Ana səhifə

Üzerine notlar


Yüklə 278.5 Kb.
səhifə2/3
tarix26.06.2016
ölçüsü278.5 Kb.
1   2   3

3.112. Jeo-politik Stratejik Argüman ise şöyle özetlenebilir: “ABD, nasıl Saddam’ı dezenformasyon ile kandırıp Kuveyt’e saldırttı ve sonra da bunu bahane edip Körfez savaşını çıkarttı ve, bu savaşın sonunda, Kuveyt ve Suudi Arabistan’da çok stratejik hava üsleri elde ederek oraya bayrağını dikti ise, gene benzer bir biçimde birilerini kandırıp, bu eylemi yaptırttı. Şimdi de bu saldırıyı bahane edip bir savaş çıkaracaktır. Bu savaşın sonunda, Afganistan ve/veya Pakistan’da kendine yakın rejimler yerleştirecek ve buralarda çok stratejik bir iki hava üssü kurup, Orta Asya’ya da bayrağını dikecektir. Bu alan çok önemlidir çünkü Çin, Hindistan ve Rusya üçgeninin tam ortasındadır. ABD buraya yerleştireceği bir hava üssü vasıtasıyla, söz konusu üç dev ülkeyi kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. İşte, ABD, bu amacı gerçekleştirmek için saldırıyı planlayıp yaptırtmıştır.” ( Bu argümanın varyasyonları, Mahir Kaynak, Erol Manisalı ve Em.Org. Kemal Yavuz gibi zevat tarafından ileri sürülmüştür.)




(a) Bir kere, CIA böyle bir bahane üretmek isteyecek olsa, 5,400 kişiyi öldürecek ve de ABD ve tüm merkez ülkeler başta olmak üzere küresel kapitalist düzene bunca ağır bir iktisadi darbe indirecek sonuçlara yol açacağı kesin olan böyle bir eylem yerine, 80-90 denizcinin yaşamına ve 500-600 milyon dolarlık bir destroyerin kaybına neden olacak bir saldırı düzenletirdi. Aslında ABD toplum ve devlet yapısını, ABD’nin yürütme organlarının ve bu organların üst makamlarına gelmiş kişilerin çalışma biçimini ve ambiyansını azıcık bile bilen birinin; bu son cümlede ifade edilen boyutta bir komplonun, bırakınız gerçekleştirilmesini, akıldan dahî geçirilmeyeceğini bilmesi gerekir. Çünkü bu tür bir operasyonu düzenleyebilecek mevkide olanlar, bu tür câniane bir planı etik ve profesyonel standartlarına ve vicdanlarına uyduramazlardı. “Yok canım, çok safsın” diye düşünenlere bir çift sözüm var: Sizler, kendinizi öyle bir mevkide tasavvur ettiğinizde, anlaşılan, başka türlü karar vermeyi düşünebilirdiniz: Ama bu sadece sizin düşünce ve “şuur” düzeyiniz hakkında bir şeyler söyler ve sanırım “azgelişmişlik” ve “gelişmişlik” arasındaki farkın önemli bir boyutunu yansıtır. Ayrıca, neden bazı ülkeler global çapta “liderlik” yapacak konuma gelmiştir ve neden bazıları böyle bir konumdan çok uzaktadır, bunu da kısmen açıklar. Ama yukarıdaki argümanı asıl absürd kılan şudur:

(b) Çin, Hindistan ve Rusya gibi, bu yüzyılın süper-güç adaylarını bir iki üs ile “kontrol etmek” mümkün değildir. Bunu, 1920 yılından sonra okumuş veya yaşamış her strateji uzmanının bilmesi gerekir. Bırakınız Çin, Rusya ve Hindistan gibi üç devi, ABD; üçüncü-sınıf bir ülkedeki gelişmeleri bile (örneğin 1979’da İran’da veya 1968-75 arasında Lübnan’da olan gelişmeleri bile) bu ülkelere komşu ülkelerdeki üsleri vasıtasıyla kontrol edememiştir. Çünkü böyle bir şey mümkün değildir. Böyle bir şeyin mümkün olduğu zehabına kapılabilecek kadar cahil bir istihbarat örgütü üyesi veya strateji uzmanı olamaz—veya olsa-olsa Türkiye ve benzeri azgelişmişlerde olabilir. Askerî-üs sadece bir “asset”dir –yani, militer ve stratejik boyutta, bir ülkenin“aktif”inde yer alan bir “varlık”tır. Salt bu tür “aktifler” ile, bırakınız Çin, Hindistan ve Rusya gibi üç devi birden, hiçbir ülkeyi “kontrol” etmenin mümkün olmadığını; “güvenilebilir” ve “kalıcı” bir kontrolün, herşeyden evvel, sosyal ve ekonomik ve de buna paralel olarak toplumsal, politik ve ideolojik boyutlarda oluşacak gelişmeler üzerine inşa edilmiş bağlantılar, ‘bağ’lar ve “allegience”lar vasıtasıyla sağlanacağını her strateji uzmanı bilir. Türkiye’de kendini strateji uzmanı ilan eden ve bu tür argümanları bilgiç-bilgiç öne süren bazıları, anlaşılan bu kadarcığını bile bilmiyorlar.


    1. MOSSAD Yaptırmıştır!”: Buna inananların düşüncesinin özeti şudur:

Bu saldırı sonucunda başta ABD olmak üzere Batı’da Arap-Müslümanlara karşı bir infial uyanacaktır. Bu¸ İsrail-Filistin çatışmasında zaten İsrail’e sempati duyan Batı kamuoyunu, daha da belirgin bir şekilde İsrail-taraflısı olmaya itecektir. Özellikle ABD, dostunun ve düşmanının kim olduğunu daha net bir biçimde algılayacaktır. Her hal-ü kârda, ABD kamu oyunda Arap-karşıtı bir

hissiyat doğacak ve derinleşecek; ve bu İsrail’e yarayacaktır. Kısacası İsrailli ajanlar şu düşünceyle bu işi tezgahlamıştır: ‘Güçlü dostumu (ABD’ni) düşmanıma gerçekten düşman edebilirsem, çok kârlı çıkarım’. Ergo, Mossad yaptırmıştır....
Bu argüman akla yatkın gelebilir; veya kurgulanan, ilk bakışta, iç-tutarlılığa sahipmiş izlenimi bırakabilir. Ama bu demek değildir ki, bu kurgulanan, “gerçek” dünyada, reel-dinamikler içinde olabilecek bir şeydir. Saldırının üstünden daha bir ay bile geçmeden, gerçek dünyadaki dinamikler bakınız nasıl işlemiştir: ABD, uluslararası destek arayışı içinde iken, Müslüman-Arap dünyasında oldukça geniş kesimler tarafından paylaşılan anti-Amerikan hissiyatı daha da derinleştirip kemikleştirmemek için ve Müslüman-Arap dünyasını yanına çekebilmek için kesin bir çaba içine girmiştir: Bu çabanın, ileride, Huntington’un olasıdır dediği türden “Müslümanlarla Batı arasında” bir uygarlıklar çatışması haline dönüşmemesi için uzun-vadeli bir politika ve tavır değişikliği imlemlediği öylesine net bir biçimde ortaya çıkmıştır ki, İsrail’deki liderler, ABD’nin bu uğurda ve orta-uzun vadede İsrail’in çıkarlarını göz-ardı edeceği ve hatta gerekirse gelecekte İsrail’i “feda” bile edebileceği endişesine kapılmışlardır. 3 Ekim tarihinde, İsrail Başbakanı Ariel Sharon, bu endişeyi dile getirmiş; ve ABD’ni ve Batıyı şu sözlerle uyarmak ve protesto etmek gereğini duymuştur: “İsrail Çekoslovakya olmamalıdır. Ve olmayacaktır!... Olmayacaktır, çünkü eğer müttefiklerimiz bizi yalnız bırakacak olurlarsa, biz Çekoslovakya gibi yapmayız... 19 İsrail başbakanının bu tepkisi üzerine, üst düzey Amerikalı yetkililer her ne kadar İsrail’i teskin edecek demeçler verdilerse de, aradan üç-beş gün geçmeden George Bush’un kendisi, bu demeçlerin amacını boşa çıkarırcasına, “ABD, zaten 11 Eylül saldırısından evvel de, Filistin devletini tanımayı planlıyordu” şeklinde konuşmuştur. Hemen akabinde, l2 Ekim günü, Yaser Arafat’ın sözcüsü, “Başkan Yardımcısı Cheney, Washington’da yapılan temaslarda ABD’nin Filistin Devletini tanıyacağına dair bize garanti verdi” şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Oysa 11 Eylül’den evvel ABD, Filistin Devletini tanımak konusunda hep sessiz kalmayı tercih etmişti: Daha doğrusu, “Hele siz aranızdaki sorunları halledin, ondan sonra tanırız,” şeklinde bir tutum sergilemişti. Sharon ve İsrail’deki Yahudilerin önemlice bir kısmı, ABD’nin (ve Batı’nın) daha büyük çaplı küresel çıkarlar söz konusu olduğunda, İsrail’i “harcama” yoluna sapabileceğinden endişe etmektedir. Oysa 11 Eylül saldırısından önce böyle bir şey akıllarına bile gelmiyordu. Öyleyse, “Mossad yapmıştır” argümanını öne sürenler; Mossad’ın, 11 Eylül saldırısının bu gibi bir gelişmeye yol açabileceğini hiç mi hiç düşünmemiş olduklarını iddia etmek zorunda kalacaklardır. Mossad’daki uzmanlar ebleh mi ki, bu olasılığı düşünmesinler? Komplo teoricileri, elbette, kendilerince buna da bir açıklama getirebilirler: Örneğin, diyebilirler ki, “CIA ajanları, Mossad’dakileri bu konuda dezenforme ve provoke etmiş olabilirler.” Gelip geri döndük mü “(i)” no.lu “ABD yaptırmıştır” argümanına?!! Çok komik!....
Bizim komplo teoricilerinin, her nasılsa düşünemediği ve eylemin sonuçları açısından “karşı argümana pabuç bırakmayacak” iki adet “mantıklı” komplo teorisi var. (Onları da ben ürettim! Kısaca sunayım:) (1) 11 Eylül saldırısından sonra, İsviçre Frangı, başta ABD doları olmak üzere tüm önemli dövizler karşısında değer kazandı ve de tüm borsalar önemli düşüşler yaşarken, İsviçre borsalarında sadece sigorta şirketleri ve havayolları şirketlerinin hisseleri düştü, endekste önemli bir düşüş olmadı. Demek ki bu işten İsviçre kârlı çıktı. Öyleyse, İsviçre’nin derin-devleti yaptırmış olmasın?!! (2) ABD’de tüm şirketler değer kaybederken ve hepsi gelecek çeyrek ve gelecek bir yıllık ciro ve kâr tahminlerini aşağı çekerken, “Rent a Car” sektöründe bir patlama yaşanmaktadır. 400 km.den az mesafelere uçakla giden yüz-milyonlarca yolcunun saldırı sonrasında uçağa binmek yerine araba kiralayıp gitmeyi tercih etmeleri neticesinde, bu sektörün toplam cirosunda, gelecek 12 ay içinde, ortaya çıkacak artışın 20 milyar doları aşacağı tahmin edilmektedir. Az para değil! Öyleyse, “Rent A Car”cılar’ın bu işte parmağı olabilir. Bu arada gaz-maskesi ve bayrak satışlarında da bir patlama var. Belki gaz-maskesi ve bayrak imalatçıları, Rent-A-Car’cılarla bir araya gelip, bu işi yaptırtmışlardır!
Bu iki komplo-teorisi çok mu saçma geldi? Elbette saçma ama öbür komplo teorilerinden daha saçma değil.

3.2. Peki, öyleyse kim yaptı?
Eylemin arkasında bir koalisyon olduğu doğrudur. Ama bu; “bir terörist örgütler koalisyonu”dur. Bunların arasında şunlar sayılabilir: El Kaeda; Al Cemaat-ı İslamiye ve El Cihad (Mısır); Hizbullah (Lübnan merkezli ve İran ve Suriye destekli); Hamas ve İslami Cihad (İsrail ve Filistin); El İttihad (Somali); Hareket-ül Mücahidin (Pakistan); İslami-Cihad (Cezayir); Asbat el Ansar (Lübnan); ve Abu Sayyaf (Filipinler). Avrupa ve Asya’nın çeşitli merkezlerinde banka hesapları bulunan bu örgütlerin çoğunun, Yemen, Suudi Arabistan, Suriye, Sudan, Afganistan, Pakistan, Lübnan ve Mısır’da yerleşmiş taraftarları ve bağlantıları vardır.

Saldırıyı gerçekleştiren 19 intihar komandosunun, nasıl olup da böyle bir eylemi gerçekleştirebilecek ruh ve zihin yapısına sahip olacak kıvama geldikleri sorusuna, bu yazının başında olasılıklar hesabı cinsinden bir yanıt vermiştim. Siyasi-İslam ideolojisinin aşırı ucunda yer alan bir düşünce yapısına ve Amerikan düşmanlığını fanatik boyutlara taşımış bir inanca sahip olmak; ve bu ideolojik saplantısını ve inancını, intihar komandosu olarak yaşamını feda etmeye hazır olacak dereceye taşımış olmak yeterlidir. Bu niteliklere sahip bireylerin sayısı sanıldığından fazla olabilir. Yarım milyarlık bir popülasyon içinde, dağılımın bu denli aşırı ucuna şu veya bu şekilde itilme olasılığı yüzbinde bir bile olsa, bu tür eyleme girişebilecek 5,000 potansiyel intihar komandosu var, demektir.


Tüm mesele, bunların arasından 20’sini seçmek ve bu yirmi arasından da sadece dördüne (belki yedek gerekir diye altısına-yedisine) 3-4 ay, bilemediniz bir yıl boyunca pilot eğitimi alacak maddi desteği sağlamaktı. Bu süreç zarfında hiçbir ülkenin istihbarat elemanlarını işe karıştırmaya gerek ve ihtiyaç yoktu. Yukarıda tanımlanan niteliklere sahip, yeterince fanatik ve davaya inanmış bireyler bulunduktan sonra iş kolaydı. 600-700 bin dolar civarında, hadi bilemediniz bir-birbuçuk milyon dolarlık bir maddi destek, bu işi tezgahlamak için yeterliydi. Maddi desteğin, El Kaeda örgütü tarafından sağlandığı anlaşılmaktadır. Örgüte ait 28 milyon dolarlık finansal varlığın daha şimdiden dondurulmuş olduğuna bakılırsa; bir milyon dolar, bu örgüt için devede kulaktı. Bizim, neyi bilip neyi bilmediğini bile bilemeyen bazı sözde-uzmanlarımızın iddia ettiği gibi eylemin planlaması ne zordu, ne karmaşıktı, ne de teknik ve teknolojik bilgi gerektiriyordu. Fikir, parlak ama basitti. Bir gün, iş saatleri içinde, 4 uçak kaçırılacak; ikisi WTC kulelerine, biri Pentagona, biri de Beyaz Saraya (Kongre Binasına?) çakılacaktı. Uçaklar kıyıdan-kıyıya iç-hat seferleri yapanlar arasından seçilecekti. Uluslararası uçuş yapan Jumbo-jetler çok daha etkin bomba tesiri yaparlardı; çünkü kitleleri ve taşıdıkları jet yakıtı, saldırıda kullanılan Boeing 767 ve 757’lerin iki üç katıydı. Ama uluslararası hatlarda güvenlik önlemleri birazcık daha sıkı olduğu için uzun-mesafeli iç-hatlar tercih edilmişti. Bu dahî, yerden destek falan olmadığının işaretidir. İddia edildiği gibi öyle sağlam bir destek olsa, Boeing 747 Jumbo’lar tercih edilmez miydi?
İş saatleri içinde Washington’daki iki, New York’taki üç ve Boston, Philadelphia ve Baltimore’daki birer hava meydanından herhangi biri, ikisi veya üçü veya dördü kullanılabilirdi. Uçakların kaçırıldığı saatte, ABD semalarında 2500’ü aşkın uçak uçuyordu ve yukarıda adı geçen sekiz hava meydanından, yarım saat içinde, uzun-mesafeli iç-hat seferi yapmak üzere kalkacak tarifeli uçak sayısı iki düzine kadardı. Bunlardan herhangi dördünün kaçırılmasında kantitatif hiç bir sorun yoktu: 20-30 uçaktan hangisini istersen seç-seç kaçır! Bu bağlamda “istihbarat” sorunu falan da söz konusu değildi: Git bir gün hava alanında otur, not et saat kaçta hangi uçak nereye doğru havalanıyor?... Veya American Airlines, United Airlines ve Delta gibi üç-dört büyük şirkete telefonla sor: Los Angeles veya San-Francisco veya Seattle uçaklarınız saat kaçta kalkıyor diye... Daha da iyisi, gir internet’e,20 haftalar öncesinden hangi şirket nereden nereye saat kaçta uçak kaldırıyor bak! Bu kadarcık istihbarat(!) için CİA’i devreye sokmak gerektiğini düşünen birisinin geri-zekalı olması lazım! Tek sorun uçağa girişte, korsanların kullanacağı silahın yakalanma ihtimaliydi. Bu nedenle, korsanlar tabanca taşımadılar. ABD iç hatlarında 3.5 inch’e kadar uzunluğu olan çakı, maket bıçağı veya karton kesicisi ile uçağa binmek serbesttir. “Ustura kadar keskin de olsa, parmak kadar bıçakla koca uçak mı kaçırılırmış?” diyeceksiniz. Rahatlıkla kaçırılır. Daha doğrusu 12 Eylüle kadar rahatlıkla kaçırılırdı. Çünkü o tarihe kadar dünyanın tüm havayollarındaki tüm uçak personeline verilen talimat şuydu: “Uçak kaçırma eylemi ile karşılırsanız, her n’olursa olsun, hava-korsanına direnmeyeceksiniz. Tüm istediklerine uyacaksınız. Korsan, uçağı, en sonunda bir hava alanına indirecektir. Müdahale gerekirse bunu havada değil, yerde, park etmişken, profesyonel timler gerçekleştirir. Siz müdahalede bulunmayacaksınız.” İstihbarat bilgisi cinsinden bundan başka bir şey bilmek de gereksizdi. (İkinci bilgiye ben bile sahiptim.)
Dolayısıyla, bu eylem, bazılarının sandığı gibi çok zor, çok karmaşık, çok teknik bir planlama gerektirmiyordu. Eylemin tek bir yumuşak karnı vardı: pilotların yetiştirilmesi uzun sürecekti. Bu zaman zarfında konuştukları takdirde, bilgi-sızıntısı olabilir ve eylem, başka bazı girişimlerde de olduğu gibi engellenebilirdi. Bu nedenle, saldırıyı gerçekleştiren 19 kişinin haricinde, planı koordine amacıyla, Amerika’ya 1-2 kişiden fazlasını göndermek gereksizdi. Fazlası hem disfonksiyonel olur, hem de sızıntı ihtimalini arttırırdı. Kısacası, bu saldırı karmaşık bir planlama gerektirmiyordu; kompleks bir koordinasyon da gerektirmiyordu; ileri teknoloji ve/veya istihbarat falan hiç mi hiç gerektirmiyordu. Efendim; ABD gibi bir ülkede bir uçak kaçırılırmış. Bunu anlarlarmış. Ama iki değil üç değil, dört uçak birden nasıl kaçırılırmış? Bunu mantıkları almıyormuş!... Bunu anlamayanlar, herhalde, bir kişinin 100 metreyi 16 saniyede koşarken, 4 kişinin aynı mesafeyi niçin 4 saniyede koşamadıklarını da anlayamıyorlardır!

Saldırıyı planlayanlar istedikleri sonucu aldılar: İkiz kuleler çöktü. Yaklaşık 5400 kurban verildi. Pentagon vuruldu. Ama uygulamada (teröristlerin bakış açısından) amatörce ve “misyonu tehlikeye atan” hatalar vardı. İlk uçak (AA-11) kuzey kuleye 8.45’te çarpmıştı. İkincisi (UA-175) güney kuleye 9.03’te çarptı. İkisi de Boston’dan havalanmıştı. Tam 40 dakika sonra saat 9.43’te Pentagon’a çarpan üçüncü uçak (AA-77) ise Washington, Dulles International Airport’tan 9.05 civarında havalandı; 9.20-9.25 civarında kaçırıldı. O saatte, 1 ve 2 no.lu timler ikiz kuleleri çoktan vurmuşlardı. Yani üçüncü tim çok gecikmişti. Nitekim ABD yetkilileri, bu uçağı “intercept” etmek için Virginia’dan avcı uçaklarının kaldırıldığını ama yetişemediklerini açıkladılar. 3. Timin, yaklaşık 1 saat evvel, 8.00 civarında başka bir uçağı kaçırmaları gerekirdi. Dördüncü timin performansı ise daha beterdi. Bu uçak (UA-93), 9.05 sularında Newark, NJ.’den havalanmıştı. 10 dakika rötar yapsaydı havalanmasına izin verilmeyecekti: çünkü, saat 9.17’de FAA’in (Federal Havacılık Dairesinin) emriyle New York havzasındaki tüm havaalanları kapatıldı. Bu timin de 8.00-8.15 arasında başka bir uçak seçmeleri gerekirdi. Üstelik bu timdeki teröristler, her nedense, uçak Cleveland semaları üzerine gelinceye dek, yani saat 9.50 sularına kadar harekete geçmediler. Yani fazlasıyla geciktiler. Öylesine gecikmişlerdi ki, uçak 10.10 civarında Pittsburg yakınlarında, yolcuların olanları haber alıp, “kaybedecek neyimiz var ki” diyerek müdahale etmeleri sonucu düşmeseydi, müteakip 20 dakika içinde, kesinlikle, Appalachian dağları üzerinde avcı uçakları tarafından düşürülecekti. Kısacası, 3. ve 4. timlerin, uçaklarını 1 saat kadar evvel kaçırıp, hedeflerini 8.45-9.15 arası vurmaları en idealiydi. Öyle yapılmaması için de hiçbir neden yoktu; çünkü 8.00-8.15’de arasında, Washington, Baltimore, Philadelphia ve N.Y.C.’deki yedi hava-alanından, maksada uygun nitelikte 8-l0 adet uçak kalkmıştı. Yani planda veya uygulamada çok büyük, amatörce ve önlenmesi hiç de güç olmayan hatalar yapılmıştı.



Toktamış Ateş diyor ki, “Afganistan’ın ücra bir dağındaki bir mağarada saklanan bir adam düğmeye bassın ve ABD’de dört uçak birden kaçırılsın.... Mantığım bunu almıyor!” Eylem 11 Eylül sabahı gerçekleştirilsin emrini elbette Usame bin Laden vermemiştir. Emri veren kişi, ‘sâha’daki, ismi bilinmeyen “koordinatör”dür. Ama eylem tarihinin hiçbir önemi yoktu ki! Yani, bu eylem, Ağustos sonundan itibaren bir ay içinde herhangi bir iş günü yapılabilirdi. Yeter ki hava tamamen açık ve güneşli olsun. Çünkü: intihar komandolarından dördü veya beşi (son bilgilere göre yedisi) gerçi pilot eğitimi almışlardı ama, sisli havayı geçin bir kalem, tamamen kapalı bir havada bile bu işi becerecek niteliklere sahip değildiler. Sâhadaki koordinatör, bu nedenle Eylül’ün ilk haftasından beri Washington ile NYC arasındaki şehirlerden birinde olmalıydı: Çünkü vazifesi, hava tahmin raporlarını takip edip, eylem gününü tim başkanlarına bildirmekti. “Efendim, ABD gibi bir ülkenin istihbarat servisi ot mu topluyordu? Nasıl bilemediler? Bunlar telefon falan dinlemiyorlar mı? ”diyenlere soruyorum: Tüm telefon konuşmaları dinlense bile (ki bu mümkün değil) diyelim ki, 9 eylül günü dört ayrı telefondan, bir kişinin, dört ayrı kişiye “Amcan Muhammed 11 Eylül sabahı NY’a geliyor haberin olsun” veya “Teyzen Ayşe 11 Eylül sabahı Boston’a uçacak. Saat 12:25’te orada olacak; muhakkak karşıla” falan filan dediği kayda alınıp dinlenildi... Bu konuşmalardan kim ne sonuç çıkartabilirdi ki?... Bu tür konuşmalardan hergün yüz-binlercesi yapılıyor. Bu sözlerde gariplik veya şüphe çekecek hiçbir şey yok ki....
Sâhadaki “koordinatör”ün tim liderlerine 11 eylül sabahı “şu sefer sayılı şu uçağı kaçır” diye talimat vermeleri de gerekmiyordu. Çünkü, her bir timin hedefi ve de kaçıracakları uçakların kalkış saati, “saat 8.30 artı eksi 15 dakika” diye çok önceden tespit edilmiş olması gerekiyordu. Bu durumda, tim liderlerine gün bildirimi yeterdi. Çünkü söz konusu zaman aralığında dört-beş düzine uçak kalkıyordu ve olayı lüzumsuz yere dillendirmeye gerek yoktu. Bu 19 intihar komandosu haricinde, “irtibatta” çalışacak 1-2 kişiden fazlası da gerekmiyor ve de istenmiyordu. Çünkü, bu rakama eklenecek her bir kişi deşifre olma ve yakalanma olasılığını gereksiz yere arttırırdı.
Tekrar edeyim: Bu plan çok basitti. Komplo-teoricilerinin iddia ettiği gibi karmaşık değildi. 1993 WTC bombalama girişimindeki gibi --düşük de olsa-- teknoloji kullanımı içermiyordu: Bomba yapımı için ara-madde ve araç-gereç temin etmek ve bomba imal etmek gibi boyutu yoktu. Dolayısıyla yakalanma riski de çok düşüktü... Fikrin parlak yanı, “yüksek-teknoloji sahibi düşman”ı “sıfır-teknoloji” ve “fanatik-iman sahibi insanlar” kullanarak vurmaktı. Maksada uygun 19-20 intihar-komandosunun doğru seçilmesinden ve bunlardan beşinin pilot eğitimi almasını sağlayacak maddi-desteğin sağlanmasından fazla bir organizasyon gerekmiyordu. Şimdi anlayabildiniz mi, neden bu eylemi Afganistan’daki ücra bir dağda saklanan karizmatik, ama karizmatik olduğu kadar da fanatik olan bu multi-milyoner “mücahit”in düşünüp, planlamış olabileceğini?...

Maddi destek sağlamasının yanı-sıra, jet-yakıtı dolu orta-boy yolcu uçaklarını bomba gibi kullanmanın fikir-babası, büyük olasılıkla, Usame bin Laden’di. Patlayıcılar, binaların strüktürel özellikleri ve taşıyıcı kolonların yangınlara karşı direnci gibi konularda müteahhit olarak çalıştığı gençlik yıllarından kalma bilgileri vardı. Fikir parlaktı ve ne denli etkin olabileceğini de ispat etti. Ama o kadar da orijinal değildi. Bu daha evvel düşünülmüştü. Örneğin, ünlü ve yaratıcı Türk ressamı ve Atatürkçü Düşünce Derneğinin temayüz etmiş bir üyesi olan Bedri Baykam, taa 1968-69 yılında bir romanının kurgusal omurgası olarak bu senaryoyu kullanmıştı: Bedri Baykam’ın bu romanında, teröristler, o zamanın en büyük ve en mütekamil yolcu uçağı olan bir Boeing 707’i, Manhattan’daki Pan-Am gökdelenine çakmışlardı.


Kuşkuların El Kaeda organizasyonu üzerinde toplanması için Bin Laden’in yeterli sabıkası vardı. Sovyet işgali boyunca Afganistan’da ön saflarda çarpışan Bin Laden, Körfez savaşından sonra ABD’ne cihat ilan etti. Kendi ifadesine göre, Körfez savaşından sonra ABD askerlerinin kutsal topraklara yerleşmesi bir “küfür”dü. Dolayısıyla, bin-Laden, ABD’nin yanı-sıra, bu küfre izin veren Suudi Kraliyet ailesine de savaş açtı. 1993’te Dünya Ticaret Merkezine yapılan bombalı saldırıda parmağı ve/veya desteği vardı: Bombacılardan kaçıp kurtulan Ramzi Yusuf, Pakistan’da El Kaeda örgütüne ait bir “misafirhane”de uzunca süre ikamet etmişti. 1994 ve 96’de, intihar komandoları, Suudi Arabistan’da Amerikalı askerlerin kaldığı iki yatakhaneye bomba yüklü kamyonlarla saldırı düzenledi. Bin Laden “ben orada değildim, bunu herkes biliyor,” dedi ama hemen arkasından bu saldırıyı gerçekleştirenlerin kahraman ve şehit olduklarını ifade etti. 1998 yılında, Peter Arnedt ile yaptığı bir röportajın sonunda, “çok yakında iyi haberler alacaksınız,” dedi. Peter Arnedt, bu iyi haberlerin ne olduğunu sorunca sadece gülümsedi ve “göreceksiniz” dedi. 17 gün sonra Nairobi ve Dar Es-Salaam’daki ABD büyükelçiliklerine bomba yüklü kamyonlarla intihar komandoları daldılar. Netice: Çoğu Afrikalı olmak üzere 200 küsur ölü... Bin Laden, bu saldırıyı da üstlenmedi, ama övdü. 31 Aralık 1999 gecesi, milenyum yılbaşı şenliklerini kutlamak için Seattle, Washington’da onbinlerce kişinin toplandığı meydana bombalı saldırı düzenlenmek üzereydi; ama saldırı gerçekleşemedi. Yakalanan bir failin El Kaeda örgütüyle ilişkisi saptandı. 2000’in Ekim ayında ise, Yemen’de yakıt ikmali yapan bir Amerikan destroyerine intihar saldırısı düzenledi. 17 Amerikan denizcisi öldü ve destroyer çok ağır yara aldı. Bin Laden bir kez daha, olayla ilgisi olmadığını ama yapanları yürekten kutladığını ve şehitlik mertebesine erdikleri için onlara gıpta ettiğini söyledi.
Elbette, bütün bunlar saldırının ardındaki beynin Usame Bin Laden olduğunu ispat etmez. Tony Blair’e, Jaque Chirac’a ve diğer Batılı liderlere “biz ikna olduk” dedirten kanıtlar nedir, ben bilmiyorum, görmedim. Ama şu kadarı dokümente edildi: 19 intihar komandosunun en azından dördü, El Kaeda kamplarında komando eğitimi görmüşlerdi. İpuçları hep Bin Laden’e işaret ediyordu: İspat yoktu ama “circumstantial evidence”21 boldu. Ayrıca, bin Laden, default22 ile tek şüpheli durumuna düşmüştü: Böyle bir saldırıyı, “Kim Yapmadı?” başlığı altında irdelediğim gibi bu saldırının altında CIA veya Mossad’ın parmağı olamazdı. O başlık altında açıkladığım nedenlere benzer nedenlerle başka bir Batılı devletin de parmağı olamazdı. Çin veya Rusya’nın veya başka bir Batılı-olmayan ülkeye ait bir derin-devlet teşkilatının da yaptırmış olması olası değildi. (Ama belki Mahir Kaynak, Doğu Perinçek ve Kemal Yavuz bir araya gelip yaptırtmış olabilir!) Öyleyse bunu, iyi örgütlenmiş ve ABD’ne fanatik düzeyde kin besleyen bir terörist koalisyon yapmıştı. Bin Laden’in El Kaeda’sının ise hem yeterli sebebi, hem de bu saldırıyı gerçekleştirecek yeterli tecrübesi, yeterli bağlantıları ve yeterli maddi kaynakları vardı. Ergo....

Saldırıdan bir yıl kadar evvel Batılı bir TV kanalına verdiği bir röportajda, bundan böyle Amerikalı sivillerin de örgütünün yapacağı saldırılardan muaf tutulmayacağını açıkça ifade eden Usame bin Laden, bu taktik değişimine gerekçe olarak şunu söylemiştir: “ ABD’nin İsrail’i destekleyen ve Arapları ezen ve aşağılayan hegemonik ve saldırgan politikalarının ardındaki askerî gücü, Amerikalı siviller, verdikleri vergilerle destekliyorlar. Bu nedenle, Amerikalı siviller de ABD’nin suçlarına ve günahlarına ortaktır.” Bu suç ve günahları Bin Laden şöyle özetler: (1) Aralarında kadınların ve Yahudilerin de olduğu Amerikan askerleri, Körfez savaşından sonra, Suudi Arabistan’a yerleşmişlerdir. Bunlar Kutsal Toprakları çiğnemeye devam etmekte ve büyük günah işlemektedir. (Yorum değil. Gayri-Müslimlerin kutsal toprakları çiğneme günahı bağlamında “kadınları ve Yahudileri” özel olarak belirtmesi dahil, bu, Bin Laden’in bir TV röportajında yaptığı beyandır. Tercümanın yalancısıyım!) (2) İsrail eliyle öldürülen tüm Filistinlilerden ABD sorumludur ve Amerikalıların eli, Filistin nedeniyle kanlıdır. (3) Körfez savaşından sonra, ambargo nedeniyle Irak’ta ölen yüzbinlerce çocuktan ABD sorumludur. Bu suç ve günahlara binaen, Usame bin Laden; ABD’ni, Humeyni’yi andırır bir biçimde, “büyük şeytan” olarak nitelemiş ve, ilk-önceleri, Amerikan askerlerini ve elçilik görevlilerini, daha sonra da siviller dahil tüm Amerikalıları cezalandırmanın kendisine verilmiş ilahî bir görev addettiğini imlemleyen beyanlarda bulunmuştur. Bunlardan seçmeler sunmak istiyorum:


Allah’ın davası uğruna ölmek, ancak milletimizin en elit üyelerine nasip olacak bir şereftir. Sizler yaşamayı ne denli seviyor ve arzuluyorsanız, bizler de Allah uğruna şehit olmayı o denli arzuluyoruz. Hiçbir şeyden korkumuz yoktur; çünkü bu tür bir şahadetin bize nasip olacağı umuduyla yaşıyoruz.”

1997’de CNN’le yaptığı röportajdan....

Terör lanetlenmesi gereken bir şey olabileceği gibi övgüye değer bir şey de olabilir. Bizim uyguladığımız terör ikinci türdendir; çünkü bizim yaptığımız terörist saldırılar; tiranlara (despotlara), saldırganlara ve Allah’ın düşmanlarına yöneliktir.



John Miller ile yaptığı röportajdan...(1998)
Dünyanın kafirlerine karşı savaşıyoruz. Düşmanımız, Amerika, İngiltere ve İsrail’in liderliğini yaptığı ittifaktır. Bu, bir ‘Haçlı-Yahudi ittifakı’dır.

Time Dergisine verdiği bir beyanattan...(1998)
1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət