Ana səhifə

Altin destan


Yüklə 79.5 Kb.
tarix24.06.2016
ölçüsü79.5 Kb.
www.edebiyatdersi.net

ALTIN DESTAN



I

Sürüden koyunlar hep takım takım


Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım;
Asmanın üzümü dağılmış; salkım
Olmak ister, fakat bağban nerede?
Gideyim, arayım: çoban nerede?

II

Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış,


Coşkun ırmakların selleri kalmış,
Hanlar yok meydanda, illeri kalmış,
Düşenler çok ama, kalkan nerede?
Gideyim arayım: Hakan nerede?

III


Türk yurdu uykuda ey düşman sakın!
Uyuyan ülkeye yapılmaz akın.
Tan yeri ağardı, yiğitler kalkın.
Bakın yurd ne halde, vatan nerede?
Gideyim arayım: yatan nerede?

IV

Herkesin gözünde vatan öz yurdu,


Çitlerin yağısı, derenin kurdu,
Yad iller, Turan'da hanlıklar kurdu,
Turan'dan yadları koğan nerede?
Gideyim arayım: ogan nerede?


ZİYA GÖKALP

TURAN

Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin
Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil
Güzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.

Sahifelerde değil, çünkü Atilla, Cengiz


Zaferle ırkımın tetviç eden bu nasiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftira amiz
Muhit içinde görünmekte kirli, şermende;
Fakat şerefle numayan Sezar ve İskender!

Nabızlarımda evet, çünkü ilm için müphem


Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamiyle
Damarlarımda yaşar şan-ü ihtişamiyle
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:

VATAN NE TÜRKİYEDİR TÜRKLERE, NE TÜRKİSTAN


VATAN, BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR: TURAN


ZİYA GÖKALP

SEN NERDESİN

Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,

Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.

Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar,

Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar...

Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,

Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.

Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:

Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda,

Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,

Yollarını bekledim görüneceksin diye.

Senin için kandiller tutuştu kendisinden,

Resmine sürme çektim kandillerin isinden.

Saksıda incilendi yapraklar senin için,

Söylendi gelmez diye uzaklar senin için...

Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,

Saatler son gecenin geçti cenazesiyle,

Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,

Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü...

FARUK NAFİZ

VEDA

Hani o bırakıp giderken seni

Bu öksüz tavrını takmayacaktın?

Alnına koyarken veda buseni

Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

Hani ey gözlerim bu son vedada,

Yolunu kaybeden yolcunun dağda

Birini çağırmak için imdada

Yaktığı ateşi yakmayacaktın?

Gelse de en acı sözler dilime

Uçacak sanırdım birkaç kelime…

Bir alev halinde düştün elime

Hani ey gözyaşım akmayacaktın?

ORHAN SEYFİ ORHON

GÖNLÜM  

Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor çiçek çiçek.
Tükenecek ömrü böyle
Çırpınarak, titreyerek


Ne şerefli bir adı var,
Ne bir büyük maksadı var.
Her gün biraz zedelenen
İki ipek kanadı var


Sabırlıdır, gözü toktur,
Zavallının derdi çoktur.
Yorulunca konacağı
Bir yuvası bile yoktur.


Her şey ona karşı durur:
Güneş yakar, kış dondurur.
Bazı tutar kanadından
Bir fırtına yere vurur.


Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor titreyerek.
Zavallının bir baharlık
Ömrü böyle tükenecek!


ORHAN SEYFİ ORHON

DİYORLAR 

Ölürsem yazıktır sana kanmadan
Kollarım boynunda halkalanmadan
Bir günüm geçmiyor seni anmadan
Derdine katlandım hiç usanmadan
Diyorlar: “Kül olmaz ateş yanmadan
Denizler durulmaz dalgalanmadan!”

 Saadet benziyor boş bir seraba


Düşüyor her seven gönül azaba
Gelmiyor çekilen dertler hesaba
Diyorum: “Sebep ne bu ızdıraba?”
Diyorlar: “Kül olmaz ateş yanmadan
Denizler durulmaz dalgalanmadan!”


ORHAN SEYFİ ORHON

Çok eski bir zamanda,
Oğuz Han Hükümdarmış
İşitmiştim Turanda
Bir peri kızı varmış


Bu nazlı peri kızı,
Bu ne güzellik yıldızı,
Her gönülde bir sızı
Bırakarak yaşarmış.


Issız dağlarda gezer,
Yokmuş izinden eser,
Bazen göründüğü yer,
Bir sihirli pınarmış.

Yüzü pembe bir şafak,


Gülse güller açacak…
Yaşarmış elden uzak,
Dostları çobanlarmış.


Bu kız öyle güzel ki:
Çıldırtır aşkı belki,
O kadar muhayyel ki,
Akıllara zararmış.


Cefa imiş adeti!
Hiç yokmuş merhameti,
Sevmeyen bu afeti,
Sevenden bahtiyarmış.


Vurulurmuş kalbinden,
Bir kere onu gören,
Aşıkları tahminen,
Gür saçları kadarmış,


Gençlerin yüzü solmuş.
Gözleri yaşla dolmuş.
Aşkı bir afet olmuş,
Bütün cihanı sarmış…


Ulu Hakan Oğuz Han,
Bu kızı merak eder,
Görmek ister yakından.
Çağırtır yanına… Der:
Sevimli kız, güzel kız!
Dağ başlarında yalnız,
Yaşıyorsun, bu neden?
Bu güzelliğinle sen
Bir sihirli güneşsin!


Sevimli kız, güzel kız!
Tek yaratmaz, Tanrımız
Kimseyi tabiatta.
Var bir eşin elbette,
Sen de birine eşsin!


Kız, böyle tek yaşamak
Yaraşır mı hele bak!
Senin gibi güzele?
Gel, karış artık ‘El’ e
Neslimiz güzelleşsin!


Kız der ki: Ulu hakan,
Ben de sevdim bir zaman.
Vaktiyle genç bir çoban
Sevgilimdi, eşimdi;
Yalnızım fakat şimdi.


Dağlarda bahtiyar, şen,
Sevişerek yaşarken
Bir söz onu incitti;
Bana darıldı gitti
Ne kendi geldi geri;
Ne duyuldu haberi…
İşte o günden beri
Hissizim, kayıtsızım;
Tek yaşayan bir kızım.


Hakan düşünür biraz
Der: bu doğru olamaz!
Senin gibi güzel kız,
Daima böyle yalnız,
Dağ başında yaşar mı?


Kız der ki: Çare var mı?
Ben bir eşsiz güneşim,
Gösterin nerde eşim?
Sevenler beni belki,
Şu geniş göklerdeki,
Yıldızlardan daha çok,
Fakat istediğim yok.
İnanın buna sizde ;
Bulunmaz, içinizde.


Hakan derki: Ne zarar,
Bulunmazsa da, arar;
Şüpheden kurtuluruz.
Sen cevap ver, buluruz
İstediğini belki…
Kız der: O halde peki!
Kimlerse beni seven,
Haber verin şimdiden
Deneyim onları ben
Bir sihirli oyunla.


İçlerinden bana kim
Cevap verirse.. benim
O, olacak sevdiğim;
Ben yaşarım onunla!


Bu haber dalga dalga
Dağılır ortalığa.
Aşıklar uazak yakın
Yollardan akın akın
Gelirler zavallılar,
-hep birden genç-ihtiyar-
kapılıp ümitlere;
toplanırlar bir yere.
Peri kızı, güzel kız:
Ufka doğan bir yıldız
Gibi, yüksek bir gurur
İçinde gelir durur.


Silkinince ansızın
Değişir şekli kızın:
Kuş olur, çiçek olur,
Bazı kelebek olur.
Bir gül olur açılır,
İnci olur saçılır…
Bir buluta bürünür;
Bin şekilde görünür..
http://www.siir.kalemguzeli.net/
Aşıklar hep birden,
Şaşırıp kalır buna..
Bulunmaz crvap veren
Bu sihirli oyuna.
Kız: “Artık ne çare” der;
Hakana veda eder.
Ayrılacağı zaman;
Ta uzaktan bir çoban
-gözleri dolu yaşla-
helecanla, telaşla
koşar huzura girer:
“-Ruhsat olursa eğer
talihimi deneyim!
Sormayın kimim neyim..
Bir sevda havasıyla,
Bir hicranın yasıyla
Aşarak yüce dağlar,
Gezerken diyar diyar
Ansızın bu haberi
Duyunca döndüm geri.
Bir sevinçli duyguya
Kapıldım..Gönül bu ya!”


Hakan der ki o zaman:
Küstahlık etme çoban!
Bu kız senin ufkuna
Doğacak güneş değil.
Bir zavallı çobana
Laik olan eş değil.
Doğrusu şu telifin
Bu peri kızı için
Bir lekedir,bir züldür.


Kız der: o da gönüldür,
İncitmeyiniz sakın,
Ben razıyım bırakın


Dururlar kızla çoban
Karşılıklı o zaman..
Silkinince ansızın,
Değişir şekli kızın:
Kuş olur; uçup konar
Hakan’ın otağına.
Çoban bakar, ah eder;
O da bu sihri meğer
Biliyormuş eskiden.
Bir kafes olur hemen,
Bu güzel kuşu alır,
O anda kucağına.
- Bu birinci imtihan.
Bunu kazandın çoban!


Kuş silkinir ansızın,
Değişir şekli kızın:
İnci olur bu sefer.
Saçılır birer birer
Hakan’ın ayağına. http://www.siir.kalemguzeli.net/


Kafeste her yerinden
Dağılıp düşer hemen;
Bir sedef olur, alır
İnciyi kucağına.
-Bu ikinci imtihan.
Adın ne senin çoban?


İnci yanar ansızın,
Değişir şekli kızın,
Her inci bu sefer de
Bir başka çiçek olur


Canlanır hemen, yerde
Boş kalan sedeflerde
Birer kelebek olur.


Bir yanda, öyle renk renk
Açılırken çiçekler;
Bir yandan, titreşerek
Dolaşır kelebekler:


-Bu sonuncu imtihan,
Tanıdım seni çoban,
Anladım şimdi kimsin!


Sen beni tâ eskiden
Sevip sonra terk eden
Vefasız sevdiğimsin


Bunu artık iyi bil;
Eş olmam mümkün değil
Sen gibi vefasıza.


Çoban; gözünde yaşlar,
O zaman nakle başlar,
Macerasını kıza;

Sevda, o bir peridir,


“Karar etmez yerinde.
“Gönül ki serseridir,
“Dolaşır izlerinde.
“Sevda, o gizli bir ok,
“Görünmez kanatmadan.
“Kavuşmanın tadı yok,
“Ayrılığı tatmadan.
“Ben ki, pek çok ağladım,
“Gezdim hicrana giden
“Yolları adım adım.
“Beni artık yeniden
“Hicrana atma, güzel,
“Yeter ağlatma, güzel!

O her derde tahammül


“Gösteren deli gönül;
“Kâh eder dünyaya naz!
“Her dakika bulunmaz
“Bir halde, bir kararda.
“Sevdiği zamanlarda,
“Gül yaprağından ince,
“Bir sitem işitince
“Yaralanır derinden,
“İncinir her yerinden.
“Bir gündü.. yandı içim.
“Dağıldı hep sevincim…
“Elveda artık!…”Dedim.
“Tahammül edemedim.
“Bir söze, bir siteme.
“Düşün ki: Terk etmeme,
“Yine aşkımdı sebep!
“Serseri, dünyayı hep
“Dolaştım adım adım;
“Bir teselli aradım.
“Bulamadım kimsede,
“Bir günah ettimse de,
“Şimdi işit ahımı,
“Bağışla günahımı
“Düştüğüm aşka güzel!
“Sebep yok başka, güzel!
“Deniz geçtim, dağ açtım;
“Hayli sene dolaştım,
“Bahtım kara, saçım ak,
“Ne şekle girmişim bak!
“Başımın tacı güzel,
“Halime acı güzel! http://www.siir.kalemguzeli.net/


Oğuz Han: Artık yeter;
Bu gamlı sözlerle der,
Beni ağlatacaksın.


Şüphe etme ki çoban,
Sevdiğinin her zaman
Affına müstahaksın!


Var mı kızım, sende bak,
Bir başka eş olacak
Senin gibi güzele!


El verir bu ayrılık!
Gelin birleşin artık!
Haydi verin el ele
Geçsin neşe, eğlence
İçinde hep gününüz!
Tamam kırk gün, kırk gece
Yapılsın düğünümüz.


İşte hemen o günü,
Başlayan bu düğünü
“Felek” dedikleri pir
Görünce, girmiş denir
Yeniden bir yaşına!
Bu düğün öyle uzun,
Sevinçli bir düğün ki;
Bu, şerefli gün ki:
Darısı yurdumuzun
Güzelleri başına!


ORHAN SEYFİ ORHON

O BEYAZ BİR KUŞTU

O, beyaz bir kuştu, uzun kanatlı;

Ardında ışıktan bir iz bıraktı.

Yek gibi dağları aştı bir atli,

Arada bir engin deniz bıraktı.

Uzaktan gelirken derin akisler,

Kapadı geçtiğim yolları sisler.

Tutuştu içimde birikmiş hisler;

Gönlümü o kadar temiz bıraktı.

O, beyaz bir kuştu ak kanatlıydı;

Yel gibi dağları aşan atlıydı;

Hayâldi, hayâlden bile tatlıydı;

Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı

Orhan Seyfi Orhon

GEMİCİLER

Biz dalgalar, fırtınalar kahramanı yiğitleriz.
Ufuklardan ufuklara haber sorar, gezeriz.
Güneşlerde uyuklayan yamaçları,
Kalbi durgun tarlaları bıraktık.
Gölge veren ağaçları
Sevmiyoruz biz artık.
Sevgilimiz,
Ey deniz!

İşte biz;


Nihayetsiz
Mavilikler yolcusu!
Ruhumuzun kardeşidir
Güneşlerde parlayan bu yeşil su.
Bayrağımız yeşil sular ateşidir.
Biz bayrağın fedaisi sayısız Türk genciyiz.
Biz hilale şan arayan korku bilmez gemiciyiz.
Ey vatandan müjdelerle bize kadar gelen rüzgâr!
O sarışın sahillerde kara gözlü genç kızlar,
Yaz gecesi mehtap ile konuşurken,
Doğru söyle, sordular mı bizleri?..
Nasıl cevap verdiği gökten
Gemimizin rehberi,
O vefakâr
Yıldızlar?..

Poyraz var;


Yelken dolar.
Gemi sanki kanatlı!
Enginlerde pembe güneş
Gülümserken bu yolculuk ne tatlı!
Çal sazını kalenderce yiğit kardeş!
Nağmelerin yorulmayan dalgalardan bahtiyar.
Gönderelim bu ahengi o sevgili yurda kadar...


ENİS BEHİÇ KORYÜREK

MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI – 2

Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim,


Atlantiğin dibinde
dirseğime dayanmış.
Bakıyorum yukarıya:
bir denizaltı gemisi görüyorum,
yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde,
yüzüyor elli metre derinde,
balık gibi, efendim,
zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum.
Orası camgöbeği aydınlık.
Orda, efendim,
orda yeşil, yeşil,
orda ışıl ışıl,
orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum.
Orda, ey demir çarıklı ruhum,
orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum,
orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,
orda bir hamam tasının mahrem şehveti,
mahrem şehveti efendim,
gümüş kuşlu bir hamam tasının
ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları.
Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları
kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının,
orda hayat, tuz, iyot,
orda başlangıcımız, Hacıbaba,
orda başlangıcımız
ve orda hain, çelik ve sinsi
bir denizaltı gemisi.
400 metroya kadar sızıyor ışık.
Sonra alabildiğine derin
alabildiğine derin karanlık.
Yanlız ara sıra
acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde
ışık saçarak.
Sonra onlar da yok.
Artık dibe kadar inen
kat kat kalın sular kati ve mutlak
ve en dipte ben.
Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba,
upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin
dirseğime dayanmış,
bakıyorum yukarlara.
Avrupa Amerika’ dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır
dibinde değil.
Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra.
Omurgalarının altını görüyorum,
omurgalarının altını.
Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri.
Dümenleri ne tuhaf suyun içinde
İnsanın tutup tutup kıvırası geliyor.
Köpekbalıkları geçti gemilerin altından,
karınlarını gördüm
ağızları da orda.
Gemiler şaşırdılar birdenbire,
herhalde köpekbalıklarından değil.
Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim
bir torpil.
Gemilerin dümenlerine baktım:
telaşlı ve korkaktılar.
Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı,
gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini
karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı.
Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz.
Gazgemileri düşmana ateş açarak
insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak
batmaya başladılar.
Mazot, gaz, benzin,
tutuştu yüzü denizin.
Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,
yağlı ve yapışkan
bir alev deryası efendim.
Kıpkızıl, gömgök, kapkara,
arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara.
Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.
Köpürüp, dağılıp parçalanmalar.
Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak.
Gece uykuda gezenler gibi bir hali var:
lunatik.
Geçti kargaşalığı,
girdi deniz dünyasının cennetine.
Fakat durmadan iniyor.
Kayboldu ıslak karanlıkta.
Artık baskıya dayanamaz, parçalanır.
ve direği, efendim, bacası yahut
nerdeyse yanıma düşer.
Yukarda insanla dolu denizin içi.
Bir tortu gibi dibe çöküyorlar
tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba.
Baş aşağı, baş yukarı,
uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları.
Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan
onlarda iniyorlar dibe doğru.
Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.
Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası
ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi.
39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce
Münihli Hans Müller
Hitler hücum kıtası altıncı tabur
birinci bölük
dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.

Münihli Hans Müller


üç şey severdi:
1-Altın köpüklü arpa suyu
2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna.
3-Kırmızı lahana.

Münihli Hans Müller için


vazife üçtü:
1-Çakan bir şimşek
gibi mafevke selam vermek.
2-Yemin etmek tabancanın üzerine.
3-Günde asgari üç çıfıt çevirip
sövmek silsilelerine.

Münihli Hans Müller’in


kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:
1-Der Führer.
2-Der Führer.
3.Der Führer.

Münihli Hans Müller


sevgisi, vazifesi ve korkusuyla
39 ilkbaharına kadar
bahtiyar
yaşıyordu.
Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli
Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli
Anna’nın
tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine
şaşıyordu.
Diyordu ki ona:
-Bir düşün Anna,
yepyeni bir manevra kayışı takacağım,
pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben.
Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin,
balmumundan çiçekler takacaksın başına.
Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz.
Ve mutlak
hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.
Bir düşün Anna,
tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye
top, tüfek yapmazsak eğer
yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?

Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler


çünkü doğamadılar,
çünkü henüz, efendim, Anna’yla zifaf vaki olmadan önce
bizzat harbe girdi Hans Müller.
Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında
dibinde Atlantiğin
benim karşımda durmaktadır.
Seyrek sarı saçları ıslak,
kırmızı sivri burnunda esef,
ve ince dudaklarının kıyılarında keder.
Yanı başımda durduğu halde
yüzüme çok uzaklardan bakıyor,
İnsanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.
Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna’yı,
ve artık bir daha arpa suyu içip
yiyemeyecek kırmızı lahanayı.
Ben bütün bunları biliyorum, efendim,
ama o bütün bunları bilmiyor.
Gözü bir parça yaşlı,
silmiyor.
Cebinde parası var,
çoğalıp eksilmiyor.
Ve işin tuhafı
artık ne kimseyi öldürebilir
ne de kendisi ölebilir bir daha.
Şimdi şişecek birazdan,
yükselecek yukarıya,
sular sallayacak onu
ve balıklar yiyecek sivri burnunu.

Ben
Hans Müller’e bakıp, Hacıbaba, bunları düşünürken


yanımızda peyda oluverdi
Liverpul Limanından Harri Tomson.
Gazgemilerinden birinde serdümendi.
Kaşları ve kirpikleri yanmıştı.
Gözleri sımsıkı kapalıydı.
Şişman ve matruştu.
Bir karısı vardı Tomson’un:
tavan süpürgesi gibi bir kadın,
tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz
ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz.
Bir oğlu vardı Tomson’un:
altı yaşında bir oğlan, Hacıbaba,
tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa.
Tuttum Tomson’un elinden.
Açmadı gözlerini.
“-Vefat ettiniz” dedim.
“-Evet ” dedi, “İngiliz imparatorluğu ve hürriyeti için:
Canım isterse, harp içinde bile Çörçil’e sövmek hürriyeti
ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna.
Fakat değişecek hürriyette bu son bahis,
harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz.
Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri.
Adalet: ihtilalsiz.
Ben İngiliz İmparatorluğu’nu dağıtmaya gelmedim, dedi Çörçil.
Ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim:
buna Kenterburi başpiskoposu
bizim tredünyonun reisi
ve karım razı değil.
Ay bek yur pardın.
İşte bu kadar,
nokta, son.”
Sustu Tomson.
Ve ağzını açmadı bir daha.
İngilizler fazla konuşmayı sevmezler,
hele hümoru seven ölü İngilizler.

Tomson’ la Müller’i yanyana yatırdım.


Şiştiler yan yana,
yan yana yükseldiler yukarı doğru.
Balıklar Tomson’u afiyetle yediler,
fakat dokunmadılar ötekisine,
Hans’ın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan.
Hayvan deyip geçme, Hacıbaba,
sen de hayvansın ama
akıllı bir hayvan…

NAZIM HİKMET

BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM 

Ben
senden önce ölmek isterim.


Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun ki
içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sende ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar…
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
 Bu düzelir herhalde.

Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde ?


İçimden bir şey:
belki diyor.

NAZIM HİKMET

YAYLA DUMANI

Gümüş bir dumanla kapandı her yer;


Yer ve gök bu akşam yayla dumanı;
Sürüler, çimenler, sarı çiçekler,
Beyaz kar, yeşil çam yayla dumanı!

Ben de duman olsam senin yerine,


Dağılsam dağların şu mahşerine;
Güzelin saçına ve gözlerine
Ben girsem, ben dolsam yayla dumanı!

Beni içerine aldın dağ gibi,


Doldun gözlerime bir rüya gibi;
Bende güneş gibi, yüce dağ gibi
İçinde kaybolsam yayla dumanı!


Ömer Bedrettin Uşaklı

SARIKIZ MERMERLERİ

Afrodit, aşk tahtını kurmuş yüksek başında,
Yakubun rüyasından sanki iz var taşında...
Şahikanda yaşamış efsane dünyaları,
Senden birer parçaymış kainatın dağları...
Yalçın tepelerinde kartal saklı yuvalar,
Eteğinde Aşil'den ses veren Truvalar;
Binbir çiçek açarken ormanlarında yer yer,
Saçlarını tararmış körfezinde periler...
Bahar, meşalelerle sende alkışlanırmış,
Yapraklar solarken de başında ağlanırmış...
Venüs, şen sahilinde yatarmış kumsallara,
Her taşın bir taç gibi sunulmuş krallara...
İlyad'ı çamlarının dibinde yazmış Homer,
Lesbos'tan akşamları seyretmiş seni Bodler...
Barbaros, göklerinde tanımış ülkelerini,
Yeşil ormanlarında yapmış gemilerini...
Sarıkız'ın derdiyle çatlamış kayaların,
Sarıkız'ı anarak esiyormuş rüzgarın...
Taşında ve suyunda ağlıyor onun sesi,
Zümrüt tepelerinde türkmenlerin kabesi...
Mağrur güzelliklerin ruhunda ve tenimde,
Senin yüksek başından dileğim var benim de...
Bir şey istemiyorum, ne çiçek, ne de çemen...
Ne dağ çileklerinden, ne beyaz çam balından,
Ne gemiler yapılan o kızıl çam dalından...
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden...
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Ne üstüne destanlar, sevdalar yazmak için;
Ne şekilsiz derdime bir şekil kazmak için...
Fıskiyeli havuzlar, heykeller kurmuyorum;
Mermerinden saraylar yapıp oturmuyorum;
Bir şelale parçası, bir kevser ister gibi,
Onu çürütmeyecek bir cevher ister gibi;
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden;
Sarıkız'ın gözyaşı damlamış bir yerinden
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Toprağına gömdüğüm bir dağ sümbülü için,
Eteğine koyduğum bir küçük ölü için...
Ömer Bedrettin Uşaklı

NE YAĞMUR NE ŞİİRLER



Soruyorum sevgilime
- Darağacından Notlar’ı okudun mu?
Bu bizim hayatımız.
Gece doluyor içeri
Yıldızlarıyla.
Üç ilde
Sıkıyönetim var.
“Askeri savcı”
Sözü
Yer alıyor
Günlük bir sözcük olarak
Hayatımızın sözlüğünde.
Aşklar kelepçeli
Güney Amerika’da.
Kederden
Geberiyorum.
Herkes hayatını anlatıyor.
Deli anneler
Yıkık binalar
Paramparça
Bir gençlik
Yaşadığımız.
Hayatımızın kanadığını görmüyor musun?
- Darağacından notları’ı okudun mu?
İşkence
Ve umut
Şiiri fışkırtır.
Ruhumun yaralarını saracak
Şafağın sözcüklerini
Arıyorum.
“Kalın devrimci romanların
Sonundaki keder”
Kalın
Devrimci
Bir roman olarak hayatımız.
- Darağacından Notlar’ı okudun mu?
Sevgilim
Seni
Öpüyorum.
Her gün
Geçtiğim denize
Yabancılaşmasam
Bütün hayatları
Anlatabilsem.
Ölüme karşı
Dururken bir adam
Tek bir mısra halinde
Hayatını
Okuyor.
Çıldırasıya
Boğuntuluyum.
Çıldırasıya
Bir özlem
Günler ve Prag
Ve trenler
Ve alıp beni
Götüren keder.
Günleri zincire
Vuruyorlar.
Aşklar kelepçelidir.
Güney Amerika
Çe Guevara.
Her şeyi bir bir
Anımsıyorum.
Kalın
Devrimci romanları.
Hayat
Dolduruyor beni
Nasıl
Yıkık bir binayı
Gökyüzü doldurursa.
- Darağacından
Notları’ı okudun mu?
Prag’da
Bir sevgilim var.
Ve ikinci dünya savaşı
Ve tanklar
Ve ellerim
Sana son kez dokunduğunda
Artık
Senin
Olmayacağını bilmek;
Artık
Olmayacağımız.
Çünkü
Çıkış yok buradan.
Silah sesleri
Bir bahar.
Ey uçuşan
Güvercinleri kalbimin.
Ey bir imkanı
Yaşamak duygusu.
Ey içime
Sindirdiğim sevgin.
Prag’daki
Sevgilim.
Karlı gecelerde
Anımsarım seni
Yağmurlar altında
Dolaştığımız Litvanya’yı.
“Kanal”ı
Seyrederken
Bütün Slav
Ve Slavak güzellikleri.
Kalın sesli
Kadınlar.
Ortodoks
Hüznü.
Ve “Tütün”ü
Okurken
Ve Fuçiği.
Kanımızla
Yazılmıştır
Hayatın destanı
Toprakta
Dudaklarımızın
İzi var.
Ve donup kaldığımız
Cephelerde
Buruşuk
Mektuplar
Ve yerlerine
Ulaşmamış.
Savaş
Ve keder
Ve şiirler
Korkunç bir
Aşk özlemi.
İnsanlara
Duyduğum sevgiden
Boğulurcasına
Kalbimi
Çatlatırcasına
İmgeler
Ve trenler boyunca
Taşıdığım.
Şehirlerden
Geçerek
Ve her bir insanın
Bakışlarında
Köyler ve uzak
Duygular.
Sonsuzca seninle
Sevişme özlemi
Ve erkek olduğumun
Bilincinde olarak
Ve idama
Giden bir adamın
Karısına
Bıraktığı
Mektup kadar
Çağdaş ve anlaşılır.
Ekmek kadar
Kederli.
Vaptzarov’un
Şiirleri kadar.
Sevgilim, binlerce kilometreye
Yayılan kalbim
Ve gözyaşlarım
Ve her şeye
Yetişme duygusu.
Bütün romanları
Yutarak
Bütün aşkları
Yaşayarak
Ve çağdaş ve sarsak
Kalbimi
Avutamaz
Ne yağmur...
Ne şiirler...


Ataol Behramoğlu

Ala Geyik

Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım,acıktım.

Buldum yerde bir erik,


Kaptı bir Ala Geyik.

Geyik kaçtı ormana,


Bindim bir ak doğana.

Doğan, yolu şaşırdı,


Kaf Dağından aşırdı.

Attı beni bir göle;


Gölden çıktım bir çöle,

Çölde buldum izini,


Koştum, tuttum dizini.

Geyik beni görünce,


Düştü büyük sevince.

Verdi bana bir elma,


Dedi, dinlenme, durma.

Dağdan yürü, kırdan git,


Altın Köşke çabuk yet.

Seni bekler ezeli,


Orda dünya güzeli.

Bin yıllık çile doldu!


Bunu dedi, kayboldu.

Yedim sırlı elmayı,


Gördüm gizli dünyayı.

Gündüz oldu, geceler;


Ak sakallı cüceler,

Korkunç devler hortladı,


Cinler, cirit oynadı.

Kesik başlar yürürdü,


Saçlarını sürürdü.

Bir de baktım, melekler,


Başlarında çiçekler.

Devlere el bağlıyor,


Gizli gizli ağlıyor.

Kılıcımı çıkardım,


Perileri kurtardım.

Kurtardığım periler,


Adım adım geriler,

Kanadını açardı,


Selam verir, kaçardı.

Az, uz gittim, dolaştım,


Altın Köşke ulaştım.

Bir kapısı açıktı,


Öteki kapanıktı.

Kapalıyı açarak,


Açığa vurdum kapak.

At önünde et vardı,


İt, ot yemez ağlardı;

Otu ata yedirdim,


Eti ite yedirdim.

Açtım bir elmas oda;


Dev şahı uykuda

Gördüm, kestim başını,


Dedim, Ey dev nerede?

Nerede Dünya Güzeli?


Dedi, Elinde eli!

Döndüm, baktım. Bir Kırgız


Elbiseli güzel kız.

Durmuş, bakar yanımda,


Şimşek çaktı canımda.

Güldü, dedi, Türk Beyi!


Tanıdın mı geyiği?

Kimse, beni bu devden


Alamazdı. Ancak sen,

Kaya deldin, dağ yardın,


Geldin, beni kurtardın.

Ah o imiş anladım,


Sevincimden ağladım,

Dedim, Turan Meleği!


Türkün yüce dileği!

Yüz milyon Türk bu anda


Seni bekler Turanda.

Haydi, çabuk varalım,


Karanlığı yaralım;

Sönük ocak canlansın,


Yoksul ülke şanlansın

İndik, iti okşadık,


At sırtına atladık.

Geçtik nice dağ, kaya,


Geldik Demirkapıya.

Kapanması, çok yıldı,


Açıl! dedim, açıldı.

Yol verince gizli yurt,


Aldı bizi Bozkurt,

Kaf Dağından geçirdi,


Türk Eline getirdi.

Ziya Gökalp


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət