Ana səhifə

Ağustos 2000 Y. A. Bagirov kurtuluş savaşi yillarinda azerbaycan-tüRKİye iLİŞKİleri II


Yüklə 283 Kb.
səhifə2/5
tarix25.06.2016
ölçüsü283 Kb.
1   2   3   4   5

Ve nihayet, bu iki akıma da ters düşen üçüncü grup padişahın egemenliğine karşıydı ve doğuya, öncelikle de Sovyet Rusya'ya yöneliyordu (*).

Bu arada Mustafa Kemal, batı devletleriyle işbirliği konusunu son derece akılcı bir biçimde ortaya koydu. Üçüncü grup taraftarlarının batılı devletlerle antlaşma imzalama olasılığını gözden uzak tutmadıklarını, ama bu antlaşmanın ancak Türkiye'nin ulusal çıkarlarına ters düşmeyecek koşullarda imzalanabileceğini ve Sovyet cumhuriyetleriyle dostluk ve kardeşliğe hiçbir şekilde zarar vermeyeceğini söyledi ve ''bu grup Mecliste yönetici durumdadır ve başında da ben bulunuyorum'' (*) dedi.

Mustafa Kemal ve yandaşlarının Mecliste padişahı ve emperyalizmi savunan grubun saldırılarını geri püskürtmeleri gerekiyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal'in ortadan bir yol bulması lazımdı. ''Politik düşünceler yüzünden'' diyordu. Mustafa Kemal, ''şimdilik kesinlikle ve açık olarak padişahla ve batıyla anlaşmaya karşı çıkmıyorum, çünkü bu iki büyük düşmana bugünkü güç durumda bize karşı etkin çalışma içinde birleşme fırsatı vermek istemiyorum. Sürekli ve metodik politikamı bu doğrultuda yürütüyorum'' (**).

Daha önce de belirtildiği gibi, Kemalistler, halkın ulusal hükümete olan sevgisini sarsarak içerdeki mevzilerini bizzat kendileri zayıflattılar. Üstelik komünist partisinin artan enerjisinden korkan Kemalistler bu partiye karşı mücadelelerini hızlandırdılar.

M.V.Frunze ve İ.Abilov, Mustafa Kemal'e ülkede demokrasinin temellerini atmasını, belirli bir programı ve tüzüğü olan, büyük, demokratik bir parti kurmasını öğütlediler. Bütün bu öğütler Türk Meclisi'deki çeşitli karşı-devrimci gruplarla mücadele işinde ve halk kitlelerinin emperyalizm güçlerine karşı seferber edilmesi için Mustafa Kemal'e yardımcı olacaktı.

Geniş emekçi kitleleri Mustafa Kemal'e büyük umutlar bağlamışlardı. Ondan kendilerine toprak vermesini ve emekçilerin yaşamını kolaylaştırmasını bekliyorlardı. Ama bu umutlar haklı çıkmadı. Mustafa Kemal, burjuvazinin egemenliğini her bakımdan güçlendirdi ve sonuçta ulusal devrimden ve askeri zaferlerden sadece burjuvazi kazançlı çıktı.

V.İ.Lenin, Türkiye'deki ulusal hareketin ve bu hareketin önderi Mustafa Kemal'in karakteristiğini son derece açık ve doğru bir biçimde vermiştir.

''Mustafa Kemal'' diyordu V.İ. Lenin, ''sosyalist değil, burjuya ulusçudur. Emperyalistlerle ve padişahla savaşma gereği Mustafa Kemal'in görüşlerinin demokratlaşmasına yardımcı olmuştur. Belki de şimdi, onun iyi bir organizatör, yetenekli bir başbuğ ve son derece usta bir politikacı olduğunu cesaretle söyleyebiliriz. Öyle görünüyor ki, Mustafa Kemal, olayların gelişimine ustaca yön veren büyük bir devlet adamıdır. Kuşkusuz, sosyalist devrimimizin önemini o anda değerlendirmiş olması ve Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranması onun yararınadır. Ulusal devrimi boğmaya kalkışan elleri kesme başarısını göstereceğinden eminim... Aslında emperyalistlerin burnunu sürttüğü ve padişahı çetesiyle birlikte bozguna uğrattığı zaman görüşlerini değiştirebilir, ama bu ayrı bir konuşma konusudur'' (*).

Mustafa Kemal, emperyalizme karşı azimle savaştı, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını etkin biçimde korudu, ancak bu arada tüm ilerici örgütleri ortadan kaldırdı, komünistlerle amansızca savaştı, toprak hareketine kökünden son verdi.

İ.Abilov, Mustafa Kemal'le yaptığı görüşme sırasında ''...ağır ekonomik ezgiden hemen kurtulmanın yanısıra milyonlarca köylünün, derebeylerinin ortadan kaldırılmasına ve TBMM'nin egemenliğinin sağlamlaştırılmasına yardım edeceklerini, Türkiye'yi, yenilmez yapacaklarını ve emperyalistlerin gelecekteki bütün saldırılarını püskürteceklerini'' (*) kanıtlarla açıkladı Mustafa Kemal, şimdilik bunu gerçekleştirmenin olanaksız olduğunu açıklayarak sorunların çözümünü geciktirdi.

*

M.V.Frunze, Mustafa Kemal'le yaptığı görüşmede Fransız-Türk antlaşması konusuna da değindi: Mustafa Kemal'e gerek Batı Avrupa kaynaklarından, gerekse yerli (Ankara) kaynaklardan sözde Fransız-Türk antlaşmasında Sovyet cumhuriyetlerinin çıkarlarına zarar verecek gizli maddeler bulunduğuna ilişkin haberler yüzünden Moskova'da ve Kafkasya'da Türklerin içtenliği ve dostluğu konusunda bazı kuşkular doğduğunu açıkladı: ''Bu kuşkular son zamanlarda iyice yaygınlaşmaya başlamıştı, ama buraya gelişimden sonra ilişkilerimizi karmaşıklaştırma bahanesi olan bu haberlerin doğru olmadığına ve bu yalanları çürütecek, meydana gelen kötü havayı dağıtacak önlemlerin alındığına kesin olarak inandım..., ama yine de bu yanlışlıkların kesinlikle ortadan kaldırılması için bu konuda ortak hareket etmemiz ve sizin içten ve açık bir davranışla yardım etmeniz gereklidir'' (*).

Mustafa Kemal, Fransız-Türk antlaşmasında Sovyet cumhuriyetleriyle dostluk ve kardeşlik ilişkilerine aykırı hiçbir madde bulunmadığı ve antlaşmanın öncelikle şu iki amacı izlediği konusunda güvence verdi: 1. En önemli Türk bölgelerinden birini düşman kuvvetlerinden kurtarmak ve 2. Türkiye'ye düşman bir koalisyonun kurulmasını engellemek. Bundan başka Mustafa Kemal, bu antlaşmanın Türkiye ve Fransa arasında barış yapıldığı anlamına gelmediğini, barış antlaşması imzalanırken Fransızların ve İtalyanların hiç kuşkusuz İngiltere'yle birlikte hareket edeceklerinden bunun yalnızca geçici bir ateşkes olduğunu da sözlerine ekledi (**).

Mustafa Kemal, M.V.Frunze'yle yaptığı ilk görüşme sırasında Sovyet cumhuriyetlerine duyduğu güvenin belirtisi olarak ülkenin askeri durumunu ayrıntılarıyla anlattı. ''Biliniz ki,'' diyordu Mustafa Kemal, ''bu bilgileri sadece size verdim ve siz, bir asker olarak bu bilgilerin bizim savaş sırrımız olduğunu ve başka hiç kimseye açkılanamayacağını bilirsiniz. Bu bilgileri ne Meclise, ne de pekçok hükümet üyelerine açıklamadım, çünkü onlar bu bilgileri sindiremezler. Bu, size duyduğum büyük güvenin ve Sovyet cumhuriyetlerine karşı içten ve dostça tutumumuzun kanıtıdır'' (*). Bunun yanısıra Mustafa Kemal, M.V.Frunze'ye cepheyi dolaşmayı ve ordunun askeri listesini, zorunlu gereksinimlerini, silâh deposunu vb. daha yakından görmeyi önerdi.

M.V. Frunze Moskova'ya dönerken Bakû'de kaldı ve burada Türkiye'deki duruma ve Sovyet cumhuriyetlerinin Türkiye'yle karşılıklı ilişkilerine ilişkin ayrıntılı bir konuşma yaptı.

İ.Abilov, M.V.Frunze'nin Türkiye'de yaptığı görüşmelerin bilançosunu çıkararak şunları yazıyor: ''Yoldaş Frunze'nin RSFSC ve Türkiye arasındaki karşılıklı ilişkilerin karıştığı ve gerginleştiği bir anda gelmesi... çok yerinde oldu ve başlangıçta ortaya çıkmış olan güvensizlik ve anlaşmazlık şimdi kesin olarak ortadan kaldırıldı ve Türkiye'yle çok içten ve dostça ilişkiler kuruldu.'' (**). Daha sonra ''Antant'ın son politik entrikalarının, cephedeki durumun istikrarsızlığının, giyecek, cephane ve paraya duyulan büyük gereksinmenin Türkeri RSFSC ve diğer Sovyet cumhuriyetleriyle içten ilişkilerin sürdürülmesi gereğine bir kez daha inandırdığını'' (***) yazıyordu.

Böylece Sovyet Rusya'nın M.V.Frunze gibi büyük bir devlet adamı ve askerinin Türkiye'ye gelmesi, keza Rus ve Azerbaycan elçiliklerinin Türkiye'deki çalışması ve Türkiye'yle Sovyet cumhuriyetleri arasındaki gerginliğin yumuşatılmasına yardımcı oldu ve bu ülkeler arasındaki dostluk ilişkilerinin daha da gelişmesi ve Türk ordusunun düşmana karşı kesin zaferi kazanması için uygun koşulları yarattı.

*

Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan 1922 yılında devlet olarak birleştiler ve Kafkaslar Ötesi Federasyonu kuruldu.

Lenin'in girişimi üzerine kurulan Kafkaslar Ötesi Federasyonu, proleterya diktatoryasının güçlenmesine, cumhuriyetlerin ekonomi ve kültürünün canlandırılmasına ve Kafkaslar Ötesi halkları arasındaki ulusal düşmanlık ve güvensizliğin en kısa zamanda giderilmesine yardım etti ve Leninci ulus politikasının yaşama geçirilişinin açık bir ifadesi oldu.

Kafkaslar Ötesi Federasyonunun Türkiye'ye karşı tutumunun nasıl olacağı konusu Türk yönetici çevrelerini yakından ilgilendiriyordu. Yönetici sınıfların temsilcileri bu birleşmeyi iyi karşılamadılar. Örneğin Türk Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, Kars Antlaşması'nın onaylanması sırasında Ermenistan SSC'nin bu antlaşmayı tek başına onaylaması için uğraştı. Bu nedenle Kafkaslar Ötesi Federasyonunun kurulması sorunuyla ilgilendi ve bu konuda Abilov'a başvurdu. Abilov, hükümetinin resmi haberini aldıktan sonra Yusuf Kemal'e şu açıklamada bulundu: ''Konfederasyon konusu, artık olumlu yönde çözümlenmiş durumdadır. Size üç cumhuriyet adına şu konuda güvence verebilirim: Sovyetler Birliği Kafkaslar Ötesi Federasyonu, Türkiye hükümetine karşı kesinlikle önceki politikasını izleyecektir. Üstelik Türk halkıyla dostça karşılıklı ilişkilerin sürdürülmesi ve güçlendirilmesi arzusunda olacaktır'' (*). İ.Abilov, ayrıca Birlik Sovyeti başkanlığına N.Narimanov'un Dışişleri Halk Komiserliğine de B.Şahtahtinskiy'in seçileceğini bildirdi.

Abilov'u dinleyen Yusuf Kemal Bey, ona Kars Antlaşması'nın onaylanması işinin gecikme nedenlerini sordu ve Abilov ve bu soruya tamamen resmi olarak ''...gecikme sadece federasyonun kurulmasıyla ilgilidir ve antlaşma iki ay sonra Birlik Sovyeti tarafından Azerbaycan SSC, Gürcistan SSC ve Ermenistan SSC adına onaylanacaktır'' (**) şeklinde bir açıklamaya karşılık verdi.

Abilov'un antlaşmanın Federasyonun Genel Birlik Sovyeti'nce onaylanacağını açıklaması Yusuf Kemal'i şaşırttı. Y.Kemal bunun Türkleri hiç hoşnut etmeyeceğini ve antlaşmanın her cumhuriyet tarafından ayrı ayrı onaylanmak zorunda olduğunu açıkladı, bunun yanısıra antlaşmayı ortaklaşa onaylamanın hukuksal açıdan Türkiye için yanlış ve kabul edilmez olacağını belirtti (***). Yusuf Kemal Bey, onayın her cumhuriyet tarafından ayrı ayrı ve daha çabuk gerçekleştirilmesi için Abilov'dan bu konuda yardım rica etti. Daha sonra bu antlaşmayı artık Ukrayna Antlaşması'nın da görüşüldüğü Meclise verdiğini ve eğer Ukrayna Antlaşması'nın onayı Kars Antlaşması'ndan önce olursa bunun her iki taraf için de uygun ve istenilir olmayacağını belirtti.

Ancak Kars Antlaşması'nın Kafkaslar Ötesi Federasyonu Birlik Sovyeti'nce onaylanması gibi federasyonun kuruluşunun da Yusuf Kemal Beyin işine gelmediği ortadaydı. Ona antlaşmanın Birlik Konseyi tarafından ya da her cumhuriyet tarafından ayrı ayrı onaylanmasının aynı şey olduğu ve aralarında kesinlikle bir fark bulunmadığı anlatıldı. ''Kars Konferansı'nda üç cumhuriyetin bir taraf olarak hareket etmiş olmaları olgusu bu cumhuriyetlerin gelecekte bir federasyon oluşturması sorununu önceden çözümlenmişti'' (*).

Ancak Yusuf Kemal Bey, böylesine açık bir yanıttan sonra da antlaşmanın Azerbaycan ve Gürcistan'ı ayrıca ilgilendirmediği iddiasıyla düşüncesinde ayak diremeye devam etti. ''Antlaşmanın Ermenistan tarafından onaylanmasına gelince bu son derece önemlidir ve bizi çok ilgilendirmektedir''. ''Biliyorsunuz,'' diye devam etti Yusuf Kemal, ''doğu sorunuyla ilgili konferansa çağrıldık. Ancak batıda Ermeni sorunu çevresindeki söylentiler ve tartışmalar sürüp gidiyor. Bu konferansta bu sorun İngiltere ya da Amerika tarafından yeniden ortaya konabilir. O zaman biz, gerek Ermeni Daşnaklarıyla, gerekse Ermeni komünistleriyle yapılmış antlaşmaları elimizde bulundurarak çıkarlarımızı koruyabiliriz. Eğer Kars Antlaşması her cumhuriyet tarafından tek tek değil de Genel Birlik Konseyi'nce onaylanacak olursa o zaman konferansta bunun Ermeni halkının isteğiyle değil diğer iki cumhuriyetin baskısıyla yapıldığını ileri sürebilirler'' (*).

Yusuf Kemal'in bu açık yürekli itirafından sonra Türklerin Kars Antlaşması'nın her cumhuriyet tarafından ayrı ayrı onaylanmasında neden ısrar ettikleri anlaşıldı. Ancak Y.Kemal'in son sözlerini tartıp dökünce onun bu açıklamasının mantıktan yoksun bulunduğunu anlamak zor değildi. Eğer gönüllü olarak birleşip bu antlaşmayı birlikte imzalamışlarsa, iki Kafkaslar Ötesi cumhuriyetinin Kars Antlaşması'nın onaylanması sırasında Ermenistan SSC'ye baskı yapacaklarını nasıl düşünebilirdi?

Abilov'un gerek basın aracılığıyla, gerekse etkin Türklerle görüşmesi sırasında bu konudaki gerçek dışı söylentilere son vermek amacıyla, aydınlatıcı geniş çalışmalar yapması gerekti.

Abilov, öncelikle Türk çevrelerinin dikkatini Kars Antlaşması uyarınca, daha antlaşma onaylanmadan önce tarafların bir dizi anlaşmaların demiryolu, konsolosluk, hukuk, ticaret ve posta telgraf antlaşmalarının- imzalanması için Tiflis'e temsilci göndermeleri gerektiği konusuda çekti. Ama Türkler o zamana dek henüz temsilcilerini göndermemişler ve hayati önemi olan bir dizi önemli sorunun çözümünü geciktirmişlerdi. Abilov, üç Kafkaslar Ötesi cumhuriyetin ve Türkiye'nin katılacağı yukarda adı geçen konularda çalışacak ve 1922 yılı şubat ayının ikinci yarısında açılmış olan konferansın çalışmalarına katılmak üzere Türk hükümetinin Tiflis'e temsilci göndermesini sağladı. Abilov, aynı zamanda antlaşmanın Meclis tarafından onaylanması sorununu da çözümledi. Bu çok önemliydi. Antlaşma 16 Mart 1922'de TBMM tarafından onaylandı.

Kafkaslar Ötesi Federasyonunun kurulmasnıdan sonra Kasım 1922'de Azerbaycan SSC Elçisi İ.Abilov'un aynı zamanda Gürcistan ve Ermenistan'ın da Türkiye'deki elçisi olduğu üç cumhuriyetin ortak kararıyla bildirildi.

*

1922 yılı, Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşının dördüncü yılıydı. Güç tükendiği, işçiler ve köylüler büyük yokluklar ve zorluklar çektikleri halde Türk halkı özgürlük ve bağımsızlık savaşını sürdürüyordu.

Türkiye için çok ağır bir zamandı. Bir yandan Kemalistlerin Ulusal Kurtuluş savaşının sona erdirilmesi amacıyla ülke içindeki güçleri birleştirmeleri, öte yandan da ulusal çıkarlara zarar getirmeden barış antlaşması imzalamak için Antant devletleriyle uzlaşmaları gerekiyordu.

Mustafa Kemal, hükümete daha güvenilir kişileri almak amacıyla hükümet kadrosunda bazı değişiklikler yaptı. Ocak 1922'de Devlet Tesisleri Komiseri (o zaman Kemalistler Sovyet hükümetini örnek alarak bakanlarına komiser derlerdi. Y.B.) Rauf Bey, Ulusal Savunma Komiseri Refet Paşa ve Ekonomi Komiseri Celal Bey istifa ettiler ve onların yerine Fevzi Bey, Kazım Paşa ve Sırrı Bey atandılar.

Bu sırada ''Rus sorunu ve Almanya'nın zarar ödentisi sorunu'' yüzünden emperyalist devletler arasında ciddi fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştı.

Ocak 1922'de Cannes'da yapılan konferansta Genuez'de en kısa zamanda Rusya ve Almanya'nın da katılacakları bir ekonomik-mali konferans toplamaya karar verildi, ancak bu konferansa Türkiye çağrılmadı.

Türk hükümeti, emperyalist devletler arasındaki fikir ayrılıklarından bütün gücüyle yararlanmaya ve Genuez Konferansına katılmaya çalıştı.

Türkiye'nin hayati çıkralarını göz önünde bulunduran Sovyet hükümeti, Türkiye'nin Genuez Konferansı'na çağrılması konusunda Büyük Britanya, İtalya ve Almanya hükümetlerine başvurdu. Antant devletleri Yakın Doğu'yla ilgili ayrı bir konferans toplamak gerektiği bahanesini ileri sürerek bu öneriyi kabul etmediler. Sovyet Rusya, Türkiye'nin de konferansa katılması gerektiğini ve konferans meselesini ortaya koyarken Türkiye'ye karşı çıkar beklemeyen tutumunu kanıtlamış oldu.

Ayrıca Sovyet hükümeti, sadece cumhuriyetlerimizin çıkarlarını değil, Türkiye'nin çıkarlarını da koruma görevini üstlenen Nariman Narimanov'u Kafkaslar Ötesi Sovyet cumhuriyetlerinden Genuez Konferansı'na katılacak Sovyet Heyeti'nin kadrosuna dahil etti. Buna karşılık Türk Hükümeti duyduğu memnuniyeti resmi bir notayla belirtti.

Genuez Konferansı için çağrı almayan Türk hükümeti, Paris'te yapılacak Yakın Doğu'yla ilgili konferansa hazırlanmaya başladı. Bu sırada Abilov'un çalışmaları, Brian'ın istifası ve onun yerine Puankare'nin geçişi nedeniyle Fransız-Türk karşılıklı ilişkilerini incelemek ve ilerde yapılacak Yakın Doğu Konferansı'nda Türkiye'nin ve diğer devletlerin yönelimlerini belirlemekten ibaretti. Bu son derece zor bir görevdi, ama Abilov Türk hükümet yöneticileriyle görüşmeler yaparak gerçek durumu saptamayı başardı. Şöyle yazıyordu: ''Brian Kabinesi'nin düşüşü ve onun yerini Puankare'nin alması gerek yerel basında, gerekse İstanbul basının da bir parça canlanmaya neden oldu. Durum dışardan sakin ve güvenilir göründüğü halde yönetici çevrelerde biraz şaşkınlık hissedildi ve bu şaşkınlık Yusuf Kemal Beyin Paris'deki temsilcisinden Brian'ın Türkiye konusunda izlediği politikanın değişmeyeceği ve Türk sorununda öncelinin hareket tarzını sürdüreceği konusunda Puankare'in güvence verdiğine ilişkin haberi almasına kadar devam etti'' (*).

Abilov, Yusuf Kemal Beyle yaptığı görüşme sırasında İngiltere'nin Almanya ve Rusya konularında küçük ödünler vermek suretiyle Fransa'yı şimdiki doğu politikasından caymak zorunda bırakabileceği düşüncesini ileri sürdü. Bu düşünce Yusuf Kemal Bey tarafından tümüyle kabul edildi. Buna karşılık Yusuf Kemal Bey, Abilov'a ''...batıyla yapılacak hiçbir antlaşmanın ve uzlaşmanın Sovyet cumhuriyetlerinin çıkarlarına hiçbir şekilde ters düşmeyeceği ve dostluk ilişkilerini sarsmayacağı'' (**) konusunda güvence verdi.

Abilov, RSFSC Elçisi Aralov'la birlikte Türkiye'nin Paris Konferansı'nda izleyeceği tutumu belirlemek için büyük çaba harcadı.

Azerbaycan SSC Dışişleri Halk Komiserine yazdığı bir mektupta şu haberi veriyordu: ''Yusuf Kemal Bey (*) heyetin görevi özellikle Yakın Doğu sorununun Türkler yararına uygun bir biçimde çözümlenmesi içni Avrupa kamuoyunu hazırlamaktır, bununla birlikte herhalde Yusuf Kemal çeşitli devletlerle görüşmeler yapacaktır'' (**).

Yusuf Kemal Bey, yola çıkmadan önce Abilov'la Aralov'un yanısıra Mustafa Kemal Paşanın da katıldığı bir toplantı yaptı. Bu toplantıda 2 önemli sorun görüşüldü: Karadeniz boğazları ve padişah hükümetiyle girişilecek ortak hareketler.

Abilov, ortak hareketlerin amaca uygun düşmeyeceğine dikkati çekti ve padişah hükümetinin temsilcilerinin Türkiye'nin ulusal çıkarlarına ihanet etmiş kişiler oldukları için hesaba katılmamalarını önerdi. Oysa emperyalistler, İstanbul Hükümetinin yardımına geniş ölçüde bel bağlamışlardı.

Pekçok Türk gazetesi İzzet Paşa başkanlığındaki Padişah Hükümeti Heyetinin Paris'e gidişine ilişkin sert yazılar yayınladılar. Hakimiyet-i Milliye gazetesi 6 Mart 1922 tarihli sayısının başyazısında bu görüşmeden şöyle söz ediyordu: ''Saray ve Babıali, Anadolu Savaşı'nın sonuçlarının düzenlenmesi üzerinde hiçbir hakka sahip değillerdir.

Aslında padişah sarayı ve hükümeti, ulusal savaşımızın başlangıcında İngiltere, Fransa ve Yunanistan'a yardım etmişlerdi.''

''Eğer Türkiye'nin varlığını tehlikeye düşüren Sevr Antlaşması uygulanmadıysa bu sadece İstanbul'a karşı ayaklanan Anadolu'nun sayesinde olmuştur...'' (*).

Başka bir gazete, Yeni Gün de İstanbul Heyeti'ne aynı sertlikle karşı çıkıyordu. Gazete şunları yazıyordu: ''İzzet Paşa Heyeti, düşmanların ellerinde kör bir silâh olan sarayı ve Babıali'yi temsil ederken bu düşmanların çıkarlarına hizmet edecektir. Bu heyet, Avrupa'ya ileri sürdüğümüz ulusal koşulların uyandıracağı izlenimi zayıflatmak amacıyla gönderilmektedir, bu nedenle bu gezi ulusal çıkarlara karşı işlenmiş bir suç olacaktır.''

''İstanbul Hükümetinin bu serüveninin rezilce bir başarısızlıkla sona ereceğinden eminiz'' (**).

Boğazlar sorunu çok karmaşık ve önemli bir sorundu. Aralov ve Abilov, Mustafa Kemal'e, Sovyet cumhuriyetleri hükümetlerinin bu konuyla doğrudan doğruya ilgili olduklarını ve bu sorunun karşılıklı olarak çözümlenmesi gerektiğini açıkladılar. Türk temsilcilerinin yanıtlarında bu sorunda Türklerin Sovyet cumhuriyetlerinin çıkarlarını göz önünde bulundurmayacaklarına ve emperyalistlere ödün vereceklerine ilişkin bir düşünce seziliyordu. Yusuf Kemal Bey ise ''...orada, konferansta Boğazlar sorununun ilgili devletlerin katılmasıyla, Türkiye'nin ve onun başkentinin egemenliğinin sağlanması koşuluyla çözümlenmesi gerektiğini'' (*) ekliyordu. Sovyet temsilcileri buna ''...tüm Avrupa devletleri, hatta Amerika kendilerini ilgili taraf sayabilirler ve bu anlayış son derece esnektir, çünkü sorunun bu düzeyde ortaya konması ne onlar için, ne de bizim için kabul edilir şekilde değildir'' (**) şeklinde yanıt verdiler.

Moskova Antlaşması'nın 15. maddesini ve Kars Antlaşması'nın 9. maddesini ileri süren Abilov ve Aralov, ''bu konuyla doğrudan ilgili tarafların yalnızca kıyı devletleri olduğunu ve bunun antlaşmalarımızın yukarda sözü edilen maddelerinde de ön görüldüğünü'' (***) belirttiler.

Ancak bunu kabul eden Türkler, ''...bu sorunun uluslararası önem taşıması nedeniyle İngiltere, Fransa ve İtalya gibi bazı devletlerin sorunun çözümüne katılmak istedikleri, çünkü bu ülkelerin büyük bir olasılıkla en fazla ilgisi olan bazı devletlerin katılmasına izin verecekleri'' (****) konusunda yine de ısrar ettiler. Abilov'un Azerbaycan Hükümetine verdiği rapora göre, uzun tarışmalardan sonra ''taraflar Boğazlar sorununun ilk ortaya konuş şeklinin antlaşmalarımızın yukarda sözü edilen maddelerine uygun olacağı yargısına vardılar'' (*****).

Bu toplantıda taraflar, gelecekte bu yönde herhangi bir engelin ve güçlüğün ortaya çıkması halinde önceden hükümetlerinin düşüncesini alarak görüşmek ve ortak karara varmak konusunda anlaştılar.

Bu görüşmelerden kısa bir süre sonra, 1922 yılı mart ayında Yakın Doğu sorunu konusundaki Paris Konferansı yapıldı. Konferansta Antant devletleri, Sevr Antlaşması'nın yüzkarası koşullarını dirilten koşullar ileri sürdüler (*). Türk toplumu, Antant'ın bu önerisini savaşın sürdürülmesi olarak kabul etti.

Ateşkes koşullarını yayınlayan Trabzon gazetesi İstikbal şunları yazıyordu: ''Bir tek Türk bile bu tuzağa düşmeyecektir. Ancak içtiğimiz halkçı andın tüm hükümlerinin yerine getirilmesi koşuluyla anlaşmaya varabiliriz...'' (**).

Hakimiyet-i Milliye gazetesi daha da sert bir çıkış yapıyordu: ''Bu öneride,'' diye yazıyordu gazete, ''istediğimiz barışa, işgal altındaki toprakların gerçekten boşaltılmasına ve milli misakımızın kabulüne ilişkin hiçbir belirti yok... Halkın tümü, böyle bir öneriyi büyük bir öfkeyle reddetmektedir (***). Daha sonra gazete, Antant devletlerinin çıkarcı amaçlarını tek tek açıklayarak şunları yazıyordu: ''Antant, bizimle Yunanistan arasında aracı olamaz. Antant, Yunanistan'a Anadolu'yu boşaltma önerisinde bulunarak onu düştüğü güç durumdan kurtarmak istiyor, ama Edirne ve Gelibolu'yu Yunanistan'a veriyor. Antant, kendisi için zarar ödentileri ve Boğazların tarafsızlığını elde etmek peşindedir'' (****).

Paris Konferansı, cephede durumun gergin olduğu bir zamana denk düştü. Antant devletleri bir taraftan Türkiye'ye barış öneriyorlar, öte taraftan da Yunanistan'ı saldırı hazırlıklarını hızlandırmaya teşvik ediyorlardı. İstikbal gazetesi şunları yazıyordu. ''Yunanistan'dan Anadolu'ya aralıksız olarak askeri malzeme taşınıyor. Öte yandan Yunanlılar yeni seferberliklerle ordularının saflarını takviye etmeye çalışıyorlar. Bütün bu hazırlıklar Yunanlıların bir kez daha saldırıya girişmek niyetinde olduğunu gösteriyor'' (*).

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılı mart ve Nisan aylarında cephede bulunuyordu ve genel bir karşı saldırı hazırlığı içindeki Türk Ordusu'nu bizzat kendisi yönetti. Mustafa Kemal'in seyyar karargâhı Akşehir'de bulunuyordu.

Mustafa Kemal, RSFSC elçisi Aralov ve Azerbaycan SSC Elçisi Abilov'u cepheye şahsen çağırdı. Bu, birinci olarak Mustafa Kemal'in yokluğu sırasında biriken bir dizi çok önemli sorunların çözümlenmesi gereğiyle; ikinci olarak Antant'ın ateşkes önerisine ilişkin tartışmaların önemiyle; üçüncü olarak da yeni Türkiye'nin ordusunu tanıma ve bu ordunun gereksinmelerini öğrenme olanağıyla ortaya çıkmıştı.

27 Mart 1922'de Aralov ve Abilov, Türk askerlerine verecekleri armağanlarla birlikte cepheye hareket ettiler. Tüm cepheyi dolaştılar, altı piyade, üç süvari tümenini ziyaret ettiler, iki ordunun ve iki kolordunun karargâhlarını gezdiler, Konya kentinde ordunun cephe gerisi kuruluşlarını gördüler, halkla, subaylarla, askerlerle sohbet ettiler (*). Askeri birliklerin uyandırdığı ilenim iyiydi. Ancak düzenli disiplinli ve iyice örgütlenmiş olan bu ordu, ulaştırma araçlarına ve giyeceğe büyük gereksinme duyuyordu.
1   2   3   4   5


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət