Ana səhifə

Sanat, sanatçI, sanat eseri ve ahlâk yrd. Doç. Dr. Bayram akdoğAN


Yüklə 200.5 Kb.
səhifə2/4
tarix24.06.2016
ölçüsü200.5 Kb.
1   2   3   4

Sanat ve Tasavvuf

Kânatta cereyan eden her olayı ve orada mevcut olan her varlığı, estetik bir mesaj olarak algılama bakımından insandan daha hassas bir varlık yoktur. Bu kaide normal her insan için geçerliyken, sanatçı olan veya sanat ruhuna ve anlayışına sahip olan insanların bu hassasiyeti çok daha fazladır. Bir sanatkâr, içinde yaşadığı âleme bir aşk ve vecd adamı olarak, estetik bir anlayışla yaklaşır. Bir ilim adamı, müşahede esnasında duygularını susturarak, saf akılla hareket etmeye çalışırken, bir sanatkârın müşahedesinde akıl ve zeka, duygu çağlayanı ile birlikte sürüklenen birer çalı çırpı durumundadır. İlim adamı duygulardan arınarak, sadece akıl ile doğruyu bulmak isterken, sanatçı, duygularını incelterek ve yücelterek aşk ve gönül yolu ile gerçeği ve güzeli bulmaya çalışır17.

Sanat, sadece duygudan ibaret değildir. Onda, fikrin, tefekkürün ve aklın bütün çilesi vardır. Fakat unutmamak gerekir ki, sanat, ilimden çok ibadete benzemektedir. Bu durumu özellikle İslâm sanatkârlarında gözlemek mümkündür. İslâm sanatkârı, tam bir mutasavvıf gibi eser verirken, seyr-i âfakî, seyr-i enfüsî ve seyr-i mutlak merhalelerinden geçerek gittikçe yücelen bir güzel idealinin peşine takılır18. İşte bundan dolayıdır ki, İslâm sanatkârları aynı zamanda ya mutasavvıftırlar yahut da mânevî zevklerden haberdardırlar.

Sanat, tasavvuf terbiyesi içerisinde öğrenilir ve uygulanırsa, asıl verim o zaman elde edilir. Bizim sanat eserlerimizde bu müşahede edilmektedir. Bu tasavvuf zevkini mimaride, nakışta ve mûsikîde yakalamak tamamen bir formasyon meselesidir. Fakat bu zevki şiirde apaçık görmek mümkündür. Onun için bizim şairlerimizin hazırladıkları her bir divân, tasavvuf okyanusuna doğru yol alan birer ırmak gibidir19.

Bu açıklamalardan gayet açık ve net olarak anlaşılıyor ki, sanatla tasavvuf, diğer bir tabirle, sanatçı ile mâneviyat arasında çok sıkı bir alâka vardır. Sanat eseriyle mâneviyat arasında böyle bir alâka söz konusu olunca, dolaylı olarak sanatçı-maneviyat ilişkisi gündeme gelmektedir. O halde, çeşitli dallarda yetiştirilecek sanatçıların nasıl bir eğitimden geçmeleri gerekir ki, istenilen evsafta sanatçı meydana gelsin. Şimdi de sanat eğitimi konusuna geçelim.


Sanat Eğitimi

İnsanı eğitmede veya biçimlendirmede güzel sanatların çok önemli bir yeri vardır. Güzel sanatlar, sadece ferdin heyecanlarını inceltmeye, duygularını yüceltmeye yaramakla kalmaz, cemiyetlerin de birlik ve bütünlük içinde gelişmesine ve orijinal bir millî zevk etrafında toplanmasına vesile olur. İşte bu sebepledir ki, her milletin hayatında güzel sanatlar eğitimi çok önemli bir yer tutar. Bunun için devlet bütçesinden büyük tahsisat yapılır. Ülkelerin millî eğitimi plânlanırken, pedagoglar, ilim kadar, ahlâk kadar estetiğin de programlarda yer almasını isterler. Eğitim psikologları, güzel sanatların ferdin kendini ifade etmede oynadığı rolü belirtirlerken, eğitim sosyologları, cemiyetin yoğrulmasında güzel sanatların veya estetiğin önemini ortaya koymaya çalışırlar20. İnsan eğitimi başlı başına bir sanattır. Onun herhangi bir sanat dalında eğitimi ise, sanat içinde sanattır diye düşünüyoruz. Bu bakımdan insanın, sanat dallarından birisinde eğitilmesi olayı çok hassas, ciddi ve önemli bir hadisedir.

Sanat zorlamayla olmaz ve zorla öğretilmez. Tolstoy’un da dediği gibi sanat gönülle öğrenilir. Sanat insanın içinden kaynayarak gelir21. Çoğu zaman gençlik yıllarında her hangi bir sanat dalında eğitim görmemiş fakat bunun eksikliğini sonradan fark etmiş olan aileler, çocuklarını -ilgisi olsun olmasın- ille de bir sanata yöneltmek isterler. Tabii ki ailenin veya birilerinin zoruyla olan bu ilgi de fazla devam etmez. Başkasının isteğiyle sanata yönelen bir kimsenin başarılı olması da çoğu zaman mümkün değildir. Çünkü sanat, zorlama ile veya dış etkiyle olmaz. Sanat içten gelen ve fedakârlık isteyen bir iştir. Bu bakımdan Tolstoy:

“Şunu hiç unutmamalıdır ki, sanat, bir fedakârlık abidesidir. Eğer siz fedakârlığa talip değilseniz, milyonlarca insanın ömrünü verdiği bu müesseseye katılmaya hakkınız yok demektir”22 diye söylemektedir. Sanat eğitimine çok küçük yaşta başlanmalıdır. Çünkü sanatlar kısa sürede öğrenilecek kadar basit işler değildir. Kısa sürede öğrenilen bir iş de sanat olmaz. Her hangi bir sanat dalını bütün incelikleriyle öğrenmek bir ömür almaktadır. Sanatında tanınmış kişileri araştırdığımızda onların, hayat boyu tek bir meslekle yetindiklerini ve onu da daima en iyiye ve en mükemmele götürmek için çalıştıklarını görebiliriz.

Güzel sanatlar eğitiminde, eğitim ve öğretim kadrosunun oluşturulması da çok önemlidir. Genç kabiliyetler, kendilerine rehberlik edecek her yönüyle güçlü kadrolara muhtaçtırlar. Güzel sanatlar, usta-çırak ilişkileri içinde gelişir. Bu diyaloglarda ustanın tecrübe ve şahsiyeti kadar, çırağın kabiliyet ve şahsiyeti de önemlidir. Usta, çırağı bir mukallit olarak yetiştirmez, ona bizzat kendini keşfettirir. Aslında en iyisi, genç kabiliyetleri değişik zamanlarda, değişik ustaların terbiyesine vermek daha yararlıdır. Unutulmaması gereken önemli bir husus, güzel sanatlar eğitimini sadece bir usta-çırak ilişkisi olarak görmemek gerekir. Aksi halde, eğitim sahası daralır, taklide, tekrara ve monoton bir eğitim şekli ortaya çıkar. Buna mahkûm olan sanatçılar da, güzel sanat eserleri üretmek yerine, para kazanmak psikolojisiyle hareket ederlerdi. Nitekim Walt Disney’in atölyelerinde bu sitilde çalışan ve sürekli miki fare resimleri yapan binlerce zanaatkârın olduğu söylenmektedir23.

Sanat hem teorik ve hem de pratik olarak bilindiği zaman olgunluğa ulaşır. İstisnaları olmakla birlikte, günümüzde bazı sanatçıların teoriyi, bazılarının da uygulamayı bilmedikleri bir gerçektir. Bu tip sanatçıların her ikisi de eksiktir. Gerçek sanatçı, sanatının teorisini de pratiğini de bilen kişidir. Aslında sanatsal duyarlılığa sahip olmak içten gelen bir şeydir. Sadece okuluna gitmek ve eğitimini görmekle sanatçı olunmaz, Hiçbir okul insana, sanatsal duyarlılığı edinip, kullanmayı öğretemez24.

Sanat, insanlığın menfaati ve faydası içindir. Eğer uğrunda ömür verilen, nice zahmetlere katlanılan sanat, insanları ezmek veya sömürmek için kullanılırsa, bu durumda sanatın faydasından değil de zararından bahsetmek gerekir25.

Sanat için, “güzelliğin tasviridir” diyenler vardır, gerçekte de öyledir26. Bütün sanat eserlerinde güzel şeyler ortaya konulmaya çalışılır. Sanatta “güzel”, her yerde var olduğunu gösterdiğimiz iç değer ilkesine göre aranmalıdır. Bu “güzel”, bize bir çok vesile ile faydalı olan iç gereklilik ve büyüklük açısından değerlendirilmelidir27. Bu arada güzellik mefhumunun kişiden kişiye çok değişken olduğunu unutmamak gerekir28. Çünkü birçoklarının anlamadığı nokta, sanatta yücelik için gerçek estetiğin şart olduğudur. Tolstoy, sanatla ilgili birkaç genel tespit ileri sürmektedir:



  1. Sanat, hayvanlar dünyasının dışında ortaya çıkan bir kavramdır.

  2. Sanat, insan tarafından hissedilen, algılanan duygu ve düşünce zincirinin ahlâk kuralları çerçevesinde tasviri veya resmidir.

  3. Sanat, kişisel çıkarlar gözetilmeden yapılan, zahmetli, buna rağmen diğer insanlara doyumsuz zevk veren etkinliktir29 demektedir.

Dünya ülkeleriyle diyaloglarımız arttıkça, diğer ülkelerle ilişkilerimiz çoğaldıkça, sanat dallarına ne kadar önem vermemiz gerektiği de gündeme gelmektedir. Ülkemizde bütün sanat dallarında tam bir atılım şarttır. Bunun için çok şuurlu bir estetik eğitimi plânlanmalı, güzel sanatların bütün dallarında, ecdadın ortaya koyduğu eserler incelenmeli, yazdıkları okunmalı, sağlam ve objektif bir kriterden geçirilerek estetiğimizin esasları billûrlaştırılmalı ve hazmedilmelidir. Bunun arkasından, bu alanda çağdaş gelişmeler kaynaklarından araştırılmalı, muhtelif milletlerin ve medeniyetlerin sanat ürünleri, mukayeseli bir biçimde gözden geçirilmeli ve elde edilen bu kültür, genç kabiliyetlere aktarılmalıdır. Daha sonra genç kabiliyetler adeta devşirilerek vatan sathında araştırılmalı ve onları zengin bir kültür ve teknikle desteklemelidir. Her şeyden önce onlara, millî ve mukaddes kültür değerlerimizi çağdaş seviyenin üstüne çıkarma ülküsü verilmelidir30. İşte bir sanatçı bu duygu ve değerlerle yetiştiği zaman, halkın da takdir ettiği kaliteli bir sanatçı olur ve böyle yüksek değerleri haiz olan bir sanatçı da halkı, vatan ve milleti için çok önemli eserler ortaya koyabilir. Kaliteli eserler de, içte ve dışta, vatan ve millet için bir kuvvet potansiyeli oluşturur. Bu güç için sınır ve hudut yoktur. Bu öyle bir güçtür ki, önü açıktır, engelsizdir ve sonsuz bir hürriyete sahiptir.

Sanat Bir Güçtür

Tarihte, her zaman ve mekânda olduğu gibi sanat aynı zamanda bir güçtür. Bu gücün sadece iyilik ve doğruluk için değil, kötülük ve küfür için de kullanılabileceğini unutmamak gerekmektedir. Özellikle içinde bulunduğumuz toplumda, dindar çevreler tarafından, en popüler sanatlardan biri olan mûsikînin gücü fark edilmemiş, çok amaçlı kullanılabileceği hesaba katılmadan bu sanat dışlanmıştır.

Güçlü sanat anlayışına ve uluslar arası yarışabilecek güçlü sanatçılara sahip olan ülkeler, dünyada seslerini duyurabilme gücüne sahiptirler. Bir futbol maçında veya spor dallarının her hangi birinde bu başarıyı yakalayanların günlerce dünya medyasını nasıl meşgul ettiklerini görmekteyiz. Sanat dallarında da böyledir. Uluslar arası düzeydeki bir müzisyenin, bir mimarın veya heykeltıraşın ne denli bir tanıtım ve reklâm gücüne sahip olduğu meydandadır.

İslâm âleminde bu tip faaliyetler çok ihmal edilmiş, sanatın evrensel gücü yeni anlaşılmaya başlanmıştır31. Ekonomik ve hayat standartları açısından çok geri kalan İslâm dünyasının, sanat ve spor dallarına da gereken ilgiyi göstermemesinden dolayı, uluslararası düzeyde, hiçbir programın gündeminde yer alamamış, maalesef her konuda sessizliğe gömülmek zorunda kalmıştır. Halbuki sanat dallarından sadece birisi olan mûsikîde neler yapılamaz ki? Böyle güçlü bir sanatı, esası olmayan bir takım gerekçelerle din uygun görmüyor deyip, tembelliğimizi dinin sırtına yüklemişiz ve ihmal etmişiz. Halbuki, ses ve melodinin Allah’ın kullarına bir ihsanı ve bağışı olduğu düşünülmelidir. Onun, bir tedâvi aracı olarak kullanılmasından tutun da, duygu ve düşüncelerin ifade edildiği bir araç olmasına varıncaya kadar mûsikî, insan hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Bunu görmezlikten gelmek mümkün değildir. Ğinâ ve raks faydasız ve boş şeylerdir, din için de dünya için de faydası yoktur diyerek toplumdan uzaklaştırılan sanatların32, toplumun islahı, İslâm’ın tebliğinde kullanılması, gençlerin insanî özellikler doğrultusunda eğitilmesi konularında yararlanılabileceği hususu göz ardı edilmiştir. Dini hüküm açısından da kullanılma niyeti önemlidir. Hal böyle olunca mûsikîyi de, sesin ve nağmelerin yaratıcısı ve gerçek sahibi adına, O’nun zikredilmesi niyetiyle kullanılması çok önemlidir33.

Aslında sanat dallarından sadece birisi olan mûsikî, insanın inancıyla değil tabiatıyla ilgilidir. İslâm, insanın tabiatıyla ilgili olan hiçbir hususa karşı çıkmamıştır. Müslüman demek hayata küsmüş insan demek değildir. Müslümanın da eğlenmeye, neşelenmeye, sevinmeye, hayatını diri ve canlı tutmaya, hayattan zevk almaya ihtiyacı vardır. Tabii ki bunlar meşrû ölçüler içinde olması gerekir. Güzel sesi yaratan Allah’tır. Dolayısıyla insanların, kuşların, çeşitli hayvanların, tellerin, ağaçların sesinin sakıncası nedir? Bu seslerin ahenkli bir şekilde işitilmesi neden günâh olsun ki? Bu sesler eğer bir kötülüğe sebep olmuyorsa bunları dinlemekte neden bir sakınca olsun ki? Günlük yaşantımızda, Müslümanı inançları, amelleri ve ahlâkî ölçüleri doğrultusunda diri tutacak, ona ruh verecek, ruhuna tazelik getirecek, onu coşturacak müziğe çağımızda şiddetle ihtiyaç vardır. Asırlarca ihmal edilen bu alan ciddi bir şekilde ele alınmalı ve bir İslâm müziği anlayışı içinde hayatın her alanını kapsayacak tarzda bu sanattan yararlanmalıyız34.

Sanat bir oyun, oyalanma aracı veya bir lüks değildir. Gerçi sanatın doğuşunda, kaynağında ve kökeninde oyunun bir yeri olduğu ileri sürülür. Ancak sanat önünde sonunda denge ve tutarlılık içinde bir evrensel bildiri taşır35.

Sanat, insana incelik ve zerâfet duygusunu kazandıran çok önemli bir olgudur. Bütün sanatlarda, sanatçının ince bir ruh, düşünce ve estetik anlayışı görülür ki, bu durum, Kur’ânın insana kazandırmaya çalıştığı ahlâktır. Bunun için, Kur’ân-ı Kerîm insanı sık sık düşünmeye ve tefekkür etmeye davet eder36.

Kısaca sanatın sahip olduğu gücü şöyle özetleyebiliriz:



  1. Sanat ortamı, hoşgörü, güzellik ve sevgi ortamıdır.

  2. Sportif faaliyetler, çeşitli sanat dalları ve kültürel faaliyetler insanları iyi yönde kanalize etmek için önemli araçlardır.

  3. Sanatsal faaliyetler insanların kaynaşmasına, hatta ulusların birbirleriyle sıcak diyalog kurmalarına vesile olan güçlü bir iletişim vasıtasıdır.

  4. Sanatsal faaliyetler ülkemizin hariçte tanıtılması için çok önemli eylemlerdir.

Sanatın sahip olduğu etkin gücü ifade ettikten sonra, sanatın bir başka yönüne değinmek istiyoruz ki, bu da sanatta gerçekçilik olayıdır.

Sanat ve Gerçekçilik
Sanatta gerçekçilik kavramı, ne yazık ki, esnek ve belirsizdir. Gerçekçilik kimi zaman nesnel bir gerçekliği tanıyan bir tutum, kimi zaman da bir anlatım yolu ya da bir yöntem olarak tanımlanır. Bu ikisini ayıran çizgi de her zaman kesin değildir37. Gerçek sanatın hakikatleri yansıtması gerektiğini söyleyen Tolstoy, sanatta önemli olan, bir takım karakterler yoluyla hikâye anlatmak değil, okuyucuya dünya ve âhiret gerçeğini hatırlatmaktır. Bu yazarlar eğer Allah yolunda yazdıklarını iddia ediyorlarsa da inkârcıdırlar. Onlar sık sık tekzip edilebilen yazarlar olacaklardır. Çünkü bu kimseler, hiçbir yararı ve anlamı olmayan yazılarıyla insanların vaktini öldüren kişilerdir38 diyerek, sanat eserinin kaliteli olması gerektiğini ve boş şeyler yazarak insanlara vakit kaybettirmemeğe özen gösterilmesini istemektedir.

Özellikle müzik alanında sanat konusu daha çok gündeme gelmekte, adı ne olursa olsun bütün dejenere müzikler yaygınlaştığı ölçüde aynı zamanda bir neden haline dönüşebilir. Bu kalitesizliğe alışan halkın talebi, bu müzik piyasasının özendirici bir nedeni olur ve bu kapalı çevrim bir yerden kırılmazsa, böylece sürüp gider. Çağdaş müziğimiz başarılı ürünlerine, Tarihi Türk Müziğimize, zengin halk mûsikîlerimize rağmen dejenere müzik, gazinolarla, ulaşım araçlarıyla, özel radyo yayınlarıyla, hareketli bir kaset piyasasıyla halkın yaşamına girmiş ve köylere kadar sızmıştır. İşte bu olgunun en dikkat çekici ifadesi sanat müziği deyimiyle dile gelmektedir. Müziğin sanatla olması gereken ilişkisi, yağmurun ıslaklıkla olan ilişkisi kadar açık olduğuna göre, sanat müziği gibi bir deyim, bu ülkede sanatsız müziğin de olabildiğinin açık ve fakat acı bir kanıtıdır39.

Sanatta gerçekçilik önemlidir. Sanatın faydası, gerçeği bütün yönleriyle ve samimiyetle anlatmasındadır. Bunun için, sanatta sadelik hakim olmalı, gerçekler olduğu gibi verilmelidir40. Hayalî ve olması muhal olan bir takım eylemleri sanat diye anlatmanın bir faydası yoktur. Yapmacıklı olan ve gerçeklerden çok farklı bulunan bir işi, bir takım tezyinatla ve süslemelerle kabullendirmeye çalışmanın bir anlamı yoktur. Bir çikolatanın ambalajı kadar içi de güzel değilse, onu bir tadan bir daha almayacak ve insanların beğenisini kazanamayacaktır. Herhangi bir şeyi güzel bulmak, o şeyin sanat eseri olmasını zorunlu kılmaz. O halde, belirli bir konu, içerik, öz veya tema taşımayan güzellik de sanat değildir41.

Kültürel ve sanatsal yaşamımız ürkütücü bir kalitesizliğin ve sorumsuzluğun işgali altındadır. Oysa bireysel, toplumsal gereksinimlerin ürünü olarak doğan entelektüel değerler, ancak sanatsal yaratıların temelleri üzerinde çiçek açarlar ve gerçek anlamlarına kavuşurlar. 15-20 yıldan beri kültür ve sanatımız, siyasal, sosyal çalkantıların da etkisiyle, değerler hiyerarşisindeki kendi yerinden kovulmuş, insanca yaşamımızın kaynağı ve yaratıcısı olarak değerlendirilmesi gereken sanat, yaşamımızın iğreti bir süsü olarak hafife alınmış, kısaca gözden çıkarılmıştır. Oysa, sanattan vazgeçmek, insandan vazgeçmek demektir. Yaşamımızı insanî, anlamlı ve değerli kılmak istiyorsak, sanatı kendi hak ettiği yere koymak zorundayız42.

Sanat, insanın yaradılışından kaynaklanan ve dünya durdukça var olacak bir etkinliktir. Bize düşen görev, sanatı gereksiz çabalardan ayıklamaktır. İnsanın ruhundan doğan sanata hizmet ederek, onu gereksiz çabalardan ayıklamalı ve uhreviyâta erişmeliyiz43.

Sanatın insanları birleştirici ve kaynaştırıcı bir özelliği vardır. Sanatçı da insanlara barış, birlik ve beraberlik tavsiye eden iyilik tellallarıdır. Bir sanatçı, icrâ ettiği bir sanatla halkı birbirine düşürüyor, toplumu bölüp parçalıyor, sevgililer arasına ayrılık tohumları ekiyorsa, o sanatçıya sanatçı demek mümkün olmadığı gibi, yapmış olduğu bu eyleme de hayır gözüyle bakılamaz. Tolstoy bu konuda: “Hem bölücü hem de anlamsız olan bir sanat, sanat olamaz. Bu sanatın kendi kendisini bitirmesi demektir”44 diye söylemektedir.

Sanat bir ruh işidir. Allah’ın sanatkâra verdiği ilhamla ortaya çıkar. Bunun da eşref saati ve zamanı vardır. Birilerinin haydi yap dediği anda meydana gelmez, gelse de kaliteli olmaz. Hele hele sanat anlayışından uzak, sadece para aşkıyla yapılan sanatın ruhu olmaz. Tolstoy bu hususta:

“Sanat ancak, zenginlerin isteklerinden değil, sanatçının ruhundan, duyarlılığından kaynaklandığı zaman topluma yaralı olur. Zengini tasvir eden sanatın mâneviyatı yoktur. Bu sanat, ahlâksızlığı putlaştırır ve sanatta, paraya tapmaya yönelik metotlar belirir”45 demektedir.

Ayrıca sanatta kalitenin düşmesinin nedenlerini sayarken, bazı çevrelerin bunu teşvik ettiğini söyleyerek şöyle demektedir:

“Sanat, çıkarcı bazı çevreler tarafından niteliksiz bir yarış haline dönüştürüldüğünde, sanatçılar yarışı kazanabilmek için sanattan taviz verdiler ve amaçsızca, niteliksiz sanat üretmeye başladılar. Böylece, yalnızca sanatı ayaklar altına almakla kalmayıp, sanatın ve sanatçının özünü ve biçimini değiştirerek, gelecek kuşakların sanatını da yaraladılar, kirlettiler. İşte, sanattaki sunî profesyonellik çabasının sonucu budur46.

Sanatta önemli olan, toplumun takdirini kazanabilmek, topluma mal olabilecek eserler verebilmektir. Bunun haricinde, birkaç eleştirmenin yazdığı yergi dolu sözler önemli değildir47. Bunun içindir ki, meseleye müzik eserleri açısından baktığımız zaman, sadece sanat aşkıyla yapılan, para sevgisi ve gösterişten uzak olan eserlerin topluma mal olduğunu, hiç eskimediklerini ve demode olmadıklarını, her geçen gün tazeliklerini ve canlılıklarını koruduklarını görmekteyiz. İşte topluma mal olan sanat böyle olur, ölümsüzleşir, adeta ebedileşir. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, sadece toplumun sempatisini kazanmak isteyen, içinde bulunduğu cemiyetin sanat anlayışını aşamayan bir sanatçı da, sanatın değil, o toplumun kölesi durumuna düşmüş demektir. Bu anlayışa sahip olan sanatçının elindeki sanat da ölüme mahkûm olmuş demektir.

Sanat ve gerçekçilik konusunda daha çok şeyler burada zikredilebilirse de, biz bu söylenilenlerle yetinerek sanatçı kimdir konusuna geçmek istiyoruz.



Sanatçı Kimdir?
Sanatçı, “güzel sanatların herhangi bir dalında eser veren sanatkâr; sinema tiyatro oyuncusu ve müzik eserini icrâ eden veya okuyan kişi; bir zanâatla uğraşan, bir sanatla geçinen kimse” diye tarif edilirken, sanatkâr da: “Sanat eseri ortaya koyan, güzel sanatlardan biriyle uğraşıp bu yolda eser meydana getiren sanatçı”48 diye tarif edilmektedir. Bu iki tariften anlaşıldığına göre sanatçı ve sanatkâr aynı anlamda kullanılmaktadır. Sanat ve sanatkâr hakkında bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra, farklı bilim adamlarına göre, öncelikle bir sanatçıda bulunması gereken özellikler nelerdir bunları görelim.

Her şeyden önce, çağdaş bir sanatkâr, hangi güzel sanatlar dalında çalışırsa çalışsın, mutlaka güçlü bir imana, tefekküre, sosyoloji ve psikoloji bilgisine muhtaçtır. Yani sanatkâr, bir taraftan kendi dalında birikmiş olan millî ve beşerî tecrübeyi tevârüs edecek, diğer taraftan da insanı bütün incelikleriyle tanıyacaktır. Bütün bunlarla birlikte, sanatkârda güçlü bir müşahede, derin bir sezgi, üstün bir tahlil ve terkip kabiliyeti bulunmalıdır. Bu çok önemlidir. Bu husus, bir yaradılış meselesi olduğu kadar, bir eğitim meselesidir de...49

Sanat, düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir50. Sanatçının sahip olması gereken bu özellikler üzerinde biraz durmak gerekir.

Düşünebilmek: Sanatçının en önemli vasıflarından biridir. Sanatçı, ortaya koyacağı yeni ve orijinal eserin nasıl olması gerektiğini ve bunun, topluma ne faydalar sağlayacağını düşünür. Sanatçı, sanat ve toplumu için kendisini fedâ eden insandır. Böyle bir eseri meydana getirirken, ne kadar çok kazanacağını ve milleti ne kadar aldatacağını düşünmez. Sanat ve toplum için var olan kişilerin böyle basit çıkarları düşünmesi anlamsızdır. İşte böyle adi emellerden uzak duran ve ulvî düşüncelere sahip olan sanatçının yeri de, içi sevgi, ilgi ve saygı dolu olan toplumun kalbidir.

Gerçekleri görebilmek: Sanatçının bir diğer özelliği de hakikatleri görebilecek basirete ve sağduyuya sahip olabilmesidir. Hak ve hakikati gözetmeyen, doğruları göremeyen, sanatında ve yaşamında gerçeği idrakten aciz olan kişilerin sanatçı olması mümkün değildir.

Toplumu anlayabilmek: Sanatçı, içinde bulunduğu toplumu veya temsil ettiği milleti çok iyi anlayan ve tanıyan insandır. Sanatçılar, içinde yaşadığı toplumun psikolojik ve sosyolojik yönlerini en iyi bilen kişilerdir. Onlar, temsil ettikleri toplumun maddî ve manevî ihtiyaçlarını ve sanatçılardan ne beklediklerini bilirler. Kısaca onlar, halkı çok iyi anlamak zorundadırlar.

Sanatçı, sanat öğrenimine, öncelikle kendisine karşı olan görevlerini öğrenerek başlamalı, kendisini durumun hakimi olarak görmemeli; fakat kendisini, belirli ve kutsal ödevler yüklenmiş, büyük bir çalışma sırtlanmış, çok yüksek bir idealin hizmetinde imiş gibi saymalıdır. Kendisi üzerinde çalışmalı, derinleşmeli, ruhunu eğitmeli zenginleştirmelidir ki, hünerin kaplayacağı bir şey olsun ve meçhul bir elin kaybedilmiş eldiveni gibi, bir elin nafile ve boş görünüşlü olmasın51.

Sanatçı hayatın bayramzâdesi değildir. Görevsiz yaşamaya hakkı yoktur, çoğu zaman belini bükecek olan, ağır bir iş görmesi gerekmektedir. Zamanımızda sanatçıyım diyen bir çok kişinin, sanatı dışında maddi güç sağlayacak esaslı bir gelir kaynağı olmadığı için, hayatlarının sonlarına doğru sefâlet içinde yüzdüklerini, perişan, bakımsız ve ilgisiz olarak şurada burada ömürlerini tükettiklerini görmekteyiz. Bu sebeple, sanatçı hayatta özgür olmadığını, sadece sanatta özgür olduğunu bilmelidir52. Dolayısıyla sanatçı ileride başına gelebilecek bir takım ihtimalleri göz önünde bulundurmalı, gününü gün ederek hayatını amaçsız bir şekilde geçirmemeli, eğer sağ olursa, bir gün bu sanatını yapamayacak duruma gelebileceğini düşünerek ileriye dönük çalışmaları ve yatırımları ihmal etmemelidir. Bunun örneklerini maalesef bugün memleketimizde çok görmekteyiz. Gençliğini sanat yolunda harcayan, gününü gün edip, o eğlenceden bu eğlenceye gezip kazançlarını çarçur eden bazı sanatkârların, yaşlılık dönemlerinde veya maddi imkânları kaybettiklerinde ne kadar acınacak hallere düştüklerini görmekteyiz. Sanatçıların bu kötü hallere düşmemeleri için, zamanında gerekli tedbirleri almaları gerekir. Aksi halde devletten, şundan veya bundan “bana bakmıyorlar” diye şikâyet etmenin bir yararı olmaz.

Yukarıda geçtiği üzere, sıradan işlere sanat denilmeyeceği gibi, düşünmeden, özenmeden, yalnızca şöhret için çalışan, sıradan bir eser veren kişiye sanatçı denilmez. Sanatçının asıl görevi, menfaat ve çıkarcılıktan kurtulmuş olarak halka inip, kendisine bir yer edinebilmek ve onurlu yaşamanın gereğini yerine getirmektir53. Sanatçı, sanata ve kendisine karşı olan görevini kabul ederek, kendini duruma egemen beyzâde olarak değil, yüce amaçların üzerine yüklediği, kesin çizgilerle belirlenmiş, ulu ve kutsal görevleri yerine getiren bir uşak olarak görerek yapar54.

Sanatçı, eğer olayları gördüğü gibi aktarırsa, kötülüğün tahakkümüne girmiş olacaktır. Önemli olan, meseleleri papağan misali, olduğu gibi anlatmak değildir. Sanatçı, gerçekleri mutlaka olduğu gibi anlatmayı hedef alırsa, çözüm yolu bulamayacak, kendisini kötülüğün kollarına bırakıverecektir. Bu yüzden sanatçı, meselelerin ahlâkî yönden nasıl değerlendirilmesi gerektiğini anlatmakla yükümlüdür55.

Sanatçı sempati toplamak için gelişi güzel konuşan veya yazan kişi değildir. Gerçek bir sanatçının böyle şeylere ihtiyacı yoktur. Ona göre, sempati toplamak için gereksiz olanı yazmak, yalan söylemek, gerçekleri saptırmak, sanatçının diliyle sanata yapılmış bir hakarettir56. Tolstoy’a göre sanat dünyasının en büyük meselesi, sanatçının yalandan ve kötülükten uzaklaşamaması, insanın kötü duygularının ve şeytanın ortak hareket etmeleridir57.

Tolstoy, “halkı ve adaleti anlatamayan yazarlara susmak düşer”58 diyerek, sanatçının halktan ve adaletten yana olması gerektiğini vurgulamaktadır. Hizmetçi kadınları, din adamlarını aşağılayan, emeğin değerini küçümseyen ve bir zamanlar kendisinin de içinde bulunduğu halk kitlesine ihanet eden kalem edebiyat yapmış olamaz59 diyerek, gerçek sanatçının halkın yanında, gururdan uzak ve toplumun bireylerine ve mânevi değerlerine saygılı olması gerektiğini söylemektedir.

Gerçek sanatçılar sanata sahip çıksınlar. Sanatı, ancak yalnızca doğruyu söyleyen ve gözetenler ve gerçek sanatı elden bırakmayanlar, sanatı samimiyetsizlikten kurtaracaklardır60. O halde gerçek sanatçılar kimlerdir sorusu akla gelebilir.

Tolstoy, gerçekten sanatın ne kadar zor olduğunu ve sanatçıların ne zahmetlerle bu işi elde ettiklerini şöyle anlatıyor: Gerçek sanatçıların sanat için ne büyük zahmetlere katlandıkları ortadadır. O muhteşem yapılar, tiyatro ve stüdyolar, müzikholler ve bu yapıları artistik özellikleriyle koruyarak, pek çok çocuğu küçük yaştan itibaren sanata kazandırabilmek için verilen onca mücadele... Yüz binlerce çocuk, daha küçücük yaşlarında, müzik dersleri almak suretiyle sanatla tanışırlar. Aralarında gelecek için ümit verenler, opera, bale, enstrüman ve ulusal sanatlara yönlendirilerek eğitilirler. Bu çocuklar, müzik formlarını öğrenmek için günde 7-8 saat süren delice bir çalışma yaparlar. Gösteri gününde karşımızda eğilen sanatçıları düşünmeli, uğrunda yüzlerce kişinin çaba verdikleri sanata saygı duymalı, en azından üzerine eğilmeliyiz61.

Sanatçı kolay yetişmiyor. Bir sanatçı, eser verme safhasına gelinceye kadar hayatın bir çok labirentlerinden geçmek ve bir çok darbe almak zorunda kalıyor. Böyle zorluklarla yetişen sanatçı, tam topluma faydalı olabileceği bir dönemde basit ihmallerle kaybedilebiliyor, emekleriniz de boşa gidiyor, harcamalarınızda. Devlet okullarda, fabrikalarda, hizmet alanlarında ve toplu yaşanılan pek çok yerlerde bir takım önlemler alır. Sağlık, eğitim, sosyal aktivite ve spor gibi konularda gerekli müesseseler kurar ve bunların sağlıklı yürütülmesini temin eder. Teminde bir aksaklık oluyorsa, bu aksaklığın giderilmesi konusunda önlemler alır. Ölümle aramızdan ayrılan pek çok değerli sanatçımız, ne acıdır ki sağlığı döneminde kıymeti bilinmemiş, gerekli değer verilmemiş ve anlaşılamamıştır. Bunların sanat yapmaları engellenmiş, fikirlerine ve düşüncelerine sansür konulmuş, hatta bu yüzden gençliklerinin en verimli zamanları hapislerde geçmiştir. Bu sebeple fırsat elde iken, henüz kaybetmemişken fert ve millet olarak değerli şahsiyetlerimizin kıymetini bilmeliyiz. Ayrıca, sayı itibariyle kabarık olduğunu zannettiğimiz sanatçılarımızı eleştirdiğimiz zaman, Türkiye’yi, dışarıda olumlu olarak tanıtabilecek sanatçı sayısının sandığımız kadar çok olmadığını görebiliriz62.

Buraya kadar olan açıklamalarımızda bir sanatçının ne güçlüklerle yetiştiğini vurgulamaya çalıştık. O halde, eline bir murç ve çekiç alan herkesin heykeltıraş, her yağlıboya fırçası alanın ressam ve her mikrofon veya enstrüman alanın da mûsikî üstâdı olamayacağı bilinmelidir. Sanatçının yukarıda geçen vasıflara sahip olması ve sanat için ayrılmış olan o yüce ruha ve karaktere sahip olması gerekir.

Toplumda sanata ayrılan boşluğu gerçek sanat ruhuna sahip olan kişiler doldurmaz, bu meydanları boş bırakırlarsa, liyakatsiz kişilerin bu fırsatları kaçırmayacakları bilinmelidir. Bunun için de sanatçıların, aynı idealler üzerinde beraber hareket etme ruhuna sahip olmaları gerekir. Sanatçılar birlik ve beraberlik içinde hareket etmek zorundadırlar. Birbirleriyle kaynaşacakları yerde, sanatı bırakıp birbirleriyle uğraşmaya başladıkları zaman sanat biter. Sanatçılar kendi aralarındaki sorunları çözmedikçe topluma yararlı olamayacaklardır63.

Sanat ışığını yalnızca belli bir sınıf için yakıp, diğerleri için söndüren sanatçı kendini zincirlemiş olmakta ve zamanla, yaptığı dengesizliklerin azabını çekmektedir64. Sanat evrensel niteliğe sahip bir eylemdir. Bunu belli bir zümreye, belli bir sınıfa veya ideolojik düşünceye tahsis edenler, geniş olan hacmini daraltmış, kendini küçültmüş ve sınırlarını geri çekerek yok olmaya mahkûm olmuştur.

Bilinçsiz sanatçıların tuttuğu yol, eğlenceli fakat karanlık bir yoldur. Bu verimsiz yol, sanatçının sonu olacaktır. İçindeki duygular ne olursa olsun, eserleri inançtan ve dürüstlükten yoksun olduğu sürece kitleler sanatçıdan nefret edecek, tarih o sanatçıyı nefretle anacaktır. Ancak bu tür sanatçıların uygulamaları birer toplumsal derstir. Onlar, bazı gerçeklerin görülmesini kolaylaştırırlar. Toplum bu sanatçılara ve eserlerine bakarak, iyi ve kötü, güzel ve çirkin ayırımı yapabilir65.

Yeni sanatçılar da, sanatı yalnızca zenginlere mal ederek, halktan koparmışlardır. Sanatın kitleye inememesi, kitleyi sarsar, toplumu yıkıma götürür66. Tarihte genellikle böyle olmuştur. Sanatkârlar ya saray ve idarecilerin himayesinde varlıklarını sürdürmüşler, yahut da zenginlerin sahiplendikleri kişiler olmuşlardır. Aslında, sanatçının üretebilmesi için maddi sıkıntı çekmemesi gerekir ki, üretimini rahat yapabilsin ve çoğaltsın. Fakat, sanatını zenginlere veya üst kesime hasreden sanatçılar, çok kısa zamanda halktan koparlar. Halkın desteklemediği sanatçı da yok olmaya mahkûmdur. Böyle sanatçıların ortaya koydukları eserlerin de halka inmesi mümkün değildir. Bunun için Tolstoy: “Sanatın kitlelere inememesinin başlıca nedeni, sanatın, belirli sınıfların çıkarları için kullanılmasıdır”67 diye söylemektedir.

Bu konuda buraya kadar yaptığımız açıklamada sanatçının kim olduğunu, ne olması ve hangi özelliklere sahip olması gerektiğini açıklamaya çalıştık. Sanata yön veren sanatçıdır. Sanatçıyı yönlendiren de bilgi birikimi, yetenek ve tecrübeyle birlikte ahlâk anlayışıdır. Sanatçının ahlâkının niteliği ne ise, ondan doğacak eser de onun ahlâkını yansıtacaktır. Bu bakımdan, sanatçının veya sanatın ahlâkı konusu ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekmektedir.



Sanat ve Ahlâk
Sanat ve ahlâk birbirinden ayrı kavramlardır fakat, bu iki kavram zerâfet, incelik ve güzellik ifade etmesi açısından birbirine çok yakındır. Sanat güzel olan şeydir. Ahlâk da güzelliktir ve güzel olan şey de sevilir. Sanatın ahlâkı olur mu olmaz mı tartışmasına girmek istemiyoruz ama girmeden de bir şeyler söylemenin mümkün olmadığını görüyoruz.

Bazıları sanata ahlâkı karıştırmamak lâzım diyerek bu fikirle öğünmektedirler68. Bu iddiaya sahip olanlara göre ahlâk kuralları sanata uygulanmaya kalkılırsa, sanatın hürriyeti kısıtlanır, sanatçı eserini rahat bir psikolojiyle ortaya koyamaz. Gerçi sanatın ahlâksızlığa karşı koyabilecek bir gücü vardır ve sanatlarda önemli olan nokta samimiyet ve kötüye karşı durmadır, bu olmadığı zaman tatmin olma arzusu kendini gösterir. Tolstoy’a göre sanatın asıl amacı, ahlâkî mükemmelliktir69. Aslında bütün sanatların gâyesi mânâdır. Bu sebeple bazıları, sanatlar içerisinde bu gâyeye en çok yaklaşabilmiş olan mûsikîdir70, bazıları da şiirdir71 demişlerdir.

Kant’a (1724/1804) göre, bir şeye güzel dediğimizde bu yargımıza ahlâk yasası karışamaz. Çünkü estetik haz, ahlâksal hazdan farklıdır. Ve konusunun gerçekliği ile ilgilenmez. Zevk yargısında hiçbir zorlayıcı kavram da bulunmaz. Çünkü zevk yalnız iç dünyaya dalıştır72. Jean-Paul Sartre’ye (1905/1980) göre ahlâk ile estetiği birbirine karıştırmak saçmalıktır. Çünkü iyinin değerleri, “dünya-içinde-varolanı” gerekli kılar; onlar gerçeklik alanındaki davranışları gözetirler ve önce varoluşun temel saçmalığına bağımlıdırlar. Yaşam karşısında estetik bir tavır almaktan söz etmek, gerçeklik ile imgeselliği birbirine karıştırmak demektir73.

Bugün üzerinde önemle durulması gereken konulardan birisi de sanatkârların ahlâk durumudur. Toplumun her kesiminde karşılaştığımız ve daima karşı karşıya bulunacağımız kişiler daha çok sanatkârlardır. Bu bakımdan sanatkârların ahlâk üstünlüğüne sahip bulunması, toplumun düzeni, birlik ve beraberliği ve ruh sağlığı yönünden çok önemlidir74. Ahlâk, kısaca huy dediğimiz bu değer, ruhun yaratılışta sahip olduğu güzelliklerdir. Ahlâk dediğimiz zaman huy güzelliği olarak anlaşılır. Yaratılışta güzel ve saf olan huy, sonradan değişebilir75. Bu da nihayet insan olan bir sanatçıda iyi veya kötü olarak kendini belli edebilir. Dolayısıyla yaratılıştan gelen bu değer, sanatkârın ortaya koyacağı eserde kendini gösterecektir. Sanat, duygu ve düşüncelerin yazı ile, ses ile, resim ve heykel ile veya daha başka vasıtalarla ortaya sanatsal bir üslûpla konulmasıdır. Sanatçısının ahlâkını yansıtmayan bir sanat eseri bulmak mümkün değildir.

Bazı filozoflara göre sanat güzellik, güzellik de zenginliktir. Bu yüzden yoksul halk kitlesine sanatı sevdirmenin imkânı yoktur76. Zaten maddi sıkıntı çeken insanların sanatla uğraşacak ekonomik rahatlığı olmadığından, buna ayıracak zamanları da bulunmaz. Büyük tarihçi ve İslâm âlimi İbn Haldun; sanat, maddi gücü müsait olanların işidir diyerek şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:

Bil ki, mûsikî ve şarkıcılık (mugannîlik) bir sanat olup, ancak içtimâi ve medenî hayatın gelişmiş olduğu bölge ve şehir ahalisi arasında yayılır. Kazanç, yaşamak için gerekli nesneler ve ihtiyaçlar yerine getirildikten ve medenî hayat itiyatlarını tatmin etmek devresi geldikten sonra bu sanata karşı meyil ve heves uyanır. Ancak bundan sonra bolluk ve medenî hayatın itiyat ve icapları ile nefislerini hoşlandırmak isteyenler, mûsikî ve mugannî sesleri işitmek isterler, başka deyimle, ekonomik halleri bu devreye gelenler bu sanata ihtiyaç duyarlar77.

Bazıları mûsikî sanatına Arapça’da “ğinâ” denildiğini göz önünde bulundurarak, bu iş zenginlerin işidir demişlerdir78. Gerçekten de fakirin ne sanatla ilgili âlet edevâtı alacak maddi gücü ve ne de geçim derdinden sanata ayıracak zamanı yoktur. Bu açıklamalar devletin küçük bir örneği olan ailede böyle olduğu gibi, devlet için de geçerlidir. Ekonomik sıkıntı çeken bir devletin sanata ayıracak parasal gücü yoksa, o devlette sanat adına ne yapılabilir ki? 79

Ahlâkî açıdan değerlendirildiği zaman, her hangi bir sanat, ancak sanat için yapıldığı zaman yerindedir. Tolstoy bu konuda: “...Eğer bir etkinlik sanat için yapılıyorsa doğrudur. Ancak yalnızca zevkleri tatmin etmek için yapılıyorsa, sapıklık, ilkelliktir. Fakat yüzyıllar, sanatı yanlış tanıtmıştır. İnsanlara baktığımızda, onları büyük bir mânevî çıkmazın içinde, alkolü suya, duman kokusunu yemek kokusuna, yabancı kadınları kendi karısına tercih edenleri görmekteyiz. Sanat da bu duruma gelmiştir. Güzellik anlayışımız, sanatın ne olduğuna yönelik değil, ihtiraslarımızı tatmine yönelik bir çıkmazımızdır. Cinsel azgınlığı savunan ahlâksız, tutarsız düşünürlere baktığımızda, bunların kıstaslarıyla dünyayı yönetmeye imkân bulunmadığını göreceğiz. Buradaki sorun, sanatın zevkten ibaret olduğu görüşüdür. Düşünürler, insana hizmet eden ve yararı dokunabilecek kavramları geri plâna itmişlerdir. Sanatın gerçek anlamını ifade edebilmek için zevklerden hareket etmek büyük bir tutarsızlıktır. Daha ileri bir aşamada bu, psikolojik dengesizliklerden kaynaklanan bir tür intihardır. Sanat, insanla iyi olan arasında kurulan kutlu birliğin adıdır80 demektedir.

Sanat, ahlâkî açıdan toplumun her düzeyine inebilmelidir. Bayağılıklarla donanmış gündelik sanat, sanat değildir, gelecekte de olamayacaktır81. Çünkü, toplumda değişik ahlâk anlayışına sahip bireyler olabilir. Sanatçının görevi, toplumun asgari müştereklerde sahip olduğu bir takım iyi kötü anlayışına saygı duyarak ve bunu göz önünde tutarak, her kesimin seviyesine inebilmelidir. Bu anlayışa sahip olmayan sanatçı, sadece belli bir zümrenin alkışladığı, diğerlerinin de nefret ettiği bir kişi olacaktır.

İnsan yaratılışı icabı bazen gülen, bazen ağlayan, bazen sevinip coşan ve bazen de kederlenen bir varlıktır. Şüphesiz onun zaman zaman eğlenceye ve dinlenmeye de ihtiyacı vardır. Gerçek sanatı muhafaza ederek, bazen sanatı eğlence amacıyla da kullanmak mümkündür. Dikkat edilmesi gereken nokta, gerçek sanatın yerini hiçbir zaman eğlence sanatına bırakmamaktır. Bunun nazari dikkate alınmadığı durumlarda ne gibi şeyler olacağını Tolstoy şöyle açıklıyor:

Gerçek sanatın yerini alan eğlence sanatı, ahlâkî değerlerden uzaklaşan Avrupa toplumlarına darbe üzerine darbe indirmiş, halkın sanat sevgisini tüketmiştir. Küçük bir grup dışında, sanatın önemini ve değerini kavrayan kimse kalmamıştır. Toplum uzun süre, dinin ve ahlâkî değerlerin getirdiği haklardan yararlanamamış, sanatın inceliğini kavrayamamıştır82.

Sanat ve inanç münasebetini iyi anlamak ve çok iyi değerlendirmek gerekir. İnançsızlık, dini değerlerden uzaklaşma, sanatı iyice anlamsızlaştırırken, toplumların çöküşü de belirgin bir biçimde fark edilmektedir83. Dini inançlar sanata bazı sınırlar koyarsa da, onu asıl sanat yapan değerlerden koparmaz. İnançsızlık böyle değildir. İnançsızlık sanata sınırsız bir yetki verirken, onun kalitesini ve niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir.

Gerçek sanatçılara çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Kalitesiz ve dejenere müziklerin ve diğer sanatların ortaya sergilediği kötü manzarayı silmek, bunların yaygınlaştırdığı kötülükleri iyiliğe çevirecek olan alternatif bir sanat ve müzik hareketlerine ihtiyaç vardır. Bu da millî ve ahlâkî duygularımızı içeren İslâm sanat ve müzik anlayışıdır84. Bununla Arap müziğini değil, millî benliğimizden ve kültürümüzden doğacak olan Türk-İslâm sanatını ve müziğini kastediyorum. Biz millet olarak bunu yapabilecek alt yapı ve dokümana sahibiz.

Sanatın ahlâkı olmaz diyen bazı sözde sanat hürriyeti savunucuları, aslında sanata en büyük hakareti yapmışlardır. Ahlâka ters düşen bütün etkinlikler ve eylemler tepkiyle karşılanırlar. Ben sanat yapıyorum diyerek kimse ahlâksızlığı meşrû kılamaz. Tolstoy, “Sanat, ahlâksızlığın meşrûlaşmasına zemin olamaz”85 diyerek bu konudaki tepkisini dile getirmiştir. Toplumun sahip olduğu bir takım mânevi değerler vardır. Sanat yapıyorum diyerek, toplumun bu kıymetli hazinesine kimsenin el uzatmağa hakkı yoktur ve yapmış olduğu gayri ahlâki davranışı da sanat gibi yüce bir anlayışın sırtına yükleyemez. Tarihte bazı dinlerde bir takım sanatsal faaliyetler yasaklanmış olsa da, İslâm dini sanata ve estetik anlayışa çok önem vermiştir. Sanatçıların bu konuda dikkatli olmaları gerekir. Sanat yaparken dinin temel prensiplerine ters düşecek hareketlerden, toplumun millî ve manevî değerlerine aykırı hareket etmekten kaçınmaları gerekir. Aksi halde icrâ ettikleri sanat rağbet görmez ve böyle sanatçılar da toplum tarafından dışlanır. Tolstoy bu tip sanatçılar hakkında:

“...Farkında olsun veya olmasın, din unsurunu göz ardı eden ve sanata inanç katmayan kişi, hızla sanattan uzaklaşır”86demektedir.

Sanatın ana şartları, yetenek, sanat bilinci, sanat ahlâkı ve sevgidir87. Herhangi bir sanat dalında öncelikle yetenek başta gelir. Çünkü yeteneği olmayan kişinin o sanatı yürütmesi mümkün değildir. Zoraki ve yapay hareketlerle sanat olmaz. Durumu böyle olan bazı sanatçılar, yeteneksizliklerini başka şeylerle örtmek zorunda kalırlar. Bu da izleyenlerin gözünden kaçmaz. Dolayısıyla sanat yaptığını zanneden bu zavallı insanlar, bir gün kendilerini bitireceklerdir ama, bunun farkında bile değildirler. Bir diğer husus da sanatla ilgili bilgi ve bilincidir. Sanatıyla ilgili yeterli bilgiye sahip olmayan kişilerin de sanatında başarılı olmaları mümkün değildir. Ayrıca sanat ahlâkı denilen ve sanat erbâbı arasında riâyet edilen bir ahlâk anlayışı vardır. Bu ahlâka sahip olmayan kişilerin, o sanat çevresinde barınmaları veya varlıklarını sürdürmeleri de mümkün değildir. Sanatın şartlarından birisi de sevgidir. İşini sevmeyen sanatçının, sanatında başarılı olması düşünülemez.

Geçmişte sanatsal gelişmeleri sağlayan şahsiyetleri değerlendirdiğimizde bunların, peygamberler, din adamları ve dindar kişilerden ya da bunlardan esinlenen insanlardan oluşan bir kitle olduğunu görürüz88. Nitekim mûsikî ilmini ilk defa ortaya koyan Fisagoras’ın, Süleyman Peygamberin talebelerinden olduğu, riyâzet ve mücâhedede89 çok ileri bir seviyeye ulaştığı ve gökyüzündeki gezegenlerin seyirleri esnasında çıkardığı sesi algılayacak kadar manevi bir hazza ulaştığı bazı klâsik mûsikî kaynaklarında zikredilmektedir90. Dolayısıyla zamanımızdan çok önceleri sanat ile mâneviyat arasında bir ilişkinin varlığından bahsedilmektedir.

Ne yazık ki, günümüzde sanatsal faaliyetler açısından İslâm toplumunun durumu hiç de iç açıcı değildir. Tolstoy, bugünkü İslâm toplumunun sanat anlayışını eleştirirken şöyle demektedir:

İslâm Dini ve Muhammedî görüş sanata ne kadar yer verirse versin, Müslümanların bir kısmı sanatı ne kadar yüceltirse yüceltsin, büyük bir kitle de sanata gerekli önemi vermemektedir. Pek çok İslâm bilgininin İslâm adına yaptıkları hata, sadece kendilerine faydalı olan sanatı alıp, diğerlerini yasaklamalarıdır. Bunun da faydadan çok zararı olmaktadır. Halbuki böyle bir tavır yerine, beğenmedikleri sanatı ıslah etmek yoluyla güçlü propaganda silahlarına sahip olabilirlerdi. Nitekim Müslümanların olumsuz tavır koydukları sanatlar, Avrupalı zevk düşkünlerinin üzerine düştükleri sanatlardır. Eğer sanat bu çirkin ve tehlikeli karakteriyle devam edecek olursa, gün gelir yok olma tehlikesiyle karşılaşır. Bu bakımdan Müslümanlar, sanatın tehlikeli olan kısımlarını yontmuş ve ona, kendi anlayışlarına göre bir şekil vermişlerdir91.

Sanat ve ahlâk münasebeti konusunda bu açıklamalardan sonra, şimdi de sanat-özgürlük münasebeti hakkında bilgi verelim.



Sanat ve Özgürlük

Sanat ve ahlâktan bahsederken bir hususu unutmamak gerekir. Sanatta özgürlük önemlidir. Esası olmayan bir takım dinî veya başka gerekçelerle sanatçının hürriyeti kısıtlandığında, ondan kaliteli bir sanat üretmesi beklenemez. Sanat ve din arasındaki ilişki çok iyi ayar edilmesi gerekir. Ahlâkîlik konusunda sanata ve sanatçıya fazla yüklenildiği zaman, hür irade ile meydana gelmeyen sanatta sıkıntı oluşur. Ahlâkî bağımsızlık ve sorumsuzlukla hareket eden sanatçının psikolojik dengesi bozuk ve sanatı da problemlidir. Böyle bir sanatçı ve onun ortaya koyduğu eser, dinî ve ahlâkî değerlerine sahip olan halk tarafından tepki görür ve dışlanır. Sanatçı, sanat yaparken ahlâksızlığı yayarak, halkın inancını geriletmemelidir. Çünkü sanatın propaganda gücü vardır. Mesnetsiz iddialarla bazıları da din ve ahlâk elden gidiyor diyerek sanatçının hürriyetini kısıtlamamalıdır.

Sanat eserini ortaya koymak için gereken şartlar, tamamen özgürlükten kaynaklanan ve özgürlüğe bağlı kalan bir yolun başlangıcındadır. Bir sanatçının kaliteli eserler verebilme gayretinin çevre ve devletten gelen baskılarla sınırlandırıldığını düşündüğümüzde, sanatçının eserinin değer kaybettiğini ve sanat piyasalarının değersiz eserlerle dolabileceğini görebiliriz92. O halde sanatta özgürlüğün gerçek ve kaliteli sanat üretiminde ne denli etkili olduğunu anlattıktan sonra şimdi de gerçek sanatın değeri ve önemi hakkında açıklamalarda bulunalım.
.

1   2   3   4


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət