Ana səhifə

Ağustos 2000 Y. A. Bagirov kurtuluş savaşi yillarinda azerbaycan-tüRKİye iLİŞKİleri II


Yüklə 283 Kb.
səhifə3/5
tarix25.06.2016
ölçüsü283 Kb.
1   2   3   4   5

Abilov, cephedeki durumu titizlikle inceledi ve Azerbaycan hükümetine Türklere yardım sorununu sundu. ''Belirtmek gerekir ki, o günkü durum Türkler için, para, cephane ve taşıt araçlarının bulunmayışı nedeniyle çok ağırdı'' (**). Bu dönemde subaylar bile birkaç aydır aylık ücretlerini almamışlardı.

Mustafa Kemal, Aralov ve Abilov'dan Türkiye'ye ''...taşıt araçları ve özellikle at'' yardımı yapılmasını rica etti ve şöyle dedi: "... Rusya da zor durumda, o da varlıklı değil ama bize yardım ediniz... Para yardımı tüfek, mermi ve toplar için hükümetinize ve Lenin'e çok ama pekçok teşekkür ederim'' (***).

Sovyet cumhuriyetleri Türkiye'ye taşıt aracı yardımında bulundular. Mustafa Kemal Paşa, cepheden Aralov'a bir teşekkür mektubu gönderdi.

Aralov ve Abilov'un cepheyi ziyareti, cephede ulusal kurtuluş hareketinin yöneticileri Mustafa Kemal, İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Kazım Paşa'yla ve subaylarla, generallerle, askerlerle ve sivil halkla yaptıkları görüşme ve söyleşiler, Türk ve Sovyet halkları arasındaki dostluğun güçlenmesi açısından büyük önem taşıyordu.

Mustafa Kemal'in ateşkes konusunda Aralov ve Abilov'la yaptığı görüşmeler bu gezinin önemli bir diğer yönüydü. Görüşmeler sonucunda bazı bakanların, özellikle Maliye Bakanı ve Trapezunda, milletvekili Hasan Beyin Türkiye'nin ağır mali durumu nedeniyle Antant'a boyun eğmek gerektiği konusunda direndikleri anlaşılmıştı. Ama Mustafa Kemal, başka bir görüşü destekliyordu. Şöyle diyordu: ''Avrupa, toprakların ve halkların yazgıları üzerine korkunç spekülasyonlarını sürdürüyor. Avrupa, bugün, bir ülkeyi parçalıyor, onu bugünkü gözdesinin emrine veriyor, ertesi gün ise aynı toprağı başka bir gözdesi yararına ilhak ediveriyor. Kendi keyfine göre şu ya da bu egemenliğe bağladığı halklara aynen bu şekilde davranıyor'' (*).

Mustafa Kemal Türk halkının emperyalistlere boyun eğmenin karşısında olduğunu, Sovyet Rusya'nın ve Sovyet Azerbaycan'ın Türkiye'ye yardım ettiklerini ve ileride de edeceklerini, bu nedenle emperyalistlere ödün vermemek gerektiğini biliyordu. Türk ordusunun güçlenmesi, kazandığı zaferler ve emperyalistler arasında çıkan anlaşmazlıklar Antant'ın ateşkes önermesine neden oldu (**).

Mustafa Kemal, Aralov ve Abilov'a, Antant'ın Paris Konferansı'nda ateşkese ilişkin ileri sürdüğü koşullara verilecek yanıtın taslağını okudu. Türk hükümeti, Antant devletlerinin önerisinden çok farklı olan koşullarını nazik bir tonla ve önerilen ateşkes için teşekkürlerini ifade ederek şöyle diyordu: Türkler, Yunan ordularının 15 gün içinde Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar'ı boşaltmasını ve ateşkesin imzalanmasından sonraki dört ay içinde Yunan ordularının İzmir'de dahil tüm Anadolu'dan tamamen çekilmesini öneriyorlardı.

''Biz, geçen yıl Londra Konferansı sırasında Kral Konstantin'in ateşkesten faydalanarak saldırıya geçtiği tablonun yinelenmemesi için ateşkesin en kısa sürede yaşama geçirilmesini gerekli sayıyoruz'' (*) deniyordu taslakta.

İstikbal gazetesi şunları yazıyordu: ''Bize büyük devletler tarafından önerilen ateşkese hükümetimizin verdiği yanıt, barışseverliğimizin yeni bir kanıtıdır'' (**).

Ancak Yunanistan, Türklerin bu koşullarını kesin olarak reddetti ve savaşa devam etti.

*

Paris Konferansı'nın başarısızlıkla sona ermesinden sonra Fransızlar, Türkiye'yi Sovyet cumhuriyetlerinden uzaklaştırma politikasını sürdürerek Türkiye'yle ayrı bir barış antlaşması imzalamaya çalıştılar.

Abilov'un bildirdiğine göre, bu dönemde Fransızlar, Ankara'da Doğu Bankası'nın kurulması projesiyle uğraşıyorlardı. Türk Maliye Komiseri Hasan Fehmi, bu amaçla Mersin limanına gitti (***).

Abilov'un aldığı haberlere göre, Mersin limanına, Türkler için çok sayıda askeri malzeme-uçaklar, toplar, tüfekler, mermiler vb. gönderilmişti.

Ayrıca, Mersin liman tesislerine ait ayrıcalıkların Fransızlara verildiği biliniyordu (*). Bu sırada Fransız hükümetinin resmi ve gayriresmi pek çok temsilcisi Ankara'ya geldi. Bu temsilcilerden biri de Albay Mujen'di. Abilov, Mujen hakkında şunları yazıyordu: ''Fransız Albayı Mujen, kendisinden önce Mersin'e gelmiş olan General Guro'yla birlikte 9 Haziranda Ankara'ya geldi. Eğer bütün bunlara Şaydlen, Puankare ve Marino'nun doğu sorunu konusunda 1 Haziranda Fransız Parlementosunda yaptıkları konuşmaları da ekleyecek olursak Fransızların TBMM hükümetiyle ayrılıkçı bir antlaşma imzalama eğilimlerinin ne denli kesin olduğu anlaşılır'' (**).

Mujen, uzun süre Ankara'da kaldı, Türk yöneticileri ve bu arada Mustafa Kemal tarafından kabul edildi ve Abilov'un bildirdiğine göre, anti-sovyet ajitasyona başladı. M.Kemal'e Türkiye ve Fransa arasında İngiltere'yle uzlaşmacı barış ve Türkiye'nin Sovyet Rusya'dan uzaklaşması koşullarına dayanan askeri bir birlik kurmayı önerdi.

Ancak Fransızlar, yine de açık eylemlerden kaçındılar, çünkü öteki konularda İngilizlerle yapılacak anlaşmaya bel bağlamışlardı (***).

Albay Mujen'den başka, Türkiye'ye gelen bir diğer Fransız temsilcisi de Klod Farer'di. Abilov, Azerbaycan SSC Dışişleri Halk Komiserliğine gönderdiği 11 Temmuz 1922 tarihli mektubunda bu konuda şunları bildiriyor: ''İzmit yöresinde bulunan askerleri denetlemek için cepheye giden Mustafa Kemal, orada tanınmış Fransız yazarı ve ünlü Türkofil (Türk dostu) Klod Farer'le buluştu.

Gazetelerin ve resmi kişilerin bildirdiğine göre, bu görüşme sözde bir rastlantıydı. Ama bu görüşmenin daha önceden hazırlandığına ve politik bir temele sahip olduğuna ilişkin düşüncem doğrulandı. 18 Haziranda, İzmit'te K.Farer onuruna düzenlenen bir ziyafette Mustafa Kemal büyük bir coşkuyla karşılanan uzun bir söylev verdi. Kuşkusuz bu durumda K.Farer, Fransa'nın siyasi alanı oluyordu ve Mustafa Kemal'le kişisel görüşmeler yapmakla görevliydi. Önceki raporumda, Fransa'nın TBMM'yle tek başına anlaşma yapma eğilimi konusundaki düşüncemi, doğrulamak için K.Farer'in gelişi ve yaptığı görüşmeler iyi bir kanıt olmaktadır'' (*).

Gerek Abilov, gerekse Aralov, bu Fransız temsilcilerinin özel ziyaretlerinin amaçlarını ortaya koymaya çalıştılar ve Mustafa Kemal'e başvurdular. Mustafa Kemal, buna, şöyle bir karşılık verdi: ''Burada bulunan Golis, J.Schlingen, K.Farer ve diğer baylar Fransız hükümetinin ajanı olmayıp, buraya sırf gazeteci ve basın temsilcisi olarak gelmişlerdir. Geçenlerde gelen Albay Mujen'e gelince, o geçen yıl Fransızlarla imzaladığımız antlaşmayla ilgili bazı sorunları ortaklaşa ortaya çıkarmak üzere Fransız hükümetince görevlendirilmiştir. Sözü edilen antlaşma uyarınca Fransızlar, ordularını tahliye etmişlerdi ve bunun ardından sınırları saptamak, gümrük antlaşması imzalamak vb. gerekiyordu. Ancak şimdiye dek bu yönde tarafımızdan hiçbir önlem alınmamıştı. Bu da Fransızları biraz endişelendirmiş. Mujen bu nedenle buraya gelmiştir'' (*).

Mustafa Kemal Paşa, Sovyet cumhuriyetlerini hedef alan ajitasyon konusunda, Türkiye'nin Sovyet cumhuriyetleriyle ilişkilerinin hiçbir gücün bozamayacağı kadar sağlam ve samimi olduğunu belirtti (**).

Aslında, ne Albay Mujen, ne de öteki temsilciler, bu görüşmelerde Fransa'nın arzu ettiği başarıyı elde edemediler. Mustafa Kemal, ulusal mücadeleden uzlaşma yoluyla çıkma ve Türkiye'nin Sovyet cumhuriyetlerine karşı Fransa'yla birlik olması yolundaki bütün önerileri reddetti.

Ancak, Fransız emperyalistleri faaliyetlerini durdurmadılar. Genuez ve Haag konferanslarının başarısızlığa uğramasından sonra Türkiye'ye ekonomik nüfuz politikasını uygulamaya başladılar ve bu politika sayesinde Kafkasya'yı ve özellikle Bakû'nün petrol zenginliklerini ellerine geçirmek istediler. 6 Mayıs 1922 tarihli Fransız gazetesi Fagaro'nun ''Ankara'dan Kafkasya'ya'' başlıklı yazısı bu yönden ilginçtir. Yazıda şöyle deniyor:

''...Azerbaycan'da bulunan Bakû petrol havzası, dünyanın hiçbir bölgesinde, hatta Meksika'da bile elde edilemeyen miktarda petrol veriyor. Bu bölgedeki petrol zenginliği, tükenmeyecek kadar büyüktür. Bu nedenle başlıca faaliyet alanımız Bakû olmalıdır...''

''M.Puankare'nin 31 Marttaki parlamento oturumunda yaptığı konuşmada açıkça sözünü ettiği devletlerden biri Azerbaycan'dır... Eski ayrıcalık sahiplerinin hakları tam olarak korunacak ve Bakû petrolünü yeniden ellerine geçirebileceklerdir'' (*).

Yazı şu sözlerle sona eriyordu: ''Eğer düşünülen oyunun kazançlı çıkan tarafları olabilirsek Kafkasya'da ve özellikle Bakû'de etkili Fransız petrol politikasını kolaylıkla yürütebiliriz'' (**).

Böylece, Fransa'nın anti-sovyet politikayı sürdürdüğü ve ilk uygun durumda Türkiye'nin yardımıyla Bakû petrolünü ele geçirmek istediği tümüyle anlaşılmış oldu.

Elçi Abilov, Figaro gazetesindeki bu yazıdan ve Puankare'nin Fransız Parlâmento'sundaki konuşmasından duyulan hoşnutsuzluğu belirtti. Ama Mustafa Kemal, Türkiye'nin Azerbaycan'la karşılıklı ilişkilerinin içtenliği ve Fransızlarla yapılan görüşmelerde bu konuya değinilmediği ve değinilmeyeceği konusunda Abilov'a bu kez daha güvence verdi.

*

Türkiye ve Ermenistan'ı ele geçirme plânlarının başarısızlığa uğramasından sonra emperyalistler, Türkiye'ye ekonomik nüfuz politikasına hız vermeyi görev edindiler. Özellikle Amerikan tekelleri bu konudaki çalışmalarını genişletmeye başladılar.

1922 yılı başında ABD Ticaret Odası temsilcisi Burt Anadolu'ya geldi. Vakit gazetesinin özel muhabiriyle yaptığı görüşmede şunları söyledi: ''...En yakın gelecekte İstanbul Doğunun ekonomi merkezi olacak, Amerika Türkiye'ye ekonomik yardım yapmak, Avrupa'nın ve diğer pekçok komisyoncuların müdahalesi olmaksızın Türkiye'den hammadde satın almak niyetindedir'' (*).

Amerikan ''Foundation Company'' firmasının temsilcisi Macdowell 1922 yılı başında Türkiye'ye geldi. Gazetenin bildirdiğine göre, Ankara'ya gelen Macdowel, demiryolu, köprü yapımı ve maden ocaklarının işletilmesi üzerine ayrıcalık elde edilmesi konusunda Anadolu hükümetiyle görüşmeler yapmak niyetinde olduğunu açıkladı. Temsil ettiği firma bu işletmelere 100 milyon dolar ayırmıştı (**).

Firma, öncelikle Anadolu'da fabrikalar kurmak niyetindeydi, üstelik, yerel girişimcilere şirkete en fazla % 25 oranında sermaye yatırıma hakkı tanınıyordu.

Aynı, 1922 yılında, başka bir büyük şirketin temsilcisi, İstanbul'daki olağanüstü Amerikan komiserinin ticari temsilcisi Glossi Ankara'ya geldi. Türk gazetelerinin haberlerine göre Glossi, sözde Anadolu pazarının genel durumunu ve gereksinmelerini incelemek amacıyla Ankara'ya gelmişti.

Glossi, şu açıklamayı yaptı: ''Amerikan firmalarının İstanbul'daki büroları. Anadolu'daki taşra kentlerinde bir dizi, şubeler açmak niyetindeler. Biz, şu işletmeleri kurmayı öneriyoruz: Şose ve demiryollarının yapımı, yeraltı kaynaklarının ve öncelikle petrol bölgelerinin araştırılması, tarım araçlarının genişletilmesi'' (*).

Ancak, Türkiye'nin bazı siyaset adamları, Amerikan emperyalistlerinin gerçek amaç ve görevlerini tahmin ediyorlardı. Bunlardan biri, Lozan Konferansı'nın yapıldığı günlerde TBMM'ye ''Doğu Anadolu De miryollarında Amerikalılar'' (**) diye başlayan bir açık mektup gönderdi. Broşür şeklinde yayınlanan bu mektupta yazar, Amerikan emperyalistlerinin doğu halklarının köleleştirilmesinde oynadığı rolü açıkça ortaya koyuyordu. ''Wilson ilkeleri ve Mondros Ateşkes zamanında Lozan Konferansı'na dek uzanan bizim için bu öğretici ve ağır dönemde, ABD'nin maddi ve manevi yardım görüntüsü altında ne yolla olursa olsun bize karşı giriştiği şeyleri üzerimizde hissetmedik ve görgü tanığı olmadık mı acaba?''

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan emperyalistleri ve özellikle ''Standart Oil Co'' vb. gibi büyük petrol şirketleri bütün dünyadaki, özellikle Orta ve Yakın Doğu bölgelerindeki petrol yataklarını ele geçirmek için şiddetli bir savaşım verdiler. Bu savaşımda ABD'nin çıkarları, İngiltere'ninkilerle çatışıyordu ve İngiliz-Amerikan, petrol mücadelesi emperyalist devletler arasındaki en önemli çekişme durumuna gelmişti (*).

Amerikan ''Foundation Company'' şirketinin temsilcisi Macdowel'in Türkiye'ye geldiğinden ve Türk Ekonomi Komiserliğine Chester projesine göre iki demiryolu hattı yapmayı önerdiğinden söz etmiştik.

Chester projesi, Türk yönetici çevrelerinde bile canlı bir yankı uyandırdı. Durumu kavrayamayarak ayrıcalık anlaşmasının bütün koşullarını kabul etmek isteyenler vardı.

Bu projeyi ayrıntılarıyla inceleyen Azerbaycan SSC Elçiliği, projenin gerçek değerini ortaya koydu. Bu proje, aslında Türkiye'nin ulusal çıkarlarının çiğnenmesine yönelikti. Abilov şu raporu veriyordu: ''Chester projesine göre, iki demiryolu hattı döşenecektir: biri Yumurtalık limanından Mardin, Nasibli, Diyarbekir ve Bitlis üzerinden İran sınırına kadar, öteki Samsun'dan başlayıp Sivas, Erzurum ve Van üzerinden yine İran sınırına kadar. Buna karşılık olarak, yapılan demiryolu hattının her iki tarafında 20 kilometre genişliğinde uzanan kamulaştırılmış şeritte bulunan tüm doğal zenginlikleri araştırma hakkı şirkete verilecektir. Bu 40 verstlik şeritte şu yataklar bulunuyordu: Diyarbekir ve Bitlis yöresinde -Türk uzmanlarının düşüncesine göre- en iyi cins olan ve bakırın % 13'ünü veren çok zengin bakır yatakları; Erzurum ve Sivas bölgesinde petrol; bazı Alman bilim adamlarının düşüncesine göre Bakû ve Erzurum petrolü aynı havzadan çıkmaktadır. Ayrıca bu bölgelerde demir cevheri yatakları ve 'beyaz kömür' adı verilen boşa akıp giden su enerjisi vardı''. Abilov, Amerikalıları bu öneride bulunmaya iten bu zenginliklerin dışında işin bir başka yönünün de Amerikan firmalarından birinin Kuzey İran'da petrol ayrıcalığı elde etmiş olduğuna dikkati çekiyordu. Doğal olarak petrolün taşınması için serbest bir yol gerekiyordu. Bu nedenle Amerikalılar, demiryolu hattının yapımını önerirken bu hattı İran sınırına kadar uzatmak istiyorlardı. Eğer Amerikalıların, öncelikle İngiltere'yle aralarında artan rekabet yüzünden her yerde ayrıcalık elde etmeye çalıştıkları dikkate alınacak olursa, Amerikalıların istedikleri ayrıcalığın kendilerine verilmesinden ne derece kazançlı çıkacakları anlaşılabilir. Üstelik, eğer Bakû ve Erzurum petrolünün aynı havzadan çıktığı düşüncesi doğruysa, Azerbaycan petrolü üzerine ayrıcalık elde edemeseler de Erzurum petrolü konusunda bu ayrıcalığa sahip olan Amerikalıların Azerbaycan'la ciddi şekilde rekabete girişmeleri önemli bir olasılıktı.

Abilov, Mustafa Kemal'le yaptığı görüşme sırasında bir dost öğüdü olarak öncelikle böylesi bir ayrıcalığın ulusal çıkarları açısından Türkler için kabul edilemeyeceğine, hükümetin kendi hazırladığı bir ekonomi ve ayrıcalık plânına sahip olması gerektiğine ve kapitalist devletlerin talep ve isteği üzerine değil, sadece bu ayrıcalık plânına göre ayrıcalık verilebileceğine işaret etti (*).

Abilov, Amerikalıların demiryolu yapma bahanesiyle Anadolu'nun en önemli zenginliklerini -bakır, petrol, demir- ellerine geçirmek istediklerini; büyük başarı ve kazanç sağlayacak olan bu sanayi türlerinden her birinin çeşitli ülkelerin firmalarına verilebileceğini, çünkü herhangi bir ülkenin bir firmasına aynı bölgede birkaç ayrıcalığın birden verilmesi halinde, bu ülkenin en küçük bir karışıklıkta Yunanistan'la savaşın başında Fransa'nın ordularını Zonguldak'a göndererek yaptığı gibi, sözde yurttaşların çıkarlarını korumak için buraya askerlerini gönderebileceğini anımsattı. Daha sonra ayrıcalıkların verilişi sırasında Türk sermayesinin en az % 50-60 oranında katılmasını istemek gerektiğini belirtti.

Ayrıca Abilov, ülke zenginliklerinin önceden birlik ülkelerinin -Azerbaycan, Rusya ve öteki ülkelerin- sermayesinin iştirakiyle Türk anonim şirketleri tarafından işletilmesinin amaca çok uygun olacağını ve her türden ayrıcalıkların verilmesi sırasında işçi çıkarlarının korunması gerektiğini belirtti (*).

Abilov, Türklere, Türkiye hükümetinin bu düşünceleri değrelendirmesi halinde hiç kuşkusuz kendi koşullarında diretebileceğini, çünkü eninde sonunda Amerika'nın özellikle Kuzey Avrupa'dan petrol taşımak amacıyla yol bulması gerektiğini ima etti.

Abilov'un bu öğütleri ve düşünceleri bu sorunun Mecliste görüşülmesi sırasında belirgin bir etkide bulundu. Bir dizi tanınmış, toplum ve siyaset adamı ve hatta hükümet üyeleri onun düşüncelerine kulak verdiler ve proje kabul edilmedi. Türk gazetesi Hakimiyet-i Milliye 17 Şubat 1922'de şu haberi veriyordu: '''Foundation Company' şirketinin temsilcisi Mister Macdowel hükümetle antlaşma imzalama yetkisine sahip olması nedeniyle Devlet Tesisleri Komiserliği'nin önerdiği koşullarla İstanbul'a gidilecektir'' (*).

Mustafa Kemal'in Türkiye'ye yabancı sermayenin celbedilmesi konusundaki tutumu nasıldı şeklinde bir soru sorulabilir. Mustafa Kemal'in tutum son derece temkinliydi. Mustafa Kemal, ısrarla iç olanaklar aranmasını ve gerekmedikçe yabancı borçlara başvurulmamasını istemiştir. Şöyle der: ''...Halkımızın şimdiki mücadelesinin amacı tam bağımsızlıktır, bağınmsızlık ise ancak tam malî bağımsızlıkla gerçekleşebilir...''

Mustafa Kemal, yerli sanayinin devlet yardımıyla geliştirilmesi demek olan devletçilik düşüncesini ortaya attı. Bu sırada ülkenin ekonomik bakımdan gelişmesi için maden cevherlerini işletmek ya da diğer üretim dallarında çalışmak ve toplumsal çalışmaların örgütlenmesine katılmak isteyen kapitalistlere Türkiye hükümetinin her türlü yardımı yapacağını kabul ediyordu.

Ancak Mustafa Kemal, bunun yanında ''...bu kapitalistler yasalarımızın çerçevesi içinde faaliyet göstermelidirler'' (**) diyordu.

Kuşkusuz Mustafa Kemal kendi sınıfının, yani ulusal burjuvazinin çıkarlarını koruyordu. Ama yine de onun düşüncelerinin yaşama geçirilmesi Türkiye'nin yüzyıllık geri kalmışlığının ve bağımlılığının yok edilmesine, ülkenin genel ulusal ekonomisinin ve kültürünün kalkındırılmasına yardım etmiştir. Ancak, Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırmadan ve ülkenin gelişmesi yolunda ciddi bir engel olan Ortaçağ monarşi düzeni, saltanatı kaldırmadan bu sorunlar çözümlenemezdi. Bu nedenle Ulusal Kurtuluş Savaşının sona ermesinden sonra Mustafa Kemal, hemen saltanatın kaldırılması sorununu ortaya koydu.

1 Kasım 1922'de tarihsel olay gerçekleşti. TBMM saltanatın kaldırılmasına ilişkin kararı kabul etti. Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine Aralov ve Abilov da Meclis oturumuna katıldılar.

Ülkenin dört köşesinde halk ve emekçiler Mustafa Kemal'i oybirliğiyle desteklediler. Ancak, Meclisteki bazı gruplar arasında bir muhalefet oluştu. Hocalar, mollalar, büyük toprak ağaları, geçmişte padişah sarayıyla sıkı ilişkide bulunmuş memurlar, yüksek rütbeli generallerin bir kısmı, İttihatçıların bazıları ve kompradorlar Mustafa Kemal'e ve yandaşlarına karşı çıktılar. Muhalefet toprak reformundan, toprakların köylüler tarafından ele geçirilmesinden, işçi sınıfının mücadelesinin büyümesinden, Türkiye'nin Sovyet cumhuriyetleriyle sıkı ilişkisinden korkuyordu. Muhalefet, Mustafa Kemal'in halk hareketine arka çıkmayacağından emin değildi.

Kemalistler için tehlikeli bir durum ortaya çıkmıştı. Güçlerini pekiştirmeye karar verdiler. Bu amaçla Şubat 1923'te İzmir'de ''İksisat Kongresi'' (*) toplandı.

Mustafa Kemal, bu kongreye Aralov ve Abilov'u da çağırdı ve onlardan birer konuşma yapmalarını istedi. Sovyet elçilerinin konuşmaları şiddetli alkışlarla karşılandı. Aralov ve Abilov, Sovyet cumhuriyetlerinde halk ekonomisinin yeniden kurulması, ağır ve kanlı savaşlardan sonra kültürün geliştirilmesi için yapılanları, yabancı müdahaleceleri kovarak ve feodal rejime ve emperyalizme karşı zafer kazanarak savaşı sona erdiren yeni Türkiye konusunda Sovyetler ülkesinde neler düşünüldüğünü anlattılar. İ.Abilov, Türkçe olarak yaptığı konuşmasında Sovyet Azerbaycan'ın ekonomik durumunu ayrıntılarıyla açıkladı.

Aralov ve Abilov, konuşmalarında Mustafa Kemal'in Türkiye'nin ulusal çıkarlarının korunmasını amaç edinen politikasını desteklediler.

Ancak, İzmir Kongresi köylülere ve işçi sınıfına hiçbir şey kazandırmadı. İzmir'de kabul edilen uygulama kararları, tümüyle ulusal burjuvazinin çıkarlarına uygun düşüyordu. Kongre, halk ekonomisi alanındaki en ivedi görevleri belirledi: Basit manifaktür ve küçük üretimden büyük fabrikalara geçiş, ülkede öncelikle hammaddesi bulunan sanayi dallarının, özellikle de dokuma ve gıda sanayiinin kurulması, ulusal sanayinin batı sermayesine karşı rekabet gücünün yükseltilmesi (bunun için geniş şekilde devletin koruyuculuğuna başvurulması öneriliyordu); ulusal devlet bankasının kurulması. Bütün bu görevler ''İktisat Misakı''nda yankısını buldu.

İzmir İktisat Kongresi, Anadolu burjuvazisi arasında Kemalistlerin otoritesini yükseltti. Mustafa Kemal ve yandaşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki yerlerini sağlamlaştırdılar.

III
ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA

SOVYET CUMHURİYETLERİNİN TÜRKİYE'YE YARDIMI VE TÜRKİYE'NİN KAFKASLAR

ÖTESİ SOVYET CUMHURİYETLERİYLE

DAHA SONRAKİ KARŞILIKLI İLİŞKİLERİ
Sovyet cumhuriyetleri, işgalci emperyalizm güçlerine karşı ülkenin bağımsızlığı uğrunda yaptığı kahramanca savaşta Türk halkına karşılıksız maddi ve manevi yardımda bulundular. En kritik günlerde Türkiye, Sovyet cumhuriyetlerinden gerçek bir destek gördü. 1920 yazında, Yunan orduları İzmir bölgesinde saldırıya geçip birkaç kazayı ele geçirdiler, Moskova'daki Türk Heyeti, Yarbay Seyfi Bey başkanlığındaki Türk Askeri Komisyonunun istediği askeri malzemelerin listesini incelemeye sundu. Türkler 200 bin tüfek ve 5 milyon fişek, 350-400 tane top ve 75 bin mermi, yedek parçaları ve 15 biner mermisiyle 500 makineli tüfek, 200 tane kablolu sahra telefonu, 200-500 kilometre menzilli 5 radyo santrali, 200 uçak, 100 kamyon, 40 binek otomobili, 100 asker için üniforma, benzin ve diğer pekçok malzemeler istediler (*).

TBMM hükümetinin isteklerini karşılayan Sovyet hükümeti, 1920 yılında olanakları çevresinde hemen ilk parti silâhı Türkiye'ye gönderdi (**).

Kafkas Cephesi Askeri Devrim Sovyeti üyesi Sergo Orconikidze, bu konuyla doğrudan doğruya ilgileniyordu.

Daha 1920 yazında, ''...TBMM hükümetinin temsilcilerine gönderilmek üzere 6 bin tüfek, 5 milyondan fazla tüfek mermisi, 17.600 mermi onun emrine verilmişti'' (***).

Aynı zamanda Moskova'da 5 milyon altın ruble tutarında mali yardıma ilişkin olarak anlaşmaya varıldı, bu paranın 1 milyonunu daha önce de söylendiği gibi eylülde Anadolu'ya dönen Yusuf Kemal beraberinde getirmişti.

Türk hükümetinin ve askeri komutanlığın temsilcilerine 200,6 kilogramlık külçe altın, eylül 1920'de, Erzurum'da teslim edildi (****). Sovyet Telgraf Ajansı bu yardımı ''Sovyet Rusya hükümeti Azerbaycan aracılığıyla Mustafa Kemal Paşaya birkaç pudluk altın para gönderdi'' şeklinde haber veriyordu (14 Eylül 1920) (*****).

Kasım 1920'de, Türk ordularının Ermenistan ve Nahçivan'a saldırması nedeniyle RSFSC silah ve altın teslimatını geçici olarak durdurdu. İlişkiler düzeldiği zaman Sovyet hükümeti, Türk hükümetinin verdiği teminatlara güvenerek silâh teslimatına hemen yeniden başlamayı gerekli gördü. Çiçerin, Ornikidze'ye gönderdiği 11 Aralık 1920 tarihli telgrafında şunları bildiriyordu:

''Silâh teslimatını hemen yenilemek gerekiyor, ama Aleksandropol kazasının boşaltılmasını ve Türklerin Kars bölgesine kadar geri çekilmesini isteyeceğimizi eklemeliyiz. Silâh verirken onlardan bunu yapmalarını beklemiyoruz, ama biz teslimata başlarken isteğimizin yerine getirilmiş olacağını hesap ediyoruz. Mdivani (*) Türklere bunun güven ve dostluk isteğine işaret olduğunu belirtecektir (**).

1920 yılının sonunda, S.İ.Aralov'un anılarında anlattığı gibi, üç Türk savaş gemisinin -''Eddin Reis'', ''Preveze'' ve ''Şahin''- padişah hükümeti tarafına geçmek istemediler ve Sinop'ta İngilizler tarafından ele geçirilerek silâhsız bırakıldılar. Subayların önderliğinde 150 kişiden oluşan yurtsever mürettebat İngilizlerin elinden kurtulmayı başardı. Mustafa Kemal, Sovyet hükümetinden yardım istedi. V.İ.Lenin, Çiçerin'e Karadeniz Filosu Komutanlığıyla hemen temasa geçilmesini ve ne pahasına olursa olsun Türk gemilerinin barındırılmasını, onlara yiyecek verilmesini, silahlandırılmasını ve Mustafa Kemal'in yasal Türk Hükümeti'ne temsil edilmesini emretti.
1   2   3   4   5


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət