Ana səhifə

Sscb’de kapitaliZMİn restorasyonu 1956: Kapitalist Restorasyonun Başlangıcı


Yüklə 224 Kb.
səhifə3/3
tarix24.06.2016
ölçüsü224 Kb.
1   2   3

Ama o, sosyalizmin zafer kazandığı bir ülkede iktidarda olan bir revizyonizm olarak, revizyonizmin en güçlü ve en tehlikeli türü olarak, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, emperyalizmin Soğuk Savaş Stratejisi’nin ürünü olarak da doğan bir revizyonizm; sosyalizmi tasfiye etme, kapitalizm ve sosyal emperyalizmi inşa etme misyonunu üstlenmiş modern revizyonizmin bir türüdür. Bu akımın SSCB’de, ülke içerisinde maddi temelini ise ayrıcalıklı bir katman haline dönüşen kolektif yeni tip küçük burjuva bürokratik-aristokratik tabaka oluşturmuştur.

Eşyanın doğası gereği, Kruşçevizm, ancak, içerisinde doğduğu sosyalizm koşullarında, Marksizm Leninizm, sosyalizm zırhına bürünerek iktidarı gasp edebilir, kapitalizmi inşa edebilirdi. Bu bağlamda, modern revizyonizm, klasik burjuva ideolojisi, yeni revizyonist bürokrat burjuvazi, klasik burjuva kapitalist sınıf, SSCB’de inşa edilen kapitalizm klasik kapitalizm, inşa edilen emperyalizm klasik emperyalizm olamazdı; nitekim olmadı da. Tüm yapılanlar Marksizm Leninizm, sosyalizm, proletarya enternasyonalizmi vb. adı altında yapıldı.

Zaten restorasyon ve restorasyon programı ve eylemi, o günkü somut tarihsel koşullarda, SSCB koşullarında ve Sosyalist Kamp’ta başka biçimde de ortaya çıkamaz, kamufle edilemez ve gerçekleştirilemezdi. 1956 yılında ortaya çıkıp, “Kahrolsun Marksizm Leninizm, sosyalizm, komünizm!”, “Yaşasın kapitalizm, emperyalizm, burjuvazi!” denmiş olsaydı açık ki, SSCB proletaryası, halkları bu hainleri bir kaşık suda boğar, sosyalizme sahip çıkarlardı. Hainler Stalin’e saldırırken bile taktik olarak ona bir biçimde sahip çıkmak zorunda kalmışlardır.

Öğretici ve uyarıcı olacağı için A.Yakovlev’den bazı aktarmalar yapmak yararlı olacaktır. Aşağıdaki alıntıları okurken yılın 1990 olduğunu unutmayalım. Aşağıdaki sözlerin sahibinin sosyalizmin aşırı bilinçli düşmanı, klasik kapitalizmin tutkulu bir gerici militanı olduğunu bilelim. Ve bu kitabın her okuyucu tarafından incelenmesinin sayısız yararı olacağını da belirtelim.

“Bizde halkın zenginlere hiç sempatisi yoktur ve onlara güvenmez.” (Sovyetler Birliğinde Ne yapmak İstiyoruz?, s. 46)

“Köylülerin bir kısmı kendi hesabına çalışmayı kabul ediyor ama büyük çoğunluğu bunu istemiyor”

“Yine de bir çok kolhoz ve solhozun çok iyi çalıştığını kabul etmek zorundayız.”(age., s. 50)

“Toprak sahibi olmak isteyenlerin sayısı ise ne yazık ki, daha önce değindiğim gibi çok az. Tersini düşünürdüm. Yanılmışım.”(age., s. 51)

“Hukuk devletine gelelim. Daha işin başındayız, çünkü henüz uygun bir anayasamız yok… kanuna uyulmadan hiçbir şey yapılamaz.

“Bizde demokrasi henüz mevcut değil… Toplumun demokrasi geleneği yok, ilkeleri bilmiyor, oyunun kurallarını sezdiği an da bunlara saygı göstermeye hazır değil.” (age., s. 55)

“Birisine örneğin hakları olduğu kadar görevleri de olduğunu söylerseniz o size insan haklarını ihlal ettiğiniz karşılığını veriyor! Görevler tamamen devlete ait.”(age., s. 56)

“Aslında beni korkutanlar sağcı yöneticiler - ‘sağcı’ Sovyet şartlarında Stalin’ci-Brejnevci anlamına geliyor-(röportajı yapan gazetenin ekidir)- değil, onların arkasındakiler, onların yönlendirdiği, ekonomik durumdan hoşnut olmayan kitlelerdir. Eskiden işler daha iyiydi diyorlar ki bu doğru!” (age., s. 60)

“Kamuoyunda belli bir inandırıcılığa sahip olmak için bugün hala Lenin’e başvuruyoruz. (Kruşçevlerden, Brejnevlerden beri bu hep böyle oldu ve tabii ki daima Lenin’i en aşağılık bir şekilde çarpıtarak!-bn.) Ülkede muhafazakar görüşler hala çok güçlü olduğundan Lenin’e dayanmak gerektiğini düşünüyorum (iba.). Meta sözcüğünü duyduğu an insanlarda oluşan güvensizliği gördüğünüz zaman, bunu fark ediyorsunuz.” (age., s. 63, iya.)

“Eski usul sosyalizmimiz tek bir şartla, işinin başına gitmesi şartıyla, herkese aynı ücreti verirdi. Bunun korkunç sonucu olarak, insanlar yayılıp oturmaya alıştılar… insanlar hiçbir şey yapmayıp, konut, sağlık hizmetleri, bedava kreş, yuva ve parasız eğitim gibi temel ihtiyaçlarının her şeye rağmen kendilerine sağlanmasına alıştılar. Bu durum devletin daima daha fazla hizmet vermesi gerektiği duygusuna dayanan, bir hak iddia etme anlayışını körükledi. Bence bu zihniyet değiştirmek için herkesi kendi sorumluluğunu üstlenmek zorunda bırakmak gerekiyor.” (age., s. 65-66)

“İdeolojilerin sonunun geldiğinden giderek daha sık söz ediliyor. Ben, daha ziyade efsanelerin sonu diyeceğim. XXVIII. Kongre hala komünist efsanelerin izlerini taşıyor. Elbette, serbest piyasa ekonomisine geçmeye karar verdik, bir hukuk devleti oluşturuyoruz… bugün çoğulcu sistemin varolma hakkı var. Bunların hepsi prestroika zihniyetinden kaynaklanıyor. Ama sanki bunların hiçbiri mevcut değilmiş gibi, XXVIII. Kongre ‘program deklerasyonunda SBKP sosyalizm yolunu seçmiş ve komünizmi hedefleyen bir partidir’ diye yazıyor (Kruşçev babanız da aynı aşağılık taktiği izlemişti-bn.)” (age., s. 66)

Yukarıda aktardığımız alıntılar sosyalizmin ve 56 sonrası da sosyalizm döneminden kalan ve gasp edilememiş hakların Sovyet işçisi ve emekçiler arasında ne denli kök salmış ve kapitalizme, özel mülkiyete, zenginlere ne denli öfkeyle baktıklarını gösteriyor. Aynı açıklamalar, birkaç on yıldır sosyalizm tasfiye edilmiş olduğu halde Gorbaçovcu hainlerin hala neden 1990’larda dahi, Lenin’i çarpıtarak ve arkasına gizlenerek, iğreti bir biçimde de olsa, sahtekarca programlarına “sosyalizm yolunu seçmiş, komünizmi hedefleyen bir parti” olduklarını yazma gereksinimini duyduklarını gösteriyor.

Troçkizm, “Stalinizm”i “karşı-devrim”, “bürokratik karşı-devrim” olarak tanımlar. Troçkizm ve IV. Enternasyonal 1956’yı “Destalinizasyon” yolunda olumlu bir dönemeç olarak görür ama Kruşçev ve ardıllarının Stalincilikten yeterince kopuşamayarak Stalin’in çizgisini, modelini bir biçimde devam ettirdiğini savunur. Bakın Yakovlev Stalin hakkında neler söylüyor:

“Stalin’in benim için kötülük timsali olduğunu söylemeliyim.” (age., s. 30)

“Stalin eleştirildikten sonra Stalinci modelde ısrar edildi.” (age., s. 24)

“Stalin’in yaptığı gerçekten sosyalizmin bir ifadesi olarak görülebilir mi? Hayır! Tersine tam bir karşı-devrimdir.” (age., s. 29)

Kendisine ve kendilerine “Leninist-Bolşevik”, “Devrimci Marksizm”, “komünist” dahası Marksizm’in çağımızda geliştirilmesinin ifadesinin Leninizm değil de Troçkizm olduğu yaftasını yapıştırmayı seven Troçki, Troçkizm ve IV. Enternasyonal ile Marksizm-Leninizm’in, devrim ve komünizmin bilinçli azılı düşmanı A. Yakovlev’in Stalin’e karşı aynı cephede ve mevzide saf tutmuş olmaları ve aynı sözlerle saldırmaları çarpıcı bir şekilde örtüşüyor ve burjuva sınıf kardeşliğini çarpıcı bir şekilde ele veriyor. Evet, Troçkizm’in stratejik çekirdeği bilinçli anti-komünistlerden oluşmaktadır. Tarihsel deneyim bu geçeği çok çarpıcı bir tarzda açığa çıkarmıştır.

Kruşçevizm ve ardılları revizyonist bürokratik karşı-devrimi simgelerken, Gorbaçovculuk ise 56’dan başlayarak revizyonist karşı-devrimin klasik kapitalist karşı-devrime yol açan doruk noktası olarak olgunlaşıp çürümesidir. Yeltsincilik ise karşı-devrim içinde karşı-devrimdir. İkincisi birincisinden doğmuş, birincisi yerini ikincisine bırakmıştır. Böylece miadını dolduran tekelci devlet kapitalizmi, klasik kapitalist biçimler alarak dağılmış, tipik klasik kapitalist dönem başlayıp yeni sürece damgasını basmıştır.

Karşı-devrim içinde karşı-devrim, Kruşçev-Brejnev dönemini “Stalincilik”, “neoStalinizm” dönemi olarak damgalamış; birinci karşı-devrim Gorbaçovculukla Stalin dönemini bir kez daha mahkum ederek, geniş çaplı anti Stalinist kampanyayla ikinci karşı-devrime yolu düzlemiştir. Her iki burjuva karşı-devrimin temsilcileri, her bir aşamada Stalin’e, sosyalizme ve Marksizm- Leninizm’e sınır tanımaz kin ve saldırıda dizginsizce birleşmiştir. Ve Troçkizm de her bir aşama ve dönemeçte onları eleştirel(!) enerjik tarzda desteklemiş ve teşvik etmiştir.

Gerçekler bunlardır.

“Sovyet tarihçisi” Yuriy Afanasiyev, 10 Haziran 1987 yılında yapılan röportajda, “Bugün Stalizm bir davranış biçimi, görüş ya da düşünce sistemi olarak hala varlığını sürdürüyor mu?” sorusunu, şöyle yanıtlıyor:

“Bizim ülkemizde değişik nedenlerle Stalin’le ilgili olarak ‘iyi anıları olanlar’ hiç de az değildir. Tarihsel anlamda bellek düne ilişkin bilimsel olmayan ‘sıradan, günlük’ deneyim ve değerlendirmeleri de içerir. Bu düşüncelerin ortaya çıkışı, gelişimi kendiliğinden oldu genellikle, ama gelişmesine ve kuvvetlenmesine ideolojimiz de katkıda bulundu. Filimlerimize göz atmak, birkaç kitap okumak yeterli: Stalin yüce, bilge kişi olarak tanıtılıyor. Daha düne kadar otomobillerin camlarına da Stalin’in resmi yapıştırılırdı. Stalin’in doğrudan fotoğrafları, ya da fotoğraflı hediyelikler Gürcistan’da açık açık satılırdı da. Stalin’in adı birçok kimse için sağlam politika, disiplin ve düzenle eş anlamlı hale gelmişti. İnsanlar içtenlikle inanırlardı buna. Bu mirastan kurtulabilmemiz için yalnızca bilime değil, propagandaya da önemli görevler düşüyor.” (Bitirilmemiş Devrim, s. 128-29, iba., Amaç yay.)

“İlerleyebilmek İçin Tarihten Dersler Çıkarmak Gerekiyor” başlığı altında yukarıdaki kitapta yayınlanan konuşmasında Nikolay Malov, “SBKP tarihini öğreten ders kitabı nasıl olmalıdır?” sorusu bağlamında, “Moskova’daki Parti Tarihi Kürsüleri eğitmenleri için düzenlenen seminerde” (yıl 1987), şu itirafta bulunur:

“Parti yöneticilerine gelince: Lenin’den bu yana tek yönetici bile yok. Bu en azından son yıllarda yayınlanan ders kitaplarına göre böyle. Stalin ve Hruşçov bile en fazla, parti kongrelerinde rapor okuyan kişiler olarak anılıyor. Oysa onlar devletin ve partinin yönetiminde olan, karmaşık ve çelişkilere sahip kişiliklerdi. Bilimsel somutlulukta irdelenmeleri ve değerlendirilmeleri gerekmektedir. Roosevelt’e, Churchill’e ve Eden’e ilişkin kitaplar yayınlandı, ama Stalin’in politik kariyerini anlatan kitap hala yok. Oysa dünya çapında ona ilişkin yüzlerce kitap yayınlandı ve yayınlanıyor. Üstüne üstlük bu yayınlar antisovyetik, antikomünist görüşler temelinde hazırlanıyor. Bu başkaları için de geçerli.” (s. 133-134, iba.)

Yuriy Afanasiyev’in açıklama ve değerlendirmesi, Stalin’in ölümünden bu yana süre gelen “deStalinizasyon”a, Stalin’ini itibarsızlaştırma operasyonuna rağmen Stalin’in, Sovyet halkları ve işçi sınıfı nezdinde itibarının yaşamaya devam ettiğinin itirafıdır. Yıl 1987. Gorbaçov’la birlikte anti-Stalinist kampanya dizginlerinden boşanmış dörtnala yol almaktadır. Ama hala bay “Sovyet tarihçisi”, Stalin’den, “Stalinci miras”tan, “Bu mirastan kurtulabilmemiz için yalnız bilime değil, propagandaya da önemli görevler” düştüğünden bahsetme gereğini duymaktadır. Bayın bahsettiği “bilim ve propaganda” ise tümüyle demagoji ve manipülasyondan ibarettir. Söylemek isteği şey, sözde bilimin, bilimsel kılıf giydirilmiş manipülasyonun ve iliklerine kadar çürümüş ve kokuşmuş olan yalan ve demagojiye dayanan burjuva ve burjuva revizyonist propagandanın misliyle yoğunlaştırılarak, devrimi, sosyalizmi, Marksizm-Leninizm’i, Stalin’i proletarya ve halkların belleğinden tümüyle sökülüp atılmasıdır. Belli ki pek sayın tarihçimiz, 50’lerden 90’lara yaklaşmış tarihsel kesitte, emperyalizmin, modern revizyonizmin ve yeni burjuvazinin bin bir biçimde pratikleştirdiği anti-Stalinist kampanyayı, “bilim” ve “propaganda” adına, hala yetersiz bulmakta, “Daha fazla yalan, daha fazla iftira için haydi ileri!” çığlığı atmaktadır. Eh, boşu boşuna “At sahibine göre kişner”, dememişler.

Nikolay Malov’un konuşması da bir başka itiraftır. Modern revizyonist burjuvazinin Stalin, devrim, sosyalizm ve komünizm düşmanlığının tablosunu özlü ama çarpıcı bir tarzda yansıtmaktadır. Stalin ve sosyalizm adı belgelerden, kitaplardan vb. silinmiştir. O, yok sayılmıştır. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, artık SSCB yok. Ama meydanlara çıkan işçiler, emekçiler Kruşçevlerin, Brejnevlerin, Çernenkoların, Andropovların, Gorbaçovların değil, Lenin ve Stalin’in posterlerini taşıyarak yürümektedirler. Eee, gerçekler inatçıdır ve siz onları kıvrak kalem darbeleriyle, demagoji ve manipülasyonla, zorla, satılmışların it gibi havlamasıyla değiştiremezsiniz.

Burada hatırlatmanın yeridir: Uluslararası sermaye, Troçkizm, sosyal-demokrasi, Titoculuk, başta Sovyet modern revizyonizmi olmak üzere modern revizyonizm, dikkat edilsin, herhangi bir SBKP kongresini değil, söz gelimi SBKP’nin 10. ya da 14., 15., 16., 17., 18., 19. parti kongresini değil 20. Parti Kongresi’ni esin kaynağı olarak açıklamış ya da desteklemiş, övmüş, bir milat olarak almıştır. İşte Lenin ve Stalin dönemi ile 20. Kongre ve Kruşçev ve Kruşçevizm ile açılan dönem arasındaki fark bu kadar temel bir farktır aynı zamanda. Çünkü Lenin ve Stalin döneminin SBKP’si ile Kruşçev, 20. Kongre ve ardılları dönemindeki SBKP arasındaki farklılık, proleter çizgi ile burjuva çizgi, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki farktır.

SBKP’nin 20. Kongre süreciyle açılan kapitalizmin restorasyonu ve bu restorasyonun kapitalizmin yeni tipte inşası ile ve süreciyle birlikte burjuva revizyonist bir karşı devrimci kulüp haline getirilen SBKP’nin iğrenç bir şekilde çürüdüğünü görebilmek bakımından, şu iki örnek son derece çarpıcıdır. İlk örnek, Yeltsin’le ilgili olacak. Bakın SBKP’ye girerek Polit Büro üyeliğine kadar yükselen Yeltsin, anılarında neler yazmış:

“Parti komitesinin bana sorduğu çok sayıda sorunun arasında, ondan gelen şu soru vardı: ‘Marks, Das Kapital’in hangi sayfasında mal-para ilişkilerine değiniyor?’ Kendisinin Marks’ı hiçbir zaman ciddi bir şekilde okumamış olduğunu, asla bilemeyeceğini, zaten para-mal ilişkisinin ne olduğundan da haberi olmadığını biliyordum. Hemen cevap verdim. Şakacı bir ses tonuyla, bir saniye bile düşünmeden ‘C. II, sayfa 387’ dedim. Yüzünde bilgiç bir ifadeyle,’ Aferin’ dedi. ‘Marks’ı iyi biliyorsun.’ Ondan sonra parti üyesi olarak kabul edildim.” (Boris Yeltsin, Bu Gidişe Karşıyım, Altın Kitaplar, s. 54’ten aktaran Ahmet Hamdi Dinler, Sosyalizm Yolunda Yeni Açılımlar, s. 130-131)

İkinci örnek, SBKP Genel Sekreteri Y. Andropov’la ilgilidir. Bakın bu zat-ı muhterem neler demiş vaktiyle:

“ Kısacası komünizm, komünist yetersizliğinden ölmüştür. Dünyadaki komünistlerin en azı, eskiden komünist sistem ile yönetilen ülkelerde yaşamıştır. Andropov’un dediği SBKP içindeki komünist sayısının % 8 oranı doğru ise o zaman partinin % 92’si sadece partili idi. Zaten kendisi ‘komünistlik başka, particilik başka’ dememiş miydi? Bütün komünist partileri içinde sürü ile partili bulmak mümkün. Oysa komünistleri fener ile aramak gerekirdi.” (Vasili Rafailides, EONOE aktaran Cumhuriyet Gazetesi, Aktaran A. H. Dinler age., s.133)

Bu tabloyu özel olarak yorumlamaya gerek var mı acaba! Evet, bürokratik tasfiyeci çürümenin ortaya çıktığı koşullarda partili olmakla komünist olmanın farklı şeyleri ifade ettiğini biz de biliyoruz. Bu bakımdan da sosyalizmin tarihinden gerçekten öğrenmeliyiz.

Gorbaçov’la birlikte SBKP içerisinde neoliberalinden faşistine kadar sayısız çeşitlilikte politik grubun ortaya çıkışı yeni tip burjuvazinin, modern revizyonizmin, yeni tipte inşa edilmiş kapitalizmin ve sosyal emperyalizmin ne derece korkunç çürüdüğünü kanıtlamıştır.

Brejnev’den adeta hayranlıkla bahseden Yalçın Küçük’ün, “Sosyalizmden soğumuş, yaşadığı toplumda mutsuz, kapitalizmin faziletlerine inanan ve bunları abartan bir entelijansiya, Brejniev döneminin en büyük miraslarından birisidir; Mihail Garbaçov, eninde-sonunda Sovyetler Komünist Partisi ile çatışmaya girdiği zaman bu gayri memnun entelijansiyaya döndü. Bu gayri memnunlar ordusunu harekete geçirmek için Brejniev’i kötülemek bulunmaz bir yöneliş oluyordu; Garbaçov ekibinin, Brejniev dönemi için bulduğu, ‘zastoy’, durgunluk, nitelemesi, muhalif entelijansanın iç yapısına da uygun düşüyordu.” (Sovyetler Birliği’de Sosyalizmin Çözülüşü, s. 153) analiziyle, O şu “gayri memnunlar ordusunu”nun nedenini ya da “bir nedenini” Brejnev’in ücretler politikasında büyük eşitlikçi olmasına her ne kadar bağlıyorsa da ( ki bu yanlıştır), gerçekte, sorunu üreten temel olgu 1956 ile ortaya çıkan ve Brejnev dönemiyle atağa geçen ve bir olguya dönüşen kapitalizmin restorasyonudur. İşte bundan dolayıdır ki, Batı kapitalizmi hayranı “gayri memnun” aydınlar ordusu, en fazla da Brejnev döneminde ürüyor. Gorbaçov’a da düşen, bu orduyu yedekleyerek ya da ittifak kurarak harekete geçirmek oluyor. Eh, sonuç da ortada zaten...

Geçmeden bir-iki olguya daha dikkat çekmek istiyoruz.

SSCB’de Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimle açılan tarihsel süreci anlamamış, kapitalizmin yeni yoldan inşasını kavramamış bir dizi oportünist akım ve aydın, revizyonist/kapitalist sistem ve kampın dağılışını da doğru değerlendirememiş; tarihten de ilkeli, bütünlüklü dersler çıkaramamıştır. Daha komik olanı ise, dağılışın, Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimin, kendi çizgi ve eyleminde kararlılıkla ilerleyememesine bağlamalarıdır. Örneğin bu bağlamdaki eleştiri ve değerlendirmelerin savunucularından birisi de Mehmet Yılmazer’dir. Yılmazer’in, 1988-93 arası tarih kesitinde yayınlanmış yazıların derlemesinden oluşan kitabı, bu bakımdan bir ibret örneğidir. Amacımız başlı başına Yılmazer’in kitabını değerlendirmek değil. Zaten bu, gerekli de değildir. Yıkılanın, çözülerek dağılan sistem ve kampın, revizyonist/kapitalist sistem ve kamp olduğu olgusunu bilince çıkarmaktan zaten uzak olan ve yıkılışı “sosyalist sistemin yıkılışı” olarak tanımlayan ve çözümleyen Yılmazer’in bu sözde anlayışını geçiyoruz.

Yılmazer’in, “Sosyalist sistemin çöküşü karşısında metodik olarak yaklaşırken başlıca üç farklı tavır ortaya çıktı.” “Sovyetler Birliği’ni zaten ‘sosyal emperyalist’ olarak gören siyasal akımlar açısından ortada önemli bir değişme yoktu. ‘Bürokratik kapitalizmden pazar kapitalizmine’ bir geçiş yaşanıyordu. Onlar söyleyeceklerini Mao ile birlikte zaten 60’lı yılların sonlarına doğru söylemiştiler. Dolayısıyla bu siyasal akımlar açısından sosyalist sistemin çöküşünden teorik ve siyasal sonuçlar çıkartmak mümkün değildi. Aslında onların mantığı açısından gerekli de değildi.” (Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağına Ne Oldu, s. 10, iba., Alaz Yay.) eleştirisi, eleştiriden ziyade demagojiden ibarettir. Sözgelimi elinizdeki çalışma, (SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları ve Tarihi Dersler, Hasan Ozan, Ceylan-Akademi Yayınları) vb. çalışmalar Yılmazer’in önyargılı, subjektif ve manipülatif duruşunun somut bir kanıtıdır.

Kuşkusuz ki, SSCB’nin ve Sosyalist Kamp’ın 56 ile, Kruşçevci kızıl maskeli beyaz karşı-devrimle birlikte kapitalizmin restorasyonu sürecine girdiğini ve bu sürecin 70’lere gelince sosyal-emperyalizm olarak olgunlaştığını düşünen cenahta, “değişen bir şey yok, ne dedikse o çıktı” keyfiyetine saplanmış akımlar vardır ama bundan hareketle Yılmazervari genelleme yapmak, ilkesiz bir yöntem ve bakış açısını ifade etmektedir.

Yılmazer’i hep birlikte dinlemeye devam edelim:

“Stalin’e ilk önemli eleştiri Kruşçev’in XX. Kongre’de (1956) yaptığı ‘gizli’ konuşma ile başladı. Kongre sonrası MK’nın aldığı ‘Kişi Tapıncı Ve Sonuçlarının Giderilmesi Üzerine’ başlıklı kararla resmileşti. Bu karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirmesini içerir.” (agk., s. 35, iba.)

Yılmazer, “Bu karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirmesini içerir” saptamasıyla duruşunu seçer. (Yukarıda, Kruşçevizmin, 20. Kongre’ye, 20. Kongre kararlarına, “Gizli Rapor”a dayanan anti-Stalinist çizgisinin karakterini, kampanyanın içeriğini, hedef ve amaçlarını ortaya koymuş olduğumuz için bir kez daha tekrarlamak gerekmiyor.) Bu duruş, yeni tip burjuvazinin, modern revizyonist karşı-devrimin, kapitalizmin restorasyonun yanıdır… Yılmazer’in bazı haklı eleştirileri ise, temel tahlili ve duruşu yanında önemsizdir. Seçtiği safı da değiştirmiyor.

Yılmazer, Kruşçev’i bazı hataları olan bir komünist olarak değerlendiriyor. Kruşçev, Brejnev ve ardıllarının “hatalar”ını Stalin dönemine, Stalin döneminin modern revizyonizm tarafından köklü bir şekilde aşılamamasına, bu amaçla ortaya konulması gereken sürekliliği olan sistematik irade eksikliği ile izah ediyor ve eleştiriyor(!). Modern revizyonist burjuvazinin 56 sonrası süreçteki başarısızlıklarının faturasını da fütursuzca sosyalist geçmişe mal ediyor. Örneğin o, “Böylece şu gerçeklik açıkça ortaya çıkıyor: Kruşçev dönemindeki ‘reformlar’ doğru noktalara dokunsa da eski mantık ve yöntemlerle pratiğe geçirilince işlemez hale gelmiş, düzensiz uygulamalara dönüşmüştür.” (age., s.48)

Açıkça görülebileceği gibi, Yılmazer, sosyalizmi tasfiye, kapitalizmi yeniden kurma teori ve pratiği olan Kruşçevizm’e sahip çıkıyor; dahası, kraldan daha kralcı kesilip, yeni tip burjuvaziyi, reformları tutarsız, istikrarsız, yetersiz, sistemsiz vb pratikleştirmekle eleştiriyor(!). Yeni tip burjuvaziyi, modern revizyonizmi, kapitalizmin restorasyonunu savunmanın klasik yöntemlerinden birisi de, öteden beri sayısız Troçkist, revizyonist, orta yolcu akımın ve aydının yapageldiği gibi, bir yandan Kruşçevlerin restorasyon yolunu savunmak, öte yandan da revizyonist bürokrat burjuvaziyi ileri gitmede, yenilenmede yetersiz kalmakla eleştirmektir(!). Yılmazer de yeni bir şey yapmıyor, revizyonist tasfiyeciliğin ayak izlerine basarak ilerliyor. Hepsi bu kadar!

Şu sözler de bayımıza ait:

“Gerçekten Brejnev, Kruşçev’i ‘iradi’ ve ‘subjektif’ olarak eleştirirken, kendisi Stalin döneminin bir karikatürünü yaratmaktan öteye gidememiştir.”

Yılmazer, 1935’lerden sonra, Stalin dönemindeki “ekonomik yönetim ve politikada yetki ve yürütüm, kaçınılmaz bir şekilde Sovyet tarihindeki en merkezi noktasına” çıktığını, “Bu, koşulların zorunlu bir sonucuydu. Elbette ki böyle bir yapılanmanın olumsuz birikimleri de olacaktı.” dedikten sonra, şöyle devam eder:

“Fakat 1948’den sonraki yıllarda emperyalist kuşatma geri çekilmiş, içeride burjuva artıkları etkisini yitirmiş durumdadır. Bu objektif değişim, parti politikasına yansımamızlık edemezdi. Yeni girilen döneme uygun politikalar üretmede Kruşçev dönemi bir adım atmış olsa da bu adım eski dönemin ve yeni koşulların yeterince kavranmayışından dolayı karşı uca sıçrayan tutarsızlıklardan öteye gidememiştir. Brejnev dönemi ise, değişen koşullara yeterince hızla ayak uyduramamış, Stalin döneminin politikalarını yeni koşullarda biraz deforme ederek uygulamakla yetinmiştir.” (age., s. 50-51)

Burada da açıkça görülebileceği gibi, bu değerlendirmeler tümüyle subjektiftir. Modern revizyonizmi, Kruşçevleri, Brejnevleri örtülü bir şekilde savunma, meşrulaştırma, aklama, suçu Stalin dönemine yıkarak işin içinde çıkma oportünizmiyle yüz yüzeyiz. Açık ki bu durumda da, Stalinci politika ve yapılar sürmüş, aşılamamış, vs. oluyor.

Görüldüğü gibi, Yılmazergiller familyasının tipik kaşarlanmış revizyonist teorik-siyasal değerlendirmeleriyle karşı karşıya bulunuyoruz. SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta sosyalizmi yeni yoldan tasfiye edenlerle Yılmazergiller familyası arasında nesnel içsel ideolojik bir bağ vardır. Bu bağ, sosyalizm ve komünizm adına modern revizyonist çizginin, orta yolcu oportünizme has koşullar içerisinde kendisini yeni bir biçimde üreterek karşımıza Kruşçevlerin, Brejnevlerin hataları olan komünistler olarak değerlendirilip eleştirilmesinde de açığa çıkmaktadır.

İşte bu revizyonist, sosyal reformcu zihniyetin sonucudur ki Yılmazer, Gorbaçovculuğu da şöyle kutsayabiliyor:

“Perestroykayla sosyalizm bir döneme giriyor. Bu ‘dönem’ sosyalizmin kuramsal aşamalarından birisi değil, tamamıyla Sovyetler’de sosyalizmin gelişiminin özel bir aşamasıdır. Herhangi bir ülkede tekrarlanması ne bir kader ne de bir kaçınılmazlıktır. Ancak bu büyük deney her devrimci örgütlenme için zengin bir yol göstericidir.

“Çalışan yığınların topyekün inisiyatifi temeline dayanan sosyalizm, bürokratik yozlaşmalarla kendi canlı özüne yabancılaşabilmiştir. Şimdilerde bu çember kırılıyor.” (age., s. 60, iya.)

“Yazımızı ‘yeni düşünce’yle ilgili bir notla sonuçlandıralım. Sovyetler’deki uygulamalar, genel özüyle olumlu özellikler taşıyor. Yıllardır geciken adımlar atılıyor….” (age., s. 61)



Yukarıdaki satırlar Eylül 1988’de yazılmıştır. İşte Yılmazer’in geldiği yer: Gorbaçovculuğun savunusu. Gorbaçovculuğun geldiği yer mi? SSCB’nin de dağılışı, tarihin karanlıklarına gömülüşü…

Evet, Yılmazer sayfalar dolusu yazmıştır. Ama boş yazmıştır. Eleştiri adına, ders çıkarma adına sosyalizmin tarihinden doğru sonuçlar çıkarmayı ve devrimci bir tarzda hesaplaşmayı da zaten başaramamıştır. Tek tek bazı devrimci eleştirileri ise ana yaklaşım ve değerlendirmelerinin karanlığında yitip gitmiştir.
1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət