel boyutu, bizzat bireyin kendi içsel durumu, deruni yapısı ve kişisel davranışlarıyla ilgilidir. Dini inanç ve ibadetler, hem birey için hayatın anlamına ilişkin açıklamalar sağlarlar, hem de insanlar arası ilişkilerde ortaya çıkan ahlaki konularda rehberlik edebilirler. Çünkü din bir değerler bütünüdür ve bu değerler hem bireysel rehberlik hem toplumsal rehberlik sunar.

Dinin bireysel hayatın merkezine takvayı koymuş olması, inananların yaşam kalitesinin buna bağlı olması anlamına gelir. Bunun da amacı dünya ve ahiret mutluluğu olarak ifade edilmiştir. Din insanların mutlu bir hayat sürdürmelerini sağlamak amacıyla birtakım değerler ve etkinlikler (inançlar ve ibadetler) koymuş ve bunların gelişmelerine uygun ortam oluşturulmasını (iyiliği tavsiye – kötülüğü men) istemiştir. Bu inanç ve uygulamalar öncelikle dünya hayatının insan onuruna uygun bir biçimde yaşanmasını amaçlarlar.

İslam dininde, iman edip etmemek tamamen bireyin iradesine bırakılmıştır. Zira zorlama ile ya da baskı altında gerçekleşecek inancın içselleştirilmemiş olması nedeniyle bireye herhangi bir olumlu katkısı olmayacaktır. Bu gerçek Kuran’da “Dinde zorlama yoktur” ilkesiyle ortaya konmaktadır.


  1. Din-Toplum İlişkisi

Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan sübjektivizmin etkisiyle din, tamamen ferdi bir olay olarak görülmeye ve izah edilmeye çalışılmıştır. Ama bu anlayış 20. yüzyıla gelindiğinde önemini kaybederek dinin objektif yönünün (toplumu etkilemesinin) önemi üzerinde durmaya başlanmıştır. Esasen din bireyleri ilgilendirdiği kadar sosyal bir olay olması hasebiyle toplumu da o kadar ilgilendirmektedir.

Dinin bir sosyal karaktere sahip olması onun, diğer toplumsal olaylarla ilişki içinde olması demektir. Zira toplumsal bir olgu olarak varlığını gösteremeyen bir din uzun yıllar varlığını sürdürme imkânına sahip değildir. Ancak unutmamak gerekir ki her din önce bireysel olarak ortaya çıkar ve daha sonra toplumsal boyuta taşınır. Böylece dinin hem bireysel hem toplumsal yönü önemli olup birbirlerini tamamlayan iki veçheye sahip olduğu söylenebilir. Dinin bu iki yönünü birbirinden bağımsız tamamen bağımsız ele almak mümkün görünmemektedir.

Dinin toplum içindeki fonksiyonları zamana ve şartlara göre değişiklik gösterir. Fakat modern sanayi toplumlarda dinin etkisinden azalıp toplumların sekülerleştiğini, dinin pek çok toplumsal fonksiyonlarını başka kuruluşlara devrettiğini ve kendi öz alanına çekildiğini söyleyebiliriz. Ama din, bireylere etki pozisyonunu kaybetmedikçe toplumun kültür hayatının merkezinde varlığını devam ettirecektir.

Din ve toplum arasındaki etkileşimi iki yönlü olarak değerlendirmek mümkündür. Öyle ki din, değer yargılarıyla toplumsal yapı üzerine etkisini gösterirken başka taraftan da toplumsal yapı dinin değer yargılarının algı biçimi üzerinde etkisini gösterebilir. Dolayısıyla din sosyolojisi, din ve toplum ilişkisinden ortaya çıkan etki ve tepkilerin ve dini grupların incelenmesi üzerine çalışmaktadır. Böylece din ve toplum ilişkisi karşılıklı etki esasına dayanmaktadır. Şu halde dinin sosyal bir karaktere sahip olması, onun özünde var olan bir karakterdir.

Dini, bulunduğu kültür çevresinden ayrı ve her türlü etkiden uzak düşünmemek gerekir. Zira kültürel hayatın bütün kısımları ile toplumun genel yapısı arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Din de bu yapı içerisinde varlığını hem etkileyerek hem etkilenerek sürdürmektedir. Bir yandan toplum ve kültür sahaları din üzerinde etkili olurlarken diğer yandan da din toplum hayatı ve kültürün diğer sahaları üzerinde etkili olmaktadır. Buna göre din, toplum hayatını düzenlemek amacıyla normlar koyar ve toplumun içine nüfuz edip kapsamlı bir şekilde ahlaki değerleri sistemleştirir.

Din ve toplum arasındaki ilişkiyi sistematik bir şekilde ele aldığımızda birinci derecede dinin toplum üzerindeki etkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Zira dinler, toplumsal hayatın önemli hususlarıyla ilgili meseleleri, insanları ilgilendiren konular ve sorunlara karşı tutum ve davranışları kapsamaktadır. İnsanlar tarafından din yoluyla kazanılan bir zihniyetin paylaşılması sonucunda bu değerler inananlar tarafından ister iradi olsun ister iradi olmasın dünyevi hayata aktarılmaktadır. Bireyler, din vasıtasıyla kazanılan zihniyet dünyası “gözlükleriyle” dış dünyayı anlamaya çalışır. Bu zihniyet, insan hayatında kapalı bir bölge oluşturmayıp kültür ve toplum hayatının din dışında kalan kısımlarına da etki etmektedir. Buna göre her din hayatın bütün önemli konuları ve bunlara takınılan bütün önemli dünyevi olaylara karşı önemli bir zihniyet muhtevası içermektedir. Dolayısıyla din, toplumu derinden etkileyen en önemli sosyal olgulardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır.


1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   56


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət