Ana səhifə

Sscb’de kapitaliZMİn restorasyonu 1956: Kapitalist Restorasyonun Başlangıcı


Yüklə 224 Kb.
səhifə2/3
tarix24.06.2016
ölçüsü224 Kb.
1   2   3
.

“-Kriz geçirmesinden bir gün önce birlikte içerlerken Stalin’i zehirlemiş olabileceği ihtimali var mı?

“-Bu mümkün, evet. Beria’yla Melankov birbirlerine çok sıkı bağlıydılar. Hruşçov da onlara katıldı, onun kendi amaçları vardı. O da herkesi oyuna getiriyordu. Hruşçov’un sosyal temeli daha sağlamdı çünkü küçük burjuvazi her yandaydı. O da tam küçük burjuvaziye hitap ediyordu zaten. Hruşçov’un ne ideolojiyle ne de komünizmin inşasıyla bir ilgisi vardı.’….” (age., s. 349)

Çuyev sorularını sormaya devam eder:

“Poskrebıyşev’e gittim ve Vlasik’in kızıyla konuştum. Bana söylediğine göre babasını tutukladıklarında: ‘Stalin’in günleri sayılı. Yaşayacak az zamanı kaldı,’ demiş. Beria’nın Stalin’in bütün yandaşlarını elediğini fark etmiş, dedim ben.

“-Doğru, dedi Molotov…” (age., s. 350)

Molotov, Stalin’in zehirlenerek öldürülmüş olabileceğini ama bugün bunun kanıtlanamayacağını belirtiyor. Molotov’un sorulan soruları yanıtlarken birkaç yerde geçen şu anlatımları da Stalin’in öldürüldüğü iddiasını güçlendiren açıklamalar niteliğindedir:

“-Stalin, zamanının çoğunu Kuntsevo’yadaki ‘Yakın’ daçasında geçiriyordu. Ve orada öldü. O son günlerini yaşarken ben, sözün doğrusu, gözden düşmüştüm… Stalin’in ölümünden dört veya beş hafta önce gördüm. Son derece sağlıklıydı. Hastalandığında beni çağırdılar. Daçasına gittim, Politbüro üyeleri de oradaydı. Üye olmayan bir tek ben ve Mikoyan vardık. Emirleri veren Beria idi.

“Stalin kanepede yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Arada sırada gözlerini açıyor ve konuşmaya çalışıyordu ama hiç kendine gelemedi. Konuşmaya kalkıştığında Beria hemen gidip ellerini öpmeye başlıyordu.

“-Stalin’i zehirlediler mi?

-Olabilir. Ama bugün kim ispat edebilir? 22.04.1970” (age., s. 352)

“Beria’nın bu işe bulaşmış olmasını akla yatkın buluyorum. Uğursuz bir rol oynamıştır. 13.01.1984)” (age., s .352)

“ Bana söylediği şeye ve benim de hissettiklerime dayanarak, Stalin’in ölümünde parmağının olması imkansız bir şey değil… Stalin mozolesinde, 1953 1 Mayısında, garip imalarda bulundu. Benim anlayışla karşılayacağımı umuyordu şüphesiz. Dedi ki: ‘Onu elimine eden benim.’ Sanki benim çıkarıma bir şey yapmış gibi. Bende sempati uyandırmak istiyor tabii ki. ‘Hepinizi kurtardım!’ Huroşçov’un yardım ettiğini sanmıyorum. Bazı şeylerin kokusunu almış olabilir… Yine de… Çok yakındı ikisi. Malenkov daha fazla şey biliyordur. Çok daha fazla. 24.08.1971, 09.06.1976 ” (age., s. 353)

Tarihin aydınlanmayan pek çok bölümü var. Bunu bugün, hemen ve doğrudan aydınlatmak elbette ki olanaklı değil. Ancak tüm gizli kalmış yanlarıyla gerçeğin, gelecekte, mutlaka aydınlanacağına inanıyoruz. Leninizm’e dönüş, demokratikleşme, toplumsal adalet, suçların aydınlanması ve haksızlıkların düzeltilmesi vs. vb. adına sahtekarca devrime, sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e saldırıya geçen, emperyalist, faşist, Troçkist, Titoist, sosyal demokratik vb. iftiralara sarılan ve Stalin’i itibarsızlaştırma operasyonuna girişen Kruşçevler ve ardılları suçlarını örtmek için sayısız belgeyi yok etmiş olsalar da gerçekler inatçıdır ve er geç bütün boyutlarıyla ortaya çıkacaktır.

Molotov’un verdiği şu bilgi, geleceğe de ışık tutacaktır:

“-Savaş sırasında Stalin şöyle demişti: ‘Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgarı onları temizleyecek.” (age., s. 353)

Yeni tip burjuvazinin ve modern revizyonizmin önderi olarak ortaya çıkan Kruşçevcilerin ilk yaptıkları işlerden birisi de belgeleri tahrif ve yok etmek olmuştur. Konu hakkında tarihin tanıklarından Benediktov şunları söyler:

“İşin özüne varmak istiyorsanız, kafanızı daha fazla çalıştırınız. Hruşçov iktidara geldiği andan itibaren bu belgelere o kadar çok sahtekarlık ve konjonktürellik karıştı ki, hayret etmemek elde değil-bu kadarı bizim partinin komünist yayınlarında nasıl olabilir! Bugün bir türlü, yarın başka türlü, öbürgün de üçüncü türlü yazan ‘önde gelen’ bilim insanları ve uzmanlar da pek güvenilir kaynak değildir.” (age., s. 16)

“Stalin’den nefret eden ve kişisel çıkarlarını ve kinini büyük politikaya taşıyan Hruşçov’un eliyle bu noktada çok şey yapıldı. İşi bilen yetkili kişiler bana Hruşçov’un 30’lu, 40’lı yılların temizliklerine ilişkin birçok belgeyi yok etme emri verdiğini söylediler. Hruşçov ilk başta elbette Moskova’da, Ukrayna’daki kanunsuzluklardaki kendi rolünü gizlemeye çalıştı, Ukrayna’da iken merkeze yaranmak için birçok suçsuz insanı mahvetmişti. Aynı zamanda başka türden belgeler de yok edildi, 30’lu yılların sonunda önde gelen bazı parti yetkililerine karşı uygulanan temizliğin tamamen haklı olduğunu kanıtlayan belgeler. Taktik anlaşılıyor: Hruşçov kendini korumaya alarak kanunsuzlukların bütün suçunu Stalin’e ve kendi iktidarına büyük tehlike gördüğü ‘Stalinistlere’ atmaya çalıştı.” (age., s. 27)

Aynı konuda Molotov da şunları söyler:

“-Hruşçov o sırada KGB Başkanı olan Semiçastniy’i, kendisinin Ukrayna’da yönetimde olduğu döneme ait belgeleri toplamakla görevlendirmişti. Stalin karşıtı kampanyanın en üst noktası buydu.

“-Ukrayna’daki baskılar sırasında kendisi tarafından imzalanmış belgeleri yok etmek için tedbirdi bunlar, diye ekledi Molotov.” (Molotov Anlatıyor, s. 387)

Burada, okuyucunun, Benediktov’un Stalin döneminde mahkemeler ve arşivler halka açıktı, Kruşçev’le birlikte kapatıldı açıklamasını da anımsamasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Kuşkusuz ki sorun kişisel kinle izah edilemez, bunu geçiyoruz; sorun yeni burjuvazinin sınıfsal karakterinde, yeni tip burjuva hegemonyanın kurulmuş olmasında, kapitalizmin restorasyonu eyleminde yatmaktadır… Geçmeden, Benediktov’un “Devlet ricali arasında Hruşçov belki de herkesten daha çok Stalin önünde yaltaklanırdı”, vb. sözlerini ve “Daha önce dediğim gibi, Stalin Hruşçov’un sloganları ve programının küçük burjuva özünü herkesten önce ve derinden kavradı. Ancak yine de ülkeyi ve dünya sosyalizmini, Hruşçov ve benzeri ‘gayri Bolşevik’ tipte liderlerin iktidara gelmesinden koruyacak önlemler almayı beceremedi…” değerlendirmesini de hatırlatmak isteriz. Keza Molotov’un “Stalin’in hatası kendisinden sonra gelecek olanın hazırlığını yapmamış olmasıydı.” (Molotov Anlatıyor, s. 373) değerlendirmesini de buraya aktarmak isteriz.

Ancak revizyonist hainlerin yukarıdaki saptamaları, Benediktov’un ve Moltov’un açıklamaları Stalin’in öldürülmüş olabileceği kuşkusunu olabildiğine güçlendiren bir itiraf ve açıklamalardır. Bu itiraflar ve açıklamalar, gerçekte revizyonistlerin Stalin’in daha hayattayken Stalin sonrasına hazırlık yaptıklarının da açık kanıtıdır.

Raporda, Stalin’den bir cani, bir katil, kan dökmekten zevk alan bir vampir; bir narsist, makyavelist, bir canavar; tek başına ülkeyi yöneten ve her türlü keyfi davranışı olan bir diktatör; on binlerce insanı keyfi olarak yok eden bir paranoyak; soykırımcı; kendini tanrı katına koymaktan ve bu propagandayı yapmaktan zevk alan adi bir işkenceci; vahşi işkencelerle sahte itiraflar alan, düzmece davalar düzenleyen bir zorba; binlerce, on binlerce komünisti, yüzlerce SBKP önderini işkenceden geçirip kurşuna dizdiren bir despot olarak bahsedilir. Stalin dönemindeki başarıların Stalin’e rağmen kazanıldığının iğrenç demagojisi yapılmaktadır.

Yeni burjuvazi, ideolojisi, ahlakı ve önderleriyle kendi niteliklerini, uluslararası sınıf kardeşlerinin nitelik ve alçaklıklarını, “Gizli Rapor”da Stalin’e, proletarya diktatörlüğüne, o dönemin şanlı SBKP(B)’ne atfeder. Raporda, Stalin Hitler’den daha büyük bir cani ve katliamcı olarak lanse edilir. Tabii hainler ve korkaklar çetesi bunu Lenin’i ağızlarından düşürmeden, Marksizm-Leninizm bayrağını en önde taşıyan “sadık leninistler” demagojisiyle yaptılar. Tıpkı “Leninist-Bolşevik” Troçki gibi.

Kruşçev haini, 1964’te revizyonist burjuvazinin öteki kanadı tarafından tasfiye edilene dek, bir elinde “Stalinizme karşı mücadele” bayrağını sallarken, öteki elinde de kızıl bayrağı sallamaya ve ardına gizlenmeye devam etti.

20., 21. ve 22. Kongre ile revizyonist burjuvazi, iktidarını sağlamlaştırmada ve kapitalizmin inşası yolunda hızlı bir tempoda bir hayli yol aldı.

Kruşçev haini, başta ekonomik alan olmak üzere, iç ve dış politikadaki başarısızlıkları sonucu yıprandı, gözden düştü. Revizyonist burjuvazi atı yenilemek gerektiğini anladı. Kruşçev, Ekim 1964’teki MK toplantısında, bütün görevlerinden alınarak tasfiye edildi. Kruşçevizm’i (sosyalizmi tasfiye, kapitalizmi kurma, sosyal-emperyalist devlet haline gelme program ve eylemini) kurtarmak için, Kruşçev feda edildi. Yeni inisiyatif odağı artık Brejnev-Kossigin kliğiydi.

Brejnev-Kosigin liderliğindeki yeni tip burjuvazi, Kruşçev çizgisini rötuşlayarak, kapitalizmi inşa çizgisinde dolu-dizgin ilerledi. “NeoStalinistler” olarak lanse edilen Brejnevci klik, “kişi putlaştırmasına”, “Stalinizme” karşı mücadelesini bir an bile elinden bırakmadı. Kuşkusuz ki Brejnevci kliğin “neoStalinist”, “Stalinist” olarak lanse edilmesi adi bir burjuva kurnazlığının ve demagojisinin ifadesi olmaktan öte herhangi bir değeri yoktur.

Burjuvazi ve revizyonist akımların pek çoğu revizyonist burjuvaziyi ısrarla “Stalinist” vb. olarak lanse etti daima. Onlar bunu yaparken bir yandan Brejnev döneminde hızlanan kapitalizmin inşası çizgisini desteklemeye, öte yandan da Brejnevleri “neoStalinist” göstererek bir taşla birçok kuş vurma taktiğini izlemeye devam ettiler. Troçkistler de aynı koronun içerisinde yer aldıkları gibi, dahası, çığırtkanlıkda daima önde olmaya da devam ettiler.

Troçkist Sungur Savran’ın özelde Gorbaçovculukla ilgili ortaya çıkan tabloya değinirken yazdığı şu sözleri, aynı ihanetçi taktiğin çarpıcı bir kanıtı olarak göz çıkarıyor:

“Başka dersler var; ‘Tek ülkede sosyalizm’ programı, bürokratik hakimiyet sistemi ve Stalinizm artık yolun sonuna geldi. Bugün bürokrasi ve onun siyasal/ideolojik hareketi Stalinizm kendi kendini tasfiye ediyor.” ( Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C. 5, s.1693)

Yani Savran’a göre “Stalinist” dönem Gorbaçovculukla birlikte son buluyor, ama o döneme dek iktidarda olan burjuvazi değil, “Stalinizmdir! Burada revizyonist bürokrat burjuvazi Stalinist ilan edilirken, klasik kapitalist biçimlere geçişi savunan ve hazırlayan kesimlere karşı çıkan bürokrat burjuva klikler de ayrıca “neoStalinist” olarak lanse ediliyor. Bu hileli yolla da Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e, Stalin döneminin sosyalist yapısına karşı iğrenç bir saldırı örgütleniyor.

Kruşçev dönemi ile Brejnev dönemi, aynı tarihsel-ideolojik-siyasi sürekliliğin dolaysız ifadesidirler. Aralarındaki farklılıklar yöntemlere ilişkindir. Örneğin, “Stalinizm” sorununda çizgi aynı çizgidir, ama aradaki taktiksel ve yöntemsel farklılıklar söz konusudur. Bu konuda, Brejnev döneminde basılmış olan “SBKP Tarihi” kitabında, 20. Parti Kongresi kutsanıp yüceltiliyor, tüm tezleri onaylanıyor. (Bkz. age, s. 466…)

“SBKP MK’nın 30 Haziran 1956 tarihli kararnamesi parti ve ülke için, bütün uluslararası komünist ve işçi hareketi için bir bakıma özellikle önemliydi. ‘Kişiye tapmayı ve onun doğurduğu zararları yok etmeye dair’ adını taşıyan bu kararname, önemli sorulara cevap verdi. Stalin kültü nasıl türüyebilmiş, kişiye tapmak neden marksizme, leninizme yabancıdır, kişiye tapma ve bundan doğan zararları yok etme işine SBKP neden girişmiştir?” (age., s. 485)

“XX. Kongre, ‘Kişiye tapma ve onun neden olduğu zararlar üstüne ‘raporu dinledi. (….) ve Marksizm-Leninizm’e kesinlikle yabancı olan kült olgusunu kesinlikle yerdi.” (age., s. 483)

Brejnevci Parti Tarihi kitabı (ki, 1959’da da Kruşçevci SBKP Tarihi yayınlanmıştır), 20. Kongre’yi ve 20. Kongre’nin “Stalinizme” karşı mücadele politikasını eksiksiz desteklerken şu sözlerle de, gerçekte, halkın “Stalinizme” karşı geliştirilen alçakça saldırılara da katılmadığını dolaylı biçimde itiraf etmiş oluyor:

“Parti anlıyordu ki, kişiye tapmanın neden olduğu yanlışların ve aşırılıkların açıklanması halkta üzüntü uyandıracak ve düşmana Sovyet aleyhtarlığı için fırsat verecekti. Fakat parti bu rizikoyu üzerine aldı…

“Gerçekten de zorluklarla karşılaşıldı. Sonra, Stalin kültünü çözme işi bazen kampanyalar biçiminde, tek taraflı yapılıyordu. Yapılan eleştiri, her zaman objektif değildi. Yanlışlar çoğu kere öyle ele alınıyorlardı ki, Sovyet halkının sosyalizm kuruculuğunda, Büyük Anayurt Savaşında kazandığı başarılar küçümsenmiş oluyordu.” (age., s. 488)

Bu sahtekarlar ve hainler çetesi, anti-Stalinist kampanyanın zaten halkı demoralize etmek, sosyalizmi yıkmak, Sovyet düşmanlarını sevindirerek elbirliğiyle devrimci olan ne varsa onu yıkmak için örgütlendiğini görmezden gelerek bu satırları yazıyorlar. Ancak aynı satırlar, anti-Stalinist, anti- komünist karşı-devrimci kampanyanın kimleri üzdüğünü ve hedef aldığını, kimleri sevindirip dostluğunu kazandırdığının da açık bir itirafını oluşturuyor.

Anti-Stalinist karşı-devrimci kampanyaya tepki duyan SSCB halkları, restorasyon sürecine karşı sayısız biçimde direnmiştir. Gürcistan’da patlak veren bir ayaklanmayı gazeteci Jean Marie şöyle anlatır:

“Bir direnme oldu ayaklanan kalabalık Stalin’in memleketi Gürcistan’da günlerce başkent Tiflis’i ellerinde tuttu”

Stalin’e sınırsız bir sınıf kini besleyen ve ondan ölesiye korkan revizyonist burjuvazi, Stalin’i mezarında da rahat bırakmaz. SBKP 22. Kongresi’nin aldığı bir kararla, naaşı Kızıl Meydan’dan, Lenin’in mozolesinin yanından kaldırılır.

“1961’deki SBKP’nin XXII. Kongresi bu kez ulu orta yapılan bu açıklamalar dalgası 1956 suçlamalarını doğruladı ve gözler önüne serdi. İlk defa tapma döneminden konuşulmaya başlandı. Güvenlik şefi Şelepin yasaları çiğneme ve polis aygıtındaki tasfiye konusunu ayrıntılı bir raporla suçlamada yerini aldı. Molotov, Malenkov suçlanıyorlardı. İlk defa adaleti yerine getirmekten, suçluları yargılamaktan, işlenen hataları onarmaktan söz ediliyordu. Kruşçev, eski diktatörün Kızıl Meydandaki Anıt Mezardan cesedinin çıkarılmasını, heykellerin yıkılmasını, adını taşıyan sokaklara, alanlara, kentlere yeniden isim verilmesini, Stalin cinayetlerinde kurban gidenler için bir anıt dikilmesini tasarladı.”(Jean Marie Chauvier, age., s. 58)

Modern revizyonizmin adım adım iktidarı gasp etmeye hazırlandığı 53-56 arası dönemde, SSCB’de, Sosyalist Kamp’ta, UKH içinde kokuyu iyi alan burjuva öğeler, oportünist, reformist, revizyonist, Troçkist kesim ve eğilimler dört bir yandan canlanmaya, parti ve devlet iktidarlarını teslim almak için silahlarını kuşanmaya, fırsat kollamaya başladılar.

1956 yılında 20. Kongre ile iktidarın revizyonist burjuvazi tarafından gasp edilmesinden sonra, Sosyalist Kamp’ta ve UKH içinde revizyonizm ve her türden burjuva etki atağa kalktı. Polonya’da, özellikle de Macaristan’da karşı devrim Titoizmin, Troçkistlerin ve uluslararası sermayenin enerjik desteğinde ayaklandı. UKH içinde derin bir ideolojik kargaşa patlak verdi. UKH bileşenlerini oluşturan komünist partilerin ezici bir çoğunluğu modern revizyonist çizginin hegemonyası altına girdi.

Başını AEP’in ve Enver Hoca’nın çektiği Marksist-Leninist ve devrimci partiler modern revizyonist ihaneti kavradıkları ölçüde, gecikmeli de olsa, baş kaldırdılar. Devrimci-demokratik dinamizmini henüz yitirmemiş olan ÇKP’de kendi özgün devrimci konumundan ve bir dizi özel ulusalcı çıkarların (örneğin atom bombasının sırlarının verilmemesi, sınır sorunları, Tayvan sorunu, Çin’in BMÖ üyeliği sorunu vb.) etkisiyle de ihanete, karşı-devrime karşı direndi. ÇKP, başta, yöntemsel ayrılıklarına ve önemli ayrılık ve eleştirilerine karşın, Kruşçev modern revizyonizminin derin etkisi altında kaldı. ÇKP MK’sının tavrını yansıtan ve “Renmin Ribao”da –Halkın Gazetesi- yayınlanan “Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimi” ve “Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimleri Üzerine Biraz Daha” başlıklı makaleler bu bakımdan önemlidir. Bu iki makale, 20. Kongre’nin ardından, birincisi 5 Nisan, ikincisi 29 Aralık 1956 tarihinde yayınlanmıştır. Birinci makalede Kruşçevci 20. Kongre, şöyle değerlendiriliyor:

“Kişiye tapmaya karşı mücadele sorunu XX. Parti Kongresinin çalışmalarında önemli bir yer tuttu. Parti Kongresi bütün samimiyetiyle, uzun zamandan beri Sovyet toplum yaşamında birçok hatalara ve zararlı sonuçlara yol açan kişiye tapmanın yaygın olduğu gerçeğini ortaya koydu. SBKP’nin kendi hatalarına karşı yaptığı cesur eleştiri, parti içi işleyişin derin ilkeli karakterini ve Marksizm-Leninizmin büyük canlılığını göstermektedir.” (Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimleri, s.13, İnter Yay.)

“Parti ve devletin baş önderi olarak Stalin, hayatının son döneminde tam da bu nedenle bazı ciddi hatalar yapmıştır, çünkü o, farklı davrandı. O, burnu büyük oldu; itinasızdı, görüşleri subjektivizme ve tek yanlılığa açıktı…” (age., s.17)

“Gelişme halindeki sosyalist üretici güçler, sosyalist ekonomik ve siyasi sistem ve parti yaşamı, böyle bir kişiye tapma atmosferi ile her gün daha keskin bir çelişki ve çekişme içine girmişlerdir. SBKP XX. Parti Kongresinde kişiye tapmaya karşı gelişen mücadele, gelişmenin karşısında duran ideolojik engelleri silip süpüren Sovyet komünistlerinin ve Sovyet halkının gerçekten büyük ve kahraman bir mücadelesidir.” (age., s. 21)

“Çin Komünist Partisi, kişiye tapmaya karşı tarihsel olarak anlamlı mücadelede SBKP’nin kazandığı büyük başarıları selamlamaktadır.” (age., s. 22)

“Stalin hayatının son döneminde kazandığı bazı zaferler ve buna bağlı olarak yapılan övgüler Stalin’in başını döndürdü. O yer yer kaba bir biçimde diyalektik materyalist düşünce tarzından uzaklaştı, sübjektivizme düştü. Kendi bilgeliğine ve otoritesine körce inanmaya başladı.” (age., s. 50)

“…burjuvazi ve Batı’nın sağ sosyal-demokratları, kasıtlı olarak Stalin’in hatalarının düzeltilmesini ‘destalinizasyon’ (Stalin’den arınma-çn.) olarak gösterdiler ve bunu ‘antiStalinist unsurların’ ‘Stalinist unsurlara’ karşı mücadelesi diye adlandırdılar. Çirkef niyetleri tümüyle ortadır. Ne yazık ki, buna benzer görüşler bazı komünistlerde de yaygındır. Komünistlerin böyle görüşler savunmalarını çok zararlı buluyoruz.” (age., s. 51)

ÇKP, Titoizm’i ve Titozm’le barış ilan eden ve kutsayan Kruşçev revizyonizmini ise şöyle olumluyor:

“Sovyet hükümetinin Yugoslavya ile ilişkileri düzeltmek için gösterdiği çabalar, 30 Ekim 1956 açıklaması ve Polonya ile Kasım 1956’daki görüşmeler, bütün bunlar, dış ilişkilerde geçmişte yapılan hataların radikal biçimde ortadan kaldırılması amacıyla, SBKP ve Sovyet hükümetinin kararlılığını göstermektedir. Sovyetler Birliği’nin bu adımları, proletaryanın uluslararası dayanışmasının güçlendirilmesinde büyük bir katkıdır.” (age., s. 71)

“Tito yoldaşın ve Yugoslavya Komünistler Birliği’nin diğer yönetici yoldaşlarının Stalin’in hataları ve buna bağlı konularda son konuşmalarında ortaya koydukları tavra objektif ve haklı bir tavır denemez. Yugoslav yoldaşların Stalin’in hatalarına karşı özel bir kin duymaları anlaşılır bir şeydir. Onlar geçmişte çok zor koşullar altında sosyalizme sarılmak için övgüye değer çabalar gösterdiler. İktisadi kuruluşların ve diğer sosyalist kuruluşların demokratik yönetimi konusundaki deneyleri de dikkat ekti. Çin halkı, bir yanda Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerle, diğer yanda Yugoslavya arasındaki çekişmelere son verilmesini selamlar; aynı zamanda Çin ile Yugoslavya arasındaki dostluk ilişkilerinin kurulması ve gelişmesini selamlar; Yugoslavya halkı gibi Çin halkı da, Yugoslavya’nın sosyalizme giden kendi yolunda refahı ve gücünün artmasını umut eder…” (age., s. 53)

Burada amacımız, başlı başına ÇKP’nin tutumun değerlendirmek değildir; ama geçerken bu olguları hatırlatmak istedik.

Bölünme, kendi ulusal burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda direnme revizyonizmin burjuva milliyetçi doğasında vardır.

Nitekim her türlü baskı, şantaj, abluka, iç işlerine zorbaca müdahale vb. araçlarla UKH’yı uluslararası modern revizyonist hareket haline getirmeyi başaran Kruşçevci hainler, kısa sürede “çok merkezli” revizyonist bir hareketle yüz yüze kaldılar. 2. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında sağ oportünizmin geliştiği İtalya Komünist Partisi, Fransız Komünist Partisi, İspanya Komünist Partisi gibi partiler öncelikle Kruşçevci revizyonizmden “Avrupa komünizmine” doğru evrildiler. Togliatti, 20. Kongre’nin ardından bu görüşlerin babasının kendisi olduğunu ve hakkının teslim edilmesi gerektiğini yüzsüzce ilan etti. Togliatti, “çok merkezlilik” teorisinin önderi olarak ihanete en erken teslim olanların başında geldi ve Fransız Komünist Partisi lideri G. Marchais, İspanya Komünist Partisi lideri Carillo ile birlikte Euro-Komünizmi’nin önderliğini yaptı(lar).

Kruşçevizm, biçimsel de olsa, kendi liderliğinin tanınması koşuluyla, zorunlu bir taviz olarak, Euro-Komünizmi’ni tanımak zorunda kaldı.

Gerek UKH içerisinde komünizmden koparak sosyal reform partilerine geçiş sürecinde olsun, gerekse de Sosyalist Kamp ülkelerinde sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinde olsun “Stalinizme”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele”, “dogmatizme karşı mücadele”, “yaratıcı Marksizm” sloganları ve bayrağı hep başköşeye oturtuldu. Troçkizm’in, “Batı-Marksizmi”nin, “post-modernizmin”, “post-Marksizm”in, “Ezilenlerin Marksizmi”nin de aynı sloganlarla ve oportünist duruşlarla Marksizm-Leninizm’e, dünya Marksist Leninist Komünistlerine saldırısı tesadüfi değildir. En nihayetinde, revizyonizm, reformizm, oportünizm, Troçkizm vb. akımlar aralarındaki farklılıklara karşın ve her birinin doğarak geliştiği ulusal alanlardaki özgün biçimlenmelerine karşın, aynı emperyalist dünya sistemi temeli üzerinde, son tahlilde, ortak küresel nitelikler üzerinde birleşerek, Marksizm-Leninizm’e karşı, dünya proleter devrimine ve sosyalizme karşı mücadele etmektedirler. Her bir dönemde ya da dönemeçte, hangi farklı özgün kılıflarla ortaya çıkarsa çıksınlar, en nihayetinde dünya kapitalizminin hizmetindedirler. Bu, çağımızın tipik olgularından birisidir.

Kanımızca, Kruşçev revizyonizmi önderliğinde toplanan ve “oy birliğiyle” onaylanan 1957 ve 1960 UKH belgeleri, gerçekte modern revizyonizmin damgasını taşıyan belgelerdi. Bu belgeler incelendiğinde de rahatlıkla görülebileceği gibi bir uzlaşmanın ürünüdür. AEP, ÇKP vb partilerin modern revizyonist çizgiye karşı mücadelesi, bu belgelerin Marksizm-Leninizm ile revizyonizmin eklektik bir bileşkesi olarak çıkmasına yol açmıştır. Kanımızca, E. Hoca ve AEP’in iddia ettiği gibi bu belgeler ilkesel olarak Marksist-Leninist belgeler değildir.

Bu belgeler, tüm Marksist-Leninist lafazanlığına karşın ve dahası Kruşçevizm’in geri adım atarak imzalamış olmasına rağmen, modern revizyonizmin damgasını taşıyor. Belgelerde 20. Kongre onaylanıp övülüyor, 20. Kongre’nin tüm temel oportünist gerici tezleri belgelerde yer alıyor.

Bizce Marksist-Leninist Komünistler bu belgeleri revizyonist belgeler olarak mahkum etmeli ve AEP’in tavrını da açıkça eleştirmelidir.

SSCB’de iktidarı gasp eden yeni burjuvazi, sosyalizmin tasfiyesine ve kapitalizmin inşasına klasik burjuva ideolojisiyle, programıyla başlayamazdı. Bunun için kendini, içerisinde doğup büyüdüğü tarihsel, siyasal, iktisadi ve kültürel koşullara adapte etmek zorundaydı.

Kapitalizm ve burjuvazi uluslararası karaktere sahiptir. Bu maddi/tarihsel nesnel gerçek, revizyonizmin de uluslararası karakterini belirleyen olgudur. Dolayısıyla revizyonizm, hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın, temel karakteristik özellikleriyle uluslararası bir karaktere sahiptir. Revizyonizm, doğası gereği, burjuva ideolojisinin biçimlerinden biridir ve o, proletarya saflarında burjuva bir etkiyi, akımı temsil eder. Uluslararası karakterine karşın; revizyonizme karşı mücadele emperyalizme karşı mücadeleden ayrılamazsa da o, içerisinde doğduğu toplumsal, tarihsel koşulların özgün özelliklerini taşır. Bu bağlamda, revizyonizmi inceler ve çözümlerken onun uluslararası karakterinin yanı sıra, bir de ulusal alanda aldığı özgün biçimleri de özenle incelemek, çözümlemek gerekir.

Kruşçevci modern revizyonizmin ideolojik kökleri, Brenstein’e, Kautsky’e, sosyal demokrasiye, Troçkizm’e, Titoizme dayanır.

1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət