Ana səhifə

I. BÖLÜM: temel kavramlar diL, KÜLTÜr ve iletiŞİM


Yüklə 4.86 Mb.
səhifə24/29
tarix25.06.2016
ölçüsü4.86 Mb.
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29

Şiir dilinde imge, şiirin özünü oluşturan öğelerden biridir. İmge sözcüğü, imaj, hayal anlamına gelir. İmge, duyuyla edinilen deneyimin dil aracılığıyla sunulmasıdır. Kelimeler vasıtasıyla bir duygunun fotoğrafının, resminin yapılmasıdır.

HAN DUVARLARI



Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın söldürdüğü etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... uyandım uzun suren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
*On yıldır ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben*
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı...Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönuyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
*Gönlümü çekse de yarin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben*
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
*Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış'ım ben*
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları...

 Faruk Nafiz Çamlıbel


Şair at arabası ile yaptığı üç günlük seyahati boyunca görmüş olduğu manzaraları en küçük teferruatına kadar bir tablo gibi göz önüne seriyor. Bu yönüyle şiir realist bir tasvir şiiri karakteri taşır. Şair şiir boyunca gördüğü şeylerin kendi üzerinde bıraktığı tesirleri, uyandırdığı his ve hayalleri de ifade etmektedir. Bu yönüyle şiirde objektif (nesnel) unsurlarla, sübjektif unsurlar birleşerek şairin duyu/duygusu coşkulu bir tarzda ifade edilmiş, böylece şiir lirik şiir karakteri kazanmıştır. Şiirde anlatılan tabiat manzaraları gerçektir. Şiir bu yönüyle itibari olarak yaratılmış bir dekor sunmaz. Şair bize naklettiği tabiat parçası Orta Anadolu’dur.

Şiirin içeriğini teşkil eden üç unsur: Kronolojik olarak sıralanmıştır. Yolculuk sabahları başlıyor, karanlık basınca sona eriyor. Bu basit zaman tablosu şiirin kompozisyonu tayin ediyor. Şiir de diğer bir kronolojik unsur, mevsimdir.

“Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı.” Mısrasından anlaşıldığı gibi seyahat Mart Ayına rastlamaktadır. Manzaranın çıplak oluşunda bunun da rolü vardır. Dış âleme hâkim olan renk “sarıdır.” İmgesel olarak bu renk şairde sürekli bir boşluk, yalnızlık ve ölüm duygusu uyandırmakta, bu duygular şiirin tamamına hâkim olan gurbet duygusu ile birleşmektedir.

İkinci gün sarı rengin yerini:

“Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü,

Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü” mısrasından anladığımız gibi, beyazlık alıyor. Bu trenk imgesel olarak ölümün soğukluğunu ifade ediyor.

Şair, Anadolu Coğrafyasını iki unsurla özetliyor: Hanlar ve yollar. Anadolu coğrafyasının genel olarak bıraktığı tesir, bir gurbet duygusudur.

Şiirin içeriğini teşkil eden üç unsur aynı noktada birleşirler. Bu birleşim noktası şiirin bütününe hakim olan gurbet duygusudur. Şairin Anadolu’yu bir gurbet diyarı olarak görmesinde çeşitli sebepler vardır:

1.“İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!” mısrasında anlaşıldığı kadarıyla şair, hayatında ilk defa gurbete çıkmıştır. Şairin gurbet duygusu hissetmesi doğaldır.

2.Şairin bakış tarzında, İstanbullu bir aysın olmasının da etkisi vardır. İstanbullular, Anadolu’yu gidilmesi hoş olmayan bir yer olarak telakki etmişlerdir. Bu nedenle, Anadolu için, hüzünlü, hatta trajik anlam taşıyan “taşra (dışarısı)” kelimesini kullanmışlardır. Asırlarca büyük bir imparatorluğa payitahtlık yapan İstanbul, tüm dünyayı yöneten bir merkez olmuştur. Bu tür merkezlerin diğer bölgelere bu tür ifadeler kullanması, şairin Anadolu’yu bir gurbet diyarı olarak görmesinde etkili olmuştur.

3. İstanbul I. Dünya Savaşından sonra işgal edilmiş, devlet merkezi Ankara’ya taşınmak zorunda kalmıştır. İstanbullu aydınların, Anadolu ile teması bu sırada olmuştıur. Anadolu’ya giden aydınlar orada Anadolu’nun acı gerçekleriyle yüz yüze gelmişlerdir: Çıplak bozkır, fakir ve zavallı Türk köylüsü, daha bıyıkları terlememiş genç delikanlıları, saçlarına kına yakarak vatana kurbanlık gönderen acılı Türk anaları ve acılı genç yavuklular. On yıllık savaş boyunca yavuklularını cepheye gönderen genç kızlar, sevdalıların şehit vermenin acısıyla üze belki de hiç sevemeyecekleri erkeklerle evlenmek zorunda kalmış ve bu evliliklerden acı, gurbet duygusu yüzlerine sinmiş bebekler doğmuştur. Bu karşılaşma İstanbullu aydınlarda şok tesiri uyandırmıştır. Cumhuriyet devri Türk edebiyatı bu şokun akisleri ile doludur. Şiirin tamamına bu nedenle gurbet duygusu hâkim olmuştur.

Anadolu insanının birçok özelliklerini kendinde toplayan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış sembolik bir anlam taşır. O, vatan müdafaası için huduttan hududa koşan köylü Mehmetçik’tir. Tarihi ve sosyal durum, onu bir kuru yaprak misali rüzgârın önüne katmış, oradan oraya sürüklemiş, takatsiz bırakmıştır. Onu asıl üzen, huduttan hududa atılması değildir. O vatan müdafaası için savaşırken, köyünde kalan Aslı’sını başkaları almıştır. Bunun haberi onu verem etmiştir. Kendisini benzettiği Kerem gibi, sevdiği varlığın peşinde dağ demeden, taş demeden yaza kışa aldırmadan neticede yok olan bir efsane kahramanıdrı.



ŞİİR- NAZIM

Bir kimsenin duygularını ve düşüncelerini söz ya da yazı ile başkasına anlatılmasına “anlatım” denir. Anlatım, etkin bir eylemdir. Duygu ve düşünceler kullanılan –ana dili ile- dille ortaya konan anlatımlardır. İnsanlar arasında gerek yazılı gerekse sözlü anlatım açısından en etkili iletişim aracı dildir. Bir dili bilmek demek, o dilde söyleneni, yazılanı anlayabilmek, isteklerini, duygularını ve düşüncelerini o dille anlatabilmek demektir.



1.NAZIM

Duygu, düşünce, hayal ve eylemlerin anlatılmasında başlıca iki yol vardır. 1. Nesir, 2.Nazım. Biz burada konumuz itibariyle daha çok nazım hakkında bilgi vereceğiz.

Nazım, vezin, kâfiye gibi unsurlara bağlı olan bir anlatım yoludur. Nazım kelimesi Arapça “dizmek” demektir. Nazımda cümleler sözdizimi kurallarına uygun olarak kurulmaz. Nazımda ahenk ön plâna alındığı için, cümle kuruluşları ahenge göre ayarlanır. Nazımda vezin, kafiye gibi zorlayıcı unsurlar bunda etkili olmuştur. Nazım cümleleri ahenge göre ayarlayarak; vezin, kafiye… gibi unsurları kullanarak elde edilen bir biçimdir. Kelime “dizmek”anlamından başka “ ipliğe inci dizmek” anlamını da kullanılır. Nazım nesirden çok daha önce meydana gelmiştir. Nazımda sadece anlam değil, seslerin musikisi de önemidir. Nazımda en küçük birim mısradır. Ayrıca beyit, kıta, bend gibi nazım birimleri vardır. Şiirler de nazım şeklinde yazılırlar. Ancak her nazım, şiir değildir.

2.NAZIM ŞEKİLLERİ

Eskilerin “eşkâil-i nazımdedikleri, nazım düzeni; manzumelerde bulunması gereken mısra ve kafiyenin belli bir düzende yer almasıyla oluşan biçimlerdir.

Hiçbir manzumeye bağlı olmayan, tek başına bir mısra en küçük nazım şeklidir. Buna azâde mısra adı verilir. Manzumeler, mısraların belli kaidelere göre bir araya gelmesi ile şekil kazanırlar. Mısraların bir araya gelmesiyle, beyit, üçlü, dörtlü, beşli, altılı, yedili, gibi bentler meydana getirilir.

Nazım şekillerinde, ölçü olarak kullanılan parçaya nazım birimi denir. Divan şiirinde nazım birimi beyit, halk şiirinde ise dörtlüktür. Nazım şekillerinin mısra düzeni düz çizgi, kafiye düzeni ise Türk alfabesindeki harflerle gösterilir.

Kafiyesiz mısralarda x kullanılır. Tekrarlanan, yani nakarat olan mısralar için kafiye harfinin (a2), kafiye harfinin büyüklüğü ile de gösterilir. (ör.A.)

Türk şiirinde günümüze kadar değişik nazım şekilleri kullanılmıştır:

a)İslamiyet’ten önceki Türk edebiyatı döneminde kullanılan nazım şekilleri: destan, koşuk, sagu, sav... gibi.

b)Divan edebiyatı nazım şekilleri: mısra, beyit, gazel, kaside, mesnevî, kıt’a, müstezat, rubâî, tuyug, murabba, şarkı, terbi, muhammes, tardiye, tahmis, taştir, müseddes, tesdis, müsebba, müsemmen, mütessa, muaşşer, terkib-i bend, terci-i bend... gibi.

c)Halk edebiyatı nazım şekilleri: Mani, türkü, koşma, destan, semai, varsağı... gibi.

ç)Aruz vezniyle yazılan halk edebiyatı nazım şekilleri: Divan, semâi, kalenderi, selis, satranç, vezn-i âhar... gibi.

d)Yeni nazım şekilleri: Sone, terza rima, lahn, triyole, serbest müstezad, serbest nazım, çapraz kafiye, sarma kafiye, düz kafiye, ottova rima...gibi.

Bunlardan başka serbest düzenli nazım şekilleri vardır. Bunlar da eşit düzenli, karışık düzenli ve serbest nazım gibi kısımlara ayrılabilir.

Eşit düzenli şekiller:

Üçlüler:Bentler üç mısradan meydana gelen bu şeklin kafiye şeması: aaa bbb ccc ddd...; axa bxb cxc dxd...; bba cca dda eea...; abb acc dee dff...; aab ccb dde ffa...; aba cbc ded fef...Dörtlüler:dört mısralı bentlerle kurulan bu biçimde en sok kullanılan kafiye şekilleri şunlardır: aaaa bbbb cccc dddd...; xaxa xbxb xcxc xdxd...; aaab cccb dddb eeeb...; Beşliler: Beş mısralı bendlerle kurulurlar.En sık kullanılan kafiye şemaları: abbba cddde efffe...; ababb cdcdc efefef...; ababa cdcdc efffe... abbba cdddc efffe...; ababc dedec fgfge... Altılılar: Altı mısralı bendlerle kurulurlar. En çok kullanılan kafiye şemaları: abcabc defdef...; aabcbc ddefef...; ababcc dfdfgg...; aabccb ddeffe...; Yedililer:aabbbcc ddeeeff... ababccb dedeffe... Sekizliler: sekiz mısradan kurulanlar: aabbaaxd ddeeffxd... (Abdülhak Hamid 295 bendlik ünlü mersiyesi Makber’i bu nazım şekliyle yazmıştır.

Karışık düzenli şekiller: Bunlar da mısraların hece sayısı değişik olanlar ve bendlerin hece sayısı değişik olanlar diye ikiye ayrılır.



3.NAZIM TÜRLERİ

Manzumelerin konu bakımından sınırlandırılmasıyla ortaya çıkan şekillerdir. Divan edebiyatı nazım türleri: Tevhid, münâcât, na’t,mersiye, medhiye, hicviye, fahriye, nazire, tehzil, tazmin, bahr-ı tavil;

Halk edebiyatı nazım türleri: Güzelleme, taşlama, koçaklama, ağıt; Tekke edebiyatı nazım türleri: ilâhî, nefes, nutuk, devriye, şathiye.

4.VEZİN (ÖLÇEK)

Vezin, hecelerin sayılarının ya da uzunluk ve kısalıklarının düzenli biçimde sıralanması temeline dayanan ve nazımda ahenk aracı olarak kullanılan “söz ölçüsü”dür. Türk edebiyatında, genellikle kullanılan ölçü, milli veznimiz olan hece vezni ve İslâmiyet’in kabulüyle gelişen klasik edebiyat döneminde kullanılan aruz veznidir.

a)Hece Vezni

Hece vezni, Türk dilinin millî veznidir. Hece vezni, hecelerin sayısına göre kurulmuş bir ölçektir. Birinci mısrada kaç hece varsa, öteki mısraların hepsinde o kadar hece vardır: Eskiden bu ölçeğe “parmak hesabı”, ya da vezn-i benân” (parmak ölçeği) denmekteydi. Hece ölçeğinde mısralar iki ya da daha çok parçaya bölünür. Mısraların bu bölüm yerlerine durak denir. Hece ölçeğinde kelimeler ortadan kesilmez, duraklar sözcüklerin sonlarındadır.

Hece ölçeğinde mısraların bölünüşlerinde mısraların hece sayısı önemlidir. Hece sayısı az olan ölçeklerde mısralar ya hiç bölünmez ya da ikiye bölünür. Hece sayısı çok olan mısralar ikiye, üçe, ya da dörde bölünür.

a)İkiye bölünen ölçekler: eğer mısranın hece sayısı çift ise, mısra ortadan iki eşit bölüme ayrılır.

Annesi / azabın,

Sonsuzluk / şarkısı

Annesi azabın

Ruhumun / tıpkısı 6 (3+3)

(Necip Fazıl Kısakürek, Zaman)

Mısranın hece sayısı tek ise, büyük bölüm başta, küçük bölüm sonra gelecek şekilde bölünür:

Bahçelerde / saz olur

Gül açılır yaz olur

Ben yârime / gül demem

Gülün ömrü / az olur 7 (4+3)

(Mani)

b)Üçe bölünen ölçekler: Mısraların hece sayısı tam olarak üç bölünebiliyorsa, mısra üç eşit bölüme ayrılır:



Kargı gibi / kara saçın / yoldun mu kız?

Kara gözden / acı yaşı / döktün mü kız? 9 (3+3+3)

(Kitab-ı Dede Korkut)

Eğer mısranın hece sayısı tam üçe bölünmezse, ilk iki parçanın hece sayıları birbirine eşit olur; üçüncü parçanın hece sayısı öncekilerden ya bir sayı eksik, ya bir sayı artık olur:

Sarı zeybek / şu dağlara / yaslanır

Yağmur yağar / silâhları / ıslanır

Bir gün olur / deli gönül / uslanır 11 ( 4+4+3)

(Halk Türküsü)

c)Dörde bölünen Mısralar: Eğer hece sayısı tam olarak dörde bölünebilirse, mısra dört eşit bölüme ayrılır.

Sahillerin / kucağında / fıkırdayan / deniz yatar,

Kayaların / kurnasında / şarkı söyler / bazan rüzgâr
(Yusuf Ziyâ Ortaç, Gecenin Hamamı)

Eğer mısranın hece sayısı tam dörde bölünemezse, ilk üç parçanın hece sayıları birbirine eşit olur; dördüncü parçanın hece sayısı öncekilerden bir sayı eksik olur:

15 (4+4+4+3)

Dün gece yâr / hanesinde / yastıcağım /taş idi

Altım toprak / üstüm yaprak / yine gönlüm / hoş idi

(Halk türküsü)



b)Aruz Vezni:

Nazımda uzun veya kısa, kapalı veya açık hecelerin âhenkli sıralanmasına dayanan bir vezin sistemidir. Arap edebiyatında doğmuş, dil yapısına ve edebi zevkine göre değişikliğe uğrayarak, başta Fars ve Türk edebiyatları olmak üzere, İslam medeniyeti dairesi içine giren diğer milletlerin edebiyatına geçmiştir.

Aruz kelimesinin yön, cihet, yan, taraf, bölge, mekke, medine ve etrafı, bulut, daracık dağ yolu, serkeş deve, çadırın orta direği... gibi çok çeşitli anlamları vardır. Aruzun edebi anlam olarak bu anlamlardan hangisine dayandığı kesin belli değildir. Aruz ilmini bir izah sistemine ünlü Arap dilcisi el-Halil bin Ahmed el-Ferâhîdî kavuşturmuştur. Aruzun sözlük anlamına en yakın ıstılah analım çadırla ilgili olanıdır. Nasıl ki; beytü’ş-şa’r (kıl çadır)’ın kuruluşunda aruz (orta direk) önemliyse, beytü’ş-şi’r (şiir beyti)’in yapısında da nazımdaki aruz vezni önemlidir. Aruzun terimlerinden olan sebeb (ip, çokluğu: esbab), vetid (veya vatd, vatad: Kazık, çevdat), fasıla (çadırın etekleri arasındaki boşluk) çadırla ilgilidir.

Arap yazısı harekeli ve harekesiz (sakin) harflerden meydana gelir. Harekeler vokal, harekesiz ise konsonant karşılığıdır. Harekeli ve harekesiz harflerin birleşmesiyle tef’ile, tef’ilenin yanyana gelmesiyle vezin ortaya çıkar. Tef’ileye cüz veya tef’il de denir. Birinci harekeli, ikincisi harekesiz (sakin) iki harf birleşirse hafif sebeb (essebebü’l hafif, ör be-l), iki harekeli harf birleşirse ağır sebeb (es-sebebü’s-sakil ör. Hu-ve), ilk ikisi harekeli, sonuncusu sakin üç sessiz harf birleşirse vetid (al-vetidü’l mecmû, er. Vâ-li-h), araları bir sakinle ayrılmış iki harekeli harf birleşirse ayrılmış iki harekeli harf birleşirse ayrılmış vetid (el-vetidü’y-mefrûk, ör. Kable) elde edilir.

Dört ve beş harfin birleşmesiyle küçük (suğra) ve büyük (kübrâ) fasılalar daha büyük harf gruplaşmalarını meydana getirirler. Ancak bunları sebep ve vetid’lere ayırabiliriz. Şimdi, harekeli harflere (_), herekesiz harflere de (.) işeratlerini verirsek, yukarıda belirttiğimiz bölümleri şöyle sıralayabiliriz:

Hafif sebeb: -

Ağır sebep: ..

Birleşmiş vetid: .-

Ayrılmış vetid: -.

Küçük fasıla: ..-

Büyük fasıla: ...-

Sebeb ve vetid’lerden tef’ileler, tef’ilelerden beytler meydana gelir. Bir beytin yarısı şatr adını alır. Bir beytin ilk şatrına sadr (bir şeyin önü, yüzü), ikinci yarısına acuz (arka, geri) denir. Sadrın son tef’ilesi, beytin en önemli unsurudur ve aruz adını taşır. Acuzun, yani beytin son tef’ilesi darb (cins, nevi) diye bilinir. Bunların dışındaki beytin ilk tef’ilesi ibtidâ (başlangıç), digerleri ise, haşv (bir şeyih içini dolduran nesne) diye adnlandırılır.

Ana vezinler asıl (kök) sayılan 8 tef’ileden meydana gelir:

1. Fe’ûlün (.—)

2. Fâ’ilün (-.-)

3. Fâ’ilâtün (-.—)

4. Mefâ’ilün (.—)

5.Müstef’ilün (—.—)

6. Mef’ûlâtün (—.)

7. Müfâ’aletün (.-..-)

8. Mütefâ’ilün (..-.-)

Türk aruzunda aruzun bir kısım vezinleri kullanılmıştır. Bu vezinleri meydanagterin cüzler:

1. Fâ’ilâtün (- . - -)

2. Fe’ilâtün (. . - -)

3. Fâ’ilün (- . -)

4. Fe’ilün (. . -)

5. Fâ’lün (- -)

6. Fâ’ûl (. -)

7. Mefâ’ilün (. - - -)

8. Mefâ’ilün (. - . -)

9. Mefâilü (. - - .)

10. Mef’ûlü ( - - . )

11. Mef’ûlün (- - - )

12. Fâ’ilâtü (- . - .)

13. Müstef’ilün ( - - . -)

14. Müstefâ’ilün (. . - . -)

15. Müfte’ilün (- . . -)

16.Müstef’ilâtün (- - . - -)

17. Fe’îl (.-)

18. Fa’ (-)

19 Fâ ((-)

20. Fe’ûlün (. - -)

Türk şiirinde kullanılan aruz vezinleri 4 daire ve 14 bahr içinde yer almıştır. Bu daire ve bahırların içindeki vezinler:

I.Daire-i mu’telife

1.Bahr-ı hecez (neşe ile şarkı söyleme)

1. Mefâ’ilün Mefâ’ilün Mefâ’ilün Mefâ’ilün

. - - - /. - - - / . - - - / . - - -

Eşin var, âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin;

Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül nedir derdin?

Mehmet Akif


2. Mefâ’ilün Mefâ’ilün

. - - - /. - - -

Bir gün bir bî-amân gördüm

Kimin cânânıdır, kimdir

Katı nâ-mihribân gördüm

Kimin cânânıdır, kimdir

(Daniş)

3. Mefâ’ilün Mefâ’ilün



. - - - /. - - - / . - -

Demişsin ki yolumda ölmez Ahmed

Bir öldüm bir de tekrâr öldürürsün
4. Mefâ’ilün Fe’ûlün Mefâ’ilün Fe’ûlün

. - - - . - - - / . - - /. - - - / . - -

Hârab olmuş ne varsa tüâb olmuş o bir köy

Başında seng-i makber iki viran minâre

Uyurdu hep çocuklar fakat kuşlar uyanmış

Sönüp yıldızlar emvâc eder savlet kenâre

(Adülhak Hamid Tarhan)

5. Mefâ’ilün Fe’ûlün

. - - - / . - -
Gel ey mahbûbe Çin’den

O şîn köşk içinden

Ki pek durgun sularda

Uyurken bambularda

Taşır çok yüklü dallar

Alevden portakallar

Yahya Kemal Beyatlı
6. Mef’ûlü mefâ’îlü Mef’ûlü fa’ûlün

- - . / . - - . / . - - . / . - -

Ru’yâ gibi bir yazdı, yarattın hevesinle

Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan

Hâlâla, doludur bahçeler en tatlı essinle;

Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan;


7. Mef’ûlü mefâ’îlü fâ’ûlün

- - . / . - - . / . - -

Bir gamlı hazânın seherinde

Isrâra ne hâcet yine bülbül?

Bil kalbimizin bahçelerinde,

Cân verdi senin söylediğin gül!

Ahmet Haşım
8. Mef’ûlü mefâ’îlün fâ’ûlün

- - . / . - . - / . - -

Zennetmem ki şöyle böyle bir söz

Gel sen dahi söyle böyle bir söz

Şeyh Galib

9. Mef’ûlü mefâ’îlün Mef’ûlü mefâ’îlün

- - . / . - - -/ - - ./ . - -

Olsam n’ola aşkınla rüsvâ-yı heme âlem

Dil mest-i muhabbet cân divâne değil mi yâ

Neşâtî


10. Mef’ûlü Mefâ’îlün

- - . /. - - -

Bilcümle makalâtım

Mahsûl-i maânîdir.

Manastırlı Rıfat

11 Mef’ûlü fâ’ûlün



- - . / . - -

(Müstezad şeklinde kısa mısralarda kullanılır.

12. Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün fe’ûlün

. - - - / . - - - / . - - -/ . - -

(Rubâi vezinleri de hezec bahrindedir.)

2. Bahr-ı recez (titrek)

1.Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün - - . - / - - . - / - - . - / - - . –

Dün gün furakundan gözüm yaşlar tökerkan ahıdır

La’lün gamından dem-be-dem yâkut u mercân atıdır.

Nesîmî


2. Müstef’ilün Müstef’ilün

- - . - / - - . -

Nâziklerin en dilberi

Dilberlerin nâzikleri

Nâz etse de vardır yeri

Âz etse de vardır yeri

Sevdiğim yine bir mihr-i nâz

Recaizade Mahmud Ekrem

3. Mefâ’ilün Mefâ’ilün Mefâ’ilün Mefâ’ilün

. - . - / . - . - / . - . - /. - . - /

Bir harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın, bakarsın, söner çıtırdayan ocak!

Bugün ki mi’deler kavî, bugün ki çorbalar sıcak

Alıştırın, tıkışştırın kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin, efendiler, yiyin, bu hân-ı pûr-nevâ sizin;

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Tevfik Fikret

4. Mefâ’ilün Mefâ’ilün

. - . - / . - . –

Başında sistem örtüsü

Kışın budur bütün süsü
Geçen sehâbeler sanır

Soluk yüzünde toplanır

5. Müfte’ilün Müfte’ilün Müfte’ilün Mefâ’ilün

-. . - / - . . - / - . . -/ . - . –

Âlına virmişem gönül, âli çoğ âle düşmesin

Yânağının kızıl güli üstine jâle düşmesün!

Nesimî

6. Müfte’ilün Mefâ’ilün



- . . - / . - . –

Bizleri başka görmesen

Hüsnü Huda kadar seven

Gönlü temiz adamlarız

Mustafa Seyid Sütüven

7. Müsta f’ilâtün Müsta f’ilâtün (Bu vezin) Fa’lun Fa’ûlün Fa’lun Fa’ûlün kalıbına dönüşebir

- - . - - / - - . - - - / . - -/ - - / . - -

Çekmez efendim bu derdi herkes

İster kabûl et ister dilim kes

Çekmezdim ammâ ey şûh-ı Nev-res

Sevmiş bulundum gayrı ne çâre

Osman Nevres

8. Müstef’ilün fa’ûlün müstef’ilün fa’ûlün

- - . - - / . - - / - - . - -/ . - -

(Bu vezin daha çok bahr-ı muzarı vezinlerindendir. Mef’ûlü fâ’ilâtün fâ’ilâtün Mef’ûlü olarak bilinir.)
3. Bahr-ı remel (koşan)

1. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün

- . - - / - . - - / - . - - / - . -

Bûseler ikrâr ider turmaz, sözünde tîz döner

Mevlevîdir sevdiğim her gün külah eyler bana

Aşık Dertli

2. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün

/ - . - - / - . - - / - . –

3. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
4. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
5. fe’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün
6. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün
7. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün

II. Daire-i Muhtelife


4. Bahr-ı muzari (benzeyen)
1. Mef’ûlü fâ’ilâtü Mef’ûlü fâ’ilâtün
2. Mef’ûlü fâ’ilâtün Mef’ûlü fâ’ilâtün
3. Mef’ûlü fâ’ilâtün

5. Bahr-ı müctes (kopmuş)


1.Mefâ’ilün fe’ilâtün Mefâ’ilün fe’ilâtün
III. Daire-i mütenevvia
6.Bahr-i Hafif
1. Fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün
7. Bahr-ı münserih (akıcı)
1. Müfte’ilün fâ’ilün müfte’ilün fâ’ilün
8. Bahr-ı serî (çabuk

1. Müfte’ilün Müfte’ilün fâ’ilün


IV. Dairei müttefika

9. Bahr-ı mütekarib (yakın

1.Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün

2. Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün fe’ûl

3. Fa’lün Fe’ûlün fa’lün Fe’ûlün
10. Bahr-ı kâmil (olgun)
1. Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün

2. Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün

3. Mütefâ’ilün fa’ûlün Mütefâ’ilün fa’ûlün

OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN ESERLER LİSTESİ:

Refik Halit Karay: Gurbet Hikâyeleri

Marquez: On İki Gezici Öykü

Fuzuli: Divan ve Poetika

Italo Calvino: Ağaca Tüneyen Baron.

Fazıl Hüsnü Dağlarca: Çocuk ve Allah

Kurt Vonnegut: Şampiyonların Kahvaltısı ve Humor

Sabahattin Ali: Kürk Mantolu Madonna

Şeyh Galib: Hüsnü Aşk

Faulkner: Döşeğimde Ölürken

Mevlana Celaleddin Rûmî: Mesnevi

Dante: İlâhi Komedya

Orhan Pamuk: Kara Kitap

Dino Buzzati: Tatar Çölü

Oğuz Atay: Korkuyu Beklerken

Ahmet Haşim: Bize Göre

Goethe: Faust

Feridüddin Attar: Mantıku’t-Tayr

Rilke: Duino Ağıtları

Tolstoy: Sanat Nedir?

Edgar Allan Poe: Kuzgun

Exupery: Küçük Prens

Yunus Emre: Yunus Divanı

Peyami Safa: Bir Tereddüdün Romanı

Franz Kafka: Bir Kardeş Cinayeti



1.2. DİLLERİN KÖKENİ
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət