Ana səhifə

Lokman / 19. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir


Yüklə 187.5 Kb.
səhifə5/5
tarix27.06.2016
ölçüsü187.5 Kb.
1   2   3   4   5

EDEB


Osmanlı'da sadaka taşları varmış, ihtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden, yabancı elçilerin de şaşkın ; şehadetleriyle, sadece ihtiyacı kadarını alırmış. Aynı şey . yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan konaklarda da uygulanır, yolcu eğer ihtiyacı varsa yatağının başu­cundaki keseden alabilirmiş. Binitine ücretsiz bakılır, üc­retsiz üç gün yemek verilirmiş.

Eskiden "Kapıyı kapat!" denilmezmiş. Allah (c.c.) kim-! senin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş. "Kapıyı ( ört, ya da sırla" denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaş­ça örtülmesi edebdenmiş.



"Lambayı söndür demezlermiş. Allah (c.c.) kimsenin ışığını söndürmesin. "Lambayı dinlerdir" derlermiş. Lamba yakılmaz, uyandırılırmış. Uyuyan birisi uyandırılmak İçin sarsılmaz veya adı ile çağırılrnazmış. "Agah ol eren­ler" derlermiş. Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan... Ona eren uyanık olurmuş. İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.

Hanımlar "Efendi" derlermiş beylerine, "siz" derlermiş. Hanımefendiliklerini gösterirlermiş. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği '. için, adı "Karınca basmaz Efendiye çıkan insanlar varmış.

Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebmiş. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. "Git bir daha gelme!" der gibi değil de. "Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun" eler gibi dizilirmiş.

Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış. Bediüzzaman, kendisine arkadaşlık eden, vefa gösteren eski elbisesin­den bir parçayı koparıp alırmış. Yumurtayı ucundan, çok az kırar, fazla kırmayı tahrip olarak düşünür, tahribin hiçbir türünü sevmezmiş.

Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz, o kadar manâlı yaşarmış.

"Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler, Ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler." diye tarif eder Üstad N. Fazıl bu hali...

Eskiler "Edeb Ya Hu!" derler, Onu görüyor gibi yaşama­ya çalışırlarmış. O varken başkasına bakmaz, Onu unut­muş gibi hallere girmezlermiş. Ezel ve Ebed Sultanı'nın hu­zurunda nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket et­mek isterlermiş. "Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, en­gelsiz gören, şu anda bizim durumumuza bakan Allah var!" der gibi, o mânâyı hatırlatmak İçin her yere "Edeb Ya Hu!" yazarlarmış. "Allah'ın huzurunda edeb" demekmiş bu... insan nerede olursa olsun Allah'ın huzurunda değil midir?12



İHTİLÂM OLAN NÖBETÇİ

Muzaffer Ozak Hoca anlatıyor: Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, Sarayda gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı. Bu nöbetçilerin geleneksel olarak geceleyin bir seslenişleri yankılanırdı etrafta: - Kimdir o? - Kim var orda?.. Hiç kimse yoktur ama, onlnar sanki birilerini görüyormuş gibi, belli aralıklarla hep seslenirlermiş... Böylece devamlı uyanık durduklarını ve vazife başında olduklarını duyururlarmış. Ayrıca bu askerler her saat başı nöbeti başka arkadaşlarına devrederlermiş. Bir gece, yine nöbet yerinden sesler duyar Padişah: - Kimdir o? - Kim var orda?.. Aradan 1 saat geçmesine rağmen, yine aynı ses bağırır: - Kimdir o? - Kimdir var orda?.. Padişah'ın dikkatini çeker. Bu ses, bir saat geçtiği halde değişmemiştir. Halbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir. Bir müddet bekler ve tekrar sese dikkat kesilir. Hayret, ses önceki sestir. Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid Han, hemen ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler. Çünkü kendisine karşı düzenlenmiş müthiş bir bombalı suikasttan kıl payı kurtulmuştur. Ve bu olay daha çok yenidir. Acaba yine bir Ermeni oyunu mu tezgâhlanıyor? * * * Biraz sonra saatinde değişmeyen nöbetçi, Padişah'ın huzurundadır. Heyecan ve korku ile, yüzü yerde beklemektedir. Padişah sorar: -ÊSen kaç saattir nöbettesin? - Bir buçuk saate yaklaştı, Hünkârım. - Niçin saat başında vazifeni devretmedin? - Hünkârım, benden sonraki arkadaş rica etti, onun yerine de nöbet tutuyorum. - Niçin? Neden usulü çiğniyorsun? O yiğit Mehmetçik utançla indirir mübarek başını. Ürkekliği iyice artar, söylemek istemez. Fakat Padişah'ın ısrarı üzerine şöyle konuşur: - Padişah'ım, benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş. "Ben bu halde iken Halife-i Müslimîn'in korunmasında vazife alamam. N'olur, sen benim yerime de nöbet tut, sonra da ben senin yerine tutarım" dedi. Ben de kabûl ettim. * * * Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Han'ın çok hoşuna gider. Sabahleyin hemen gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir. Geceki davranışından duyduğu memnuniyetini ifade eder: - Dile benden ne dilersen, der... Mehmetçik teşekkür eder ve gayet vakûr bir edâ ile:

- Saltanatında berkarar ol Hünkârım, der... Padişah tekrar sorar ve aynı cevabı alır. Üçüncü defa tekrarlandığında, arkasında bulunan Saray görevlileri fısıldarlar: - Paşalık iste, paşalık iste... O, hiç umursamaz ve fısıldayanlara dönerek:- Paşalık, maşalık istemem, der... Bakar ki Padişah hâlâ soran gözlerle bakıyor. Çaresiz bir şey istemesi gerektiğini anlar ve şu istekte bulunarak herkesi şaşırtır: - Padişah'ım, bize bir tayın veriyorlar, doymuyoruz. Emredin de iki tayın versinler gayrı... * * * Gerçekten de o günden sonra askerlere iki tayın verilmeye başlanır. Ayrıca Padişah pek sevdiği bu Mehmetçiğe, Darıca'da bir çiftlik bağışlar ve ayrıca bir de rütbe ihsan eder.13

"HEPİMİZ BİRDEN ABDEST ALALIM...

" Hz. Ömer, hilâfeti zamanında sahâbeden seçkin bir toplulukla birlikte bir mecliste oturmuş sohbet ediyordu. Cemaatin içinde Cerir bin Abdullah da vardı. Birden bir yellenme kokusu duyuldu. Toplulukta biri, herhalde irâdesine hâkim olamıyarak yellenivermişti. Kokuyu duyanların canları sıkılmış, "kim bu işi yapan münasebetsiz" dercesine yüzlerini buruşturmuşlardı. Hz. Ömer'in de canı sıkılmıştı. Kızgın bir sesle: Fakat Hz. Ömer'in bu dediğini yapmak çok zordu. Yellenen kimsenin o kadar insan arasından kalkıp abdest almaya gitmesi, bütün şimşekli bakışları üzerine toplaması, itibarını zedelemesi ve insanlar önünde kendini mahcub düşürmesi demektir.

Cerir bin Abdullah, bu hususları düşünerek derhal duruma müdahale etti ve Hz. Ömer'e şu teklifi yaptı: Mü'minlerin emîri! Acaba hep birden abdest alamaz mıyız?" Hz. Ömer, Cerir'in bu ince düşünüşünü, hatâyı, hatâ sâhibini mahcub etmeden tâmir edici fikrini çok beğendi. Kendisine hitaben: çok yaşa... Müslüman olmadan önce de ârif idin. Şimdi de ârifsin" diye iltifatlarda bulundu.

Böylece toplum içinde ortaya çıkan bir hatâ, en güzel şekilde izâle edilmiş, hiç kimse mahcub olmadan iş tatlıya bağlanmış oldu...14



ŞİİR…

ÜSLÛBUMUZ


Üslubumuz sevgi, aşka adanmış canımız,

Karşılıksız çarpar sinelerimiz,çarpınca.

Herkese şefkatle ulaşmak heyecanımız;

Hele içimizi Muhammedi Ruh sarınca.


Son neferi olarak kalsak da bu cephenin,

Beklemeye kararlıyız ta subh-i haşre dek,

Ümidiyle herkesi sevip Hakk’a ermenin,

Çöllerde Mecnun’un Leyla’ya tutkusuna denk.


Yönelip gönüllerimizin derinliğine,

Hep ötelerden varlığa bir maya katarak;

Koşacağız rahmet arşının serinliğine,

Ruhlarımızdaki kini, nefreti atarak.


Yürüyeceğimiz mihverde bir başka ışık,

Aşacağız gayzla oyulan uçurumları;

Öbür tarafta herkes birbiriyle barışık,

Duyuyoruz az ilerde yeşeren baharı…15




1 Asrın Getirdiği Tereddütler 4, s:1

2 11. Lem’a 7. Nükte

3 17. Lem’a

4 Hak Dini Kur’an Dili

5 Mesel denizi, s:137

6 Mesel Denizi, s:138

7 Mehmet Dikmen “Latifeler” s:25

8 Mehmet Dikmen “Menkıbeler” s:14

9 Abdulkâdir Geylani “Fütuhul Gayb” s:94


10 Ahmet Şahin “Dini Hikayeler” s:32

11 Ahmet Şahin “Dini Hikayeler” s:98

12 Mesel Ufku, s:53

13 Vehbi Vakkasoğlu, İz Bırakanlar

14 Mehmed Dikmen, İslâm'da Fazîlet Yarışı

15 Kırık Mızrap 2, s:167



1   2   3   4   5


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət