Ana səhifə

Neo’ ya da ‘post’: modern’İN İzlerinde marksizm çaliştayi 1 Ağustos 2009 Cumartesi


Yüklə 45.5 Kb.
tarix26.06.2016
ölçüsü45.5 Kb.
NEO’ YA DA ‘POST’: MODERN’İN İZLERİNDE MARKSİZM ÇALIŞTAYI

1 Ağustos 2009 Cumartesi
09:30: 11:30: ‘Yeni’ ya da ‘post’: Tanımlar, Düşünürler ve Yine Tanımlar…
Tartıştırmacı: Ersin Vedat Elgür
Zizek Paralaks metninin hemen başlarında Lenin’inden bir cümle alıntılıyor: “Bir ordu geri çekilirken, ilerleyen ordunun ihtiyaç duyduğundan yüz kat daha fazla disipline ihtiyaç duyar.” Bu cümle solun unuttuğu ya da çok zaman yaptığı gibi es geçtiği ifadelerden biri olarak düşünülebilir. Zira tam da geri çekilme esnasında dağılan ve o dağılma anından beri kendini toparlayamayan bir sol ile karşı karşıyayız. Dağılma çok farklı biçimlerde düşünülebilir: ilk olarak sokaktan akademiye bir geri çekilme olarak, ikincisi kendi içine sıkışan, daralan ve dogmatik uykularından uyanamayan bir sol olarak, bir başka şekilde kendinden vazgeçen olarak ve de –bizim buradaki tartışma noktamız açısından da önemli olan- Marksizmi yeniden keşfetme çabaları içinde sosyal-politik bir teorinin bütünlük algısını hiçe sayarak; farklı konumlanma noktalarından parçalılığa kayan bir hat içinde. Sonuncu zemin aynı zamanda yeni olarak adlandırılanı işaret eder: yeni sol, yapısalcılığın ve ‘modern olanın’ eleştirisi üzerinden post-yapısalcı ve post-modern bir tartışma kulvarında kendini vareder. Fakat bu tanım şimdilik doğru kabul edilebilir çünkü son dönemlerde heterojenliği ve parçalılığı öneren kuramsal zeminlerin, yüzü sokağa ve iktidara dönük güçlü bir akım yaratmadaki başarısızlıkları bir yandan güçlü ve post-marksizmde genellikle reddedilen sınıf kategorisine benzer modern özne arayışlarını öne çıkarırken, diğer yandan da sosyal bilimler alanında bütünlük algısını tekrardan kazanmaya yönelik çabalar da Neo-marksizm tartışmaları içinde belirmeye başlamaktadır.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı Neo ve post ekinde içerilmiş olan anlam gittikçe muğlaklaşmakta, tam bir kopuş olarak düşünülen yeni gittikçe eski ile olan bağlarını tekrardan düşünmeye başlayan bir Marksist çabaya dönüşmektedir. Bu tam da Marx’ın metinlerine sinmiş olan eleştiri ve diyalektiğin kullanılma biçimlerine uygun bir gelişmedir. Bir yandan yaşanan sürecin bu durumu göstermesi, diğer yandan da yeniyi, eski olanın bir reddi olarak algılamak yerine eskide olanın kavramsal ve kuramsal bir açılışı olarak kavramının daha verimli bir yöntem olması, bizi yeni olanı Marksizmin bir didiklenmesi ve onda içerilmiş olanların geliştirilmesi anlamında kullanmaya zorlamalı; aynı modern olanın geliştirilmesi çabasında Post-modernlerin çabalarının verimli bir araç olarak kullanılması gerekliliği gibi.
Yeni olan eskinin potansiyellerinin bir açığa çıkarılışıdır, onu başka varolanlarla bağlamanın sonuçlarına dair bir belirlenim, eski olanın ihya edilmesi, görülememiş ilişkilerin ya da varlığa yeni gelenlerle ilişkisinin yeniden düşünülmesidir. (Bu şekilde kurumsallaşmamış olsa da zorlamak hala elimizde)
“Baştan başlamalı ve başlangıç noktasına inerek kendimize başka bir yol seçmeliyiz” diyor Zizek Başka Bir Yol başlıklı yazısında. Bu cümlede ikili bir vurguyla karşılaşıyoruz: Baştan başlamak ve başlangıç noktasına inmek. Baştan başlamak olarak işaret ettiği yer “güzelim Marksist Komünizm”; başlangıç noktasına inmekten kastettiği ise başarısız deneyimlerin ve onun inşa ettiği devrimci kültür ve ritüelleri başka biçimlerde kuran bir pratik. Aynı zamanda bir uyarısı da var Zizek’in: Liberallerden, Neo’lardan ya da Post’ların güçsüz önerilerinden kaçınmak. Fakat kaçınmak üzerinden atlamak değildir. Yukarıdaki yeni ve eski terimlerinde içerilmiş olan anlama bağlı kalarak ilk oturumumuz yeni olarak belirenin eski ile bağlantısını ve açığa çıkardığı potansiyelleri keşfetmeye odaklanacaktır: tabi ki modern siyasetin sınıf olarak özne kavrayışını tekrar mümkün kılmak için.

11:30–13:00: Öğle Arası

13:30–15:30: Sınırların Nihilizmi/Nihilizmin Sınırları: Sosyal Teori Nihilizmle Yüzleşiyor
Tartıştırmacı: Ali Rıza Taşkale
Sosyal ve siyasal teori, geleneksel bir biçimde, toplumu bir norm olarak düşünmüş ve nihilizm de bir istisna veya bir deviasyon olarak kavramsallaştırmıştır. Ancak, modern toplumsallık bugün nihilizm imajında oluşuyor. Bir anlamda, istisna kuralın kendisine dönüşmüş durumda. Şu anda tanıklık ettiğimiz şey, toplumsallık ve birey kavramlarının yok olup yerine nihilizmin bir biçimi olan kin kavramının ortaya çıkması. Primordiyal şartlarda, Girard’ın da (1986) betimlediği gibi, toplum linççi kalabalıklar üzerine kurulmuştur ve bunların arzuları, kıskançlıkları ve bencillikleri ‘günah keçisi’ne fedakârlık etmekle sonuçlanır. Ancak, kin kavramında bu durumun tamamen tersini buluruz: toplumu kuran değil de yıkan bir arzu. Bu durumda, sadece günah keçisi değil, herkes yıkım tehdidi altındadır. Ancak, ileride de tartışacağım gibi, radikal nihilizmin kindar eylemleri modern post-politik toplumun pasif nihilizmiyle iç içe geçmiştir. Antagonizma konsensüs politikasıyla imkânsızlaştırıldığında, terör tek politik eylem(sizlik) haline gelir ve bu durum, sembolik değişim öğesi olarak, tekinsiz bir şekilde siyasal güçsüzlük ve hazla pasifitede birleşir. Bu iki deneyim, -politikanın büyük bir hızla post-politikaya ve ‘biyo-politikanın simulakra, ‘gösteri toplumu’na dönüşmesi- birbirleriyle yakından ilişkilidir.
Bunu takiben, bu sunum radikal ve pasif nihilizm arasındaki bağlaçlı sentezin (disjunctive synthesis) bugün kendisini uluslar arası düzeyde kapitalizm/post-politika ve terörizm arasındaki ‘antagonizma’ olarak tekrar ettiğini iddia ediyor. Bu bağlamda, sunum 11 Eylül’den beri politikanın moralizasyonuna karşıt olarak ‘politik’ bir duruş alıp bunu terörizmin eski ve yeni biçimlerine dair bir tartışmayla yapıyor ve bunu korku/güvenlik politikasıyla ilişkilendiriyor. Buradaki temel tartışma ise şu: terör ve teröre karşı savaş arasında taklitçi bir ilişki vardır ve bu ilişki radikal ve pasif nihilizm arasındaki bağlaçlı sentezden kaynaklanır. Ve bu ikiz durum, –aralarında dolaysız bir benzerlik olmamasına rağmen- bu kendisiyle çatışan çözümsüz ikiliğin arasında kalan gerçek tehdit ise daha ikiyüzlüdür: terörizm ve güvenlik politikası, tüm politikayı güvenlik meselesine indirgeyerek, ortaya çıkan kontrol toplumunda hızla yeni bir din haline gelmektedir.
Bu yüzden, korku ve güvenlik adına şu anda tanıklık ettiğimiz her şey post-politika denilen yeni bir güç modelini ve yeni bir politika mantığının eleştirel olarak analiz edilmesini gerektirir. Kontrol toplumunda yukarıda belirttiğimiz gelişmeler, bugün çağdaş politika anlayışındaki köklü bir dönüşümün işaretleridir. Pasif nihilist post-politika, politikadaki ‘çatışma’ öğesini düşün(e)meme potansiyeli olarak kendini açığa vurur. Yani, politikanın kurucu öğesi, ‘siyasallıktan’ arındırılıp post-politikleşmiştir. O halde soru şu: Bu noktaya nasıl geldik? Deleuze ve Guattari’nin de dediği gibi “sorunun zaten içinde saklı olan cevaba… Sorulara başka bir cevap vermek gerekiyor”. Özellikle son krizle birlikte iyiden iyiye artan işsizlik ve yoksulluk/yoksunluk, siyasal katılımdan dışlanan kitlelerin her geçen gün çoğalması, uluslar arası hukuku bile ihlal eden ekonomik ve siyasal savaşlar, serbest pazarı ve silah sektörünü kontrol edememe, etnik ve dini savaşlar ve yerinden edilen milyonlarca insan, mafya ve uyuşturucu kartellerinin inanılmaz yükselişi, birkaç devletin güdümünde işleyen uluslar arası kuruluşların iflası. Tüm bu örnekler, neo-liberal politikaların bir sonucu değil mi? Tam da bu noktada, adalet talebinin güncel politikayla ilişkisi yönünde bir pozisyon almak gerekmiyor mu? Tam da bu nedenlerden dolayı, pasif nihilist post-politikayla yüzleşmek politik bir problem olmak zorundadır. Politika, spesifik bir duruma ve spesifik aktörlere yapılan bir müdahaledir. Eğer günümüz nihilist toplumunda insan kategorisi ‘görünmez’ kılınmış ise, politikanın çözmesi gereken en büyük sorun, insanları yeniden ‘görünür’ kılmaktır. Peki, ama nasıl? Nihilizm eleştirisinin bize bıraktığı toplum nasıl bir toplumdur?
Sunum, bu noktada hayati olan şeyin, tüm bu problemlerin çözümünün, toplumsallığın aşkın karakteri olan devrim kavramına referans vermeden çözülemeyeceği düşüncesini içselleştirmemiz gerektiğini tartışacak. Bizimkisi, ‘radikal toplumsal değişim’ düşüncesini artık hayal bile edemeyen, politikanın kurucu öğesi ‘siyasallıktan’ arındırılıp post-politikleştiği ve oyunun kendisini değiştirmenin imkânsızlaşıp rutin bir oyun haline geldiği bir toplum. Aslında bugün her şey siyasallaştırılıp tartışılıyor, ama kaçamaklı ve fikirlerin açıklanmadığı, antagonizmaların olmadığı bir tarafsızlık zemininde. Sahte çoğulluklar kendi içinde bir sona ulaştığında, politikanın kendisi de politik meselelere apolitik çözümler üreterek ‘güncel politikaya mahkûm hale gelir ve ‘farklılığın toplumsal gücü’nün ve yıkıcı devrimci düşüncelerin ortaya çıkmasını engeller.
2 Ağustos Pazar
09:30–11:30: Yeni Bir Çağrı İçin
Tartıştırmacı: Savaş Ergül
Akademik literatür ve zihniyetin örtük veya açık olarak taşıdığı meselelerin tarafsız ele alınması önvarsayımı karşısında biz ne felsefenin ne de siyasetin buna imkan vermediğini düşünüyoruz. Biz belirli sorunları/soruları onlara uygun söyleyişleri içinde cevaplamaya veya kimi cevaplarımızı onlara karşılık gelen/gelebilecek sorunlara/sorulara bağlama çabasındayız. Her halükarda içinde bulunduğumuz durumun bize yüklediği olmak durumundan çıkarak olduğumuzu şeyi olmamaya, olmadığımızı ise olma çabasını üstlenmek istiyoruz. Bu ikilli hareket tarzının bize -hatalar ve yoldan sapmalar da unutulmamalı, çünkü bunun kesin bir güvencesi asla verilemez- başarı ve başarısızlıklarıyla yol açıcı imkanlar verip veremeyeceği bizim yeni olanı ne ölçüde güçlü söyleyip söylemediğimize bağlı olacak. Bunu sağlamanın asgari koşulu ise, kuramsal alanda ortaya çıkan yeni figürler ve temaların, olumlu veya olumsuz neyi söylediklerine bakıp bir tartışma içinde yol bulmaya girişmektir. Elbette kuramsal alandaki temel gayretlerimizden biri, sorunları ve yanıtları birbirleriyle uyumlu kılacak dilsel bir zemin ve alan inşa ederek kurucu bir sürece doğru yol almak olmalıdır. Yeni bir çağrının önemi tam da burada kendini gösterir: önceden bulunmuş çözümlerin zarfını ve ayrıcalıklarını dağıtmak için yeni fikirlere olduğu kadar, fikirlerin temiz yüzünde kolayca temizlenmeyecek lekeler bırakan ve ötelere işaret eden “olaylara” da kulak vermek gerekir.
Burada dünyanın yol alma biçimine uyarlanan bir siyasetin, fikir ve tasavvurun peşini kovalamaktan uzak durmamız gerektiğini düşünüyoruz: bu kolayca yapılabilir, yapılmıştır ve uzmanca yapılan işe denk gelen bu düzeltmeler asla “yeni” sıfatını hak etmez. Bunun yanında nefesi tıkanan bir düşünceye ve siyasete hayatiyet kazandırma peşinde de değiliz, yapılmak istenen tartışma, uygun ve elverişli zeminin ne olduğunu bulmaya çalışarak bir konum almak ve oradan konuşmaya başlamaktır. Böylece felsefenin ve siyasetin o büyülü kelimesine vardık: başlamak/başlangıç. Ama bu kelimede ne nihai bir sonuca ne de tek bir koşulun varlığına ulaşma çabası bulunur, bilakis başlangıcın kendisinde fikir ve koşulların bütünleşmelerini ve ayrışmalarını, uyumlarını ve çatışmalarını sağlayan düzenlemelerin başka bir tarzda nasıl icra edilebileceğini görmek istiyoruz. Sözün asıl anlamıyla “konuşabilmek”, kendileriyle ve kendilerinde hareket ettiğimiz kavramların, tıpkı gündelik hayattaki kurumların talimatnamelerinde olduğu gibi birer buyruğa dönüşmemeleri için yeni bir başlangıç, yeni bir çağrının neden öncelikli ve zorunlu bir talep olarak kendisini dayattığını yeni figürler ve yeni temalar üzerinden tartışmaya açmak istiyoruz.

2 Ağustos Pazar 13:30–15:30
4. Oturum: Genel Değerlendirme
Tartıştırmacı: Taner Yelkenci


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət