Ana səhifə

DÜnyayi iNŞa edenler II 2 temmuz 2009 AÇiliş konuşmalari


Yüklə 364.5 Kb.
səhifə1/3
tarix24.06.2016
ölçüsü364.5 Kb.
  1   2   3




DÜNYAYI İNŞA EDENLER II

2 TEMMUZ 2009

AÇILIŞ KONUŞMALARI

Açılma Saati: 10.30

--------o--------

SUNUŞ – Sayın konuklarımız, sayın bakanlarım, Sayın Cumhurbaşkanım; Dünya Gazetesi ile İNTES’in ortaklaşa düzenlediği Dünyayı İnşa Edenler Projesi’nin ikinci toplantısına hoş geldiniz.

Açılış konuşmalarını yapmak üzere, İNTES Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şükrü Koçoğlu’nu kürsüye arz ediyorum.

Buyurun Sayın Başkanım.

İNTES BAŞKANI M. ŞÜKRÜ KOÇOĞLU – Sayın Cumhurbaşkanım, çok değerli bakanlarım, kamunun değerli çalışan bürokratları, değerli misafirler, değerli meslektaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler; hepiniz hoş geldiniz.

Dünya Gazetesi ile birlikte İNTES’in birlikte yaptığı bu toplantı serisi, daha doğrusu bunun adına da “Proje” diyoruz, bu sene ikincisi oldu. Umarım bu da bizim İNTES’in geleneksel yemekleri gibi, belki geleneksel hale de gelebilir diye düşünüyorum.

Bugün daha çok yurt dışı işlerimizle ilgili konuları aktaracağım. Konuyu da fazla uzatmadan özet bilgi arz etmek istiyorum.

Yedi yıl içerisinde Türkiye'nin yurt dışı işleri nereden nereye geldi. İşte, 1,2 milyar dolardan 23,6 milyar dolara geldi yurt dışı işlerimizin hacmi ve 70 ülkede 4 600 tane proje gerçekleştirildi. Bu tabii büyük bir başarı. Tabii büyük derken, bunu yeterli olarak görmüyoruz, ama Türkiye'deki yurt dışına yapılan ihracat veya Türkiye'nin diğer sanayi ve hizmet dallarındaki sıralamayı eğer düşünürsek, müteahhitlik sektörü, inşaat sektörü gerçekten yurt dışında Türkiye'nin yüz akı. Ha, yurt içinde yüz akı mı derseniz, değil. Yani kamuoyu tarafından maalesef isim biraz hoş değil, ama biz inşaat sanayicileri kavramı altında ve bizi tanıyanların da değerini, ederimizi düşündüğünü, verdiğini düşünüyoruz.

Bunu güç birliği halinde yapıyoruz. Tabii biz bunu yaparken, işte şu kadar iş aldık… Toplamda 130 milyar dolarlık iş almışız biz 1970’li yıllardan bu zamana kadar. Bunu yaparken de elbette ki tek başımıza yapmıyoruz. Bize en büyük desteği veren, bütün kamunun, önce baştan hükümetler ve kamunun diğer birimleri, elbette bu desteği veriyor, vermeye çalışıyor en azından. Fakat en çok kol kola çalıştığımız Dış Ticaret Müsteşarlığı ve ilgili Devlet Bakanlığı. Gerçekten bizim önümüzde bazen koşuyorlar. Onun için, ben huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Sayın Bakanım Çağlayan’a da bağlı. Bu konuda hakikaten eski Devlet Bakanımız Sayın Tüzmen çok hızlı bir koşuyla bu bayrağı çok yukarılara taşıdı, ama ben kesinlikle bildiğim, inandığım bir şey var, Sayın Çağlayan da bunu zirveye taşıyacak. Tabii bu zirve nedir derseniz, şu andaki hedefimiz yaklaşık 2 misli, yani 50 milyar dolara hedefledik, kilitledik kendimizi. Bu seneyi biraz pas geçiyoruz, bu zirve anlamında 2009 yılını. Ama 2010 yılında bunu yakalamamız lazım. Sayın Bakanım, tabii zirveyi, 50 milyar doları yakalayınca da “Benim işim bitti” demeyin sakın. Bu zirve habire değişecek, 100 olacak, 200 olacak, yakaladıkça yeni zirvelere doğru koşmamız lazım ki siz biraz fazla yorulun, biz de yorulalım ve ülkeye hep beraber katkıda bulunalım diye düşünüyoruz.

Efendim, tabii bu inşaat sürecini, yapım sürecini üç ayaklı bir saca benzetiyorum. Bir ayağı mühendislik, bir ayağı işçimiz, diğer ayağı da müteahhitlik. Şimdi bakıyoruz, mühendislikte iyi veya kötü tabii, ama belli bir kuralları var, eğitimi var, yapılıyor, belli formasyonu var, yani her önüne gelen mühendis olmuyor. En azından dört yıl okuması gerekiyor, bir akademik kariyer gerektiriyor.

Usta işçi faslına gelince; Türkiye'de çok önemli bir konu, bir kurum kuruldu bildiğiniz gibi, Mesleki Yeterlilikler Kurumu. Buradan yine sizlere de duyurmak istiyorum, kıvançla da söylemek istiyorum, burada da inşaat sektörünün meslek standartlarını belirleme yetkisi Türkiye'de sadece İNTES aldı, bizim Sendikamız aldı. Yani tüm inşaat işçisi ustasının eğitimlerini de sertifikaların standartlarının belirlemesini de İNTES yapacaktır. Tabii, ölçme değerlendirme, sonra da sertifika olacak. Yani artık biz işçilerimize de bir standart getiriyoruz ve bunu da gidip herhangi bir okuldan almıyor, eli taşın altında, bu işi fiilen yapanlar bu eğitimi vermiş oluyor bir yerde ki, pratiğe yönelik çalışacakları için bunun da çok doğru yol olduğu malum zaten. Yani işçimize de artık bir standart getirmiş oluyoruz. Zaten birkaç kanuna da şimdi girdi, mesela İmar Kanunu’na, Kamu İhale Kurumunun getirdiği… Bazı valiler “sertifikasız inşaat işçisi çalıştırılmasın” dedi. Yani biz sacın ikinci ayağını, işçi kısmını da bir şekilde standardize ettik.

Gelelim yapım bacağına. Şimdi, bu bacak hep biraz çatlak, biraz kırık, biraz eğri. Nedir? Müteahhitlik. Niye eğri? Yani biz bu kadar övünüyoruz, işte 130 milyar dolarlık iş aldık, bu sene 23,6 olacak, işte 50’ye çıkacağız, 100’e çıkacağız, vesaire ama, niye eğri? Tabii burada bu denetim mekanizması şöyle yok: Bildiğiniz gibi, bu sektöre herkes çok rahatlıkla girebiliyor ve hem de elini kolunu sallayarak. Yani en ufak bir kariyer soruşturması, etik soruşturma, tecrübe, hatta bürosunun olmasına da ihtiyacı yok, yani bir adres, teminatı bulduğu müddetçe girebiliyor. Başkasının belgesini de satın alıyor üstelik, çok etik olmayan bir şekilde. Yani icrası böyle oluyor ve bu müteahhitlik arz ediliyor. İşte, üçüncü bacakta maalesef böyle bir çatlak var.

Tabii, ben bu yurt içi için diyorum ama, yani neticede bu bacak yurt dışına da gidiyor, yani bu çatlaklık. O şekilde de taşınmış oluyor.

Şimdi, İmar Kanunu’nda yeni Bayındırlık Bakanı Meclise yeni bir tasarı verdi, İmar Kanunu’nda artık bazı sorunlara engel olmaya çalışıyorlar. Yani müteahhitliğin şartları, ama bu müteahhitlik derken, tabii daha çok yap-satçı tabir ettiğimiz firmalar için bu düzenleme biraz yapılıyor. Ama bizim daha büyük kavramda ve yurt içinde, yurt dışında taahhüt edenleri kapsamıyor.

Bakın, izin verirseniz size Rusya’dan bir örnek vermek istiyorum. Rusya'da yapılan düzenlemede müteahhitlik belgelerinin her tip için ayrı ayrı verilmesi öngörülüyor. İkincisi, firmanın bu belgeyi alabilmesi için yetkilendirilen bir sivil toplum örgütüne bizim gibi, üye olması gerekiyor, şart koşuyorlar. Üçüncüsü de bu 2010 yılından itibaren başlıyor. Belge sahibi olmadan yapım işleriyle uğraşan firmalara idari para cezası veriliyor. Eğer bu durum bir yıl içinde tekrarlanırsa da işlerinin durdurulması, yani özel işlerin de durdurulması anlamına da geliyor. Rusya, ki biz Rusya'da inşa eden bir takımız, Rusya'da çok iş yapan bir takımız. Ama onlar da demek ki kuralları bizden çok daha önce koymuş oldular, biz hâlâ bu kuralları getiremedik müteahhitlik adına.

Tabii, ulusal yeterlilikleri, ulusal standartları İNTES olarak kanunla biz bu göreve girdik ve bunu yapıyoruz. Ama maalesef yurt dışında iş yapacak meslektaşlarımıza bu standardı ve bu yeterliliği, bu akreditasyonu daha getiremedik. Biz de işte bunun mücadelesini yapıyorum, özellikle Sayın Bakanlarımız, Sayın Çağlayan tabii bu işte direkt biz ona bağlıyız diyebiliyorum daha doğrusu. Evet, onun için Sayın Bakanım, yurt dışına, ne olur, her elini kollunu sallayan, sallamayan değil, yani bunun bir elimine edilmesi gerekir. Bu çalışma da sizin Bakanlığınızda daha önce başlatılmıştı zaten. Yani eğer biz bu disiplini yapmaz isek yurt dışından çok şikâyetler gelecektir.

Tabii, bu arada devamlı söylediğim bir şey, Sayın Bakanım, eğer bunu biz böyle zirvelere taşıyacaksak, sizin mutlak ve mutlak halletmeniz gereken –ki daha evvel de size arz ettik bunu- yurt dışı işlerle ilgili ne var derseniz, bir kere bu sosyal güvenlik primlerinin mutlak azalması, indirilmesi gerekir. Hemen misal vereyim; Türkiye'de mesela teşvikli iller var. Orada yapılanlar da yurt dışında uygulanmıyor. Yurt dışını bir 82 nci il olarak görelim diye, bu kavramı da ben söylemiştim yıllar evvel. Ne olur, bunu böyle görelim. Yani doğuda verdiğimiz teşviki niye Libya’da, Cezayir’de uygulamıyoruz. Neticede bizim işçimiz için uygulanacak bu. Yani başka işçi için uygulanmayacak zaten. Ve bu şekilde de biz krizleri aşmada çok yardımcı olacağız, yani ülke için son derece rantabl olmasına rağmen, bunu bir türlü yapamadık. Ama hiçbir zaman da ret gelmedi, çünkü son derece akılcı bir öneri. Üstelik şimdi bazı illerde biliyorsunuz teşvik çıktı, tabii bu da uygulanabilirse çok faydalı olur.

Biliyorsunuz, ikinci konumuz teminat mektubu. Tabii teminat mektupları belki Hükümet olarak direkt bir şey yapılması, müdahale edilmesi çok zor, ama neticede Hükümetin bir gücü var. Neticede ben şikâyetimi, sıkıntımı gidip bankaya değil, Hükümetime anlatacağım, beni idare eden hükümetler. Dolayısıyla ben de sıkıntımı Hükümete anlatmam gerekiyor, o fasıldan da ben size bunu burada söylemeye çalışıyorum.

Teminat mektupları, biz yabancı, diğer ülkelere göre biz 10 misli, 20 misli daha pahalıya alıyoruz teminat mektuplarını, yani komisyon itibarıyla. Ve bu ciddi bir şekilde rekabetimizi azaltıyor. Bu ve sosyal güvenlik primi, inanın rekabet gücümüzü… Şimdi, önümde iki gündür bekliyor, yaklaşık 780 milyon dolarlık Cezayir’de bizim bir işimiz var, hı desem hemen alıyoruz. Tam yüzde 4 kâr. İnşaatçılar bilir, inşaatta yüzde 4 kâr, yüzde 4 zarar da olur, yüzde 15 zarar da olabilir. Yani çok kritik, çünkü bilinmeyen o kadar gider var ki. Halbuki burada işte sosyal güvenlik primi… teminat mektubu biraz azalma olsa, ben vallahi hemen alırım. İşte bir sürü de Türk işçisi götüreceğiz.

Tabii, belki bu fasıldan köprü krediler, Eximbank bir köprü kredisi çıkardı, sağ olun. Tabii, bunun kullanılması çok pratik değil, bir sürü ipotek istiyor, şunu istiyor, bunu istiyor Eximbank. Yani herkes kullanamıyor diyebiliriz.

Sayın bakanlarım, en önemli konulardan birisi de ikili sosyal güvenlik anlaşması olmayan ülkeler var. Biz sosyal güvenlik anlaşması yapmışız. Nereyle? İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, yani Avrupa ile. Oralarda bizim işimiz yok, oralarda inşaat işi yok, onlar bitirmiş. Bizim nerede? İşte, Kuzey Afrika’da, Orta Doğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da özellikle işlerimiz var. Bir tek orada… Azerbaycan’la var, bir de Libya ile var. Bunun dışındaki ülkelerde sosyal güvenlik anlaşması yok.

Hemen somut bir misal vereyim size, birebir misal vereceğim. Şimdi, ben götürdüğüm işçiyi -mesela Cezayir’den bahsedeyim- burada sigortalıyorum. Bir de Cezayir’de sigorta yaptırıyorum. İkisinin toplamı, yani sakın abarttığımı düşünmeyin, yüzde 90’ı geçiyor. Yani 1 maaşa yakın bir prim veriyorum, hem Cezayir hem Türkiye payı ile. Bu inanılmaz bir yük. Yani bu yüklerle artık bu sektörün daha fazla yurt dışında iş alması gerçekten çok zor, bunu görmemiz lazım.

Ha, belki kanun yapıcı şöyle görüyor: “Türkiye'den oraya götürdüğün işçi isteğe bağlı sigorta, onu sen vermeyeceksin ki onu işçi verecek” diyor. Ama bir de bir realite var, Türkiye'deki tüm inşaat işçileri net ücretlidir. Tüm primlerini işveren verir. Bu da bir realite. Yani onu ben vermeyeceğim diyemeyiz. Bu realiteyi de bilerek, bu yükün mutlaka kaldırılması lazım. Sosyal güvenlik anlaşması, ikili anlaşmalar yapılıncaya kadar bu yükün kaldırılması lazım. Yapıldıktan sonra zaten problem kendiliğinden kalkıyor. Ama bu süreç de bazen uzuyor, bu ikili anlaşmanın yapılması. Onun için, Sayın Çağlayan, yeni geldiniz, hemen tekrar seyahate gitmeniz gerekiyor.

Bu sorunların çözümü tabii ki bizim menfaatimize. Ama bizim menfaatimiz kim? Biz kimiz? Biz de bu devleti teşkil ediyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir taşıyız. Eğer ben, bu taş biraz büyürse Türkiye Cumhuriyeti büyüyor. Yani benden ziyade, bizim ülkemize bunun faydası var, katkısı var. Ben orada üç kuruş kazansam gelip bu ülkede yatırım yapıyorum. İşte bakın, oteller, bütün güneyde, orada burada, her yerde, burası da dahil. Buyurun, enerji işleri, özelleştirmeler… Kim aldı? İnşaat sanayicileri aldı. Neyle aldı? Eğer bu birikim olmasaydı bunlar alınabilir miydi? İmkânsızdı. Dolayısıyla bu birikim yok olmaya doğru lütfen gitmesin diye bunları söylüyorum.

Umarım fazla uzatmadım, ama bu sorunları özet olarak sunmak istedim.

Tabii, bugün Sayın Cumhurbaşkanım, çok değerli bakanlarım, dört tane de değerli panelistimiz var. Belki daha da fazla konuşmak istiyorum, çünkü benden daha da tecrübeli üç ağabeyimiz oturuyor bizim sektörden. Dolayısıyla onlara da biraz bazı şeyleri bırakmak istiyorum. Sayın Gönül Talu, Sayın Sezer Birgili, Sayın Ayhan Yavrucu konuşacaklar.

Sayın Erdoğan Bayraktar gelecekti, bir hastane problemi çıkmış, işte yetiştirmeye çalışıyoruz, umarım gelecektir. Panelistlere huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım, şeref verdiniz, sağ olun. Çok değerli bakanlarım, sizler de şeref verdiniz, sağ olun. Çok teşekkür ediyorum, bizlere vakit ayırdınız. Bu sektörün gelişmesi, iyiye gitmesi, biraz evvel bazı maddi referanslar gösterdim, ama her zaman sadece maddi referans yetmiyor, sizlerin destek vermesi, yani manevi destek vermesi de bize gaz veriyor, bizi büyültüyor. Bundan dolayı da, teşriflerinizden dolayı da ben şahsım ve Yönetim Kurulum adına en derin şükranlarımı, saygılarımı arz ediyorum.

Sağ olun, var olun.

SUNUŞ – Sayın konuklar, şimdi de Dünya Gazetesi adına Genel Yayın Yönetmeni Sayın Hakan Gürdağ’ı kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Gürdağ.

HAKAN GÜRDAĞ (Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni) – Sayın Cumhurbaşkanım, sayın bakanlarım, iş dünyasının değerli temsilcileri, saygıdeğer konuklar, hanımefendiler, beyefendiler; efendim, ben de Sayın Koçoğlu gibi İNTES ile gazetemiz işbirliğinde düzenlenen Dünyayı İnşa Edenler Toplantımıza hoş geldiniz demek için huzurunuzdayım. İzin verirseniz konuşmama önce şunu vurgulayarak başlamak istiyorum: Biz Dünya Gazetesi olarak bizi iş dünyasının en dinamik kesimleriyle bugün burada olduğu gibi sektörlerinin öncüleriyle, önderleriyle bir araya getiren bu tür toplantıları çok seviyoruz, çok da önemsiyoruz. Önemsiyoruz, çünkü sizlerle yüz yüze olduğumuz bu interaktif buluşmalar, fikir alışverişinde bulunabildiğimiz bu interaktif buluşmalar işimizi anlayarak yapmamızda bize çok büyük fayda sağlıyor. Onun için dünya interaktif gazetecilik modelinin ayrılmaz bir parçası olarak, kurucumuz Merhum Nezih Demirkent’in öncülüğünde başlattığı bu toplantıları her düzeyde geliştirerek, çeşitlendirerek devam ettirme çabasında. Bugün de kıvançlıyız ki, Dünyayı İnşa Edenler Projemiz’i taçlandıran, tarafları en üst düzeyde bir araya getiren bu konferansla bilgilenme çıtamızı biraz daha yükseğe koyuyoruz.

Bize bu imkânı sağladıkları için, başta Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şükrü Koçoğlu’na, İNTES Yönetimi ve Ankara Temsilcimiz Sayın Ferit Parlak’a ve tabii ki bu toplantının yapılmasını mümkün kılan herkese ve katılımınız için sizlere çok teşekkür ediyorum.

Birazdan Türkiye inşaat sanayisinin önde gelen aktörleri, duayenleri, Baş Yazarımız Sayın Osman Arolat’ın yöneteceği panelde değerli görüşlerini ve birikimlerini sizlerle paylaşacaklar. Zihinsel radarlarımızı açarak dinlersek, sanıyorum bu oturumdan hep beraber çok faydalanacağız.

Tabii, hepimiz izliyoruz krizin alt üst ettiği dünya ekonomisi çok özel bir dönemden geçiyor. Türkiye de çok özel bir dönemden geçiyor. Sanki küresel dengelerin yeniden kurulacağı, tehditlere, tabii aynı zamanda fırsatlara da açık bir dönemin başındayız. Ciddiyetle ele almamız, sorgulamamız gereken bu olağanüstü dönemin etkilerini her düzeyde hissediyoruz. Her ülke, her kesim, her sektör etkileniyor ve farklı düzeylerde etkilenmeye de devam edecek. Zaten, sanıyorum bütün mesele de burada, bu farklı düzeyde. Bizi de ilgilendiren esas soru, Türkiye bu krizden nasıl etkilenecek? İnşaat sektörü hangi durumda olacak?

İşte, ilk üç ayağa ilişkin büyüme rakamları, daha doğrusu küçülme rakamları ortada. Türkiye ekonomisinin yüzde 13,8’lik daralmasını geçiyorum, inşaat sektörü ilk üç ayda yüzde 18,9 oranında daraldı. İnşaat sektörü üretim endeksi de –gene üç aylık bazda- yüzde 20,1 düşüş gösterdi. Bunlar ciddi rakamlar ve maalesef önümüzdeki çeyreklere ilişkin, ikinci çeyreğe ilişkin, üçüncü çeyreğe ilişkin de beklentiler çok parlak görünmüyor.

Elbette amacım, toplantımıza başlarken bir karamsarlık havası yaymak değil. Zaten günümüzde iyimserlik-karamsarlık ikilisinin artık pek bir anlamı da kalmadı. Her iki yaklaşım da bizi gerçeklerden koparıyor, geleceğin risklerine karşı savunmasız bırakıyor. Onun yerine, sorunların algılanması ve tespitinde alabildiğine acımasız ve gerçekçi, ama çözüm aşamasında da sonuna kadar pozitif ve olumlu olmak gerekiyor.

Ama her durumda, inanıyorum ki 20 milyar doları aşan yurt dışı müteahhitlik hizmetleri hacmiyle dünyaya kendisini ispat etmiş, Sayın Başkan biraz önce söyledi, 50 milyar doları hedeflemiş Türk inşaat sanayicilerinin sorunlarına yeni bir pencereden bakmaya gayret ederken işe eleştirel düşünceyle başlamak gerekir diye düşünüyorum. Ki Sayın Koçoğlu da biraz önce böyle yaptı.

Bu çerçevede, içinde bulunduğumuz bu özel konjonktürde olduğu gibi, mevcut paradigmayı ayakta tutan temel varsayımların, kubbeyi ayakta tutan sütunlar gibi çatırdadığı, geride kalacak olanın az çok belli olduğu, ama gözlerimizin yeni geleni de henüz tam anlamıyla seçemediği bu ortamda bu Konferansın bir sis çanı gibi sektöre yol gösterici olmasını umuyorum. Böyle anlamlı ve işlevsel bir toplantıya ve bu yıl ikincisini gerçekleştirdiğimiz Dünyayı İnşa Edenler Projesi’ne katkıda bulunmaktan duyduğumuz gururu ve mutluluğu bir kez daha vurgulayarak, düzenleyenlere ve katılanlara bir kez daha teşekkür ederek toplantımızın hayırlı ve faydalı olmasını diliyorum, hepinize en içten saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim.

SUNUŞ – Sayın konuklar, şimdi de açılış konuşmalarını yapmak üzere Devlet Bakanımız Sayın Cevdet Yılmaz’ı kürsüye arz ediyorum.

Buyurun Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ – Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Bakan arkadaşım, çok saygıdeğer misafirler, değerli sektör temsilcileri, hanımefendiler, beyefendiler, basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de konuşmama öncelikle, az önce değerli konuşmacının bıraktığı yerden başlamak istiyorum. Gerçekten olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Ülke olarak değil, dünya olarak olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Dünyadaki ekonomik paradigmanın sorgulandığı, tartışıldığı, önce finans piyasalarında başlayan, daha sonra ekonomi alanına, reel sektöre akseden, ardından özellikle de istihdam kanalıyla sosyal alanı etkileyen büyük bir krizden geçiyoruz bütün dünya olarak. Biz de elbette bu dünyanın parçası olan ve bu dünya ile çok yoğun bir şekilde etkileşim içinde olan bir ülke olarak bu süreçten şüphesiz ki etkileniyoruz. Ancak bu noktada şu hususun da altını özellikle çizmek isterim: Burada ortaya konulan bir vizyon var, “Dünyayı İnşa Edenler” kavramıyla bir anlamda sembolize edilen bir vizyon var. Türkiye'nin iddiasını ortaya koyan, ülke olarak iddiasını ortaya koyan, sektör olarak iddiasını ortaya koyan bir vizyon var. Ve vizyon, bütün vizyon ifadelerinde olduğu gibi, uzun vadeye mutlaka bir gönderme yapar. Yani kısa vadeli konjonktürel, günlük olana boğulmadan, biraz günlük olana bir mesafe alıp oradan gerçekten dünyaya, ülkemize, sektöre bakmamız gerekiyor. Bunu yapamadığımız sürece nereye gideceğimizi ve oraya nasıl gitmemiz gerektiğini sağlıklı bir şekilde tartışmamız mümkün olmaz. Günlük gürültü içinde, günlük telaşe içinde, yön duygusundan yoksun bir şekilde kalırız ve bu da dünyadaki yarışta, dünyadaki rekabette ülkemize bir avantaj sağlamaz diye düşünüyorum.

Türkiye’nin ülke olarak vizyonu açıktır. Aslında bu cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ortaya konmuş bir vizyondur. O da muasır medeniyet seviyesini yakalamak ve bunun ötesine geçmektir. Türkiye’nin vizyonu çok açık. Bunu biraz daha bugünkü ortamda ekonomik bir dile tercüme edecek olursak, 2023 yılında cumhuriyetimizin 100. Kuruluş Yıldönümünde inşallah 10 büyük ekonomiden 1’i haline gelmeyi hedefliyoruz ve bunu da gerçekçi bir hedef olarak görüyoruz. Ulaşılamaz, elbette iddialı bir hedef, ama aynı zamanda da gerçekçi bir hedef olarak görüyoruz.

Türkiye, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülke, katılım sürecinde olan bir ülke. Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde dünyanın büyük bir kesiminin desteğini alarak, büyük bir teveccühünü alarak geçici üyelik konumunda olan bir ülke. NATO üyesi. Batı’daki birçok kurumun bir parçası ve bu şekilde de devam edecek. Bölgesinde son dönemlerde, özellikle de ekonomik alanda sağladığı gelişmelerle bölgesel ağırlığını da artırdığını, arabuluculuklar yaptığını, giderek hakemliğine daha fazla başvurulan bir ülke haline geldiğini de görüyoruz. Özellikle de Türkiye'nin dışına çıkıp Türkiye'ye baktığınızda, ne kadar önemli, tarihiyle, bugünüyle ve gelecek perspektifiyle ne kadar önemli ağırlıklı bir ülke olduğunu çok rahat bir şekilde görüyorsunuz. Bu, Türkiye vizyonunda tabii ki taahhüt sektörümüzün de kendi vizyonunun olması son derece doğal ve bunu da burada görüyoruz. Dolayısıyla, ben özellikle bunun altını çizerek başlamak istedim. Dünyayı İnşa Edenler vizyonu, ülkemize yakışan, sektöre yakışan bir vizyon. Bu ülkenin genel vizyonuna uygun bir yaklaşım. Dolayısıyla bunun başarılı olmaması için hiçbir sebep yok. Yerelle küreseli bir anlamda bütünleştiren, dünyaya bir pazar olarak baktığımızın altını çizen bir vizyon. Dolayısıyla bu vizyonu oluşturanları öncelikle tebrik ediyorum ve bu vizyonun arkasında Hükümet olarak yer aldığımızı da özellikle vurgulamak istiyorum.

Bu genel değerlendirmeden sonra, özellikle sektörle ilgili bazı hususlara da değinmek istiyorum. Birincisi, bu sektörün ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. İleriye ve geriye doğru bağlantılarının çok yoğun olduğunu biliyoruz. Birçok sektörle girdi-çıktı ilişkisi içinde olan bir sektör olduğunun farkındayız ve özellikle de iş gücü anlamında, istihdam anlamında öneminin farkındayız.

Bir lokomotif sektör bir anlamda. Büyüme dönemlerinde ortalamaların üzerinde giden, büyümeyi sürükleyen sektörlerden bir tanesi. Kriz dönemlerinde de daha yoğun -daha asimetrik diyelim- etkilenen bir sektör. Bunu da son dönemlerde görüyoruz.

Bir genel seyrini izlediğimiz zaman, 2000-2001 yıllarında yaşanan krizin ardından, 2004 yılından itibaren bir büyüme eğilimine girdiğini görüyoruz sektörün. 2005 yılında yüzde 21,5 gibi bir büyüme sağlamış ve kriz sonrası en yüksek değerine ulaşmış. 2006 yılında yine yüzde 18,5’lik bir büyümesi var. 2007 yılında büyümesi bir miktar düşmüş, 5,7’lere gelmiş. Fakat 2008’den itibaren tabii krizin etkisiyle bir durgunluk dönemine girdiğini görüyoruz.

İstihdam içindeki payına da baktığımızda, yüzde 5-6 civarında bir paya sahip olduğunu görüyoruz. 2006 yılında 6,43, 2007’de 6,49 gibi bir paya sahip. Tabii bu geriye ve ileriye doğru tetiklediği istihdamı da hesap ederseniz, aslında bu doğrudan istihdamın çok daha ötesinde bir faydası olduğu da görülebilir. Gerek düz işçi gerek nitelikli eleman istihdamı açısından gerçekten önemli bir paya sahip. 2009 yılının Mart ayı itibarıyla istihdamdaki payı 5,3, 1 milyon 62 bin insanımız bugün Türkiye'de bu sektörden ekmek yiyor. Tabii, yurt dışındaki etkilerini de buna mutlaka ilave etmek gerekiyor.

2008 yılında yüzde 7,6 oranında bir daralma görüyoruz. 2009’un ilk çeyreğinde de bunun devam ettiği hepinizin malumu, yüzde 18,9 oranında bir küçülme söz konusu. Bu ilk çeyrekte genel olarak da 13,8’lik bir küçülme söz konusu. Ama şunun altını ben özellikle çizmek istiyorum: Bu üç aylık dönem geride kalmış bir dönem. Bizim artık bu ilk çeyrekteki Ocak, Şubat, Mart dönemindeki bu küçülmeyi giderek hafifleten ve yılın sonlarına doğru büyümeye doğru götüren bir eğilim içinde olacağını bekliyoruz. Bu yönde de kamu politikalarımız oluşturuluyor. Son dönemlerde teşvik paketi, istihdam paketi, Kredi Garanti Fonu’na yönelik yaptığımız açılımlar, ÖTV, KDV indirimleri, ikinci çeyrekten itibaren başlayan, üçüncü çeyreğe de teşmil ettiğimiz indirimler. Diğer taraftan, çeşitli alanlarda Ekonomik Koordinasyon Kurulu çerçevesinde özellikle yoğun bir çabayla aldığımız tedbirler, dünyadaki gelişmelerle de elbette birleşerek bu ikinci çeyrektin itibaren etkilerini göstermeye başlayacaktır diye değerlendiriyoruz.

Elbette ki dünyadaki bu deprem böyle çok kısa bir vadede ortadan kalkmayacaktır. Tıpkı fiziki depremlerde olduğu gibi, dünyada güvenin oluşması belli bir zaman alacaktır. Dünyadaki finansal mimarinin oluşması, ekonomik canlanma, talebin canlanması elbette belli bir zaman alacaktır. Fakat gerçekten önemli bir aşamayı atlatmış bulunuyoruz. Bu sürece reformlarını yapmış bir ülke olarak girmiş olmanın, mali finansal sektörü güçlü olan bir ülke olarak girmiş olmanın, borçluluk düzeyi oldukça gerilemiş bir ülke olarak girmiş olmanın, tek başına bir partinin Hükümetiyle girmiş olmamız, bütün bunlar bizim artılarımızdır ve bu artılarla krizi inşallah fırsata çevireceğiz. Dünya krizden çıkarken biz de hızlı bir şekilde bu trendi yakalayacağız ve ülkemizi dünyadaki sıralamada daha üst noktalara taşıyacağız diye düşünüyoruz. Bütün amacımız bunu yapmaktır. Bunu da tabii ki özel sektörümüzle birlikte yapacağız.

Kamu yatırımlarında son, bu yıl özel sektör yatırımları doğal olarak tabii bu kriz ortamında, dünyadaki ortamdan çok daha yoğun bir şekilde etkileniyor. Fakat biz kamu yatırımlarında Planlama Teşkilatından da sorumlu bir Bakan olarak söylüyorum, olabildiğince bu yıl kamu yatırımlarını hızlandırmaya gayret ediyoruz. GAP Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Konya Ovası Projesi gibi bölgesel programlar başta olmak üzere, ulaştırma sektörü, tarım, sulama sektörü, eğitim, sağlık harcamaları, enerji sektörü başta olmak üzere, birçok alanda ekonomik ve sosyal altyapı yatırımlarına devam ediyoruz. Bunun da bu içinden geçtiğimiz ortamda inşaat sektörümüz başta olmak üzere, birçok sektörümüze katkıda bulunduğunu değerlendiriyoruz. Buna da böyle yaklaşıyoruz.

Toplam yatırım bütçemiz, yaklaşık 56 milyar TL ve bu çerçevede hızlı bir şekilde yatırımlarımıza devam ediyoruz.

Ayrıca, yine uyguladığımız, az önce referansta bulunduğum bazı politikaların konut sektörü başta olmak üzere, inşaat sektörüne de belli bir canlılık kazandırdığını da görüyoruz.

Bütün bunlara bağlı olarak, ülkemizin tabii dünyanın bu krizden çıkışına paralel olarak, bu sektörümüz de mutlaka bu krizin üstesinden gelecektir.

Orta ve uzun vadede gelişmekte olan bir ülke olmamız hasebiyle altyapı ihtiyaçlarımızın çok yoğun bir şekilde gündemimizde olacağı açıktır. Türkiye bir taraftan büyüyen, bir taraftan şehirleşen ve sanayileşen bir ülke olarak mutlaka altyapıda, üstyapıda önümüzdeki uzunca bir dönem büyük ihtiyaçlar ortaya koyacaktır. Dolayısıyla sektörün orta ve uzun vadeli geleceği son derece parlaktır. Ancak şu noktanın da altını çizmek gerekir diye düşünüyorum: Türkiye artık belli bir yaygınlaştırma anlamında çeşitli sektörlerde hizmetleri ülke geneline yaygınlaştırma anlamında belli bir noktaya geldi artık. Bunu, bundan sonraki dönemde, önümüzdeki dönemlerde hizmetleri yaygınlaştırmanın ötesinde, kalite faktörünün çok önemli olacağını düşünüyoruz. Eğitimde, çeşitli sektörlerde, sağlıkta kalite olacağı gibi, inşaat sektöründe de giderek kalitenin çok daha ön plana çıkacağını görüyoruz. Altyapılarda, üstyapılarda, mimaride, şehirleşmede kalite kavramı etrafında politikaların daha yoğun bir şekilde ortaya çıkacağını değerlendiriyoruz. İnşaat sektörümüz de hem dünyada hem Türkiye'de kalitenin sembolü olan bir sektör olarak ortaya çıkmalı, özellikle yurt dışında taahhüt sektöründe yapılanlar hepimizin gurur kaynağı. Bunlar, sadece inşaat sektörünü tanıtmakla kalmıyor, aslında Türkiye'nin tanıtımına da bir taraftan hizmet ediyorlar. Bu bakımdan da inşaat sektörünü, taahhüt sektörünü son derece önemsiyoruz. Özellikle de yurt dışı taahhüt sektörü, bakın 2003 yılında 4 milyar dolar iken yurt dışı taahhüt sektörü, 2007 yılında bu rakamın 19,5 milyar dolara, 2008’de 23,6 milyar dolara ulaştığını görüyoruz. Bu büyük taahhüt sektörü, hem ekonomik anlamda hem de ülkemizin aslında dünyada tanıtımı anlamında, markalaştırılması anlamında önemli hizmetler görüyor.

Bu kalite anlayışı içinde şehirlerimizde önümüzdeki dönem daha kaliteli yaşam koşullarının oluşması anlamında akıllı binalar, akıllı kentler oluşması anlamında inşaat sektörümüzün yurt içinde ve yurt dışında büyük katkılarda bulunmasını bekliyoruz. Bunu yaparken, tabii ki yine yönetişim kavramından hareket etmemiz lazım. Bugünkü dünyada özel sektör, sivil toplum ve kamu yönetişim kavramı etrafında süreçleri birlikte yönetmek durumundalar. Hiç kimse tek başına “Ben başarılı olurum” iddiasında olmamalı. Gerçekten bu üç kesimi ne kadar bir araya getirebilirsek -basını da tabii bunun bir parçası olarak görüyoruz, bütün süreçlerin- mutlaka aramızdaki diyalogu, iletişimi, iş birliğini güçlendirmemiz gerekiyor ve sektörün geleceğine doğru hem politikaları şekillendirme hem uygulama hem de izleyip etkilerini değerlendirme ve yeniden formüle etme anlamında yoğun bir iş birliğine ihtiyacımız var.

Burada kamu-özel sektör yeni finansman modelleriyle de yine bu yönetişimin somutlaştırılmasını önemsiyorum. Bu anlamda da Devlet Planlama Teşkilatımızın yaptığı kamu-özel sektör iş birliği modelleri konusundaki çalışmalarda önümüzdeki dönemde daha somut olarak gündeme gelecek.

Değerli katılımcılar, bu iyi yönetişim ilkesi çerçevesinde ülkemizin özel sektörüyle, sivil toplumuyla, kamu kesimiyle Dünyayı İnşa Edenler Projesi’ne benzer projeleri geliştireceği bir dönem yaşayacağız. Bu projeye bu vesileyle emeği geçen bütün değerli arkadaşlarımızı tebrik ediyorum. Tabii, öncelikle Dünya Gazetesi’ni ve İNTES’i tebrik ediyorum ve bu toplantının başarılı geçmesini, hayırlı olmasını, sektöre, ülkeye yararlı olmasını diliyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

SUNUŞ – Sayın Bakanımıza teşekkürlerimizi arz ediyoruz.

Şimdi de, konuşmalarını yapmak üzere, Devlet Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan’ı kürsüye arz ediyorum.

Buyurun Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN – Sayın Cumhurbaşkanım, çok Değerli Bakan Arkadaşım, değerli milletvekilleri, değerli başkanlar, değerli dostlar, hanımefendiler, beyefendiler, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi özellikle sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Efendim, beni tanıyanlar bilir, otuz beş yıldır bu sektörün içindeyim. Katıldığım hiçbir toplantıda geç kalma gibi bir alışkanlığım ve lüksüm olmamıştır. Ben, dün sabah saat 06.00’da Endonezya, Çin’den geldim. Dün gece saat 01.00’de Ankara'ya döndüm. Yani aşağı yukarı on gündür Ankara'da yoktum. Benim de programımda saat 11.00 olarak bu toplantı verilmişti, onun için öncelikle Sayın Cumhurbaşkanım başta olmak üzere -ki onun engin hoş görüsünü biliyorum- hepinizden bir kere özür diliyorum. Ama benden kaynaklanan bir sorun olmadığını özellikle ifade etmek istiyorum.

Evet, gayet güzel şeyler konuşuldu. Otuz beş sene içinde bulunduğum bir sektör. Otuz beş senedir beraber değerlendirdiğimiz, beraber gördüğümüz ve şimdi de bana resmen verilmiş olan bir görev Devlet Bakanlığı ve Devlet Bakanlığının ana görevi de yurt dışı müteahhitlik ve müşavirlik hizmetleri. Dolayısıyla bu konuda sizlerle beraber çalışacak olmam benim açımdan büyük bir mutluluk. Çünkü sektörü tanıyorum, sektörün firmalarını yakınen tanıyorum. Patronları isim isim tanıyorum. Bırakın patronları, neredeyse firmalarınızda çalışan mühendisleri ismen biliyorum. Dolayısıyla bu kadar yakın olduğum bir sektörle inşallah önümüzdeki dönem İNTES Başkanımız söylese de söylemese de zaten görev olarak addettiğim için sizlerle beraber inşallah çok başarılı çalışmalar yapacağız.

Tabii, ben çok uzun konuşmam gereken bir konu, benim alanıma giren bir konu. Ancak Sayın Cumhurbaşkanımızın sabrını daha fazla zorlamak istemiyorum. Onun için mümkün olduğunca kısa konuşacağım ve paneli de görevim icabı, sektöre olan yıllardır, otuz beş yıldır olan sevgim, sempatim ve şu anda görevimden dolayı sonuna kadar da sizlerle beraber olacağım. Bütün konuşmacı arkadaşlarımı tek tek dinleyeceğim. Ama böyle bir ortamda sizlere söyleyecek çok şeyi olan bir Bakan olarak tabii ki kendime de bir, belki de fren mekanizması oluştursun diye biraz da böyle salonda sabah erken saat olmasına rağmen böyle bir cansızlık gördüğüm için, aslında çok beceremediğim halde bir fıkra anlatarak başlayacağım. Çünkü bu canlılıkların en büyük göstergesi, alkışlardır. Bakıyorum son derece zayıf alkışlar. Lütfen alkışlanıyormuş gibi alkışlar var. Oysa yapmış olduğunuz alkışlar sizin vücudunuza sağlıklı. Doktor Hanım da burada, kan dolaşımını artırır, bunu yapmaktan bence kendinizi alıkoymayın… Beni alkışlamayın, beni alkışlayın diye söylemedim. Sayın Cumhurbaşkanım burada, onu zevkle ifade edeyim. Onun için ben de biraz böyle suratlarınızı gülümseterek, ki sektör önü açık bir sektör, büyük bir sektör ve Türkiye'nin hem iddialı hem de önümüzdeki dönemde lokomotif olmaya devam edecek çok güçlü bir sektör. İşte, rakamlar söylendi. Ben de tabii üzerinde birkaç rakam söyleyeceğim. Böyle bir ortamda bir fıkra anlatarak başlamak istiyorum.

Efendim, biliyorsunuz okullarda ders yılı başladığı zaman, hocalar sınıflara gelir, mutlaka talebelerle bir tanışma faslı vardır. Profesör Nevzat Saygılıoğlu Hocam bilmiyorum şu anda bunu yapıyor mu yapmıyor mu? Yine böyle bir ders yılı başladığında bir din dersi hocası sınıfa gelmiş. Hadi tanışalım demişler. Böyle sıranın başında oturan genç bir delikanlıya “Evladım, senin adın nedir?” demiş Hoca. Talebe “Hocam, benim adım Fatih” demiş. “Peki evladım, bir Fatiha Suresini oku bakayım” demiş. Çocuk başlamış Fatiha Suresini okumaya. Hemen arkasından, yanı başında Doktor Hanım gibi güzel, genç bir kız talebeye “Kızım, senin adın nedir?” demiş Hoca, Talebe “Hocam, benim adım Kevser” demiş. Tabii din dersi hocası, yani inşaat, müteahhitlik sektörünü veya başka şey soracak, cari açığı soracak hali yok. Demiş ki: “Sen de bir Kevser Suresini oku” Kız başlamış Kevser Suresini okumaya. Hocanın dikkatini celbetmiş, böyle sınıfın en arkasında bir talebe kızarıyor, bozarıyor, terliyor ve kendisini Hocanın menzilinden kaybetmeye çalışıyor. Hocanın dikkatini çekmiş. Genelde de biliyorsunuz, hepimiz o sıralardan geçtik, Abdullah Ağabey de bana bakıyor, fıkra anlatırken üstadın yanında anlatmanın zor olduğunu da biliyorum. Böyle sıranın en arkasında biliyorsunuz genelde enseci takımı oturur, dersi gırgıra getirmek isteyenler oturur. Hocanın dikkatini çekince sınıfın en arkasına gitmiş, “Evladım, hayırdır bir problemin mi var?” demiş. Talebe, “Hocam, bir sıkıntım yok” demiş. Hoca “Evladım, bak terliyorsun, kızarıyorsun, bir problemin var senin galiba, sağlık problemin var” deyince talebe “Hocam, bir problemim yok” demiş. Hoca “Peki o zaman, seninle tanışalım” demiş, “Senin adın nedir oğlum?” deyince, tabii oğlan biraz sıkılarak, üzülerek “Hocam, benim adım Yasin, ama bana kısaca Süphaneke derler” demiş. Abdullah Ağabeyden okey aldım, fıkra beğenilmiş.

Şimdi bunu niye anlattım? Hem sabah sabah biraz böyle sizi neşelendirelim, çünkü sektörün her şeyinden sorumluyum. Yani sadece yurt dışı müteahhitlik, müşavirlik hizmetlerinin bağlı olması değil, sektörün her türlü sorunuyla da ilgilenmek mecburiyetinde hissediyorum. Yıllarca Sanayi Odası Başkanlığı acizane yapmaya çalıştım, bugün de işin başka bir tarafında sizlerle beraber bu işi yapmaya çalışıyorum. Biraz da aslında konuşmama gem vurmak için, biraz böyle yani daha az konuşayım diye kendime bir fren mekanizması olsun diye bunları söylüyorum.

Bir kere, toplantıyı fazlasıyla önemsiyorum. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Genelde hep toplantılar başlayınca, işte “Bu toplantı çok önemli bir toplantıdır, yapanlara teşekkür ederim” denilir. Ama ben yürekten teşekkür ediyorum. Niye? İNTES’i yıllardır tanıyorum, Değerli Başkanını, Yönetim Kurulu Üyesi bütün arkadaşlarımı, Ankara Sanayi Odasında zamanında meclis üyelikleri yapan, devam eden meclis üyelerini yakınen biliyorum. Yani İNTES’i İNTES’liler kadar tanırım.

Dünya Gazetesi bir kere benim hayatımda çok önemli bir yere sahiptir, Değerli Osman Arolat burada, ki Allah rahmet etsin, saygıyla, minnetle, rahmetle anıyorum Nezih Demirkent ve Dünya Gazetesi’nin tüm çalışanları Hakan Kardeşim başta olmak üzere. Benim 1995 yılında Ankara Sanayi Odası Başkanı olduğum dönemde KOBİ kavramının ortaya çıktığı o günkü dönemde Dünya Gazetesi ile kapı kapı, Osman Arolat ile bütün Türkiye'yi gezerek, bir tarafta Rüştü Bozkurt, bir tarafta Kenan Mortan KOBİ’lerin ne olduğunu anlatmaya çalıştık. Sayın Cumhurbaşkanımız sağ olsunlar, hem Başbakanlık döneminde hem Cumhurbaşkanlığı döneminde Ankara Sanayi Odasına ve şahsımıza her zaman bir kere yakın ilgi, alaka gösterdi. KOBİ’lerin sorunlarıyla sonuna kadar ilgilendi ve cumhuriyet tarihinde ilk ve sondur: Cumhuriyet tarihinde ilk defa, son defa Sayın Cumhurbaşkanımın döneminde bir odanın –o da Ankara Sanayi Odası idi- Vergi ve İhracat Ödül Töreni Köşk’te yapılmıştı. Onun için, Sayın Cumhurbaşkanım da sağ olsun bize geçmişte çok hizmetleri olmuştur.

Bu anlamda, Dünya Gazetesi ile İNTES’in bir araya gelerek böylesine globalleşen bir ortamda, dünyada Türk müteahhitlik sektörünün uluslararası başarısının artık damgalandığı, tescillendiği, onaylandığı bir dönemde böyle bir toplantıyı gerçekleştirmek gerçekten çok doğru bir hedef. Onun için, öncelikle sizleri tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum ve arkadaşlarımdan sizlere sıkı bir alkış istiyorum bir kere. (Alkışlar) Biraz çalışın, biraz çalışın!

Evet, sektörle ilgili çok detaya girmeyeyim. Cevdet Yılmaz, çok değerli arkadaşım, Değerli Bakanım ifade etti, Değerli Başkan ifade etti, Sayın Cumhurbaşkanımız zaten bu işin piri olarak ve işin içinden gelen biri olarak Türkiye'nin gelişmesinde, inşasında, mimarisinde çok büyük emeği olan biri olarak söyleyeceği çok şeyler var. Ancak ben de bugün dünyada Çin ve Amerika'dan sonra dünya üçüncüsü olan bir sektörden bahsediyoruz. Gururla söylüyorum, iftihar ederek söylüyorum ve dünyanın 225 büyük müteahhitlik firması içinde aslanlar gibi 23 Türk müteahhitlik firmasının olması hepimize gerçekten gurur veriyor. Biraz evvel Değerli Bakanım ifade etti, 2023, yani cumhuriyetimizin 100 üncü kuruluş yıldönümüyle ilgili bir projeksiyon, bir hedef, bir vizyon koyduk. Dedik ki: Türkiye bugün dünyanın satın alma gücü paritesine göre 15 inci ülkesidir. Ama Türkiye'nin olması gereken yer 2023 yılına kadar, dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi içinde olmaktır ve Türkiye'nin en az 1 trilyon dolar dış ticaret rakamına sahip olan bir ülke olmasıdır ve Türkiye'nin uluslararası alanda en az 20 uluslararası üne sahip, markaya sahip olmasıdır.

Şimdi, bu anlamda yoğun bir şekilde bu stratejiyi gerçekleştirmek için çok yoğun gayretler sarf ediyoruz ve bu noktada müteahhitlik sektörümüze sonuna kadar güveniyoruz. Çünkü sizlerin başarılarını, sizlerin eserlerini her gittiğimiz yerde gördük, yaşadık. İş adamı iken de birçoğunu sizlerle beraber, ben de sizlere iş yapan bir firma olarak ben de bunu yaşadım.

Evet, bu sektörün daha fazla iş hacmi, daha fazla gelişmesi için, gerek Hükümet olarak gerek Bakanlığıma bağlı Dış Ticaret Müsteşarlığı olarak çok önemli konular üzerinde çalışıyoruz. Bir kere, tabii ki bana verilen görev, bu önüme konmuş olan, önümüze konulmuş olan hedefi en iyi bir şekilde o noktaya getirecek gerekli altyapı çalışmaları, stratejiyi oluşturmak ve sektörün sorunlarına sonuna kadar, yirmi dört saat, gece gündüz demeksizin eğilmek ve bu sorunların çözümünü gerçekleştirici olmak. Bu noktada gereken çalışmaları yapmak. Onun için, bir kere şunu çok net ifade edeyim ki, Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bundan sonraki yurt dışı seyahatlerinde müteahhitlik sektörünü ayrı, ihracatçılarımızı ayrı ayrı sizlerle beraber seferlere gideceğiz. Biz zaten millet olarak seferlere alışığız biliyorsunuz. Ben şöyle bir hesap ediyorum, 4 Mayısta Bakanlık görevini devraldım, bugün 58 gün ve hesap ediyorum, yaklaşık her gün 1 000 kilometre yapmışım arkadaşlar. 8 tane ülke gezmişim. Önümüzdeki hafta tekrar, dünyanın bu sefer öbür ucuna, Brezilya ve Şili’ye gidiyoruz. Şili ile serbest ticaret anlaşması yapacağız ve yapacağımız bu seyahatlerin hemen arkasından, özellikle Kuzey Afrika başta olmak üzere, Libya’sı, Tunus’u, Mısır’ı, Cezayir’i her türlü engellemeye rağmen, zaman zaman bazı ülkelerin göstermiş olduğu defans ve dirence rağmen, yılmadan gideceğiz, muhataplarımızla bir araya geleceğiz, sizlerle beraber gidip orada gücümüzü, ne olduğumuzu, ne yapabileceğimizi tek tek ortaya koyacağız. Bitmeyecek, hemen arkasından Kamboçya, Laos, Singapur, Malezya, Vietnam başta olmak üzere, o bölgeyi sizlerle beraber gezeceğiz. Ben, iki gün evvel Singapur’da idim. Singapur’da özellikle taahhüt sektörünün nereden nereye geldiğini çok net bir şekilde gördüm ve orada gördüm ki Türk müteahhitlik sektörünün tek bir rakibi var, o da Çin. Ümit ediyorum ki bizim yetişmiş olan bu sektörümüz bir kere çok net bir şekilde o sektörle, gerek ortaklıklar yaparak gerek zaman zaman gerekli rekabeti yaparak inşallah çok büyük başarılara orada imza atacağız.

Diğer taraftan, Dış Ticaret Müsteşarlığını artık ülke ülke gruplara ayırarak çalıştırıyoruz. Her ülkenin bir ayrı masası olacak. Yani her işi yaparım, her işe bakarım sistemi bizde bitmiştir. Ülkelerden Hindistan’ın ayrı bir masa olarak, Çin’ini, Kuzey Amerika’sını, Güney Amerika’sını, Irak, İran, Kuzey Afrika’sı, Orta Afrika’sı, Güney Afrika’sını ayrı ayrı, Rusya’sıyla beraber ayrı ayrı tutarak bir kere Dış Ticaret Müsteşarlığında her ülkeye bakan grupları bir kere birbirinden ayıracağız, bir üst koordinasyon şemsiyesinin altında.

İkinci olarak, çok önemli, yetişmiş, lisan kabiliyeti son derece yüksek uzmanlara sahibiz Dış Ticaret Müsteşarlığında. Şimdi bu uzmanlarımızı gerek 95 noktadaki yurt dışı müşavirlerimiz, baş müşavir ataşelerimiz gerekse yine Bakanlığıma bağlı İhracatı Geliştirme Merkezi İGM ile beraber şimdi artık, bundan sonra dış ticaret uzmanı değil, ülke uzmanları yetiştirmeye başlayacağız ve her ülkenin uzmanı ayrı olacak. Yani sizin Çin’le, sizin Hindistan’la, Irak’la, İran’la bütün konularınızın derlendiği, toplandığı masalar ve o masalardan her türlü projeksiyonun sizlere yapıldığı bir sistem içine gereceğiz. O ülkeyle ilgili her türlü bilgi ve araştırmaların yapıldığı net bir şekilde bu bilgilerin ortaya konulduğu bir sistemi gerçekleştireceğiz.

Niye yapacağız bunu? Türk müteahhitlik sektörü, yurt dışı müteahhitlik sektörü bunu gösterdi. Bundan altı sene evvel yılda 1,5 milyar dolar iş yapabilen bu sektör, Değerli Başkan söyledi ama, bana göre gurur duyduğum için söylemekte fayda var, 70 ülkede 132 milyar dolar ihracat gerçekleştirmiş ve sadece geçen yıl bu sektörün almış olduğu taahhüt 23,7 milyar, yani 24 milyar dolardır. Bakın, altı yılda bu sektör tam 16 kat işleri katlamıştır.

Geçen oturduk arkadaşlarımızla konuştuk, biraz evvel Değerli Başkan da ifade etti, bize artık yeni hedef lazım. Madem dünyanın üçüncüsüyüz, madem dünyanın en büyük 225’in içinde 23 tane müteahhitlik firmamız var, madem sorunlara, konulara bu şekilde eğiliyoruz, bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Başbakanımız, bütün bakan arkadaşlarımız Hükümet olarak sonuna kadar zaten bu sektöre baştan beri destek veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz. O zaman şimdi yeni çıtamızın da mutlak surette altını çizerek koyalım ki, önümüzdeki üç yılda en az 50 milyar dolar yurt dışı müteahhitlik sistemini taahhüdünü gerçekleştirmektir.

Ben bir kere sektöre inanıyorum. Sizleri tanıyorum, sizleri biliyorum, sizlerin iş kabiliyetini biliyorum, kendimizi tanıyorum. Hükümetimizi tanıyoruz ve bu konuda Sayın Başbakanımızın yurt dışı müteahhitlik hizmetlerine özellikle vermiş olduğu değeri yakınen bilen biri olarak bunu söylüyorum.

Evet, bunu söylerken, tabii ki bunun altyapısının da hazırlanması gerektiğini bilerek söylüyorum. Yoksa size burada kuru kuruya “50 milyar dolar biz bu taahhüt sistemini gerçekleştireceğiz” dersek, yalın kalır. İyi ama nasıl yapacağız? Ben sizin içinizden gelen biriyim. 50 milyar dolarlık bir yurt dışı taahhüdü, geçici teminat mektubu, kati teminat mektubu, avans teminatı mektubu koyduğunuz zaman, nereden bakarsanız bakın, bir kere sizlerin en az yüzde 20 teminat mektubu ihtiyacınız olacak. 50 milyar dolarda bu, minimum rakamlar, 10 milyar dolar olur. Tabii ki ben avansı yaklaşık yüzde 10’lar civarında kabul ederek söylüyorum. Ha, sizler başarırsınız, yüzde 25, yüzde 50 avans alırsınız, başımın üstünde yeriniz var, Allah razı olsun derim size. Ama normal şartlarda 50 milyar dolar taahhüt sektöründe bir kere minimum, dediğim gibi, yüzde 20 olsa, 10 milyar dolar civarında bir mektuba ihtiyaç var. Bunun için konuya bir kere kayıtsız değiliz. Geçen hafta ilgili arkadaşlarımızla görüştük. Önümüzdeki hafta pazartesi günü saat 15.00’te Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısı, ilgili bakan, sektörün ilgili bakan arkadaşlarımızın da katılımıyla beraber yurt dışı müteahhitlik ve müşavirlik hizmetlerinin sorunlarını görüşüp bunu belli bir çerçeveye bağlamak için Bakanlığımın teklifi üzerine toplanıyoruz. Ve inşallah bu toplantıda, biraz evvel sizlerin bahsettiği, teminat mektubu sorunu çözümü için belki bankacılık sisteminde yapılabilecek bazı değişiklikler… Bunu kişisel fikrim olarak söylüyorum, daha toplantıda dile getirilmiş resmî bir görüş değildir. Bunun yanı sıra, politik risk sigortası başta olmak üzere, ülke kredileri konusundaki her türlü açılımları yapmak zorunda olduğumuzu bir kere sizlere ifade etmek istiyorum. Ve sektörü 50 milyar dolarlık taahhüde getirmek için –yıllık taahhüde getirmek için- bunların mutlak surette gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Yine, biraz evvel kısmen ifade edildi, evet, bu ülkede çantasını alıp yurt dışına gidip macera arayanlara, ama bunun yanı sıra bu sektöre gönül vermiş, hizmet vermiş, altyapı geliştirmiş, ciddi başarılar elde etmiş olan firmalarımızı da, kimse kusura bakmasın, mutlaka birbirinden ayırt edeceğiz. Ve burada getirmek istediğimiz hadise, sizlerin de talebi olan, mutlaka bir akreditasyon sistemi getirerek yurt dışında müteahhitlik hizmeti alacak firmaların, en azından bizim çevremizden geçmesi ve bizim tarafımızdan akredite edilmesi konusunda da yoğun bir çalışma içindeyiz.

Hep şunu ifade edeyim ki, sektöre yurt dışı iş alma kabiliyetini daha fazla artırmak için yapıyoruz.

Derli arkadaşlar, Sayın Başbakanla Hindistan’a gittik. On yılda 500 milyar dolarlık altyapı yatırımı yapacak bu ülke. Havaalanı, yol, köprü, ne geliyorsa aklınıza. Singapur aynı şekilde; Irak aynı şekilde; Libya aynı şekilde… Bakın, geçenlerde Irak’ta yapılan 10 tane hastane inşaatının 5 tanesini bir Türk firması aldı. Son derece önemlidir bu.

Bunun yanı sıra, Asya-Pasifik bölgesinde, Endonezya’da –yeni Endonezya’dan geliyorum- bana Sanayi Bakanının söylediği, beş yıl içinde yaklaşık 50 milyar dolar civarında altyapı ve üstyapı yatırımı yapılacak, ki çok önemli kaynaklara sahip ve hemen sadece Java Adası’nda, yani Jakarta’nın bulunduğu bölümde Sumatra Adası’yla beraber, 1 000 kilometrelik bir yol ve bir demiryolu hattı, yaklaşık 3,5 milyar dolarlık işi de hemen önümüzdeki günlerde hazırlayacaklarını ve Türk firmalarını da burada görmek istediklerini bana açık açık kendileri söyledi.

Tabii, burada size ülkeleri saymak istemiyorum. Sırbistan’ı, Suriye’si, Güney Amerika’sı, Latin Amerika’sı, Kuzey Amerika’sı, arkadaşlar şunu bilin ki, bizim sektörümüze dünyanın her tarafında Allah'a şükür ekmek var. Yeter ki bu konuda biz altyapımızı hazırlayalım, sizler bu konuda her zamanki gibi hazırlıklı olun ve ülke ülke beraber dolaşalım.

Değerli Başkan dedi ki “Daha evvelki Bakanla koşturuyorduk, tabii ki şimdi de koşturacağız.” Arkadaşlar, şimdiki dönemde koşmayacağız, yarışacağız. Onun için, sizlerle beraber ayak basmadık yer bırakmayacağız. Ben ticaretin içinden gelen bir arkadaşınızım. Hayatın öbür tarafından da eskiden de geçmiş bir arkadaşınızım. Arkadaşlar, gidemediğiniz yer senin değil. Ülke ülke, kapı kapı gezmek mecburiyetindeyiz. Ben şimdi diyorum ki size: Sizler hazır mısınız benimle gezmeye arkadaşlar?.. Hazır mısınız?.. Ben de hazırım. O zaman diyorum ki size: Bavullarınızı hazırlayın, eşlerinizle vedalaşın, inanın ki yakanızı bırakmayacağım, ülke ülke sizleri gezdireceğim bir kere.

Evet, bunu belirttikten sonra, konuşmamın sonunda da hemen şunu söyleyeyim ki, inşaat sektörünü, dediğim gibi, işte yan sektörleri, istihdamıyla beraber Değerli Bakanım söyledi, bütün arkadaşlarım söyledi. Artık bundan sonra benim söyleyecek çok fazla bir şeyim yok. Ama Dış Ticaret Müsteşarlığı olarak özellikle bir konu daha gerçekleştiriyoruz, onu da sizlerin bilgisine sunup sonra ben de konuşmamı bitireceğim. Çünkü peşinen kendimi ilan ettim, adımın Süphaneke olduğunu söyledim ki daha kısa konuşayım diye. Ama maalesef işte en kısa konuşmam bu kadar, ne yapayım, benim da kabahatim bu olsa gerek.

Arkadaşlar, bu noktada Dış Ticaret Müsteşarlığı olarak üç kıtada 33 ülkeyle daimi ikili müzakereleri oluşturacak, görüşmeleri oluşturacak ve problemleri sürekli gündemde tutacak ikili müzakereler yapıyoruz. Bu noktada birçok ülkeyle çalışmalarımız devam ediyor. Bakın, Kosova, Karadağ, Makedonya ile bu iş birliği anlaşmasını imzaladık. Sadece müteahhitlik sektörüne yönelik olarak anlaşmalardan bahsediyorum. Arnavutluk ile parafe ettik. Türk cumhuriyetleri, Suriye, Libya ve Çin’in de dahil olduğu 13 ülkeyle şu anda müzakereler devam ediyor ve bu işin sonunda yurt dışı müteahhitlik ve teknik müşavirlik hizmetlerinde düzenli istişare mekanizmasını kurarak karşılaşılan sorunlar, ikili iş birlikleri, ayrıyeten iki ülke işadamlarının bir araya gelerek üçüncü ülkeler nezdinde yapacağı iş birlikleri, projelerin takibini sağlamak, oradaki sorunların çözümü ve yine biraz evvel sizlerin bahsetmiş olduğu ve sektöre münhasır olan sosyal güvenlik primine ait iş güvenliği, sosyal güvenlik anlaşmasının ülkeler bazında yapılması ve diğer taraftan Çalışma Bakanımızla Ekonomi Koordinasyon Kurulunda da pazartesi günü sizin dile getirmiş olduğunuz çifte, o sosyal güvenlik primi ödemesi hususunu, mutlaka bunların hepsini ele alacağımızı ve bu çerçevede çalışmalarımızı bu noktada yönlendirdiğimizi ifade ederek konuşmama son verirken, ben tekrar, bu toplantının düzenlenmesinde emeği geçen, özellikle İNTES’in Değerli Başkanının şahsında tüm İNTES üyelerine, Dünya Gazetesi’ne, çok değerli dostlarım, arkadaşlarıma ve Demirkent ailesine, bugün bu toplantıya katılan herkese tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Bakanlığımın ve Müsteşarlığının sizlerin yirmi dört saat emrinde ve hizmetinde olacağını –altını çizerek söylüyorum- benim de sizlerle beraber, sizlerin önünde, sizlerle beraber sonuna kadar bu konuda koşuşturacağımı ve kendimi de bu sektörle görevli kabul ettiğimi, hizmetli kabul ettiğimi tekrar ifade ediyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

SUNUŞ – Sayın Bakanımıza çok teşekkür ediyoruz.

Şimdi de açılış konuşmalarını yapmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’i kürsüye arz ediyorum.

Buyurun Sayın Cumhurbaşkanım.

DOKUZUNCU CUMHURBAŞKANI SÜLEYMAN DEMİREL - Sahibi gelinceye kadar yarım saat oturayım, sahibi gelince kalkarım.

Vaktin daraldığını biliyorum, yarım saat konuşacağım. Size söylemek istediğim bazı şeyler var, benden duymanız lazım gelen bazı şeyler, var.

Değerli misafirler, değerli meslektaşlarım, değerli işadamları; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. İNTES’in bu toplantılarını gayet dikkatle takip ediyorum. Fevkalade faydalı, güzel şeyler yapılıyor. Öz eleştiri yapılıyor. Fevkalade öğretici ve düşündürücü toplantılardır. Değerli kardeşimiz Şükrü Koçoğlu’nu ve arkadaşlarını böyle toplantılar tertipledikleri için tebrik ediyorum, takdir ediyorum.

Bu toplantı Dünya Gazetesi ile beraber yapılmaktadır. Dünya Gazetesi ile beraber yapılan neşriyatlar da fevkalade kalıcı güzel neşriyatlardır. Bu vesile ile Dünya Gazetesi’nin sahibi değerli arkadaşım, aziz kardeşim merhum Nezih Demirkent’i de huzurunuzda rahmetle anıyorum. Nezih Demirkent, büyük bir gazeteciydi ve ömrünün son zamanlarında ekonomik meselelerle ilgili önemli yayınlar yaptı. Bugün neşretmekte olduğu gazetede değerli Osman Arolat’ın idaresinde fevkalade önemli neşriyat yapmaktadır.

Bu toplantının konusu, Dünyayı İnşa Edenlerin ulusal ve uluslararası alanda karşılaştıkları sorunlar ve çözüm yollarıdır. Dünyayı İnşa Edenlerin ulusal ve uluslararası alanlar diye tarif ettiği alan, bir kurtlar sofrasıdır. Acımasızdır ve büyük bir rekabete sahiptir. Binaenaleyh, gerek ulusal alanda gerekse uluslararası alanda globalizmin, yani küreselleşmenin geldiği noktada hayat hakkı sahibi olabilmek için bunun icap ettirdiği tecrübeye, bunun icap ettirdiği akla, bunun icap ettirdiği gerekli kaynaklara sahip olmak lazımdır. Onun için, bu alandaki değerlendirmeleri yaparken nihayet hangi açıdan bakacağınız çok önemlidir. Ülkemiz bir 130 milyar dolarlık iş hacmi başarmış. Bu, çok sevinilecek bir şey. Yalnız ne kazanmış bundan? Eğer 130 milyar dolarlık iş hacmi yapıp da makul bir kazanç sağlamamışsa, o zaman ülkenin bu dinamik ve fevkalade önemli ve fevkalade değerli varlığını, inşa varlığını… Bu inşa varlığının içerisine iyi yetişmiş, iyi okumuş, tecrübeli teknisyen; iyi yetişmiş şantiyeci; iyi yetişmiş işadamı; iyi yetişmiş finansçı; iyi yetişmiş, çeşitli derecelerden geçmiş işçi; buna hepsi dahildir. Bir de ülkenin şu veya bu ölçüde kıt kanaat kaynakları dahildir. Yani şunu demek istiyorum: Gerek ulusal meselelerde gerek kişisel meselelerde gerekse uluslararası alanda eğer kişi bir meseleye bakıyorsa, o meseleye kendisinin kim olduğuna, ne aradığına iyi dikkat etmelidir.

Dünyayı inşa edenler müteahhitlerdir, mühendislerdir; mühendistir, müteahhittir. Ama netice itibarıyla daha çok mühendis kökenli veya işadamı kökenli, mimar kökenli, teknik kökenli insanlardır. Ve bu özel bir ehliyet isteyen bir iştir, bir meslektir ve aynı zamanda da bir sanattır. Böyle bir işin içerisinde olan kişi, bir yerde de tüccardır. Yani yaptığı işin ne getirdiğini, ne götürdüğünü hesaplaması lazım. Eğer yaptığı iş bir şey getirmiyorsa, o zaman ömrünü beyhude sarf ediyor demektir. Ömürler tükeniyor. Hiç kimse zannetmesin ömürler tükenmiyor. Tükenen ömürleri bir yerlerde tüketmemek lazım.

Bunları söyledikten sonra, şuraya gelmek istiyorum: Benim ülkemde, yani bizim ülkemizde 1950 Türkiyesinin nesi var, 1980 Türkiyesinin nesi var, 1920 Türkiyesinin nesi var, bugünkü Türkiye'nin nesi var diye bir baktığınız vakit, çok farklı tablolar görürsünüz. Ben bunlara teker teker bakacak değilim, vaktim olsa bakarım ama, şunu söyleyeyim: 1920 Türkiyesinin 300 tane mühendisi, 18 bin kilometre toprak yolu… Bir kısmı makadam, makadam’ı tarif ederim; yani çekiçle kırılmış taş, sıkıştırılmış. Bir kısmı bozuk düzen ve 94 tane köprüsü var, eski köprüler hariç. Osmanlı’dan kalan bu.

Ve İzmir İktisat Kongresi. Büyük Atatürk “Düşmanı mağlup ettik, ama esas düşman duruyor. Esas düşman kim? Veya mağlup ettiğin düşman kim? Ülkeyi işgal edenler. Ama onu kovduk. Duran kim? Duran yoksulluktur, duran harabiyettir, duran fukaralıktır, duran karanlıktır, duran cahilliktir. İşte bu hedeflediğiniz çağdaşlık budur. Bunları kaldırırsanız çağdaş olursunuz. Bunları kaldırın” diyor.

İzmir İktisat Kongresi’nde söylediği şey: “Mamur ve müreffeh Türkiye istiyorum.” Yani imar ve inşa edilmiş Türkiye. Dünyayı inşa edenlere sesleniyorum, Türkiye'yi inşa edenler olarak: İmar ve inşa edilmiş Türkiye…

On sene sonra Büyük Atatürk gelip vaziyete baktığı zaman, memnun değildir durumdan. Neden memnun değildir? Çünkü, Türkiye'yi imar ve inşa edecek sermaye yoktur. 50 dolar adam başına gelir seviyesindeki bir ülkede hangi parayla neyi yapacaksınız? Girişimci yoktur. Sadece 500 milyon dolar civarında ticaret hacmi bulunan bir ülkede girişimci; ne girişimcisi bulacaksınız? Biraz tütün ihracatçısı, biraz fındık ihracatçısı, biraz incir ihracatçısı, biraz da bunun karşılığında ülkenin ihtiyacı bulunan önemli şeylerin ithalatı. Böyle bir ekonomide ne imar olur ne inşa olur ne de imar ve inşa edenler olur.

Onun üzerine devletin imar ve inşaya girmesi en önemli bir olay olarak öne çıkıyor. Demir yolu inşaatçılığı Türkiye'de zaten Osmanlı devrinde başlamış inşaatçılığın başıdır. Bizim çağdaş inşaatçılığımız, demir yolu ve liman inşaatçılığıdır. Ama ondan evvelki inşaatçılığımız, bizim köprü inşaatçılığıdır, cami inşaatçılığıdır, çeşme inşaatçılığıdır, han inşaatçılığıdır. Velhasıl, daha çok taşı kullanan, abidevi eserler yapılan bir inşaatçılıktır. Esasen inşaatçılar, yani dünyayı inşa edenlerin her devirde inşaat maksatları başkadır. İnşaat yöntemleri de başkadır. Eski devirlerde, insanlığın başlangıcındaki devirlerde inşaatçılığın sebebi güvenliktir birincisi. Adam Çin Seddi’ni onun için yapmıştır. O da mühendistir, büyük bir mühendistir; o da inşaatçıdır, çok büyük inşaatçıdır yahut debdebe, şaşaadır. Mısır’daki ehramları onun için yapmıştır. Yahut İskenderiye’deki Fener’i onun için yapmıştır. Yahut Babil Kuleleri’ni onun için yapmıştır. Ama zaman içerisinde devirler değişip de dünya nüfusu arttıkça ve bilhassa sanayi devrimine yaklaştıkça iş değişiyor. Ve debdebe, haşmet gösteren eserlerin yerine, surlar gibi, duvarlar gibi, kaleler gibi eserlerin yerine refah sağlayacak eserler meydana gelmeye başlıyor. Bu sanayi devrimi ve ekonomi devridir. Böyle bir devre girdiğiniz yerde sarf edeceğiniz parayı, her kuruşu: Nereden buldun? Niçin buraya sarf ediyorsun? Niçin buraya değil de şuraya sarf etmiyorsun? Buraya sarf ettiğin takdirde bu ne getirir diye ölçüp düşünemiyor musun?.. İster devlet ol, ister devletler ol ve en iyi şekilde bunu sarf etmek mecburiyetindesin. Böyle bir dönem.

Evet, böyle bir Türkiye ve nihayet 1930’lu yıllara geldiği zaman yine elektriği yok, yolu yok, kafi derecede mühendisi yok, kafi derecede teknisyeni yok, kafi derecede girişimcisi yok. Demek ki kalkınma olayı, imar ve inşa olayı bir ortam arıyor.

1950’li yıllara geldiğiniz zaman bu tabloda çok değişen bir şey yok. 1 milyar kilovat saatten daha aşağı elektriği var, 790 milyon kilovat saat elektrik. Ve yine aşağı yukarı birkaç bin kilometre asfalt yolu var. 1950’li yıllarla beraber dünya değişiyor, dünya değişince Türkiye de bir taraftan kıvranmaya başlıyor. Kalkınma denen olay, refah denen olay, barış denen olay üçü beraberce dünya gündemine geliyor. Ve milletler zorlanıyor, kalkınma yapmakta. Neyle yapacaksınız kalkınmayı? 150 dolar adam başına gelir seviyesi 1950’de. Bu 150 dolarla hiçbir şey yapamazsınız gene. Ee, dışarıdan ödünç para bulalım, zengin ülkeler var, zengin ülkelerden ödünç para bulalım… Onu Osmanlı denemiş. Zengin ülkelerden ödünç para bulmuş, onunla 4 bin kilometre… 8 bin kilometre demir yolu yapmış, bir iki liman, vesaire yapmış, biraz saray falan da yapmış birkaç tane. Düyunu Umumiye diye takılmış sırtına ve batırmış İmparatorluğu. Ondan korkuyor cumhuriyet. Yani yatırımı neyle yapacaksınız? Yatırımı tasarrufla yapacaksınız. Halkınızın tasarruf gücü yoksa yatırım falan yapamazsınız. Aslına bakarsanız, ödünç aldığınız paraları ödeyecek gücünüz yoksa zaten yaptıramazsınız. Bir yerden sonra bunu ödeyeceksiniz.

Benim jenerasyonum, benimle aynı yaşta olan arkadaşlarım mühendisler ve yöneticiler, bu devrin başında Türkiye'de hizmete girdiler. Bizim kendi paramız yoktu, ama elektriğe ihtiyacımız vardı, yola ihtiyacımız vardı. “Bize yol yapın” dediler, “Yolsuz memleket olmaz” dediler. Yolu neyle yapacaktık? Yol yapacak müteahhidimiz yoktu, yol yapacak makinemiz yoktu. Yol yapacak paramız yoktu. Buldozer operatörümüz yoktu, greyder operatörümüz yoktu. Yol yapacak mühendisimiz yoktu. Neyle yapacaktık? İşte, bunların hepsini bulmaya mecburduk. Neyle yapacaktık çare değil, neyle yaparsan yap. Veya neyle yapacaktık? “Tazallüm hâl” derler onun adına, yani halinden aciz getirmek hali. Yapacaksın!.. Ve dışarılardan para aradık, acaba dışarıdan para bulup bir miktar, ödünç veya hibe şeklinde kalkınmamızın esas noktasına basabilir miyiz? Bir miktar makine falan bulduk. O gün dünyanın imarı ve inşası için kurulmuş bulunan Dünya Bankasının Türkiye'ye verdiği para 50 milyon dolardır. 51 inci milyonu istediğimiz zaman, yani 1 milyon daha istediğimiz zaman “………………..” yani “Sizin ödeme gücünüz yoktur” deyip vermediler. Biz ne yapacaktık bu parayla? Bu parayla Adana şehrini taşkından kurtaracaktık, o büyük ovaları sulayacak ve o ovalardaki sanayiye elektrik bulacak tesisler yapacaktık; Seyhan Barajı idi bu. 25 milyon dolara onu yapacaktık. 25 milyonun 12 milyonu ile silo yapacaktık, çünkü buğdaylarımızı vesairemizi koyacak yerimiz yoktu, toprağın altında duruyordu ve 12,5 milyon dolara da Sanayi ve Kalkınma Bankası yapacaktık, yavaş yavaş sanayiyi sürükler hale getirecektik. Evet, bize 1 dolar daha vermedi adamlar.

Biz de gittik başka kaynaklardan aradık. Başka kaynaklardan bulduğumuz paraları, bu defa enflasyon oluyor diye dışarıdan körüklediler. Yani önümüze bir sürü sıkıntılar çıkardılar. Bize dediler ki: “Siz büyük işler yapmayın, çiftçilik yapın, çobanlık yapın.” Biz dedik ki: “Allah’tan korkun, bizim ülkemizin nüfusunun yüzde 75’i çiftçi ve çoban zaten.” Benim şikâyetim bu…

Ve bir yıl bu itiş kakışın içinde 1950’li yıllarda biz Fransızları getirdik Kemer baraj yaptırdık, beton baraj yaptırdık; Amerikalıları getirdik toprak baraj yaptırdık; İngilizleri getirdik taş baraj yaptırdık. Dışarıdan birçok firma getirdik, insanlar getirdik, mühendisler getirdik, kendi mühendislerimizi işin içine koştuk ve ne yaptık? Bir imar ve inşa gücü yetiştirdik. Gerçi bu imar ve inşa gücünün kökünde bir miktar demir yolu mühendisçiliği vardır. Yani cumhuriyet devrinden kalma demir yolu mühendisçiliği ve Osmanlı’dan kalma demir yolu mühendisçiliği. Ama bu demir yolu mühendislerinin hemen hemen çoğu batmıştır. Çünkü bu imar ve inşa edenler, karşıdan göründüğü gibi değildir. Karşıdan dağ gibi görünürler, içine girmek lazımdır insanların. Ne çeşit sorunları vardır, ne çeşit sıkıntıları vardır, ne çeşit şeyleri vardır… Bunlar didişir dururlar her tarafla birden, mecburdurlar bir işi götürmeye ve sorunlar dendiği zaman, aslında bu inşaatçıların dünyanın başka yerlerindeki sorunlarıyla Türkiye'deki sorunları arasında çok fark yoktur. Eğer iyi hazırlanmamış bir proje taahhüt ettiyseniz, bunu çok yüksek tenzilatla taahhüt ettiyseniz, yani rekabet şartları öyle gerektiği için ve bu taahhüdü yaptığınız yerde bunu sabit fiyatlarla taahhüt ettiyseniz ve o ülkede enflasyon her sene artıyorsa, o işi en iyisi başında bırakıp kaçmanız en hayırlısıdır. (Gülüşmeler) Öyleyse, nedir dünyayı inşa edenlerin problemi? Bana göre, birincisi iyi bir proje. İyi bir proje, aslında müteahhidin de işverenin de çok muhtaç olduğu bir şeydir. Çünkü iyi bir proje yaparsanız zamanında bitirilebilir, tahmin edilen fiyata yakın bitirilebilir. Şimdi burada bir şey söyleyeyim, altmış sene bu işlerin içinde bulunmuş birisi olarak, iki tarafında da bulundum meselenin, büyüğünde de bulundum, küçüğünde de bulundum, dünya meselelerini de bilirim: Zamanında biten ve keşfinde biten çok iş yoktur dünyada. Yani işlerin büyük bir kısmı, yüzde 80’i diyebileceğim, zamanında bitmez, tahmin edildiği paraya bitmez. Ondan sonra kavga başlar, müteahhitleri itham ederler: İşte efendim, pahalıya mal etti, vesaire diye. Halbuki o pahalıya mal etme hadisesinin olduğu yerler vardır, olabilir onlar, onlar istisnadır. Önemli olan mesele, o ilk keşifte, ortaya konulan keşif iyi bir keşif değildir. Ve sarf edersiniz, para biter.

İkincisi

  1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət