Ana səhifə

Stephen King Kara Kule Cilt4 Büyücü ve Cam Küre Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır


Yüklə 2.97 Mb.
səhifə61/62
tarix26.06.2016
ölçüsü2.97 Mb.
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   62

Onun yerine Jake döndü. Kürenin içinde yeşil suratlı, şapkasının tepesi sivri bir kadın gördüğü zaman buna hiç şaşmadı. Bu filmdeki Doğunun Kötü Cadısı'ydı. Ama çocuk onun aynı zamanda Cöos'lu Rhea olduğunu da biliyordu. Cadı eli tabancalı genç silahşora bakıyor, sırıtarak dişlerini gösteriyordu. Jake yaşamı boyunca hiç bu kadar korkunç bir tebessüm görmemişti.

"Sevdiğin o aptal kızı yaktım! Evet, onu diri diri yaktım! Gerçekten. Ve şimdi de seni ana katili yaptım! Artık yılanımı öldürdüğün için pişmanlık duyuyor musun, silahşor? Zavallı tatlı Ermot'u mu öldürdüğün için? Sefil yaşamın boyunca hiçbir zaman olamayacağın kadar zeki birine pis oyunlar oynadığın için?"

Roland'ın cadının sözlerini duyup duymadığı belli değildi. Sadece annesine bakıyordu. Biraz sonra gidip yanında diz çökecekti. Ama hemen değil. Hemen değil.

Küredeki surat şimdi üç arkadaşa döndü. Roland'ın ilerde edineceği dostlarını görmesi imkânsızdı. Ama Rhea onları görüyordu. Evet, çok iyi görüyordu onları.

Büyücü çatal çatal sesiyle, "Vazgeçin," dedi. Sesi kışın kararttığı gökyüzünün altında çıplak bir dala tünemiş olan bir kuzgununkine benziyordu. "Vazgeçin! Kule'yi unutun!"

Eddie, "Asla, gidi dişi köpek!" diye homurdandı.

"Onun ne olduğunu görüyorsunuz! Arkadaşınız bir canavar! Ve bu henüz bir başlangıç! Anlıyor musunuz? Ona Cuthbert'e ne olduğunu sorun! Alain'e de! Alain'in 'dokunuşu' zekice bir şeydi ama sonunda onu kurtaramadı! Gerçekten! Ona Jamie De Curry'nin başına gelenleri de sorun! Edindiği her arkadaşı öldürdü o! Bütün sevgilileri rüzgârın savurduğu tozlara dönüştü!"

Susannah, "Yoluna git," dedi. "Bırak biz de kendi yolumuza gidelim!"

Rhea'nın çatlak dudakları korkunç bir aşağılamayla büküldü. "O kendi annesini öldürdü! Ya sana ne yapacak dersin, seni ahmak kahverengi derili dişi köpek?"

Jake, "Roland annesini öldürmedi," dedi. "Onu sen öldürdün! Şimdi defol!"

Çocuk küreye doğru bir adım attı. Onu yakaladığı gibi yere fırlatacaktı... Bunu yapabileceğini de anlıyordu. Çünkü küre gerçekti. Bu görüntüde gerçek olan tek şey. Ama Jake küreyi alamadan içindeki pembe ışık sessizce patladı. Çocuk kör olmamak için ellerini yüzüne götürdü. Sonra...

(eriyorum ben eriyorum ne dünya ah ne dünya)

...düşmeye başladı. Pembe fırtınanın içinde döne döne aşağıya iniyordu. Oz'dan çıkarak Kansas'a dönüyordu. Oz'dan çıkarak Kansas'a. Oz'dan çıkarak...


5. Işının Yolu
Eddie, "Ev," diye mırıldandı. Sesi kulaklarına sersemlemiş bir adamınki gibi geldi. Sesi boğuktu. "Eve dönüyorum. Çünkü hiçbir yer eve benzemez."

Genç adam gözlerini açmaya çalıştı ama önce bunu başaramadı. Gözkapakları sanki zamkla yapıştırılmıştı. Eddie el ayalarını alnına dayayarak derisini yukarıya doğru itti. Yüzünün cildi gerildi. Ama bu işe yaradı. Gözleri hızla açıldı. Şimdi ne Yeşil Saray'ın taht salonundaydı, ne de bir an önce bulunduğu biraz da kasvetli o yatak odasında. (Oysa aslında gözlerini o odada açacağını sanmıştı.)

Eddie dışarda bir yerdeydi. Kış beyazı otlarla kaplı bir açıklıkta. Yakında küçük bir koru vardı. Ağaçlardan bazılarının çıplak dallarının son kahverengi yapraklar sarkıyordu. Ve bir dalda acayip bir yaprak vardı. Bembeyaz bir yaprak. Korunun içinden bir akarsuyun tatlı şırıltısı geliyordu. Yüksek otların arasında Susannah'nın yeni ve geliştirilmiş tekerlekli sandalyesi duruyordu. Boştu bu. Eddie sandalyenin tekerleklerinin çamurlu olduklarını farketti. Gevrek ve kahverengi birkaç son yaprak tekerleklerin çubuklarına takılmıştı. Bir tutam ot da. Yukarda gökyüzü hiç kımıldamayan beyaz bulutlarla doluydu. Bunların hepsi de çarşaf dolu bir çamaşır sepeti kadar ilginçti.

Eddie, biz saraya girdiğimiz zaman hava açıktı, diye düşündü. Ve zamanın tekrar kaymış olduğunu anladı. Çok mu, yoksa az mı kaymıştı, Eddie bunu öğrenmeyi istediğinden pek de emin değildi. Roland'ın dünyası dişlerinin çoğu kopmuş bir vites gibiydi. Zamanın ne zaman duraklayacağını, ne zaman hızlanacağını bilemiyordunuz.

Ama bu aslında Roland'ın dünyası mıydı? Eğer öyleyse buraya nasıl dönebilmişlerdi?

Eddie gıcırtılı bir sesle, "Ben ne bileyim?" diyerek ağır ağır ayağa kalktı. O sırada suratını buruşturdu. İçip sızdığını sanmıyordu. Ama bacakları sızlıyordu. Ona pazar günü dünyanın en ağır öğle uykusuna yatmış gibi geliyordu.

Roland'la Susannah ağaçların altında yerde yatıyorlardı. Silahşor kımıldanıyordu. Ama Susannah kollarını iyice yana açarak arkaüstü yatmıştı ve bir kadına hiç de yakışmayacak bir biçimde horluyordu. Bu Eddie'nin gülmesine neden oldu. Jake yakındaydı. Oy çocuğun dizinin yakınında yan yatmış, uyuyordu. Eddie onlara bakarken Jake gözlerini açtı ve doğrulup oturdu. Gözleri irileşmişti ama boş boş bakıyordu. Uyanıktı ama öyle derin derin uyumuştu ki, henüz bunun farkında değildi.

Jake, "Ahhh," dedi.

Eddie, "Evet," diyerek başını salladı. "Bu benim için de etkili oluyor." Ağır ağır dönmeye başladı. Çizdiği daireyi tamamlayamadan ufuktan yükselen Yeşil Saray'ı gördü. Bulundukları yerden pek küçük gözüküyor, hava kapalı olduğu için eskisi gibi ışıldamıyordu. Eddie sarayın kırk beş kilometre kadar uzakta olduğunu tahmin etti. Susannah'nın tekerlekli sandalyesinin izleri o yönde onlara doğru geliyordu.

Genç adam incecik'i duyabiliyordu. Ama pek hafifçe. Onu görebiliyordu da. Dümdüz, ovada uzanıyor ve bir bataklık gibi ışıldıyordu. Civayla doluymuş gibi.,. Ve sonunda yedi buçuk kilometre ötede kuruyup gidiyordu. Buranın yedi buçuk kilometre batısında mıydı? Yeşil Saray'ın yeri ve l-70'de doğuya doğru gittiklerine göre böyle bir sonuca varılabilirdi. Ama gerçeği kim bilebilirdi? Özellikle yön bulmak için güneşten yararlanamadıklarına göre.

Jake, "Şose nerede?" diye sordu. Sesi pek boğuktu. Oy ona katılarak önce arka bacaklarından birini gerdi, sonra da diğerini. Eddie hayvanın botlarından birini kaybetmiş olduğunu gördü.

"Belki de ilgi duyan olmadığı için kapatıldı."

Jake, "Artık Kansas'ta olduğumuzu sanmıyorum," dedi. Eddie ona dikkatle baktı. Ama çocuğun bilinçli bir biçimde Oz Sihirbazı'nı düşündüğünü sanmıyordu. "Burası Kansas City Royal takımının oynadığı yer değil. Monarch takımının oynadığı yer de."

"Bunu nerden çıkardın?"

Jake başparmağıyla gökyüzünü işaret etti. Eddie başını kaldırıp baktığı zaman yanılmış olduğunu anladı. Yukarsı öyle tamamiyle bembeyaz değildi. Çamaşır dolu bir sepet kadar sıkıcı da sayılmazdı. Tam tepelerinde bir dizi bulut dalgalanarak ufka doğru gidiyordu. Nakledici kayışa yapışmışlar gibi düzgünce.

Sonunda Işının Yolu'na dönmüşlerdi.

"Eddie, nerdesin, tatlım?"

Genç adam bakışlarını bulutların arasındaki yol gibi açıklıktan yere kaydırdı. Susannah doğrulup oturmuş, ensesini ovuşturuyordu. Nerede olduklarını pek anlayamadığı belliydi. Hatta belki kim olduğunu da. Bacaklarına taktığı kırmızı şeyler bu ışıkta donuk duruyordu. Ama yine de Eddie'nin gördüğü en parlak şeylerdi... Sonra genç adam kendi ayaklarına baktı ve Küba topuklu sokak dövücülerini gördü. Ama onların renkleri de donuktu. Eddie artık onların böyle gözükmelere havanın kapalı olmasının yol açtığını düşünmüyordu. Genç adam Jake'in ayakkabılarına, Oy'un geride kalan üç botuna ve Roland'ın kovboy çizmelerine baktı. (Silahşor artık doğrulup oturmuştu. Kollarını dizlerine dolamış boş gözlerle ileriye bakıyordu.) Ayakkabıların hepsi de yakut kırmızısıydı. Ama cansız bir kırmızıydı bu. Sanki onlar için gerekli olan bir sihir tükenmişti.

Eddie birdenbire ayakkabıları ayaklarından çıkarmak istedi.

Susannah'nın yanına oturarak onu öptü. "Günaydın, Uyuyan Güzel. Hoş belki de öğle geçti bile." Sonra da çabucak, onlara dokunmaktan tiksiniyormuş gibi sokak dövücüleri hızla çekip çıkardı. (İnsan onlara dokunurken parmaklarını bir ölünün derisine sürüyormuş gibi bir duyguya kapılıyordu.) Eddie ayakkabılarının burunlarının biraz soyulmuş olduklarını gördü. Topukları da çamurlanmıştı. Artık yeni gibi durmuyorlardı. Genç adam oraya kadar nasıl geldiklerini düşünmüştü. Ama şimdi bacaklarının sızısını düşünür ve tekerlekli sandalyenin izlerini hatırlarken aradığı cevabı buldu. Tanrım, yürümüşlerdi onlar. Uykularında yürümüşlerdi.

Susannah, "Bu," dedi. "Şeyden beri... Yani uzun zamandan beri aklına gelen en güzel fikir." Dizlerindeki kapakçıkları çıkardı. Eddie yakınında oturan Jake'in de Oy'un botlarını çıkardığını gördü. Susannah, "Biz orada mıydık?" diye sordu. "Eddie, gerçekten orada mıydık? Yani o..."

Roland, "Yani annemi öldürdüğüm zaman," dedi. "Evet, oradaydınız. Benim gibi. Tanrılar yardımcım olsunlar, ben oradaydım." Elleriyle yüzünü örttü. Boğuk boğuk hıçkırmaya başladı.

Susannah ona doğru süründü. Öyle hızlı gidiyordu ki, bu bir tür yürüme sayılabilirdi. Genç kadın bir kolunu silahşorun omzuna doladı. Diğer eliyle onun parmaklarını yüzünden çekti. Roland önce buna izin vermek istemedi. Ama genç kadın ısrar etti. Sonunda Roland ellerini -öldürücü ellerini- indirdi. Istırap dolu gözleri yaşarmıştı.

Susannah onun başını kendi omzuna dayamasını sağladı. "Rahatla, Roland. Rahatla ve biraz gevşe. Artık yaşamının o bölümü sona erdi. O çok gerilerde kaldı."

Roland, "Bir erkek öyle şeyleri çok gerilerde bırakamaz," dedi. "Hayır. Öyle yapabileceğini sanmıyorum. Asla."

Eddie hatırlattı. "Onu sen öldürmedin ki!"

"Bu kolay bir çözüm." Silahşorun yüzü hâlâ Susannah'nın omzuna gömülüydü ama sözleri iyice duyuluyordu. "Bazı sorumluluklardan hiçbir zaman kurtulamazsın. Bazı günahlardan da. Evet. Rhea oradaydı. Hiç olmazsa bir bakıma. Ama bütün suçu Coös'lu cadıya yükleyemem. Bunu çok istesem bile."

Eddie, "Öldüren o da değildi," dedi. "Ben bunu kastetmedim."

Roland başını kaldırdı. "Kahretsin. Sen neden söz ediyorsun?"

Eddie, "Ka" diye cevap verdi. "Rüzgâra benzeyen ka'dan."


Yolcuların çantalarında hiçbirinin de koymadığı yiyecekler vardı. Paketlerinin üzerlerinde Keebler perileri olan kurabiyeler. İnce naylona sarılmış sandviçler. Bunlar çok çaresiz kalırsan karayolundaki makinelerden alabileceğin yiyeceklere benziyordu. Eddie, Susannah ve Jake'in markasını hiç bilmedikleri gazozlar. Kola'ya benziyordu ve kırmızı beyaz çizgili tenekelerdeydi. Ama markası 'Nozz-A-La'ydı.

Yolcular arkalarını koruya ve yüzlerini de uzaklarda artık parıldamayan Yeşil Saray'a dönerek yemeklerini yediler. Ve bunu, "Öğle yemeği," diye de tanımladılar. Eddie, bir saat sonra hava kararmaya başlarsa, diye düşündü. O zaman oy birliğiyle bunu, 'Akşam yemeği,' diye tanımlarız. Ama buna gerek olacağını sanmıyordu. İç saati tekrar çalışmaya başlamıştı. Ve bu esrarlı ama genellikle doğru sezgi ona öğleden hemen sonra olduğunu söylüyordu.

Eddie bir ara ayağa kalkarak gazoz şişesini salladı. Görünmeyen bir kameraya doğru gülümsüyordu. "Yeni Takuro Spirit'imin içinde Oz ülkesinden geçerken Nozz-A-La içerim," diye açıkladı. "Bu midemi doldurur ama beni şişmanlatmaz. Erkek olduğum için mutluluk duymamı sağlar! Tanrı'yı düşünmemi! Bana bir meleğin görüş açısını ve bir kapanın seks gücünü veriri Ben Nozz-A-La içtiğim zaman, Tanrım, yaşadım için çok mutluyum!' derim. Ve..."

Jake, "Yerine otur, tarlaşan," dedi gülerek.

Oy da aynı fikirdeydi. "Laşan!" Burnunu çocuğun ayak bileğine dayamış büyük bir ilgiyle onun sandviçine bakıyordu. ,

Eddie tam yerine otururken gözü yine o bembeyaz yaprağa takıldı. Ama bu bir yaprak değil, diye düşünerek o tarafa doğru gitti. Gerçekten de yaprak değil, bir kâğıt parçasıydı. Eddie kâğıdı çevirdi ve kitap harfleriyle yazıldığını gördü:


"Bir dahaki sefere gitmeyeceğim. Kule'den vazgeçin. Bu son uyarı. Harika bir gün geçirmenizi dilerim. R.F.
Pusulanın altına bir bulut ve şimşeği gösteren küçük bir resim çizilmişti.

Eddie pusulayı yemek yiyen arkadaşlarına götürdü. Hepsi de kâğıda teker teker baktılar.

Genç adam, "R.F.," dedi. "Tik-Tak'ı kullanan adam. Bu mesaj ondan. Öyle değil mi?"

"Evet. Tik-Tak'ı Lud'dan çıkarmış olmalı."

Jake öfkeyle, "Evet," diye homurdandı. "Bu Flagg denilen adam daha ilk bakışta bir tarlaşan'ı hemen farkedecek biri. Ama onlar buraya bizden önce nasıl geldiler? Tanrı aşkına, Mono Blaine'den daha hızlı ne olabilir?"

Eddie, "Bir kapı," dedi. "Belki de onlar şu özel kapıların birinden geçtiler."

Susannah, "Tombala," diyerek elini uzattı. Avucunu açmıştı. Eddie de onun avucuna vurdu.

Roland, "Ne olursa olsun," diyerek başını salladı. "Önerisi hiç de kötü bir şey sayılmaz. Sizden bunu ciddi ciddi düşünmenizi istiyorum. Ve kendi dünyanıza dönmek istiyorsanız gitmenize izin veririm."

Eddie, "Sana inanamıyorum, Roland," dedi. "Suze'la beni bağıra çağıra, çırpına çırpına buraya çektikten sonra bu sözleri mi söylüyorsun? Ağabeyim senin hakkında ne derdi biliyor musun? Buz patenine binmiş bir domuz kadar ters."

Silahşor, "Bütün onları sizi dostlarım olarak kabul etmeyi öğrenmeden önce yaptım," diye cevap verdi. "Sizi de Alain'le Cuthbert kadar sevmeye başlamadan önce. Bazı... sahneleri yeniden görmeye zorlanmadan önce. Bu..." Başını eğerek ayaklarına baktı. (Yine eski botlarını giymişti.) Derin derin düşünüyordu. Sonunda tekrar başını kaldırdı. "Yıllardan beri kımıldamayan ve konuşmayan bir yanım vardı. Onun öldüğünü sanıyordum. Ama ölmemiş. Tekrar sevmeyi öğrendim. Ve bunun sevmek için son şansım olduğunu da biliyorum. Ben ağır ağır gelişen bir insanım. Vannay'la Cort bunu biliyorlardı. Babam da öyle. Ama aptal değilim."

Eddie, "Öyleyse aptal gibi davranma," dedi. "Ya da biz aptalmışız gibi."

"Senin 'en alt sınır' dediğin şey şu, Eddie: Ben dostlarımın ölmelerine neden oluyorum. Ve bir daha bu riski göze alabileceğimden de emin değilim. Özellikle Jake... Ben... Neyse... Düşüncelerimi anlatacak kelimeler bulamıyorum. O karanlık odada dönerek annemi öldürdüğümden beri Kule'den daha da önemli bir şey buldum, diyelim. Ve konuyu burada kapatalım."

"Pekâlâ. Ben buna saygı duyabilirim."

Susannah, "Ben de öyle," dedi. "Ama Eddie ka konusunda haklı." Pusulayı alarak parmağını düşünceli düşünceli kâğıda sürdü. "Roland, ondan söz edip sonra da bu laflarını geri alamazsın. Ka'yı kastediyorum. İraden ve bağlılığın biraz azaldı diye bunu yapamazsın."

"İrade ve bağlılık güzel sözler. Ama aynı anlama gelen kötü bir sözcük de var. Saplantı."

Genç kadın omzunu sabırsızca oynatarak bu sözlerin önemli olmadığını belirtti. "Tatlım, ya bütün bunlar ka ya da hiçbiri değil. Ka korkutucu bir şey. Kartal gözlü ve tazı burunlu bir kader fikri gerçekten insanı korkutuyor. Ama ka olmaması fikri beni daha da ürkütüyor." R.F.'nin mesajını yana, otların üzerine fırlattı.

Roland, "Ne derseniz deyin," diye cevap verdi. "Buna ne ad verirseniz verin, sizi çiğnedi mi yine de ölürsünüz. Rimer... Thorin... Jonas... Annem... Cuthbert... Susan... Bunu onlara soruverin. Herhangi birine. Tabii bu mümkünse."

Eddie, "Sen en önemli bölümü atlıyorsun," dedi. "Bizi geri gönderemezsin. Bunun farkında değil misin, koca ahmak? Bir kapı olsa bile biz oradan geçmeyiz. Bu konuda yanılıyor muyum?"

Jake'le Susannah'ya baktı. İkisi de, "Hayır," anlamında başlarını salladılar. Oy bile onlara katıldı. Hayır, Eddie yanılmıyordu.

Genç adam ekledi. "Biz değiştik. Biz..." Şimdi de o düşündüklerini nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Kule'yi görme ihtiyacını. Aynı derecede güçlü olan gereksinimi. Yani sandal ağacından kakmaları olan o tabancayı taşıma isteğini. Silahı büyük demir, diye düşünmeye alışmıştı. Marty Robbins'in kalçasında büyük demir olan adamla ilgili şarkısındaki gibi. Sonunda Eddie, "Bu ka," dedi. Aklına her şeyi kavrayabilecek bu sözcük gelmişti. Bir tek bu sözcük.

Silahşor bir dakika düşündükten sonra, "Kaka," diyerek başını salladı. Üç arkadaşı ağızları bir karış açık ona bakakaldılar.

Gilead'lı Roland bir şaka yapmıştı.

Susannah tereddütle, "Gördüklerimiz konusunda anlayamadığım bir tek şey var," dedi. "Annen sen odasına girdiğin zaman neden perdenin arkasına saklandı. Yoksa o..." Dudağını ısırdı ama sonra cümlesini tamamladı. "Yoksa o seni öldürmeyi mi planlıyordu?"

"Beni öldürmeyi düşünseydi silah olarak bir kemeri seçmezdi. Onun benim için bir hediye hazırlamasından benden af dilemek niyetinde olduğu anlaşılıyor. Kemer gerçekten bir armağandı. Üzerinde adımın başharfleri vardı. Annem bana düşünce ve duygularının değiştiğini söyleyecekti sanırım."

Eddie, bunu kesinlikle biliyor musun, diye düşündü. Yoksa sadece inanmak istediğin bir şey mi? Ama bu hiçbir zaman sormayacağı bir soruydu. Roland yeteri kadar sınavdan geçmişti. Annesinin dairesine yaptığı o son feci ziyareti yeniden yaşayarak hepsinin Işının Yolu'na dönmesini sağlamıştı. Bu kadarı da yeterliydi.

Silahşor, "Annem utandığı için saklandı sanırım," diye fikrini açıkladı. "Ya da bana ne söyleyeceğini düşünmek için kısa bir zamana ihtiyacı vardı. Durumu nasıl izah edeceğine karar vermek için."

Susannah ona şefkatle sordu. "Ya o küre? O gerçekten bizim gördüğüm yerde miydi? Tuvalet masasının üstünde? Annen onu babandan mı çaldı?" .

"İki sorunun cevabı da, 'Evet.' Ama... annem onu gerçekten çaldı mı?" Bu soruyu kendisine soruyormuş gibiydi. "Babam pek çok şey bilirdi. Ama bazen öğrendiklerini kendisine saklardı."

Susannah, "Annenle Marten'in buluştuklarını bilmesi gibi mi?" diye sordu.

"Evet."


"Ama Roland... Babanın bilerek, isteyerek... senin..."

Roland genç kadına acı dolu irileşmiş gözlerle baktı. Artık ağlamıyordu. Ama Susannah bu sorusuna gülmek istediği zaman bunu başaramadı. "Yani babam bilerek isteyerek oğlunun karısını öldürmesine nasıl izin verdi? Böyle olduğunu söyleyemem. Bunu istesem bile yapamam. Şato oyunu oynayın biri gibi böyle bir şeyi mahsus sağladığına, olayların böyle gelişmesini istediğine... kesinlikle inanamam. Ama babam ka'nın çizdiği yolu izlemesine izin verir miydi? Evet. Kesinlikle."

Jake öğrenmek istedi. "Küreye ne oldu?"

"Bilmiyorum. Bayılmışım. Kendime geldiğim zaman annemle hâlâ yalnızdık. Birimiz ölü, birimiz diri. Kimse silah sesini duyup gelmemişti. Sarayın duvarları çok kalındı. Ayrıca o bölük çoğu zaman boştu. Annemin kanları kurumuştu. Bana yaptığı kemer de kan içindeydi. Ama onu alarak taktım. O kanlı armağanı yıllarca taşıdım. Sonra onu kaybettim. Bu ayrı bir hikâye. Onu da başka bir gün anlatırım. İşimiz bitmeden önce. Çünkü o kemerin Kule'yi aramamla da ilgisi var.

"Kimse tabanca sesini duyup gelmemişti. Ama biri içeriye başka bir maksatla girmişti, Ben annemin cesedinin yanında baygın yatarken biri gelmiş ve büyücünün küresini alıp götürmüştü."

Eddie, "Rhea mı?" diye sordu.

"Cadının sarayın o kadar yakınında olduğunu sanmıyorum. Ama büyücü dost kazanmasını biliyordu. Evet, bunun yolunu buluyordu. Anlayacağınız ben Rhea'yı daha sonra yine gördüm." Roland başka bir şey söylemedi ama gözlerinde kinci bir ifade vardı. Eddie bunu daha önce de görmüştü. Bunun öldürmek anlamına geldiğini biliyordu.

Jake, R.F.'nin pusulasını otların üzerinden alarak mesajın altındaki resmi işaret etti. "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?"

"Bana bu büyücünün küresinde yaptığım ilk yolculuk sırasında gördüğüm o yerin sigul'uymuş gibi geliyor. Gökgürültüsü denilen ülkenin." Silahşor dostlarına teker teker baktı. "Bence Flagg adlı o adamla -o şeyle- orada karşılaşacağız."

Roland geldikleri tarafa doğru baktı. Kırmızı ayakkabılarıyla uykuda yürür gibi aştıkları yere. "Geçtiğimiz Kansas onun Kansas'ıydı. Ülkenin boşalmasına neden olan bulaşıcı hastalık da onun yarattığı illet. Hiç olmazsa ben buna inanıyorum."

Susannah, "Ama o yaratık Gökgürültüsü'nde kalmayabilir," dedi.

Eddie de ekledi. "Yolculuk yapabiliyor."

Jake de atıldı. "Bizim dünyamıza bile gidebiliyor."

Roland hâlâ Yeşil Saray'a doğru bakıyordu. "Sizin dünyanıza ya da bir başkasına."

Susannah birdenbire, "Kızıl Kral (Crimson King) kim?" diye sordu.

"Susannah, bunu bilmiyorum."

Hepsi de sustular. Sahte sihirbazla karşılaştığı saraya doğru bakan silahşoru seyrediyorlardı. Roland gerçek bir anıyı da olduğu gibi kabul etmiş ve böylece bir kapının kendi dünyasına açılmasını sağlamıştı.

Eddie, kolunu Susannah'ya dolayarak, bizim dünyamıza, diye düşündü. Bu artık bizim dünyamız. Belki her şey sona ermeden önce Amerika'ya dönmemiz gerekecek. Ama o zaman tanımadıkları bir ülkeye giden yabancılar gibi olacağız. Hangi zamana düşersek düşelim. Artık burası bizim dünyamız. Işınlar'ın, Koruyucular'ın ve Kara Kule'nin dünyası.

Genç adam sonra silahşora, "Güneşin batmasına daha vakit var," diyerek elini çekine çekine onun omzuna koydu. Roland onun elinin üzerine avucunu koyduğu zaman da gülümsedi. "Bu saatlerden yararlanmak istiyor musun? Yoksa başka bir şey mi düşünüyorsun

Roland, "Evet, bu saatlerden yararlanalım," diye cevap verdi. Eğilerek çantasını sırtladı.

"Ayakkabıları ne yapacağız?" Susannah küçük kırmızı bir yığın oluşturan ayakkabılara kuşkuyla bakıyordu.

Eddie, "Onları burada bırakalım," dedi. "Onlar görevlerini yaptılar. Haydi bakalım, sandalyene bin, kızım." Kadını kucaklayarak onun tekerlekli sandalyeye oturmasına yardım etti.

Roland dalgın dalgın mırıldandı. "Tanrı'nın bütün çocuklarının ayakkabıları var. Sen böyle demiştin değil mi, Susannah?"

Genç kadın sandalyesine iyice yerleşti. "Şey... Tabii bu zenci ağzıyla söylendiği zaman biraz daha tat kazanıyor. Ama sen bunun ruhunu kavradın, tatlım. Evet."

Silahşor, "O zaman," dedi. "Başka ayakkabılar daha bulacağız. Tabii Tanrı isterse."

Jake sırt çantasına bakıyor, bilinmeyen bir elin içine koyduğu yiyecekleri gözden geçiriyordu. Naylon poşete konulmuş bir tavuk budunu havaya kaldırarak Eddie'ye baktı. "Bunu kim paketledi dersin?"

Eddie, sanki çocuğa, "Ne kadar da aptalsın?" diyormuş gibi kaşlarını kaldırdı. "Tabii Keebler'in perileri. Başka kimler olabilir ki. Haydi, gel. Gidelim artık."

Bomboş topraklardaki bu beş yolcu korunun yakınında toplandılar, ilerde ovayı aşan otlardan oluşmuş bir çizgi vardı. Bu gökyüzünde hızla kayan bulutların arasındaki çizgiye de tamı tamına uyuyordu. Bu hat öyle belirgin bir yol gibi değildi... Ama 'bilen' gözler için her şeyin aynı yöne gitmesi boyayla yapılmış bir şerit kadar belirgindi.

Işının Yolu. İlerde, Işının diğerleriyle kesiştiği yerde Kara Kule yükseliyordu. Eddie, rüzgâr olsaydı, diye düşündü. Kule'nin kasvetli taşlarının kokusunu alırdım.

Güllerin de. Güllerin tozlu kokularını da.

Eddie tekerlekli sandalyesinde oturan Susannah'nın elini tuttu. O da Roland'ınkini. Silahşor, Jake'in elini kavradı. Oy iki adım öndeydi.

Başını kaldırmış, postunu görünmeyen ellerle okşayan sonbahar havasını kokluyordu. Altın halkalı gözleri irileşmişti.

Eddie, "Biz ka-tet'iz," dedi. Bir an ne kadar çok değişmiş olduğunu düşündü. Bir yabancı olmuştu. Kendisine bile. "Çoktan oluşan bir."

Susannah başını salladı. "Ka-tet. Çoktan oluşan bir."

Jake, "Çoktan oluşan bir," diye tekrarladı. "Haydi artık gidelim."

Eddie kuş ve ayı ve tavşan ve balık, diye düşündü. Oy önde, yolcular tekrar Kara Kule'ye doğru yürümeye başladılar. Işının Yolu'nu izliyorlardı.

SONSOZ
Roland'ın öğretmeni Cort'u yenip Gilead'ın pek de hoş olmayan bir mahallesinde eğlenmeye gitme sahnesi 1970 baharında yazıldı. Ertesi sabah Roland'ın babasının gelmesiyle ilgili bölüm ise 1996 yazında. Hikâyenin geçtiği dünyada iki olay arasında sadece on altı saat vardı. Oysa hikâyeyi anlatanın yaşamında yirmi altı yıl geçti. Ancak o an sonunda geldi. Bir fahişenin karyolasının iki yanında kendi kendimle karşılaştım. Bir yanda uzun siyah saçlı, sakallı, işsiz güçsüz bir okul çocuğu vardı. Öbür yandaysa başarılı, popüler bir romancı.

Bundan sadece şunun için söz ediyorum: Çünkü bu benim için Kara Kule deneyiminin asıl büyüsünü özetliyor. Ben hayal gücünün güneş sistemini dolduracak kadar roman ve kısa hikâye yazdım. Ama Roland'ın hikâyesi benim Jüpiter'im. Diğerlerini cüceleştiren bir gezegen, en azından benim görüş açımdan. Yabancı bir atmosferi, çılgın bir görünümü ve vahşi yerçekimi olan bir yer. "Diğerlerini cüceleştiriyor," mu dedim? Aslında bence bundan daha fazlası var. Roland'ın dünyasının (ya da dünyalarının) yarattığım başka yerleri de içerdiğini anlamaya başlıyorum. Orta-Dünya'da Randal Flagg, Ralph Roberts, Ejderhanın Gözleri'ndeki (The Eyes of the Dragon) gezginci çocuklar, hatta Korku Ağı'ndaki ('Salem's Lot) lanetli Peder Callahan için bile yer var. Peder Callahan, New England'dan bir Greyhound otobüsüne binerek ayrıldı ve sonunda Orta-Dünya'daki Gökgürültüsü denilen o korkunç ülkenin sınırında yaşamaya başladı. Galiba hepsi de sonunda oraya gittiler. Ama neden olmasın? Önce Orta-Dünya vardı. Diğerlerinin hepsinden önce. Roland'ın bir bombardıman uçağının nişancısına yakışacak mavi gözlerinin bakışları altında uyuyor ve rüya görüyordu.

1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   62


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət