Ana səhifə

S. B. Ana Hizmet Birimleri


Yüklə 4.52 Mb.
səhifə9/24
tarix24.06.2016
ölçüsü4.52 Mb.
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   24

5.Sektörler Arası İşbirliği

Herhangi bir sektörün planladığı etkinlikleri gerçekleştirebilmesi, verdiği hizmetin etkililiği artırabilmesi ve amaçlarına ulaşabilmesi için kaynak ve olanaklarının yanı sıra diğer sektörlerin insan gücü, araç gereç, iletişim ve yetki olanaklarını da harekete geçirip kullanabilmesi gereklidir.Bu girişimle daha başarılı bir sonuç elde edebilecektir. Ek olarak; daha geniş bir kitleye ulaşmak da programın etkinliğini artıracaktır.

İşbirliği sonucu elde edilen olumlu sonuçlar, yalnız programın amaçlarına ulaşmasını değil, aynı zamanda tarafların işbirliği içinde çalışmanın yararlarına inanmalarını sağlayacaktır.

Sağlık hizmeti verirken başvurulması gereken yollardan biri olan değişik sektörlerle işbirliği yapmada ana tema, “İnsanların yararı için en etkili ve verimli çalışmanın yapılmasıdır ve her bir tarafın bu girişimi iyi niyet temelinde ve ciddi bir görev anlayışıyla gerçekleştirmesidir.”


6. Kitle İletişim Araçlarının Kullanımı

Teknolojik gelişmelerin hızlılığı nedeniyle, çağımızı kitle iletişim çağı olarak niteleyenler bile vardır. Bu araçlar günümüzde tüm ülkeleri etkilemiş, toplumda değişmelere yol açmıştır.


Kitle iletişim araçlarının toplumdaki belli başlı görevleri;

1. Habercilik,

2. Kamuoyu oluşturma,

3. Yönetsel sürece katılma ve denetleme,

4. Eğitim,

5. Toplumsal bütünleşmedir.

Kitle iletişim araçlarının özellikle sağlık eğitimi ve toplum katılımında kullanılması önemli yararlar sağlamaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerde, kitle iletişim araçlarından yalnızca okuma yazma öğretimi için değil, kalkınmaya elverişli ortamın, önderliğin ve katılmanın sağlanması için de yararlanılabilir.

Kitle iletişim araçlarının sağlık eğitimi ve toplum katılımındaki yeri şöyle özetlenebilir:


  1. Geniş bir izleyici kitlesiyle düzenli bir biçimde iletişim sağlanır, en uzak köyleri de yayın kapsamına alabilir, etki alanına sokabilir. Bu tür yerel iletişim araçları ile sağlık alanında topluma yönelik işlevlerin yerine getirilmesi daha kolay olabilecektir.

  2. Toplum, olayları günü gününe izleyerek gerekli bağlantıları kurar.

  3. Toplumun duygularına, aklına ve gözüne aynı anda yönelerek onu etkiler.

  4. Halkın günün gelişmelerine bilgili ve bilinçli olarak katılmasını sağlamak üzere, sürekli bir bilgi ve haber akımını sağlar ve kamuoyu oluşturur.

  5. Topluma, yaşamın her mekanında, evde, sınıfta, işyerinde... yaşamın her alanıyla ilgili gerekli becerileri öğretir.


Toplum Katılımının Engelleri

Toplumun ortak gereksinim ve sorunlarına yönelik hizmetlere halkın katılımının sağlanmasında karşılaşılan çeşitli güçlükler vardır.Bu güçlükler bazen toplumun iç yapısından,bazen de dışından kaynaklanmaktadır.

Toplum katılımında karşılaşılan güçlükler ile özellikle ülkemiz açısından katılım sağlama yollarına ilişkin düşünceler aşağıdaki biçimde sıralanabilir:

- Sosyal ve kültürel etkenler

- Ekonomik etkenler

- Politik ve yönetsel etkenler



1.Sosyal ve Kültürel Etkenlerden Kaynaklanan Güçlükler

a) Toplumun demokratik bir yapı içinde kendini yönetme bilgisi, becerisi ve deneyiminin az olması toplumun katılımını engeller. Bireyler, katılım ve kendini yönetme alışkanlığını daha küçük yaşlarda aileden ve çevreden kazanmaya başlar. Çeşitli araştırmalarda, otoriter ve demokratik aile tiplerinden demokratik olanında yetişen çocukların daha katılımcı oldukları belirtilmektedir. Katılımcı ve demokratik anlayışla yetişen ve katılım davranışlarına sahip bireylerden oluşan toplumlarda etkin bir katılım sağlamak daha kolaydır. Bunun aksine demokratik davranış ve kendini yönetme alışkanlıkları ve deneyimleri sınırlı bireylerden oluşan toplumlarda ise her şeyi başkalarından bekleme eğilimi yaygın olup, başkalarının kendileri adına düşünmesi,karar alması,yönetmesi gibi bir tutum gözlenir.Bu durum katılımı olumsuz yönde etkileyici bir etkendir.

b) Toplumun kendi sorunları ve çözüm yolları hakkında bilinçli olmaması katılımını güçleştiren diğer bir etkendir. Böyle bir toplumda eğitim düzeyi düşüktür,diğer toplumlarla ilişkiler sınırlıdır. Genellikle durumlarını kabul etmişlerdir.Ayrıca sorunlarına karşı bilgisizlik,dolayısıyla ilgisizlik vardır. Toplum, katılıma hazır değildir. Kendi kendine harekete geçmesi, katılım göstermesi beklenemez.

c) Çeşitli nedenlerle toplumda ikilik bulunması katılımı engeller.Gruplar arasındaki zıtlıklar, anlaşmazlıklar, sürtüşmeler, çıkar çatışmaları, kan davası, vb. nedenler toplumda ortak karar almayı ve birlikte hareket etmeyi güçleştirir.

d) Toplumda demokratik liderliğin gelişmemesi katılımı güçleştiren başka bir etkendir. Demokratik liderliğin geliştirilmesi yoluyla toplum katılımının etkinliği artar.

e) Gönüllü kuruluşların bulunmaması,azlığı veya etkin olmaması da toplum katılımını güçleştirir. Bireylerin, gruplar halinde, çeşitli kuruluşlar kurarak örgütlenmeleri ve gönüllü kuruluşlarında çeşitli toplum hizmetlerinde toplum katılımının etkin bir yönüdür. Gönüllü kuruluşlar, devlet hizmetlerinin eksiklerini tamamlar, bazen de yeni hizmetlerin başlatılmasına öncülük eder.

f) Nüfus Hareketleri: Köylerde kente göç etme isteği, kentlerde ise insanların birçoğunun kendilerine ait konutu olmaması ve diğer nedenlerle sürekli yer değiştirmeleri katılımı güçleştirmektedir.

g) Deneyimler: Toplum katılımını sağlamak için önceden yapılmış bazı girişimlerdeki yanlışlıklar, başarısızlıklar vb. sonuçlarla elde edilen olumsuz deneyimlerde katılımı güçleştirici etkenler olabilmektedir.

h) Hizmetin Ulaşılabilirliği: Hizmete ulaşım bir hizmeti kullanabilme olanağıdır. Örneğin; sağlık hizmetine ulaşabilenler, bu hizmetleri kullanabilmeleri beklenebilecek kadar yakında oturanlardır. Ya da hizmetin ayağına kadar götürüldüğü topluluklardır. Eğer hizmete ulaşabilme olanağı çok kısıtlı ya da mümkün olmayan topluluklar var ise,bu toplulukların toplum katılımı etkinliklerine katılımları da hizmete ulaşabildikleri kadar olacaktır.
2.Ekonomik Etkenler Nedeniyle Ortaya Çıkan Güçlükler

a)Toplumun Yoksulluğu: Gelir düzeyi düşük olan toplumlarda,özellikle ekonomik katkı gerektiren etkinliklere katılımda isteksizlik olabilir.

b)Gelir Dağılımdaki Dengesizlikler: Toplumda yoksulluğun yanı sıra, gelir dağılımdaki eşitsizlikler de bazen katılımı olumsuz etkilemektedir.

c)Kaynakların Sınırlılığı ve Finansman Güçlükleri Devlet ve toplum işbirliğine dayanan katılımcı çabalarda, kalkınma için gerekli olan iç ve dış kaynakların azlığı ve yokluğu,toplumun ekonomik katılım potansiyeline düşük olduğu anlamına gelir. Toplumda psikososyal olarak beliren veya yaratılan katılım isteği, gerekli zaman ve yerde, devlet veya finanse edilemez ise çoğu kez başarısızlıkla karşılaşılması kaçınılmaz olur.


3.Politik ve Yönetsel Etkenlerden Kaynaklanan Güçlükler

a)Toplumun katılımını özendirecek ve destekleyecek yerel yönetimlerin bulunmayışı veya var olan yerel yönetimlerin toplum katılımına gereken önemi vermemeleri katılımı güçleştirir.

b)Katılımla ilgili bilgi ve beceriye sahip kamu yöneticileri ile görevlilerinin iş başında olmaması,personel hareketliliği,bilgisizliği ve motivasyon eksikliği katılımı güçleştirir.

c)Yönetimin merkeziyetçi tutumundan kaynaklanan güçlükler, yerel toplumların gelişme, plan ve projelerinde değişiklik gereksinim belirince karşılaşılan bürokratik işlemlerin uzunluğu, katılımı özendirici yasa ve yönetmeliklerin eksikliği ve kurumlar arası işlemlerin,yazışmaların çok zaman alması gibi işleyişte daha çok mevzuattan kaynaklanan bazı güçlükler katılımı olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

d)Kalkınma plan ve programlarında yerel toplumlarda destekli katılım politikalarına öncelik ve önem verilmesi,toplumun katılımını özendirecek yöntem ve yaklaşımların uygulanmaması gibi nedenler de katılımı güçleştirir.

e)Kamu kuruluşlarının hizmet götürdükleri toplumu tam olarak tanımaması ve topluma götürülen hizmet ve etkinlikler için yeterli tanıtma ve eğitim çalışması yapılmaması katılımı güçleştirir.

f)Toplum atılımına dayalı plan ve programların uygulama aşamasında ilgili kamu kuruluşlarının izleme, denetleme ve değerlendirme yapmamaları ve bu nedenle ortaya çıkabilecek güçlüklerin zamanında ayrım edilmemesi de toplum katılımının dolaylı olarak olumsuz yönde etkileyebilir.

g)Son olarak toplumların katılım girişimlerinde yönetimlerin ve sağlık personelinin toplum için en iyi olanı bildiğini sanması, onlar adına doğru kararlar verdiğine inanması ve toplumla işbirliği içinde çalışmanın prestij ve otorite kaybına neden olacağını düşünmesi, katılımı güçleştiren ve var olan katılımın sürekliliğini tehdit eden bir etken olarak belirtmek gerekir.



Toplum Katılımını Sağlamada Önem Verilmesi Gereken Noktalar

Katılımı sağlamada en çok önem verilmesi gereken diğer noktalar da şu biçimde özetlenebilir:

a) Yerel yönetimler ve kamu görevlileri tarafından toplumun ve toplumsal yapının iyi tanınması, toplumla iyi ilişkiler kurulması ve toplumun görevinin kazanılması,

b) Toplumla çalışmalarda sabırlı, anlayışlı ve yönlendirmede bilgili ve becerili personelin görev alması,

c) Toplumda birlik yaratılması ve bütünlük duygusunun geliştirilmesi,varsa anlaşmazlıklarla ilgilenilmesi,

d) Toplumun gereksinim ve sorunlarının iyi belirlenmesi ve toplumun en çok önem verdiği gereksinmelerden (hissedilen gereksinim) hareketle, kendine yardım projelerinin uygulanması ve gerçekleştirilmesi,

e) Özellikle gelişmemiş toplumlarda (köy,gecekondu vb.) yaşam düzeyini ve koşullarını geliştirici programlara ağırlık verilmesi,

f) Planlama sürecine toplumun temsilcileri yoluyla katılımlarının sağlanması ve bu çalışmaların denetlenmesi,planda sorunların bir bütün olarak ele alınması,

g) Toplumun karar verdiği ve harekete geçirildiği katılımcı çabalara uygun destek sağlanması ve bu çalışmaların denetlenmesi,

h) Katılımın her aşamasında toplumun ilgisinin canlı ve sürekli tutulması,toplumda ortak gereksinim ve sorunlar için birlikte çalışma, güven ve gücünün geliştirilmesi,

i) Toplum ve hizmet birimleri arasında karşılıklı iletişim kanallarının iyi işletilmesi, çalışmalarla ilgili olarak toplumun bilgilendirilmesi ve bunun sonucunda gelen tepkilerin değerlendirilmesi,

j) Liderlerin tanınması, geliştirilmesi ve liderlerden yararlanılması,

k)Katılımı kolaylaştırmak amacıyla toplum gücünün organizasyonu, çalışma grupları oluşturulması ve gönüllü kuruluşların geliştirilmesi,

l) Yerel kaynakların en iyi biçimde kullanılması,

m)Toplumun katılımı konusunda etkin sağlık eğitimi yapılması,

n)Topluma yönelik olarak uygulanan her sağlık programının toplum katılımı ile boyutunun toplumla birlikte planlanması ve uygulanması,

o)Sistem ve mevzuat içerisinde toplum katılımını sağlamaya yönelik kurum ve kuruluşların işlerliğe kavuşturulması,

p) Gönüllü kuruluşlar başta olmak üzere sağlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek her türlü kurum ve kuruluşla işbirliği yapması,

q)Özellikle toplum eğitiminin sağlanabilmesi, toplumun yönetsel ve denetleme sürecine katılımının sağlanabilmesi ve kamuoyu oluşturulabilmesi için kitle iletişim araçlarının kullanılması,

III. ETİK ve HASTA HAKLARI
Tıbbi Etik

İnsanlar, var olduğu günden beri, hep iyi ve doğruya yönelmiş, kötü ve yanlıştan sakınmış ve uzak durmaya çalışmışlardır. Toplumda dürüstlük, yardımseverlik, sadakat, doğruluk, adalet gibi değerler her zaman iyi olarak kabul edilmiş ; buna karşın yalancılık, hırsızlık, ikiyüzlülük gibi davranışlar da insanlık vicdanında kötü olarak yer almıştır. Bu değerler, her toplumda vazgeçilmez etik değerler olarak kabul görmüştür.

Ne var ki bilim ve teknolojideki gelişmeler sonrasında insanlar yeni değer yargıları ve var olan değer yargılarla çelişen yeni uygulamalarla karşı karşıya gelmişlerdir.

Etik, ahlaksal değer yargılarını ve davranışların standartlarını, bunların altında yatan felsefi ilkeleri inceleyen felsefe dalıdır. Etik ;kuramsal ahlak olarak da bilinir. Etik ve ahlak sözcükleri bazıları tarafından aynı anlamda bazıları tarafından da ayrımlı anlamlarda kullanılır. Türkçedeki “ahlak” kavramı Latince “moral” sözcüğünün karşılığıdır ve kişiler arası ilişkilerde uyulması gereken ilke ve kuralları içerir. Bu anlamda ahlak, görelidir ve toplumdan topluma değişebileceği gibi aynı toplum içindeki ayrımlı gruplar arasında bile değişiklikler gösterebilir.

Etik ve ahlak sözcükleri ayrı ayrı kullanıldığında, ahlak; her toplumda değişebilecek gelenekler, alışkanlıklar, örf ve adetler, töreler, yaşam biçimleri gibi alanlardaki tutum ve davranışlar için kullanılır. Bir yerdeki giyim kuşam alışkanlığından kan davasına kadar uzanan, herhangi bir alandaki, insan ilişkilerinin ve davranışlarının değerlerimiz yönünden niteliği ahlak olarak ifade edilir.

İnsan tutum ve davranışlarının iyi ya da kötü yönden değerlendirilmesi olarak da tanımlanan etik ise evrensel değerler için kullanılır. Etik değerlerden söz edildiğinde; dürüstlük, yardımseverlik, doğruluk, adaletli olmak, sadakat, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, cana kıymamak gibi dünyanın her yerinde geçerli olan değerlerden söz ediliyor demektir. Etik değerler evrenseldir ve her ülkede geçerliliği olan kurallardır.

Yukarıda tanımlanan etik kavramına göre, tıp etiği; sağlık alanındaki tutum ve davranışların, iyi ya da kötü yönden değerlendirilmesi etkinliğidir. Bu bağlamda tıp etiğinde tıptaki değer ve ilkelerin analizi, yorumu, tartışılması gibi etkinlikler yer alır.

Tıp alanında sık kullanılan başka bir sözcük de “deontolojidir. Deontoloji, eski Yunancadan gelen bir sözcüktür (Deonto=görev, yükümlülük, logia=bilgi). Türkçeye görev ve yükümlülükler bilgisi olarak çevrilebilir.

Buna göre, deontoloji; kişilerin, üzerlerine düşen görev ve yükümlülüklerini bilmeyi sağlar. Kişilerden, deontoloji alanında saptanmış kuralları sonraki kuşaklara aktarmaları ve onlara uymaları beklenir.

Deontoloji, tıpta, “tıbbi deontoloji”, şeklinde kullanılmıştır. Tıbbi deontoloji; sağlık mesleklerinde çalışanların bilmek ve uygulamak zorunda oldukları etik ilke ve kuralların neler olduğunu belirtir. Genel olarak hekim, hemşire ve diğer sağlık çalışanlarının mesleklerini icra etmeleri sırasındaki tutum ve davranışları ile bazı tıbbi olaylar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen ilke ve kuralların tamamı olarak tanımlanır.

İlkeler, davranış biçimini kesin olarak belirlemez ve bu yönüyle kurallardan ayrılır. Kurallar kesindir ve uyma-uygulama zorunluluğu vardır. Buna karşın, ilke kişisel sorumluluğu vurgular. Ancak kişilere değerlendirme yapma ve yargıda bulunma fırsatını da verir. Bu nedenle aynı ilkeye bağlı kişilerin her zaman ortak davranmadıkları, az ya da çok ayrımlı davranışlar sergiledikleri görülebilir.

Günümüzde tıp etiği etkinlikleri içinde çok sayıda ilkeden söz edilmektedir :



  • Özerkliğe saygı ilkesi

  • Yararlılık ilkesi

  • Kötü davranmama ilkesi

  • Aydınlatılmış muafakat ilkesi

  • Adalet ilkesi

  • Gizliliğe saygı ilkesi

  • Doğruluk ilkesi

  • Sözünde durma ilkesi

  • Sır saklama ilkesi

  • Gerçeğe uyma ilkesi

  • Eşitlik ilkesi,

bu ilkelerden bazılarıdır.
Sağlık çalışanları, tıp uygulamaları esnasında bu ilkelerin uygulanmasında güçlüklerle karşılaşabilirler. Bazen bu ilkeler birbiriyle çatışabilir. İlkelerden bazılarını yerine getirmekle başka bir ilkeye uyulmamış olabilir. Örneğin; kanserli bir hastaya yararlılık ilkesi gözetilerek hastalığı söylenmediğinde, hastaya doğruyu söyleme, doğruluk, aydınlatılmış rıza ilkelerine, dolayısıyla tüm bu ilkeleri içinde bulunduran “özerkliğe saygı ilkesi” ne Bilinmesi gereken başka bir konu da, yasalar ile tıp etiği arasındaki ayrımdır. Yasalar, kişileri güçlü kılar ve cezai yaptırımlar içerir. Etik kurallar ise gereklilik bağlamındadır. Yaptırım gücü olmadıkları kabul edilir. Bir etik kural ile belli bir konudaki yükümlülüğün saptanması, ilgili kişide, manevi etki ile içsel yaptırım gücüne dönüşür. Etik bir yükümlülüğe uymamak kişinin kendisini kötü hissetmesine ya da çevresinden eleştiri almasına, kınanmasına neden olabilir. Kişi, bir etik kuralı kendisine rehber alarak olaylar karşısında gerekliliğine inandığı tutum ve davranışları gösterebilir.

Yasa ile etik kurallar arasındaki bu genel ayrıma karşın, kimi etik kurallar kendine özgü yaptırım kanalları geliştirebilir. Bunlardan biri etik kuralların yasal hükümler haline gelmesi diğeri de meslek birliğinin disiplin yönergesi ya da bir kurumun temel kuralları haline gelmesidir. Bu durumda etik kurallar da yaptırım gücüne sahip olur, sağlık alanında çalışan sağlık personelinin kendi etik kurallarına sahip olması vazgeçilmez bir gerekliliktir. Bu kurallar meslek grubu içinde belli bir disiplin ortamı yaratır.

Tıp alanında bilinen en eski metin (M.Ö. 1800) “Hammurabi Yasaları” olarak bilinen metindir. Bu metin, daha çok hukuki bir metin niteliğindedir ve geniş ölçüde hekimlerin mesleki hatalarında uygulanacak cezaları belirlemiştir.

Hekimlerin uymakla yükümlü olduğu kural ve ilkeleri belirleyen (M.Ö. 460-370) “ Hipokrat Andı” da bir tür etik kurallar metnidir.

Hipokrat tıbba akılcı, gözlemci, somut açıklamalara dayanan bir nitelik kazandırdı. Hekimleri belli bir meslek anlayışı çerçevesinde örgütleme yoluna gitti. Böylelikle hekimlik mesleğini içsel bir denetim mekanizmasına kavuşturdu. Tıp etiğinin ilke ve kurallarına uymayı her hekim için zorunlu kıldı.

Hekimlerin uymakla yükümlü olduğu etik ilke ve kurallar Hipokrat’ ın çeşitli yazıları aracılığı ile günümüze kadar ulaşmıştır. Bu konudaki en önemli kaynak şüphesiz Hipokrat Andı’dır.

Bu And, hekimlerin birbirlerine ve meslektaşlarına karşı etik sorumluluklarını tanımlar. Hekimlerin birbirine saygılı, yardımlaşma ve işbirliği yapan kişiler olması istenir. Hekimlerin hastalarına karşı yükümlülükleri de bu andda belirtilmiştir. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde karşımıza çıkan ana ilke, kişisel özelliklerine bakmaksızın hekimin her koşulda hastasına yararlı olması ve onun iyiliği için çalışmasıdır. Bugün, “Yararlılık İlkesi” olarak adlandırdığımız bu etik sorumluluk yüzyıllar öncesinden süzülüp gelen hekim-hasta ilişkisinin temel öğesidir. Hipokrat Andı, günümüzde bile, hekimlerin uymakla yükümlü olduğu ilke ve kuralları belirleyen metinlere kaynak oluşturmaktadır.

Bugün tıp ve sağlık alanında ulusal ve uluslararası nitelikte birçok etik kural vardır. Dünya Hekimler Birliği’nin çeşitli konulardaki bildirileri öncelikle akla gelen örneklerdendir. Türkiye’ de mesleki etik ilkelerin denetlenmesini sağlamak amacıyla ilk ayrıntılı düzenlemeler 1928 yılında çıkarılan 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına dair Yasa” ile olmuştur. Bu yasada; tabip odalarının onur kurulları ile yüksek onur kurulunun oluşumu ve işlevleri tanıtılmıştır. Ayrıca, bu kurulların hekimleri nasıl denetleyeceklerine ilişkin bazı düzenlemelere de yer verilmiştir.

Daha sonra, 1953 yılında çıkarılan 6023 sayılı “Türk Tabipleri Birliği Yasası” ile bu kurulların kuruluş ve işleyişleri daha açık hale getirilmiş , 1960 yılında çıkarılan “Tıbbi Deontoloji Tüzüğü” ile Yasa’nın uygulanmasına açıklık getirilmiştir. Türkiye’de hekimlerin mesleki kurallarının belirlendiği Deontoloji Tüzüğü, 4 kısım ve 46 maddeden oluşmaktadır. “Umumi Kaide ve Esaslar“ başlığını taşıyan biri. kısımda, hekim ve diş hekimlerinin hastaya özen, saygı gösterme, ayrımcılık yapmama, sır saklama ve zarar vermeme gibi hasta haklarına denk gelen görev ve sorumlulukları ile mesleklerini yürütürken uymaları gereken genel kurallar düzenlenmiştir.

“Meslektaşların Hastaları ile Münasebetleri“ başlığını taşıyan iki. kısım, biri. kısmın tamamlayıcısı niteliğindedir. Hekim ve diş hekimlerinin hasta ile olan ilişkilerindeki diğer bazı görev ve sorumlulukları düzenlenmiştir. Örneğin; bilimsel metotlardan ayrılmama, hastaya zarar vermeme, hastaya boş umut vermeme, gerçeğe uygun olmayan rapor düzenlememe gibi konular bu kısımda verilmiştir.

Üç. bölümde, hekimlerin birbirleri ve diğer sağlık meslek grupları ile aralarındaki ilişkiler düzenlenmiştir.
İnsan Hakları

Hak, genel ve çok kısa bir tanım yaparsak, adalet ve hukukun bireylere kazandırdığı şey, kazanç ya da hukuk düzeninin kişilere tanıdığı yetkidir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi hak, hukuki düzenlemelere ya da hukuki kurallara dayanır.

Çeşitli insan hakları bulunmaktadır. Bu haklar kazanımlara göre kuşaklara ayrılmıştır. Bu kuşaklarda bulunan haklar Tabloda ayrıntısıyla gösterilmiştir.

Hukuk kurallarını devlet koyar. Devlet, düzenlediği bu kurallar ile kişilere belli bazı serbesti ve özgürlükler yani haklar tanır. Devlet, tanıdığı bu hakları genişletebilir ya da daraltabilir. Devletler siyasal oluşumlar oldukları için hukuk kurallarını kendi anlayışları çerçevesinde belirler. Bu nedenle, her ülkede hak ve özgürlükler standart olmayıp ülkeden ülkeye ayrımlılıklar gösterebilir.

Günümüzde, uluslararası kabul görmüş, evrensel denilen ve ülkeden ülkeye değişmeyeceği varsayılan haklar da vardır. Bu haklar, “İnsan Hakları” olarak bilinen haklardır.

Genel hukuk kuramına göre, bir ilişkinin her iki ucunda bulunan taraflar karşılıklı hak ve ödevlere sahiptir. Taraflardan biri için hak olan diğer taraf için ödevdir. Başka bir deyişle her hakkın karşısında bir ödev ya da her ödevin karşısında bir hak bulunur. Bir taraf için hak olanlar diğer taraf için ödevdir ya da tam tersidir.

Yine bu kurama göre; haklar, egemen olanın görevlerinden yola çıkılarak belirlenir. Örneğin; devlet-vatandaş ilişkisinde vatandaşlık hakları, devletin vatandaşlara karşı ödev ve sorumluluklarından yola çıkılarak belirlenir. Aynı biçimde hastaların hakları da sağlık çalışanlarının ödevlerine göre belirlenir. Sağlık hizmetlerinde egemen güç her zaman sağlık personelidir. Hastalar ise edilgendir.

Hak konusunun, yaşama geçirilebilmesinin ilk adımı, belli yazılı metinlerin hazırlanmasıdır. Bu metinler, ulusal düzeyde olduğu gibi uluslararası düzeyde de olabilir.

1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının iki. kısmı “Temel Hak ve Ödevler” başlığını taşır. Bu bölümde, kişinin hakları ve ödevleri, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler ile siyasi haklar ve ödevler belirtilmiştir.

Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde geçen 56. madde sağlıkla ve sağlığın korunması ile ilgili maddedir.

İnsan haklarına ilişkin uluslararası metinlerin en önemlilerinden biri Birleşmiş Milletlerin 10 Aralık 1948 tarihinde yayımladığı “İnsan Hakları Bildirgesi” dir.

Bir başlangıç bölümü ve 30 maddeden oluşan bu bildirge, insanların temel haklarını düzenleyen ve tüm dünyada kabul edilen ana metin olması nedeniyle önemlidir. Bu bildirgede, bütün insanların onur ve haklar bakımından eşit doğdukları, bu eşitliklerinin hukuk düzeninde korunması gerektiği, yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliğinin herkesin hakkı olduğu, hiç kimsenin kölelik ve kulluk altında bulundurulamayacağı, köleliğin ve köle ticaretinin yasak olduğu, hiç kimseye işkence yapılamayacağı, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunamayacağı gibi temel hak ve özgürlükler güvence altına alınmış; evlenme hakkı, seyahat hakkı, dernek ve sendika kurma hakkı gibi haklardan hiçbir ayrım gözetmeksizin herkesin yararlanabileceği belirtilmiştir.

1976’da kabul edilen “Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi” adlı metinler, insan hakları konusundaki uluslararası metinlerdendir.

Sağlık alanındaki uluslararası kuralları belirleyen temel kuruluşlardan biri olan Dünya Tabipler Birliği’nin yayımladığı bildirilerden bazıları da insan hakları ile ilgilidir. Bunların en çok bilineni, 1990 yılında Kaliforniya’da kabul edilen ve “Dünya Tabipler Birliğinin İnsan Hakları Konusundaki Kararı” olarak bilinen metindir.

Dünya Tabipler Birliği bu kararda, insan haklarının herkes için geçerli olması gerektiğinden, insan hakları ihlallerinin ilk tanıklarının genellikle tıp meslekleri üyeleri olduğundan, tabip birliklerinin ülkelerindeki insan hakları ihlallerine dikkat çekmesi gerektiğinden bahisle, üyelerinin insan hakları konularında savunucu roller üstlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Dünya Tabipler Birliği’nin 1981’de yayımladığı Lizbon Bildirgesi ise, hasta ve sağlık hakkı kavramıyla ilgili önemli bir metindir. Bu bildiride, hastanın hekimini özgürce seçebileceği, hastalığı ile ilgili yeterli ölçüde bilgilendirilmesi gerektiği, bu bilgilendirmeden sonra hastanın tedaviyi kabul edilebileceği veya reddedebileceği ve hastalığı ile ilgili bilgilerin gizli kalmasını beklemek hakkına sahip olduğu vurgulanarak hasta hakları konusuna açıklık getirilmiştir.

1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   24


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət