Ana səhifə

Shutter island-zindan adasi” 12 mart 2010’da tüRKİye sinemalarinda gösterilmeye başlaniyor


Yüklə 80.5 Kb.
tarix27.06.2016
ölçüsü80.5 Kb.


SHUTTER ISLAND-ZİNDAN ADASI”
12 MART 2010’DA TÜRKİYE SİNEMALARINDA GÖSTERİLMEYE BAŞLANIYOR

Dağıtım: UIP Filmcilik
“Düşünceyle

Gerçeklik

Devinimle

Eylem arasına

Düşer Gölge”

– T.S. Eliot, “The Hollow Men”
Oscar ödüllü yönetmen Martin Scorsese, Dennis Lehane’nin çok satan gerilim romanından uyarlanan Shutter Island-Zindan Adası’nı sunar.Zindan Adası, suç işlemiş akıl hastalarının tedavi edildiği bir hastahanenin bulunduğu, kale gibi korunan bir adada geçen ve filmi izleyecek olanların hiçbir zaman unutamayacakları bir gizem ve psikolojik gerilim öyküsüdür.
Yıl 1954, Soğuk Savaş zirve noktasında, adli polis Teddy Daniels (üç kez Oscar adayı Leonardo DiCaprio) ve yeni ortağı Chuck Aule (Mark Ruffalo) çok sayıda cinayet işlemiş zeki bir kadın katilin kaçmanın imkansız olduğu Aschecliffe Hastahanesi’ndeki son derece güvenlikli bir odadan esrarengiz bir biçimde kayboluşunu araştırmak üzere Zindan Adası’na çağrılırlar. Bu uzak, fırtınaların dövdüğü adada araştırma yapan psikiyatrlar ve tehlikeli psikopat hastalar bulunmaktadır.Bu ürkütücü ortamda hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Üstlerine bir kasırga yaklaşırken soruşturmada hızla ilerler. Ancak fırtına yaklaştıkça her biri diğerinden daha heyecan ve dehşet uyandırıcı şüphe ve gizemler kat kat artar. Karanlık komplolar, korkunç tıbbi deneyler, bastırıcı zihin kontrolü, gizli koğuşlara dair ipuçları ve söylentiler, hatta belki doğaüstü güçlere dair bir ipucu vardır; ama kanıt bulunamamaktadır. Kaypak sakinlerinin korkunç eylemleri ve aynı derecede zeki doktorlarının bilinmeyen faaliyetleriyle kuşatılmış bir hastahanenin gölgelerinde ilerleyen Teddy, soruşturmayı derinleştirdikçe en büyük ve yıkıcı korkularıyla yüzleşmek zorunda kalacağını hissetmeye başlar. Ve bu adayı asla canlı terk edemeyebileceğini fark eder.


Paramount Pictures Sunar. Bir Phoenix Pictures Yapımı. Sikelia Productions ve Appian Way İşbirliğiyle. Bir Martin Scorsese Filmi, Zindan Adası. Başrollerde Leonardo DiCaprio, Mark Ruffalo, Ben Kingsley, Michelle Williams, Emily Mortimer, Patricia Clarkson ve Max von Sydow. Senaryosu Laeta Kalogridis tarafından Dennis Lehane’in romanına dayanarak hazırlanan filmin yönetmeni Martin Scorsese. Yapımcılar Mike Medavoy, Arnold W. Messer, Bradley J. Fischer ve Martin Scorsese. Uygulayıcı yapımcılar Chris Brigham, Laeta Kalogridis, Dennis Lehane, Gianni Nunnari ve Louis Phillips. Görüntü yönetmeni: Robert Richardson. Sanat Yöetmeni: Dante Ferretti. Filmin kurgusunu Thelma Schoonmaker yaptı. Kostüm tasarımcısı: Sandy Powell. Görsel efektler amiri :Rob Legato. Ortak yapımcılar Joseph Reidy, Emma Tillinger ve Amy Herman. Müzik süpervizörü Robbie Robertson.
Zindan Adası’na Yolculuk: Lehane’den Scorsese’e
Clint Eastwood’un yönettiği Oscar ödüllü bir filme dönüşen Mystic River-Gizemli Nehir adlı romanını bitirdikten kısa bir süre sonra, yazar Dennis Lehane radikal bir biçimde tür değiştirdi. En çok kullandığı karamsar, gerçekçi, mavi yakalı Boston mekanlarından uzaklaşarak Soğuk Savaş paranoyasının dorukta olduğu 1950’lerde ve akılla delilik, gerçekle hayal arasındaki çizginin bulanıklaşmaya başladığı kavşaklarda geçen yoğun atmosfere sahip, dehşet yüklü bir psikolojik gerilim romanı ortaya çıkardı.
Sürükleyici ve sarsıcı bir etki yaratmak için Gotik esrar, ucuz roman, komplo, gerilim ve Edgar Allan Poe tarzı korku ögelerini birleştirerek okuyucularını şaşırttığı Zindan Adası’ydı bu. Akıl hastası mahkumların bakıldığı Ashecliffe Hastahanesi’nde, şiddetli bir kasırgasının ortasında toplam dört korkunç güne yayılan kitap son derece sıradışı bir suç soruşturmasını anlatıyordu. Dış dünyadan tamamen kopuk ve durumun bu iki yalnız polis için giderek zorlaştığı bu soruşturma, sonunda Teddy Daniels’ı insan aklının tehlikeli bir biçimde cinnet geçirdiği bir dünyayla, dehşet veren sırlarla, korkunç anılarla ve derine gömülü gerçeklerle yüz yüze gelmeye zorluyordu.
Roman katil bir kadının yüksek güvenlikli bu hastahaneden akıl almaz ve esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmasına dayanıyordu.Ayrıca, ürkütücü ayrıntılarının labirentinde 2. Dünya Savaşı’nın henüz geçmeyen travması, 20.yüzyılın muazzam komplolar potansiyeli, sarsıcı psikiyatrik tedaviler tartışması ve hepsinden çok insan aklının, zihninin tüm bilimsel ve yasal çabalara rağmen onu kontrol altına almak için gösterilen en iyi çabayı bile atlatmadaki olağanüstü gücü gibi konulara değiniyordu.
The New York Times’da yazan Janet Maslin romanı “şaşırtıcı derecede özgün” ve “kesinlikle sinemasal” diye tanımladı ve kitap 2003’ün en iyi satanları arasına girdi. O sırada David Fincher’ın gerçek hayattan bir seri katili konu alan gerilim romanı Zodiac’ın filmini yapmakta olan Phoenix Pictures ortaklarından yapımcı Bradley J. Fischer, kitabı bir havaalanı büfesinden satın aldı ve kaygı yüklü atmosferinden ve çağdaş temalar ağından öyle etkilendi ki, bir an önce beyazperdeye aktarmak istedi.Bu konuda şunları söylüyor:
Dennis Lehane’ın büyük hayranıydım, fakat bu romana henüz hazır değildim. Bir gerilim ve Gotik gizem romanı ama çok daha ötesi var. Çünkü büyük derinliğe sahip ve ciddi ahlaki konuları işliyor. Yoğun atmosferli olay örgüsü insanı sersemleten ve akla durgunluk veren bir dizi ayrıntı içeriyor.”

Fischer romanın sinemaya uyarlanma haklarını alır almaz, firmanın sahibi Mike Medavoy ile birlikte harekete geçti. Onlara yapımcı olarak Phoenix Pictures yöneticisi Arnold W. Messer katıldı. Fischer gerilim, macera ve karakter derinliğine olan güçlü yatkınlığı ile tanınmış senarist Laeta Kalogridis’le görüştü. Kalogridis’le daha önce Viking dönemi aksiyon gerilim filmi Pathfinder’de çalışmış olan Phoenix Pictures yöneticileri Laeta Kalogridis’in bu zor malzemeyi beyazperdeye taşıyacak potansiyele sahip olduğunu biliyordu. “Laeta’nın Dennis Lehane’in mükemmel sözcüklerini alıp gerçek anlamda sinemasal olarak hayat bulmalarını sağlayacağını hissediyorduk.” diyor Fischer.


Zindan Adası’nın aynı zamanda uygulayıcı yapımcılarından olan Kalogridis (Chris Brigham, Lehane, Gianni Nunnari ve Louis Phillips’le birlikte), Lehane’ın öyküsünün kronolojik zamanla ve an be an gerçekliğin kaypak yapısıyla oynayarak geriye dönüşler(flash backler), halüsinasyonlar ve fantazilerle dolambaçlı bir şekilde örülen zengin örgüsü ile çalışacak olmaktan heyecan duymuştu. Akıl hastahanelerinin dehşet dolu geçmişinden, alın lobu lobotomileri arkasındaki karanlık bilime, Nazi toplama kamplarına ve Soğuk Savaş dönemi zihin kontrolü deneylerine kadar Lehane’ın ortaya attığı geniş sarsıcı konuları keşfetmeye başladı.
“Laeta, anlatımın dengelenmesi gereken farklı katmanları olduğunu gördü – kolay bir uyarlama değildi – ama karakterler için farklı istikametler ve flash backler için farklı yollar keşfetti. Kısa zamanda çok beğendiğimiz bir senaryo ortaya çıktı,” diyor Fischer.

Lehane’ın romanından daha çok “Zindan Adası”nın senaryosu akla, Otto Preminger’in kimlik-değişimi gizemini konu alan Laura ve Sam Fuller’ın akıl hastahanesi filmi Shock Corridor gibi bir dizi klasik Hollywood filmini getiriyordu. Senaryonun hakkını vermek için derin sinema bilgisine ve sonsuz bir psikolojik etkileşim sevgisine sahip bir yönetmen gerekeceği belliydi.


Fischer’ın aklına ilk gelen isim Oscar ödüllü yönetmen Martin Scorsese oldu. Phoenix yetkilileri çalışma takvimi daima dolu yönetmene teklif götürürken En İyi Yönetmen Oscar’ını henüz aldığı The Departed-Köstebek’ten hemen sonra Zindan Adası’nı kabul etmesinin çok zor olduğunu düşünüyordu. Ancak zamanlamaları daha iyi olamazdı. Scorsese’yi Zindan Adasının biçemi ve temaları heyecanlandırmıştı. Varoluşsal- karmaşık dehşetin modern bir versiyonunu çekmek istiyordu. Fischer bu konuda şunları söylüyor:” Gölge ve gizemle örtülü Gotik bir korku öyküsü yapma fikri Marty’e cazip geliyordu. Bu fikrin üzerine atladı ve heyecanı en başından itibaren muazzamdı.”
Fischer şöyle devam ediyor: “Senaryonun bende olduğu gibi Marty’de de Alman korku filmi The Cabinet of Dr. Caligari’yi çağrıştırdığını öğrenmek müthişti. Marty’nin hayran olduğu ve çekimler boyunca gönderme yaptığı pek çok filmden biri. O noktadan itibaren işler çok hızlı gitmeye başladı.”
Scorsese Zindan Adası senaryosunu ilk okuduğunda etkilendiğini söylüyor. Hikayedeki kara film havasından korku türüne kadar klasik gerilim türleri karışımı ile arasında hemen bir bağ kurmuş. Bunu şöyle açıklıyor yönetmen: “Seyretmeyi sevdiğim film türü, okumayı sevdiğim öykü biçimi bu. Bu tür öykü beni her zaman kendine çekmiştir. Bana ilginç gelen öykünün ve olayların gerçekliğinin sürekli değişmesi ve en son sahneye kadar her şeyin gerçeğin algılanış biçimiyle ilgili olması.”
Scorsese, şöyle devam ediyor: “Ama öykünün anlatılış biçiminden ya da geçtiği yerden çok beni asıl çeken Teddy karakterinin başına gelenler ki bunu çok sürükleyici buldum. Duygusal bağ buydu.”

Scorsese’in yaklaşımı karakterlerin daha derin mikrodinamiklerine ve psikolojik hilelerine ulaşmak için Kalogridis’in uyarlamasının kara film benzeri yüzeylerini kullanarak, seyirciyi Teddy Daniels’la birlikte heyecanlı ve hassas bir kenara çekmek oldu. Zengin sinemasal görselleri altta yatan duygularla birleştirdi. Yapımın en başından itibaren yönetmen, oyuncuları ve teknik ekibi geceleri bir sürü film izlemeye teşvik etti. Hem efsanevi hem de pek tanınmayan, ama Zindan Adası’nda örülü tema ve biçemlere yakın filmlerdi bunlar.


Bunlar arasında önemli bir belgesel de vardı: Frederick Wiseman’ın akıl hastası suçluların kaldığı bir hastahanede hastalara yapılan kötü muameleleri anlatan tartışmalı ve bir ara yasaklanan Titicut Follies adlı 1967 yapımı filmi. Film oyuncu kadrosu ve teknik ekip için 1950’ler ve 1960’larda, çağdaş reformlarla koşulların iyileşmesinden ve hasta haklarının öncelikli hale gelmesinden önce akıl hastahanelerinin nasıl olduğuna ilişkin yürek parçalayan bir bakıştı. Bridgewater’daki Massachusetts Akıl Hastası Suçlular Islahevi’nde geçen film halk arasında öyle büyük bir tepki topladı ki, Bridgewater aleyhinde açılan kamu davası ülke çapında devlet ıslahevlerinin idaresinde kalıcı değişiklikler yapılmasına yol açtı.
Zindan Adası’nın Ortaya Çıkışı: Karakterler
Zindan Adasının geriliminin ve tırmanan korkusunun merkezinde Teddy Daniels’ın yıkıcı deneyimi yatar. Bir katilin ortadan kayboluşunu araştırmak üzere ada hastahanesine gelen bu pes etmez savaş gazisi ve zeki adli polis, giderek bir baş döndürücü bilmeceler, lanetli anılar ve sürekli korkular girdabına doğru kaymaktadır. Araştırması sürekli engellere takılan Teddy’nin yanıltıldığına, gözlendiğine, ilaç verilmiş olabileceğine ve kendi aklının karanlık ve muğlak kıyılarına itildiğine inanması için birçok nedeni vardır. Belki de Zindan Adası’nın daha büyük gerçeğine ulaşmaması için uyarılmakta ya da korkunç bir deneye doğru çekilmektedir, ama Teddy’i çözülmesi imkansız bu yere bağlayan gizli bir gündem olduğu çok açıktır.
Bu kadar sıkı sarılmış ama sadece birkaç gün içinde çözülmek üzere olan bir karakteri oynamak için filmcilerin aklında başından beri tek bir oyuncu vardı: üç kez Oscar’a aday olan ve perdede büyüyerek günümüzün en iyi başrol oyuncularından biri olan Leonardo DiCaprio.
Scorsese seçimi yürekten destekledi: “Leo’yla Gangs of New York, The Aviator ve The Departed’ta çalışmış biri olarak bunu yapması gerektiğini hemen düşündüm. Bir sanatçı olarak Teddy’nin ulaşması gereken birçok psikolojik ve duygusal duruma ulaşmayı başaracağına güveniyordum. Bunu yaptığını daha önce gördüm mü? Bu düzeye ilk defa ulaştı. Yaşlandıkça, olgunlaştıkça daha derine iniyor. “

DiCaprio senaryoyu okur okumaz ikna oldu.Bu konuda şunları söylüyor: “Bu karakterle ilgili pek çok şey çekti beni. Teddy, Zindan Adası’na bir esrarı çözmeye ve gerçekte olup bitenleri ortaya çıkarmaya kararlı bir biçimde geliyor, fakat kendisinin iç gündemi ve sırları var. Öykünün en iyi yanlarından biri sizi sürekli sarsması. Çok farklı düzeylerde ilerliyor; dev bir çok katlı pasta gibi.”


DiCaprio sözlerini sürdürüyor: “Teddy’nin karmaşıklığına, gerçeği arayışına aşık oldum. Bu arayış onda bir şeyi tetikliyor, bende de bir şeyi tetikledi. Sonunda çok derinden etkilendim.”
Ayrıca Scorsese’le yeniden bir araya gelme fikri de DiCaprio’yu “Zindan Adası”na çekti . “Scorsese hakkında anlaşılmadığını sandığım bir şey, çalıştığı oyunculara ne kadar inandığı ve sete gelmeden önce ev ödevlerini yapmalarına ne kadar güvendiğidir. O bir sinema üstadı, insan zihnini nasıl tarayacağını ve insan durumunu nasıl betimleyeceğini biliyor, fakat perdeye yansıtacaklarını oyuncuların belirlemesine izin veriyor.”
DiCaprio rolü aldığı zaman kendi kişisel araştırmasını yapmak istedi. Gerçek bir 1950’ler adli polisinin uzman eğitimini, II. Dünya Savaşı gazilerinin deneyimlerini araştırdı ve o dönemde akıl hastahanelerinde kullanılan psikiyatrik teknikler hakkında bilgi edindi. Ayrıca Lehane’ın kitabını iki kez okudu.
Ama hazırlığının temelini oluşturan Scorsese ile uzun sohbetler oldu. “Marty her şeyi uzun uzadıya tartışmayı sever,” diyor DiCaprio. “Bu yüzden karakterimin kim olduğu konusunda daha belirgin olabildim ve inandırıcılık arttı. Scorsese, neredeyse adli tabipler gibi sahneleri ele alıyordu ve tüm ayrıntıların üzerinden geçiyorduk. Bu filmleri yapmanın en ilginç, en zor, en ürkütücü ve de en eğlenceli yanlarından birisi bu. Sete geldiğinizde, her şeye hazır bir halde oluyorsunuz,çünkü.”
“Özellikle bu karakterin çekinceleri son derece önemliydi. Teddy'de aşmadığımız bazı kırmızı çizgiler vardı ve bu çok zorladı,” diye açıklıyor DiCaprio. “Karakteri nereye kadar zorlayacağımız konusunda Scorsese'in rehberliğine ihtiyacım vardı. Filmde, ikinci kez seyrettiğinizde fark edeceğiniz pek çok ayrıntı olacaktır.”
Oyuncu kadrosu da DiCaprio'ya ilham vermiş. “Karakter ayrıntıları o kadar zengin ki karakterler can buluyor.” diyor. “Oyuncu kadrosu harikaydı ve Zindan Adası'nda buluşan bu insanların gerçek olduğuna inanıyorsunuz.”
DiCaprio, Teddy'nin yeni ortağı Chuck Aule'u canlandıran Mark Ruffalo'yla oynayacağı için özellikle heyecanlıydı. Birlikte kayalık adanın gizemleri ve komploları içinde kalacaklardı. “Mark uzun süredir birlike oynamak istediğim bir oyuncuydu. Muhteşem, çok gerçekçi oyunlar ortaya koydu.” diyor DiCaprio. “Chuck'ın, Teddy ile ilginç bir ilişkisi var. Aralarında güven oluşuyor fakat amaçları konusunda bazı şüpheleri var. Mark, bu filme gerekli bir şeyler kattı ve bu da karakterimin daha sağlam bir temele oturmasını sağladı.”
Ruffalo günümüzün çok yönlü baş rol oyuncularından biri olarak öne çıkıyor. Kenneth Lonergan’ın You Can Count on Me, Michel Gondry’nin Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve Michael Mann’ın Collateral gibi filmlerinde oynadı. Scorsese bu konuda şunları diyor: “Mark'ı You Can Count on Me, filminde izlediğimden beri onunla çalışmak istiyordum. O filmin uygulayıcı yapımcılığını ben yapmıştım. Mark çok güçlü bir duygusal bağ kuruyor. Farklı katmanları olan bir karakterde, pek çok seviyede inandırıcılık sunuyor.”
Ruffalo, Scorsese ve DiCaprio ile birlikte çalışacak olmaktan dolayı projeyle ilgilendi. Fakat onu bu projeye esas çeken şey, senaryonun daha önce hiç görülmedik özellikte olmasıydı. “İlk başta bunun sadece ilginç bir kasvetli dedektif hikayesi olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak sürpriz olaylar ve gelişmeler ortaya çıktıkça, beklenmedik dönüşlerin de etkisiyle hiç ummadığınız şeyler ortaya çıkıyor,” diye açıklıyor Ruffalo. “İşler giderek tuhaflaşıyor ve sonunda bambaşka bir dünya ortaya çıkıyor. Okumaya devam ettikçe, Chuck'ı oynamanın göründüğünden çok daha fazlasını gerektireceğini hissettim.”
Bu zorluklar, çekimlere hazırlanan Ruffalo'nun omuzlarına ağır bir yük bindirmiş. “Bu rol için çözmem gereken bir sorun vardı, onun karakterinin ince çizgilerini belirlemeliydim.” diye açıklıyor. Görünüşe göre Chuck, Teddy'yi korumak için orada, ancak kendisi de bir farkındalığa doğru yol alıyor. Burada çok ince bir oyunculuk söz konusu.” Ruffalo, oyunculuğunun ikinci bir izlemede daha net anlaşılabileceğini belirtiyor. Ruffalo,“Bence ikinci kez izlediğinizde, çok belirgin olmasa da minik ipuçları fark edeceksiniz. Her şey dinlememde, belli şeylere tepki vermemde ve Leo'ya bakışlarımda saklı.” diyor.
DiCaprio ile birlikte çalışmak, Ruffalo açısından gerçekleşen bir düş gibi. “Uzun zamandır onun hayranıyım.” diye açıklıyor. “Onun müthiş bir başrol oyuncusuna dönüşmesini izledim. Ne umacağımı bilmiyordum ancak onun en çalışkan ve en kararlı aktörlerden biri olduğunu gördüm. Sürekli çalışıyor, replikleri ezberliyor. Yetinmeyi bilmiyor. Aynı zamanda çok cömert ve diğer aktörlere çok yardımcı oluyor. Bence çok etkileyiciydi.”
Scorsese'nin işine olan tutkusu da Ruffalo için ilham verici olmuş. “Bu film, Scorsese'nin ustalığının konuştuğu bir mekan gibi. Hayal sahneleri, flasch backler, dönemin şaşaası, farklı ruh halleri, kara film ve de doğa üstü ögeler var. Aynı zamanda harika bir karakter dramı. Scorsese sinemayla ilgili sevdiği her şeyi burada gerçekleştiriyor.” diye devam ediyor Ruffalo. “Marty ile çalışmanın en güzel yönlerinden biri aktörleri gerçekten sevmesi ve pek çok şeye farklı açılardan yaklaşabileceğiniz bir çalışma ortamı sunmaktan hoşlanması. Hepimiz oturup karakterler hakkında konuştuk. Ayrıca mitoloji, tarih, karakterler açısından klasikleri, sinemayı ve biraz da kara film tarzını konuştuk. Filmin her karesinde bir şeyler oluyor ve bence bu yüzden ortaya tatmin edici bir sinema deneyimi ortaya çıkıyor.”
Projeye dahil olan bir başka aktör, Oscar ödüllü Ben Kingsley oldu. Kingsley, filmde dahi Dr. Cawley'i canlandırıyor. Dr. Cawley, tehlikeli, kayıp hastasını bulmasını istediği Teddy ve Chuck'ın tüm hareketlerini psikanaliz merceği altına yatırıyor. Scorsese uzun zamandır Kingsley ile çalışmayı umuyordu ve bu rolün ona bu kadar uymasından dolayı çok mutluydu. “Benim için Ben doğal seçimdi, bunun nedeni yoğunlaşması, konsantrasyonu ve tutkusu. Dr. Cawley karakterinde bunlar çok önemli. Ondaki kararlılık ve en saldırgan hastalarında bile insani bir şeyler bulabilme yetisi.” diyor yönetmen.
Kingsley'i bu hikayede çeken şey, karakterinin gizli görevi oldu. “Bu hikaye arkeolojik bir kazı gibi karakterin derinlerinde yatan özellikleri açığa çıkartıyor. Bu çok hoşuma gitti ve Dr. Cawley'i seviyorum, çünkü karakterinin içinde gömülü durumda olan ve sonra açığa çıkan olağan üstü şeyler var. Mesleğiyle ilgili ilginç bir bakış açısı var, eski terapilerle yeni ilaçların ve lobotomi gibi cerrahi yaklaşımların çekişmekte olduğu bir dönemde.”

Rolü kabul eden Kingsley, Dr. Cawley'e kendi yorumunu getirdi. “Benim Shakespeare oynadığım günlerden kalma alışkanlıktan dolayı filmi bir bütün olarak ele alırım. Bu yüzden yeşil bir takım elbise ve pipo seçtim. Ayrıca karakterimin ayakkabıları çok güzel Oxford tarzı ayakkabılar ve ayaklarının yere basmasını sağlıyor. Onu ayakları yere basan fakat aklı bilimin yüceliğinde dolaşan biri olarak görüyorum.”


Ben Kingsley, olağanüstü oyunculardan oluşan kadroyla etkileşimden büyük keyif aldı. “Leo’ya, bu rol ne kadar güçlü olduğunu gösterme fırsatı sunuyor. Mark Ruffalo sadakat ve bağlılık yayıyor. Michelle Williams'ın büyüleyici bir hassaslığı var. Emily Mortimer olağanüstü, bir cama kanat çırparak çarpan bir kuş gibi. Patricia Clarkson son derece duru ve zeki… Max von Sydow ise çok otoriter ve büyüleyici.” diye özetliyor. “Marty bir ressam gibi hepsini doğru yerlere yerleştirdi, renklerini birleştirip güzel efektler yarattı. Bu projede yer almak olağanüstüydü”.
Önemli bir rol olan Teddy'nin eşi Dolores'i, Oscar adayı Michelle Williams (Brokeback Mountain) üstlendi. Williams, bu sıradışı karakteri almaktan çekinmedi. “Çok zorlayıcı bir rol ve bu da bana hep çekici gelmiştir.” Williams rolünün beklediğinden daha derin olduğunu kabul ediyor. “Dolores'i oynamak pek çok aşamadan geçmeyi gerektirdi. Bir türlü uyanamadığınız bir kabus yaşamak gibi. Sürekli değişiyor, kararıyor, kararıyor, kararıyor ve siz de sürükleniyorsunuz.”
Williams, Dolores'in psikolojisinin derinlerine inebilmek için psikiyatri hakkında çok kitap okudu, belgeseller seyretti ve birkaç doktorla konuştu. “Ayrıca Marty ile çok konuştum.” diye anlatıyor. “Çünkü en önemli şey karşılıklı güven oluşturmak ve bir yerlere birlikte varmak.”
DiCaprio, Williams hakkında şunları söylüyor: “Michelle, yoğun oyunculuğuyla bu çiftin özünü ortaya koyarak, filmin duygusal temelini tek başına oluşturdu.”
Teddy Daniels'a Ashecliffe hastanesine yaptığı ziyaret sırasında sıkıntı çıkaran tek kadın Dolores değil. Bir de Rachel Solando var: Teddy'nin adaya gelmesine yol açan olay, akıl sağlığı bozuk katil Solando'nun açıklanamaz kaçışı ya da kayboluşu. Rachel farklı yaşlarda Oscar adayı Patricia Clarkson (Pieces of April) ve yıldızı yükselen Emily Mortimer (Match Point) tarafından canlandırılıyor. Scorsese Clarkson hakkında “Mağarada Leo ile oynadıkları sahne, filmdeki en sevdiğim sahne. O sanki Delphi Kahini gibi. Eski bir efsanedeki ayinsel bir karşılaşma gibi. Ancak Patricia bu karakteri çok sade oynuyor. Herhangi bir numara yok. Bir oyuncu olarak çok etkili bir performansı var.”diyor.
Clarkson açısından, DiCaprio'yla birlikte çalışmak önemli bir doruk noktasıydı. “O karakterinde büyük bir dönüşüm yaşıyor ve bunu çok sade bir biçimde yapıyor. Onunla çalışmaktan keyif aldım çünkü her çekimde kendini tamamen rolüne veriyor.”
Emily Mortimer açısından kendisine önerilen rol karşı konulamazdı. “Rachel harika bir rol, filmde onu aklı başında görmüyorsunuz. Bu ürkütücü, gotik, 1950'lere ait dünyada, Marty'nin dönem filmlerine gönderme yaparcasına filmi kotarması çok heyecan vericiydi. Filmde en sevdiğim şey, kendimize zaman zaman sorduğumuz soruları gündeme getirmesi. Ben mi deliyim, etrafımdaki dünya mı deli? Neyin gerçek, neyin gerçek olmadığı konusunda algılarımızı zorluyor ve Marty bunu mükemmel bir şekilde yapıyor.”
Scorsese, Mortimer'ın oyunculuğundan benzer bir övgüyle söz ediyor. “Rachel'ı oynama tarzı çok etkileyici. Ona inandım ve rolü oynarken yaşadığı dönüşüm gerçekten ürperticiydi.”
Zindan Adası'ndaki önemli yardımcı rollerden biri de tutuklu George Noyce. Teddy'nin geçmişinden gelen gizemli Noyce'u, Jackie Earle Haley canlandırıyor. O da Scorsese'in birlikte çalışmak istediği isimlerden. “Little Children'da bence olağanüstüydü ve onunla çalışmak çok keyif vericiydi.” diyor yönetmen. “ Teddy ile diyaloglarında harikaydı. Teddy'yi sarsıyor ve bu da filmin doruk noktalarından biri.”
Noyce'u oynamak için yoğun makyaj yapılan Haley, bu sahneyle ilgili olarak “George'un Teddy ile sahnesi çok etkileyici ve filmin dönüm noktası olan bir sahne. Leo ile, Marty'den direktifler alırken çalışmak heyecan vericiydi. Benim için bir rüya gibi bir çalışmaydı. Çekimler arasında Marty gelir ve bizimle ilgili teşvik edici, yapıcı, geliştirici yorumlarda bulunarak sürekli daha iyi olmamızı sağlardı.”



Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət