Ana səhifə

EZİlenlerin marksiZMİ”, “mezhepçİ marksiZM” ÜzeriNE


Yüklə 186 Kb.
səhifə2/3
tarix24.06.2016
ölçüsü186 Kb.
1   2   3

II. BÖLÜM

Sözde “dogmatizme karşı mücadele”, “mezhepçi Marksizme karşı mücadele”, “teorik-ideolojik tutuculuğa karşı mücadele”, “20. asrın sosyalizmini aşma”, “21. yüzyılın sosyalizmini hazırlama” vb. gibi argümanlar yeni tip sol liberalizm olan Post-Marksizmin, “Ezilenlerin Marksizmi”nin, “ezilenler” teorisinin ideolojik saldırısının, revizyonizm ve tasfiyeciliğin değişik formülleridir. Aşağıdaki değerlendirme bu gerçeği sergilemektedir.

“Marksizm–Leninizm bir bilimdir, bir bilim olarak ele alınmak zorundadır. Marksizm–Leninizm’e tamamlanmış bir teori, bilim, ideoloji muamelesi yapılamaz. Yapılamayacağını da sınıflar mücadelesinin tarihsel pratiği kanıtlamıştır. Sosyalizmin geçici yenilgisinin derin tarihi dersleri de bunu göstermektedir. Bu bağıntıda şunların da altını çiziyoruz: Marksizm–Leninizm’in gerek liberal gerekse de dogmatik yorumları, onun bilimsel yöntemine ve karakterine saldırının, onu bozup gözden düşürmenin iki değişik formudur. İkisi de bizler için kabul edilemezdir. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesinde dogmatizm, yenilenmeyi, zenginleşmeyi, kendini aşmayı önlerken, liberalizm de onun içeriğinin bozulmasını, içinin boşaltılmasını, burjuvazinin, küçük burjuvazinin saflarına geçişi ifade etmektedir ya da edecektir. Her iki sapma da tehlikelidir, ama en önemli tehlike ve tehdit, teorik çalışma ve ideolojik mücadelenin hedefi olması gereken sapma, yeni tip tasfiyeci oportünizmdir. Teorik ve pratik gelişmemizi önleyen en önemli tehdit ideolojik liberalizmden gelmektedir. Dogmatizme karşı mücadele ise, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadeleye bağlı olarak ele alınmalıdır ve bu mücadele de ihmal edilmemelidir.

“Yeni tip revizyonizmin, post–Marksizm’in etki gücünü ifade eden ve tarihsel revizyonizmden beslenen ideolojik, teorik, politik, örgütsel–pratik tasfiyeciliğin, Marksizm–Leninizm’e ve devrimci değerlere karşı mücadelesini ‘dogmatizme’, ‘teorik–ideolojik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’, ‘mezhepçi Marksizme’ karşı mücadele, ‘yaratıcı Marksizm’ sloganlarının ve propaganda– ajitasyonunun ardına gizlenerek sürdürdüğü koşullarda, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadelenin önde olması, açık ve anlaşılır bir durumdur. Bunu reddetmek, revizyonizme, küçük burjuva bürokratik iktidar zihniyetine ve tasfiyeci oportünizme daha baştan teslim olmak demektir; sonucu ise yeni tip liberalleşmede konaklamak olacaktır. Revizyonizm ve tasfiyecilik yerel değil, genel bir olgudur. Özellikle de 50’lerden bu yana süre gelen tarihsel kesitte kapsamlı yıkımlar yaratmayı başarmış; ‘Küreselleşme’yle ve ‘Doğu Bloku’nun yıkılışıyla atağa geçmiş bir akımdır. Söz konusu ideolojik liberalizmin devrimci ve komünist saflardaki güncel türevi ise ‘post–Marksizm’dir. İç ve uluslar arası alanda komünist ve devrimci hareketi ideolojik olarak silahsızlandıran yeni tip ideolojik liberalleşme ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’ ve ‘yaratıcı Marksizm’ sloganlarını oportünizm ve tasfiyeciliğini örtülemenin sis bombaları haline getirmiştir. Bu olgu bir kez daha gösteriyor ki oportünizm ve tasfiyecilik, nerde ve hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, tarihsel sürekliliğe ve uluslararası karaktere sahiptir. En nihayetinde, hangi biçime bürünürse bürünsün, hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, oportünizm ve tasfiyecilik, kaçınılmaz olarak doğduğu koşulların ve ortamın özgün karakteristiklerini taşısa da, gerçekte, söz konusu özgünlükler, onun küresel nitelikleri temelinde birleşerek biçimlenir. Lenin’in vurguladığı gibi, “Herkes oportünizmin tesadüfi bir şey olmadığını, tek tek insanların günahı, ihmalkarlığı, ihaneti değil, tüm bir tarihsel dönemin sosyal ürünü olduğunu biliyor” ya da bilmelidir. Hatırlatmak bile gereksiz: Eleştiri ve değerlendirmelerimiz niyetlere göre değil şeylerin, savunulan zihniyetlerin, duruşların nesnel bilimsel anlamları üzerinde yükselerek biçimlenmelidir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir; ki hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, oportünist iyi niyet cehenneme götürür. Ve yine Lenin’in vurguladığı gibi, ‘dürüst’ oportünistler, kötü oportünistlerden daha tehlikelidir. Bu, tarihin de kanıtlamış olduğu bir gerçektir.” (Hasan Ozan, SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları TARİHİ DERSLER, s.15-16, Akademi yayın)

“Biz bu kitabımızda, bir bütünlük içerisinde sosyalizmin tarihsel deneyimini incelemeye, dersler çıkarmaya, tasfiyeci revizyonist akımların ana tezlerini eleştirmeye çalıştık. Bir dizi revizyonist tasfiyeci teori, analiz ve tezin Marksist–Leninist hareket üzerindeki etkisi de sır değildir. Ancak vurgulamak gerekir ki, Marksizm–Leninizm’den sapmayla belirlenen söz konusu etkiler, ne yenidir ne de herhangi bir yenilik gücüne sahiptir. Aksine, daha öncesi bir yana, özellikle de son 60–70 yıldan bu yana süregelen tasfiyeci revizyonizmin teori ve tezlerinin, ‘dogmatizme’, ‘muhafazakarlığa’, ‘teorik–ideolojik tutuculuğa karşı mücadele’, ‘yaratıcı Marksizm’ vs. adına, herhangi bilimsel devrimci karaktere sahip olmaksızın propaganda ve ajitasyonundan ibaret görüşlerdir. Dolayısıyla kitabımızda, başlıca eleştiri ve değerlendirmelerimizi, söz konusu tasfiyeci revizyonist, sosyal liberal, sosyal reformcu düşüncelerin öteden beri sözcülüğünü yapagelen ya da söz konusu akımların düşüncelerini temsil eden ya da bir biçimde yansıtan isimler üzerinden yaptık. Taklitçileri yerine, aslını incelemek, eleştirmek daha sağlıklı bir yöntem olsa gerek.

“Tarihten ders çıkarma ve teoriyi yenileme adına Bernsteın’e, Kautsky’e, II. Enternasyonal oportünizmi’ne, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoculuğa, Kruşçevciliğe, Brejnevciliğe, Avrupa Komünizmine, orta yolcu oportünizme, Maocu revizyonizme geri dönmek gerekmiyor.

“Tarihten ders çıkarmak, teori ve pratiği zenginleştirmek adına neo–liberal, post–modern, post–Marksist burjuva, küçük burjuva tasfiyeci akıntıya boyun eğmek de gerekmiyor. Tarihin cangılında yolunu kaybetmiş ve denek taşında yenik düşmüş, bilimsel ve devrimci karaktere sahip olmadığı açığa çıkmış ya da düpedüz gerici karaktere sahip olduğu ayan–beyan ortada olan teorilere, ideolojilere, pratiklere tutunarak tarihten ders çıkarılamaz.

“Uluslararası Komünist Hareket’in teorik çalışmanın, ideolojik mücadele ve donanımın hakkını vermeyen tarihi zaaflarını, keza bu zafiyetin bir yansıması olan dogmatik zaafları da sömüren, böylece ‘tarihten ders çıkarma’ adına, ‘ideolojik–teorik yenilenme’ adına, yukarıda andığımız akımlar ve teoriler çerçevesinde şekillenen açılımlar, eleştiriler, değerlendirmeler vs. ortaya çıktığı her yerde tasfiyeci bir sapma var demektir. Parlak lafların arkasına, keskin komünist söylemin bayrağı altına, çok yenilikçi görünen değerlendirmelerin ardına gizlenen ve özellikle de tarihi yeterince bilmeyen ve donanımı yetersiz kesimler ve devrimciler üzerinde etki yaratabilecek tasfiyeci söylemlere ve içeriğine karşı etkin bir mücadele geliştirmek ihmal edilemez, yaşamsal, tarihsel bir yükümlülüktür. Fakat bilinmelidir ki bu durum, iç ve uluslararası komünist hareketin günahlarının kefaretidir… Doğa boşluk tanımaz. Teori, teorik çalışma, ideolojik donanım ve ideolojik mücadele alanları da öyle! Tıpkı politik mücadelede olduğu gibi…

“Oportünizm ve tasfiyecilik hangi kılığa bürünürse bürünsün oportünizm ve tasfiyeciliktir ve ortaya çıktığı her yerde komünist militanı ve devrimciyi ideolojik olarak silahsızlandırma işlevini oynamıştır ve oynamaktadır. “Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma beyaz olanlardan kork!” (Japon atasözü) Komünist ve devrimci militanın bu gerçeği, asla unutmaması gerekir.” (age., “Önsöz”den)

“Tasfiyeci oportünizm, yenilgi ve gericilik döneminin tipik hastalığıdır. Marksizm– Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden, devrimci program, strateji ve taktikten vazgeçişle, döneklik ve ihanetle belirlenen; dizginsiz bir çözülüş, bir kaçış; burjuvazi ve kapitalizm önünde utanç verici bir diz çöküştür. 12 Eylül askeri faşist darbesiyle açılan yenilgi ve gericilik yılları ile 1980’ler sonrası, özellikle de 1985–89–91 yıllarında yaşanan gelişmeler (Gorbaçovculuk ve revizyonist–kapitalist kampın dağılışı) sürecinde dünya devrim dalgasının ağır bir biçimde dibe vurması ve tarihte görülmemiş derinlik ve yaygınlıkta, odağında burjuvazinin durduğu gericilik ve karşıdevrim dalgasının Türkiye’deki yenilgi ve gericilik dalgasıyla birleşmiş olması, böylece tasfiyeci oportünizmin dizginlerinden kurtularak şaha kalkması, tüm bunlar, bizleri, bugün üzerine tartıştığımız sorunlarda geriye çeken, tutuk bırakan bir baskılanmaya itti.

“Bu dönem, zaten ağır tasfiyeci, pragmatik ve sekter zaaflarla malul UKH dağıldı. AEP ve ASCH kapitalizme yenik düşerek tasfiye oldu; böylece sosyalizmin son kalesi de yıkıldı. Sosyal demokrasi, açık burjuva kimliğiyle emperyalist kapitalizmle daha derinden bütünleşti. Modern revizyonizm, açık burjuva ve sosyal demokrat kimliğiyle, burjuva liberalizmine de dönüşerek ortaya çıktı. ‘Neo–liberalizm’ ve ‘post–modernizm’, tasfiyeci ihanet döneminin yükselen değerleri olarak yerkürenin üstüne aşağılık bir şekilde doludizgin boşandı. Tarihte insanlık, ezilenler, proletarya ve bilim adına ilerici olan ne varsa karşı–devrim dalgasının ve emperyalist kapitalizmin neo–liberal ve post–modernist dalgasının barbarca saldırısına uğradı. SSCB ve sosyalist ülkeler, sosyalizm ve önderi Stalin’in tarihsel gerçekliği unutturulmak istendi. Gericilik dalgasının alçakça saldırısından, çarpıtma ve kara çalmasından, demagoji ve manipülasyonundan dizginsiz sevinç duyan, ilham alan sözde ‘sol’ akımlar da aynı gerici saldırı dalgasının militanları olarak davrandılar.

“Yenilgi ve gericilik yılları, devrimci hareketi de pençesine aldı. ‘Yenilgiden öğrenmek’, ‘sosyalizm deneylerinden ders çıkarmak’, ‘yenilenmek’, ‘dogmatizme karşı mücadele’, ‘yeni tarihi koşulları bilince çıkarmak’, ‘Marksizm tabanında bulunan akım ve bireyleri birleştirmek’, ‘uluslararası ideolojik merkezler son bulduğu için bağımsız düşünmeyi öğrenmek’, ‘Stalinci dogmatizmden arınmak’, ‘dogmatik Marksizmi reddetmek, yaratıcı Marksizmi savunmak’, ‘aşılmış olan 20. asırın teorik–ideolojik–programatik çerçevesini cesurca aşmak’, ‘sosyalizmin yeni döneminin sorunlarını çözmek’, ‘Marksizm’in’, ‘Marksizm–Leninizm’in bunalımını aşmak’ vb. sloganlarla devrimci hareketin büyük bir bölüğü ( Dev–Yol, Kurtuluş, TDKP vb.) liberalleşti; teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme kapaklandı.

“Yine özellikle de bu dönem modern revizyonizm, Gorbaçovculuk, revizyonist/ kapitalist ülkelerde karşıdevrim içinde karşıdevrimi temsil eden burjuvazi ile Troçkizm ve liberal, neo–liberal burjuva akımlar tam bir elbirliğiyle emperyalizmin aktif desteğinde Stalin’e, Stalin şahsında Marksizm Leninizm’e, sosyalist inşa pratiğine azgınca saldırıya geçtiler.

“Yenilgiden öğrenme şiarı ile tasfiyeci oportünizm, ‘sosyalist demokrasi’, ‘özgürlükçü sosyalizm’, ‘sosyalist pazar ekonomisi’, ‘dogmatizme’, ‘teorik tutuculuğa’, ‘muhafazakarlığa’, ‘mezhepçi Marksizme’ karşı mücadele vb. argümanlarını yeniden ve yeniden üretti. Tasfiyecilik, yönelişini, argümanlarını, çizgisini, pratiğini Marksizm Leninizm’in, sosyalizmin ve Stalin’in red ve mahkumiyeti ekseninde teorileştirdi ve dizginsiz bir demagoji ve manipülasyona girişti.” (age., s.171-172)

Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i bir çeşitlilik olarak gören, birden fazla Marksizm-Leninizm olduğu ve olabileceği, Marksizmden değil Marksizmlerden bahsetmek gerektiği, Marksizmin değişik okul ve eğilimlerinin olduğu, Leninizm’in de bu okullardan/mezheplerden/eğilimlerden birisini oluşturduğu sözde teorisi salt post’lu akımlara özgü değildir. Örneğin, bu perspektif, tıpkı Yalçın Küçük gibi “post-modernizme” karşı tavır aldığını iddia eden Doğu Perinçek tarafından da kendi oportünist adabına uygun olarak savunulmaktadır:

“Perinçek’in Stalin savunuculuğu, gerçekte, anti–Stalinist tasfiyeciliğinin, Marksizm–Leninizm’i ret ve mahkum etmenin iğrenç bir kamuflajı ve aracıdır. O sözde Stalin’i savunurken, bir yandan Buharinciliği yüceltiyor, öte yandan da Troçki önünde diz çöküyor: ‘Troçki’nin esasta yanlışı temsil etmesine rağmen, işçi sınıfı içinde sayılması gereken bir sosyalist düşünce’de (age. s. 231, iPa.) olduğunu ilan ediyor. ‘Türkiye’de hem teoride hem pratikte Stalin’in esaslı ve tutarlı bir eleştirisinin daha 1980 öncesinde Aydınlıkçılar yaptılar. Aydınlıkçılık ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.’ (age., s. 232) böbürlenmesiyle kendinden geçerken kendini de ele vermiş oluyor.

“Bu konuda verilebilecek ikinci örnek, “Stalin’i Anlamak” isimli kitabında yaptığı değerlendirmelerle Cemil Hekimoğlu’dur. Kitabının ‘Önsöz’ünde şunları yazıyor Hekimoğlu:

“Peşinen söylemek istiyorum: Sosyalist mücadelenin bugünkü sorunlarının çözümünde Stalin’in çok önemli bir yerinin olduğunu düşünmüyorum.”



Kruşçevleri, Brejnevleri vb. kötü komünistler olarak gören, SSCB’deki karşı devrimi Gorbaçov ve sonrasıyla sınırlı gören Hekimoğlu’nun sözde Stalin’in hakkını Stalin’e teslim etmek için yazdığı kitabında, gerçekte Stalin’i SSCB’nin bir dönemine hapsediyor, hapsettiği yerde de etrafına bir de Hekimoğluvari oportünist duvarlar örüyor.” (age., s.176)

Aslında “ezilenlerin Marksist partisi” teorisi de yeni değildir. Bu küçük burjuva halkçı oportünist teori ve pratik öteden beri Marksizm-Leninizm’e karşı savunula gelmiştir. Ama bu savunuyu aynı zamanda modern revizyonizm olgusunda da görmekteyiz. Ki, post’lu akımla modern revizyonizm arasında zaten ideolojik bir akrabalık bulunmaktadır. Post’lu akımlara tarihsel olarak alan açan, onu hazırlayan en temel akımlardan biri de, özellikle 1940’lar sonundan sonra uluslararası modern revizyonist akım olmuştur. Kitapta bu olgu şöyle dile getirilmiştir:

“KP önderliğini reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Proletaryanın önderliğini red ve mahkum etmek, yeni burjuvazinin program ve taktiğinin ana taşıdır. Yeni burjuvazi kendi önderliğini ‘tüm halkın partisi’ formülasyonu ile açıkça ilan etmiştir. Mesele bundan ibarettir. Geçmeden eklemeliyiz: Komünist partisinin işçi sınıfının değil de ‘ezilenlerin partisi’ ilan etmek, Kruşçevci modern revizyonizmin ideolojik etkisini yansıtır; ‘tüm halkın partisi’ teorisinin başka bir versiyonunu ifade eder. Komünist partileri yalnızca ve yalnızca işçi sınıfının politik temsilcisidirler; işçi sınıfının partileri olan komünist partileri, halkın ve ezilenlerin de mücadelesine önderlik eder. Bu iki şey iki farklı olgudur. Biri diğerinin yerine ikame edilemez. Tıpkı ‘ezilenlerin Marksizmi’ ile ‘ezilenlerin Marksizm–Leninizmi’yle Marksizm–Leninizm’in bir ilişkisinin olmaması gibi. Tıpkı ezilenlerin ya da halkın proletaryanın yerine ikame edilmeyeceği gibi.” (age., s.178)

“Demek ki, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta yeni bir yoldan gerçekleşen kapitalizmin restorasyonu sorununu incelerken, işe, öncelikle iktidar sorununu inceleyerek ve çözümleyerek başlamamız gerekmektedir. Bu sorundan kaçınmak, gerçekte asıl sorundan kaçınmak ve revizyonizme boylu boyunca saplanmak demektir. 1956 sonrası, uluslararası bir akım olarak ortaya çıkan, modern revizyonizme, kapitalist restorasyona ve sosyal emperyalizme, kapitalist/ revizyonist sisteme karşı orta yolcu bir konumda mevzilenen oportünist akımın çarpıttığı ve kavramaktan uzak olduğu sorunların başında, iktidar sorunu

gelmektedir. Bu bayatlamış ve üstelik tarihsel pratik tarafından ıskartaya çıkarılmış revizyonist yaklaşım ve duruşun tüm bunlardan sonra komünist hareket saflarında ortaya çıkması ve savunulması son derece üzücü ve mutlaka mahkum edilmesi gereken antiMarksist–Leninist bir eğilimdir. Üstelik bu tasfiyeci, inkarcı oportünist eğilimin, iç ve uluslararası orta yolcu akım tarafından 1950’lerden bu yana savunulagelen revizyonist teori ve tezlerini dogmatizme’, ‘teori–ideolojik tutuculuğa’ karşı mücadele ve ‘teorik–ideolojik



yenilenme’, ‘yaratıcı Marksizm’, ‘mezhepçi Marksizme karşı mücadele’ kamuflajına bürünerek ileri sürmesi, tabloyu daha trajik, daha trajikomik bir hale getirmektedir. Komünist hareketin programının 20. Asır’a ait olduğu, ideolojik– teorik çerçevesinin aşıldığı formülasyonu ile de tasfiyeci revizyonizmin yeni bir teorik–ideolojik temel yaratmaya yönelmesi de dikkat çekiyor.

“80’lerden, özellikle de 90’lardan sonra 100–150 yıllık revizyonist, oportünist, reformist teori ve tezlerin ‘dogmatizme, teorik–ideolojik tutuculuğa’ karşı mücadele, ‘yenilenme’, ‘21. asrın sosyalist aydınlanması’, ‘yaratıcı Marksizm’ vs. adına modaya dönüştürülerek piyasaya sürülmüş olduğu bilinen bir gerçektir. ‘Doğu Bloku’nun dağılışıyla birlikte, Titoculuk ve Kruşçev revizyonizminden sonra ortaya çıkarak uluslararası bir akıma dönüşen, bir elini revizyonizme bir elini Marksizm–Leninizm’e uzatan, proletarya ile yeni tip burjuvazi, kapitalizmle sosyalizm arasında sürekli yalpalayan orta yolcu akımın teori ve tezlerinin ‘yaratıcı Marksizm’, ‘dogmatizme, teorik–ideolojik tutuculuğa karşı mücadele’, ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’ vs. adına yeniden gündemleştirilerek Marksizm–Leninizm’e karşı mücadele edilmesi, komünist hareketin teorik ve ideolojik olarak silahsızlandırılması, kuşkusuz ki mücadele edilmesi gereken komünist hareketteki tasfiyeci oportünist sapmanın tipik karakteristiklerinden birisidir. Ama bu, aynı zamanda komünist hareketin kendi günahlarının kefaretidir.” (age., s. 211-212)



Bir elini yeni tip revizyonizm ve tasfiyeciliğe uzatarak ya da Marksizm-Leninizm’e karşı burjuvazinin sınıf saldırısının ürünü olan post’lu akıma tutunarak ya da tarihsel orta yolcu oportünizme ve post-Marksizme, post-Marksizmin bir diğer adı olan “Ezilenlerin Marksizmi”ne tutunarak, savunarak Marksizm-Leninizm ve proleter komünist hareket asla savunulamaz. Eskinin yeni olarak pazarlanmasına göz yumulamaz. Kitapta da vurgulandığı gibi:

“Modern revizyonizmi, Marksizm–Leninizm’in bir mezhebi (‘Mezhepçi Sosyalizm’, ‘Mezhepçi Marksizm’), ‘Marksizm–Leninizm tabanı üzerinde’ duran bir akım olarak gören revizyonist akımlar, doğal olarak, 56’yı bir dönemeç, Marksizm–Leninizm tarafından ortaya konulamamış bir yoldan yeni tip burjuva diktatörlüğünün kurulduğu bir tarihsel dönüm olarak görmemekte ve modern revizyonist iktidarı, sosyalist olarak görmeye devam etmekte(y)di(r)ler. Bazı revizyonist akımlar ise, modern revizyonizmi bir sapma olarak görmelerine rağmen yine de bu iktidarı sosyalist olarak tanımlamaktan da geri durmamakta(y)dı(la)r. Keza, bir diğer kısım revizyonist akım ise, ‘üstyapı revizyonist ama altyapısı sosyalist’ olduğunu düşündükleri için SSCB’yi ve diğer eski sosyalist ülkeleri dağılıncaya dek, sosyalist olarak tanımlamaktaydılar ve tanımlamaya devam ettiler.” (age., s.212-213)



“Daima, bir eliyle modern revizyonizmi tutmuş olan bu akım, sözde sosyalist kampın dağılışıyla, tam bir şok geçirdi. Kendisini kaybetti. Teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme tekabül eden tasfiyeci bir bataklığa yuvarlandı. ‘Yenilgiden öğrenme’, ‘dogmatizme karşı mücadele’, ‘yeni teorik açılımlar yapma’, ‘yenilenme’, ‘ideolojik–teorik tutuculukla hesaplaşma’, ‘yeni tarihi koşulları bilince çıkarma’, ‘sosyalizmin yeni döneminin sorunlarına yanıt verme’, ‘21. yy. sosyalizmini’ geliştirme, ‘ideolojik olarak aşılmış eski tarihi çerçeveyi aşma’, ‘Ekim Devrimi ile açılmış ve 89/91 olayları ile kapanmış sosyalizm dönemini’ geride bırakma, ‘muhafazakarlığa karşı mücadele’, ‘mezhepçi sosyalizme karşı mücadele’, ‘eski ideolojik merkezler ortadan kalktığı için, Marksizm–Leninizm tabanı üzerinde duran akımları birleştirme’, ‘sosyalist demokrasiyi geliştirme’, ‘sosyalist piyasa ekonomisini benimseme’, ‘bireyi önemseme’, ‘eski kavramsal çerçeve açıklayıcılık gücünü’ yitirdiği için ‘yeni kavramların üretilmesi’ gerektiği, ‘bugünkü kapitalist–emperyalist sistem’in ‘bir asırdan fazla bir zaman önce Marx’ın işleyiş yasalarını inceleyerek eleştirdiği ekonomik–toplumsal sistemden olduğu kadar Lenin’in tanımladığından da oldukça büyük farklılıklar’ taşıdığı, ‘bu bakımdan bugün, kapitalist–emperyalist sistemin eleştirisinin ve sosyalizmin ortaya konuluşunun yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavram ve düşünce kalıpları içinde kalınarak başarılamayacağı’, ‘insanlık tarihinde yeni bir dönemin başladığı’, ‘Genellikle Marx’ın ve Lenin’in düşüncelerini olduğu gibi tekrar eden sığ bir dogmatizmin soldaki en yaygın hastalık’ olduğu, ‘Marx’ın bir eğilim olarak ortaya koyduğu birçok şey’in ‘artık geride kalmış’ sayılması gerektiği, ‘Benzer bir durumun Lenin’in tezleri için de geçerli’ olduğu, ‘Eski kavramsal çerçevenin açıklayıcılık gücünü yitir’diği ve ‘yeni bir kavramsal çerçevenin gerekliliği’ ve yeniden üretilebilmesi için, ‘Böyle bir görevin başarılması her şeyden önce tutucu ve dogmatik bir rol oynayan eski kavramsal çerçeveyle hesaplaşmaya bağlı’ olduğu, ‘SSCB’nin çöküşüyle’ ‘sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona er’diği için, bugünkü tarihi yeni evrede ‘SSCB’nin çöküşüyle’ ‘sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona er’diği için, bugünkü tarihi yeni evrede ‘ideolojik sorun siyasi iktidar mücadelesinin strateji ve taktik sorunlarına dair kavram ve tartışmaları da yeniden anlamlandırabilecek bir derinlik ve muhteva içinde kavramak zorunda’ bulunduğumuzu, yeni görevin ‘Sosyalizmin biten bir döneminin argümanlarıyla yetindiği sürece…önemli olan(ın) muhafazakar solculuk tarzından kopuşu başarabilmek’ olduğu, ‘Geçmişin düşünce kalıpları ve kavramlarının bugünün dünyasını açıklamaya yetmediğini kavramak, insanları sosyalizm kavgasına davet edebilmek için sosyalist ideolojinin yeniden üretilmesine olan ihtiyacı görebilmek’ olduğu, vb slogan ve açıklamalarla tasfiyeci dalganın bir eklentisi haline geldi. Orta yolcu akımın devrimci versiyonu yerini büyük bir oranda tasfiyeci versiyonuna bıraktı. Devrimci–demokratik döneminde de Marksizm–Leninizm’i, sosyalizmi, devrimci proletaryayı gözden düşürmede oldukça fazla iş yapmış, Sovyet modern revizyonizmi, kapitalist/revizyonist sistem ve kamp hakkında hayaller yaymış, devrimci proletaryayı gözden düşürerek derin tahribatlar yaratmış olan bu akım, bir de tasfiyeci bir akım düzeyine sıçrayarak benzer ağır tahribatlarına devam etti.

“Tarihin bu akım hakkındaki hükmü, orta yolculukla fazla gidilemeyeceği, kritik tarihsel dönemeçlerde bu akımın hızlı çözülerek dağılacağı ve tasfiyeci oportünist bataklığa saplanmasının kaçılmaz olduğudur.

“Lenin, ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji, ikisinin ortası yoktur, der; orta yolculuğun gerçekte sosyalist ideoloji karşısında burjuva ideolojisi olduğunu, burjuva ideolojisine kan taşıdığını ve orta yolculuğun küçük burjuva sınıf tavrı olduğunu, işçi sınıfı üzerinde burjuva etkiyi geliştirip güçlendirdiğini, insanlığın henüz üçüncü bir ideoloji de yaratmadığını vurgular. (age., s. 313)

“Orta yolculukla ilgili AEP 5. Kongresi’nin şu eleştirel ve yol gösterici değerlendirmesini aktarmanın da tam zamanıdır:

“Kongre, revizyonizmin kendisine karşı değil, gölgesine karşı mücadele edenleri, revizyonist yönetimin ihanetini görmek istemiyormuşçasına gözlerini gerçeklere kapayanları, revizyonistlerle uzlaşmaya ve birleşmeye çalışanları ve orta yolcu bir tutum takınanları ilkeli bir temel üzerinde ve şiddetle eleştirdi.

“AEP şuna işaret etti: Revizyonizme karşı mücadelede, ‘Orta yol’ olmaz. ‘Ilımlılık’, asla uzlaşmaz olan zıtların uzlaştırılması çizgisidir.

“Orta yol, Marksist–Leninist ilkelerden sapmaları da gizleyemez; çünkü revizyonizme karşı mücadele ideolojik nedenlerden değil de, sadece milli şoven bir temel üzerinde belli bir takım iktisadi ve siyasi nedenlerden yola çıkıyorsa, kısa ömürlü bir blöften ibarettir. Marksizm–Leninizmden dönenlere karşı tutumlarında bu çizgiyi sürdürenlerin kendileri de ergeç bu döneklerin durumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar…” ( AEP Tarihi C. III, s. 125–126, Bora Yay.)

“Tıpkı modern revizyonizm gibi ‘dogmatizme karşı mücadele’ paslı silahına sarılan orta yolculuk ve tasfiyecilik bu demagojinin ardına saklanmaya çalışmıştı. AEP Tarihi’nde belirtildiği gibi, ‘Dogmatizme karşı mücadele’ her dönemdeki revizyonistlerin Marksizm–Leninizme karşı kullanmış oldukları eski ve iyi bilinen bir taktikti”r. (s. 65) Burjuvazi ve yeni burjuvazi, yeni burjuvazi ve modern revizyonizmin oportünist orta yolcu izleyicileri ‘Marksizm– Leninizmin güya zaman aşımına uğradığı, çağın gerisinde kaldığı ve XX. Yüzyılın yeni şartlarında onun temel tez ve ilkelerinin ‘yeniden yorumlanması’ gerektiği fikrini her tarafa yayarak gerçekte Marksizme saldırmaya ve onun temel ilkeleri üzerinde kafa karışıklığı yaratmaya’ (AEP VII. Kongre Raporu, s. 196) çalışmışlardır ve özellikle sosyal emperyalist kampın dağılmasıyla birlikte, içeriksel olarak aynı saldırı, yeniden ve daha güçlü gündemleşmiş bulunuyor. ‘XX. Yüzyılın yeni şartları’ yerini ‘XXI. Yüzyılın şartları’ ya da ‘ideolojik çerçevesi aşılmış, XX. yy’da kalmış, XXI. yy. yeni koşullarına ya da XXI. yy’da sosyalizmin yeni döneminin sorunlarına vb. yanıt vermeyen eskiye ait ideolojik–programatik çerçeveyi aşma’ demagojisi ardına gizlenmeye çalışarak Marksizm–Leninizm’e saldırmaya devam etmektedir. Saflarımızda da bunun ideolojik iz düşümlerine 90’lı yılların sonlarından başlayarak tanık olduk. Yapılacak tek şey, özeleştirel olarak söz konusu tasfiyeci revizyonist orta yolcu sapmayı düzeltmek olmalıdır. Tarihin dersleri bu bakımdan da biz komünistleri sarsması ve kendine getirmesi gerektiğine inanıyoruz.” (age., s. 314)


1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət