Ana səhifə

I. BÖLÜM: temel kavramlar diL, KÜLTÜr ve iletiŞİM


Yüklə 4.86 Mb.
səhifə1/29
tarix25.06.2016
ölçüsü4.86 Mb.
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29


TÜRK DİLİ

I. BÖLÜM: TEMEL KAVRAMLAR

1. DİL, KÜLTÜR VE İLETİŞİM


1.1. Dil

Tabii bir varlık olarak yaratılan dilin doğru ve eksikiz bir tanımını yapmak mümkün değildir. Hiçbir tanım, dilin doğuşunu, sınırlarını, içeriğini ve kapsamını tam olarak belirleyemez. Her yapılan araştırma, ancak dile ait bazı özelliklere önemli katkı sağlayabilir; ama, dilin bütün özelliklerini ortaya koyan tam ve eksiksiz bir tanım yapılamaz. Bütün tabii varlıkların tanımı için bu zorluk vardır.

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en etkili iletişim aracıdır. İnsan, düşüncelerini, duygularını bilgilerini ve tecrübelerini başkalarıyla paylaşmak; başkalarının düşünce, duygu, bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak, onları anlamak ve hissetmek üzere yaratılmış sosyal bir varlıktır. İnsan bütün bu ihtiyaçlarını dille karşılar; diğer insanların düşüncelerini, duygularını, bilgilerini ve tecrübellerini dil ile anlar; kendine ait olanları da dil ile anlatır.

Dille ilgili bu aşamalar, anlama (dinleme, düşünme ve okuma düzeyleri) ve anlatma (yazılı anlatım ve konuşma düzeyleri) dediğimiz iki aşamadan oluşur:


Dil işitme, görme taklit ve konuşma aygıtlarının gelişmesiyle kişiye ait bir beceri olarak ortaya çıkar. Sözsüz (beden dili), sözlü ve yazılı iletişimi sağlayan dil becerileri beş öğelidir: düşünme, konuşma, yazma, okuma ve dinleme.


1.1.1. Dil Becerileri:

Beş öğeli olan dil becerileri olumlu ve olumsuz yönlere sahiptir. Türk Dili dersi açısından dil becerilerinin akademik düzeyde, olumlu kullanımı üzerine yoğunlaşmak dersimizin önemli amaçlarından biri olacaktır. Derslerimiz, bir sözün, neyi, ne zaman, hangi mekânda, hangi kişiye nasıl ifade edilmesi gerektiği gibi; olumlu ve insanları etkileyecek şekilde nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili kullanımlara yönelik çalışmalar içerecektir

Ortalama bir insanda dil performansı bir yaş civarında sözlü dil yetisi, eğitim çağından sonra da yazılı dil yetisi gelişir. Sözlü dil dinlemeyi; yazılı dil de okumayı besleyerek gelişir. Örgün eğitimin temel amaçlarından biri, kişinin dil performansını yükseltmektir. Dil performansı geliştikçe kişi, düşünen, düşündüğünü sözlü ve yazılı olarak ifade edilen, ifade edileni anlayabilen bir kişi olarak, düşünen, konuşan, yazan, okuyan ve dinleyen biri olarak; düşünme, değerlendirme, eleştirme ve yorumlama yeteneğine sahip olacaktır.

Dil, soyut bir sistemdir; buna karşılık onun kişisel kullanımı olan söz ve yazı somuttur. Düşünce ancak ve ancak ana dilin bahçesinde çiçek açar. Bilimi Türkçede kuramıyorsak, ona sahip değiliz demektir. Her dilin sözcükleri farklı bir dünya algılaması yansıtır. Bu algılama tarzı dil sisteminin bir parçasıdır.

Dil yalnızca konuşabilmek değildir. İnsanoğlunun düşündüğünü başkalarına iletebilmesi de demektir. Dilde düzen insanın gözüdür, beynidir, düşüncesi, ruhudur.

Dil bilimcilerinin “dil yetisi” ve “dil performansı” kavramlarıyla ifade ettiği şey; her insanın dil edinme ve kullanma yeteneğine sahip olarak doğmasıdır. Her insan yaşadığı kültür çevresinden işittiği seslere göre taklit ettiği dilin seslerini ve mantığı kavrayarak dilini kullanmayı öğrenir. Hangi etnik kimlikten doğarsa doğsun bir çocuğun yaşadığı kültürel çevre, taklit ettiği seslerle biçimlenen başta hançere (larenks) olmak üzere şekillenen diğer konuşma aygıtlarına göre kullandığı kültür dilini öğrenir. Türk olarak doğmuş bir çocuğu İngiltere’ye, İngiliz olarak dünyaya gelmiş bir çocuğu Türkiye’ye bir aileye teslim edin, bunlar kendi etnik dillerini değil, bulundukları kültürel çevrenin dilini öğreneceklerdir. Her insan dünyadaki tüm dilleri edinebilme ve kullanabilme kabiliyeti ile dünyaya gelmiştir.

“Dili, kültür hazinesi yapan çıplak dil kaideleri değil, duygu, düşünce ve çeşitli hayat tecrübelerini anlatmak için halkın yüzyıllar boyunca icat ettiği sayısız ifade şekilleridir.” (Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergâh Yayınları: 2003:176)

Anlaşılmak, mesleğimizde başarı elde etmek, yaratıcı olmak, yaradılışımızdan getirdiğimiz ve sadece kendimize ait olan yeteneklerimizi yurdumuzun ve insanlığın hizmetine sunmak istiyorsak işe dilimize ilgi göstermekle başlayabiliriz.

Düşünme, konuşma, yazma, okluma ve dinleme kavramlarıyla ifade ettiğimiz dil becerileri her öğesiyle olumlu ve olumsuz özellikleri bakımından madalyonun iki yüzü gibidir. Yunus Emre’nin ifade ettiği gibi, “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı, balı ile yağ ide bir söz: Kişi bile sözün demini demeye sözün kemini / Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz.” Söz savaşları bitirebildiği gibi, başı da kestirebilme özelliğine sahiptir.

Davranışçı kuram, dilin alışkanlıklar ve becerilerden oluşan bir dizge olduğunu, dile dair bilgilerin koşullanma ilişkilendirme ve becerileri uygulamaya dönük araştırmalar yapma türünden mekanizmalarla öğrenildiğini ve bir dili bilmenin bu becerilere hâkim olmak, dil kullanımının ise bu becerilerin uygulaması olduğunu öne sürmüştür.

Chomsky bu kuramın yanlışlığını dile getirir ve bütün insan dillerinin ortak temelini oluşturan şeyin “evrensel dilbilgisi” olduğunu varsayar. Örneğin her dilde özne, yüklem, tümleç vardır. Evrensel dil bilgisi bizim tüm insan dillerini öğrenmemizi mümkün kılan, kalıtım yoluyla aktarılan, doğuştan gelen genetik bir yetenektir. Dolayısıyla evrensel dil bilgisi insan dilinin değişmeyen ve öğrenilmeden bilinen özelliklerini içerir. Bu özellikleri biliyoruz ancak onları öğrenemiyoruz. Bu bilgiyi öğrenme sürecinde bir temel olarak kullanıyoruz. Dolayısıyla Chomsky’ye göre dil deneyim yoluyla öğrenilen bir şey değil de deneyimi düzenlemenin bir yoludur.

Dil deneyimlerimizle ve çevremizdeki kişilerle etkileşim içinde, geçmiş çağlardan günümüze aktarılan sözlü ürünlerle ve günümüze kadar iletilen yazılı belgeler ve eserler vasıtasıyla bilgi edinmemizi, bilgilerimizi belleğimizse yerleştirmemizi, zihnimizdeki bilgileri kullanarak yeni bilgiler üretmemizi sağlar. Dolayısıyla sil deneyimlerimizi düzenler, daha cüretkâr bir ifadeyle söylersek dil hayatımızı düzenler. İnsan dili kullanmadaki gücü kadar insandır. Dili kullanmadaki gücü kadar anlayabilir, anlatabilir. İnsan dil edinme gücünü kavramaya harcadığı emek kadar sosyal bir varlıktır.

Chomsky’nin dil bilim kuramı, insanlardaki dil organının insan türünün evrimsel gelişimi içinde ortaya çıkan bir yapı olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu yapı, tıpkı insanın diğer fiziksel yapıları gibi genetik olarak belirlenmiştir ve kalıtsal olarak aktarılmaktadır. İnsan türünün genetik kodu insanın diğer organlarının embriyolojik gelişmesini düzenlediği gibi dil organlarının da büyümesini ve şekillenmesini belirler. Chomsky’nin üzerinde uğraştığı temel problemlerden birisi, bir çocuğun zihinsel gelişimi seyri içinde nasıl olup da bir dili, hiçbir şekilde maruz kalma, koşullanma, ilişkilendirme ve bu becerileri uygulamaya dönük alıştırmalar yapma türünden mekanizmalarla öğrenilemeyecek bir yaratıcılık ve hızda öğrendiğidir. Bu aslında çık eski bir problemin dil ile ilgili olarak yeniden formüle edilmesinden ibarettir. Bilgimizin çoğunun daha önceki varlığımızdan geldiği ve bu bilgilerin daha sonra yeniden hatırlandığı anlayışı. Bu alanda Platon’un diyalogları “Sokratik Diyalog” olarak adlandırılan ve hatırlama/hatırlamaya yardımcı olma şeklinde değerlendirilecek bir bilişim yönteminin inceliklerini sunmaktadır. Chomsky’nin önerdiği yaklaşım: “Bilgimizin ve anlayışımızın belirli yönlerinin doğuştan var olduğu, doğal biyolojik yeteneklerimizin bir parçası olduğu, kanatlarımızın değil de kollarımızın ve bacaklarımızın gelişmesini sağlayan ortak doğamızın öğeleriyle aynı derecede genetik olarak belirlendiğidir.”

İnsanı diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliği, soyutlama yeteneğidir. Dil, başlangıçta, sözlü ve sözsüz bütün sembolleri içeren ve insanın çeşitli gereksinmelerine karşılık olan bir araçtır. Zamanla doğal ihtiyaçlar alanının dışına taşarak genişlemiş ve iletilmek istenen mesajın sınıflandırılması gibi işlevler üstlenmiştir. Kişiler arası iletişimle gelişmeye başlayan dil, her geçen gün kavramsal ve soyut düzeyde ilerlemiştir. Sesli dil, kodlama malzemesinin olanaklarını, somuttan soyuta geçmekte sınırsızca kullanmıştır.

İnsanlar arasındaki en temel iletişim aracı olan dil, bütün işlevleri bir arada düşünüldüğünde, yazılı- sözlü sembollerin yanında, sözsüz göstergeleri hatta "iç konuşma" gibi diğer alanları da kapsamaktadır.
1.1.1.1. Düşünme

Düşünme, bu güne kadar işlenen konulardan farklı bir özelliğe sahiptir. Gerek algılama olayında gerek öğrenmede insan dış çevre ile iç içedir. Algılama yoluyla, öğrenmeyle bellekte depolanan bilgiler, simgeler düşünürken adeta sahneye yeniden çıkarlar. Artık doğrudan dış dünya ile ilişki yoktur. İşte düşünme bu sembollerle gerçekleşir. Bu nedenle daha soyut bir özellik taşır.

Dil olmasaydı düşünme de olmazdı. Düşünme adlandırma yoluyla olmuştur. Adlandırıldığı anda nesnelerin varlığını kavrayabilmiş, hareketlerin anlamı ortaya çıkmıştır. Nesnelere ad verme, bunlar arasında bağlantı kurma ve soyutlama ile kavramlar oluşmuştur. Düşünme de bu süreçte birlikte gelişmiştir. Düşünme çıkarımlar yapma, kavramlar ve önermeler arasında bağlantı kurmaktır. Kavram ve önermelerin içinde yer aldığı bağlam da dilin bütününü oluşturur. Bu kavramlarla insan kendisine bir dünya yaratır. Kültür dünyası, sanat, bilim, felsefe hep dille birbirine bağlanır. Dilin gücü düşünmeyi yaratmasındadır. Dile dökmeden gerçekliği kavrayamıyor, anlamıyor ve üzerinde düşünemiyoruz. Dünyayı dil yoluyla kavrıyoruz.

Dil, düşüncenin evidir. Dili bir düşünce odağı kabul edersek, dil düşüncenin evi olarak karşımıza çıkar. Binlerce yıllık insan zekâsı sözcüklerde, deyimlerde, atasözleri, terimler ve ifade kalıplarında gizlidir. Dil düşüncelerimizi yansıtan bir araç olduğu gibi düşüncelerimizi geliştiren bir alandır. Bir insanın bildiği sözcük sayısıyla, düşünce zenginliği doğru orantılıdır. Bildiğimiz sözcük sayısı ne kadar fazlaysa, düşünce alanımızda o kadar geniştir.

İnsanlar, nesneler vasıtasıyla değil sözcükler aracılığıyla düşünür. Bundan dolayı düşüncenin iki aracının olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi dil, diğeri mantıktır. Bilimlerin sunduğu bütün bilgiler bize sadece iki kaynaktan gelir. Dil üzerinde düşünmek ve doğayı incelemekten.

Sözlü dil konusuna gelindiğinde, düşünce ve dil ilişkisi bağlamında iç konuşmadan da söz edilmelidir. İç iletişimin ayrı bir yeri vardır. İç konuşma olgusu uzun süre “konuşmanın sessiz olan şekli” olarak tanımlanmıştır. İç konuşmanın en önemli özelliği, zekâ ve derin düşünme yeteneğiyle ilgili olarak, kişinin kendisiyle iç iletişim yaratması açısından büyük önem taşımasıdır. İç konuşmanın derinliği, bir dilin gerçek zenginliği olarak kabul edilmesi gereken "soyutlama yeteneği" ve dil-düşünce olgularının birbirini karşılıklı etkileyerek, “teori üretebilme potansiyeli”ni oluşturmasıyla ilgilidir. İç konuşma yöntemi, çocuktaki ben- merkezci konuşmanın nitelik açısından gelişmiş bir özüdür denebilir. İç konuşmada, örneğin, cümlelerin yüklemi korunurken, özne ve bağlantılı diğer cümle öğeleri atılmaktadır. “Bugün canım hiçbir şey yemek istemiyor” cümlesi, iç konuşmada “yemek istemiyorum”; “ bugün hava ne kadar da soğuk cümlesi" de, iç konuşmada “soğuk” gibi kısaltılmış şekillerde ifade edilir.

Yüklemleştirme, içinden konuşmanın doğal biçimidir. Nasıl hem özne hem de yüklemleri içermek dış konuşmanın bir özelliğiyse, özneleri atmak da içinden konuşmanın bir özelliğidir. İçinden konuşmada söz dizimi ve ses, en aza indirgenmiş olduğundan, temel anlam her zamankinden daha fazla ön plandadır.

İçinden konuşmada tek bir sözcük içine çoğu zaman o kadar çok his, algı, anlam yüklenir ki, dış konuşmada ancak çok fazla sayıda sözcükle karşılanabilir. Watson'a göre, içinden konuşmayı kaydetmek mümkün olsa bile, bu yine de anlaşılmaz olacaktır. Tolstoy, "Çocukluk, Ergenlik ve Gençlik" adlı yapıtında, yakın psikolojik temas içindeki kişiler arasında bile, sözcüklerin iç konuşmada yalnızca kendileri tarafından anlaşılan özel anlamlar kazandığına dikkat çekmiştir.

Dışından konuşmada düşünce, sözcüklerde somutlaşırken, içinden konuşmada sözcükler, düşünceyi doğururken ölürler. İçinden konuşma, büyük ölçüde anlamlara dayalı düşünmedir. Dinamik, değişken ve kararsızdır; sözlü düşüncenin biçimleri oldukça kesin şekilde belirlenmiş bileşenleri olan, "sözcük" ve "düşünce" arasında gidip gelir.

İç konuşmadaki kısaltma, zaman zaman dış konuşmalarımızda da yapılmaktadır. Özellikle soru cevap cümlelerinde bunu sıkça yaşamaktayız. Evet, hayır sözcüklerinin varlığı da, aslında bu gereksinimin bir sonucudur. "Benimle sinemaya gitmek istiyor musun" sorusunun cevabı, "bugün seninle sinemaya gitmek istiyorum" şeklinde değil, kısaca "evet" sözcüğüyle ya da "isterim" gibi bir yüklem cümlesiyle yapılır.

Dil ve düşünce bağlantısı günümüzde hala açıklığa kavuşamamış bir ilişkidir. Düşünce, basit bir iç konuşma mıdır? Konuyla ilgili araştırmalar, çoğunlukla, dilin düşünceyi biçimlendirdiği ya da düşünceyi iletmede bir araç olduğu gibi soruların yanıtına yönelmiştir. Dil-düşünce ilişkisinde, hangisinin diğerinin zenginliğini etkilediği konusunda, farklı görüşler bulunmaktadır. Zengin dil ve zengin soyutlama yeteneğinin entelektüel kapasiteyi arttıracağı; ya da tersine işleyen bir sürecin söz konusu olduğu yolunda görüşler, aynı zamanda "dil politikası" denen konuyu ortaya çıkarmıştır.

Quin'e göre, insan düşüncesinin doğurduğu bütün teoriler, başından sonuna kadar dilsel (lengüistik) yapılardan ibarettir. Ona göre, düşünsel etkinlik, elimizdeki anlamlar, kavramlar veya fikirlerden çok, sözcükleri kullanış biçimiyle açıklanabilir.

Dil, olayları sözlü kategorilerle kodlayarak hafızaya alma işlemini hızlandırır. İsimlendirilmemiş olgular, düşünce sisteminde daha az yer kaplamaktadır. Örneğin, "renklerin tonlarıyla " ilgili sözcüklerin azlığı oranında, gündelik yaşamda renk tonlarının algılanmasında gösterilen dikkatin de azaldığı yolunda bazı hipotezler öne sürülmektedir.

Günümüzde artık, yetişkinlerin hafızasının önemli ölçüde, sözlü dile dayandığına inanılmaktadır. Dil bize, önceki deneyimlerimize dayanarak sınıflandırmadığımız, tanımlayamadığımız durumların iskeletini kuramsal olarak soyutlama imkânı verir. Bunun insan düşüncesini daralttığı durumlar da söz konusu olabilir. Örneğin, “iyi”, “kötü" gibi, uçları keskin olan nitelemelerin varlığı, bizim ikisi arasında tanımlamalar yapma yeteneğimizi azaltmaktadır. Daha ılımlı ya da derinleştirilmiş ara nitelemeler, dil tarafından kodlanamazsa ortadan kalkmaya yüz tutmaktadır. Dil yapısının sınıflandırma biçiminin, değerlendirme sistemini etkileyebileceği sorusu, üzerinde düşünülmesi ve araştırılması gereken önemli bir alan olarak önümüzde durmaktadır.

Wilhelm Von Humbold’a göre, “düşünceyi yaratan ve ileri götüren dildir ve dilin engellediği yerde düşünce de engellenmiş olur”. Hunt, çeşitli kültürlerden çocukların dil öğrenme yöntemlerinin benzer biçimlerde gerçekleşmesini ayrıca hepsinin yaklaşık aynı dönemlerde sesleri çıkarmaya ve konuşmaya başlamalarını, adeta evrensel çarpıcı bir olgu olarak açıklamaktadır. Bu, dil öğrenme yeteneğinin insanlarda ortak ve doğuştan olduğu tezini güçlendirmektedir. Saphir, pek çok kişinin, "dil olmadan düşünme eylemini gerçekleştirilebilir mi" sorusuna cevap olarak: "Bu yapılabilir ancak benim için kolay değil” yanıtını verir. Matematiksel semboller olmaksızın, matematiğin nedensel pratiklerinin zorluğu gibi. Saphir'e göre, dilsiz insan, ilkel insanlarda olduğu gibi, iletişimin bazı aşamalarını gerçekleştirebilecektir. Örneğin bazı uyarı ve saldırma/saldırmama biçimlerini yerine getirebilir. Ancak örneğin, siyasal söylemler dil olmaksızın oluşamaz. Siyasal inanç modelleri de dilin bazı özel görünümlerine bağlı olarak tutunurlar. F. Dell' in Fransızca için söyledikleri, aslında hemen her dil için söylenebilir: " Düşünebiliriz, eğer dili öncelikle bir iletişim aracı olarak ele alıyorsak. "Bir şeyi düşünemiyorsak, düşünemediğimiz bir şeyi söyleyemeyiz” diyen Wittenstein’ın psikoloji açısından önemli tartışmalarından biri, düşünce ile dilin varlıkbilimsel (ontolojik) ayrımının önemsizliği üzerinedir. Wittgenstein’ a göre, anlamlı düşünce ile işitilebilir dil arasındaki bu ayrım, özellikle bazı durumlarda, sözgelimi, özel yaşam ile diğer insanlar arasındaki kamusal söylem arasında bir sorun olmaktan çıkmıştır.

Düşünmeyi, en genel anlamda, eşya ve olayların sembolleri arasında bağ kurma olarak tanımlayabiliriz. Doğrudan eşya ve olaylarla değil de onların zihindeki sembolleri ile düşünülür.

Düşünme sırasında semboller kullanılmaktadır. Semboller bir anlamı, varlığı veya kavramı ifade ederler. Algıladığımız, öğrendiğimiz, kavramlaştırdığımız oluşların zihinde yerleşen sembollerine imge adı verilir. İmgeler sanki nesnelerin, kavramların, olayların zihin tarafından çekilmiş filmi gibidir. "limon" kelimesini duyduğumuz zaman zihnimizde limon imgesi belirir; hatta buna bağlı olarak ağzımız bile sulanır. İmgeler bellekte kodlanırlar ve gerektiği zaman yeniden bilinç düzeyine çıkabilirler. İmgelerin yeniden zihinde canlandırılmasına tasarım (tasavvur) denir.

Değişik durumlarda çeşitli olayların, nesnelerin tekrar tekrar algılanması sonucu zihin bir sınıflama işlemi yaparak;

* Benzerlikleri, farklılıkları ayırt eder.

* Ortak yanlarını birleştirerek geneller.

* Farklı varlıklar arasındaki ortak özellikleri ayırarak yeni imgeler oluşturur.

* Yeni bileşimler yapar ki; buna artık kavram adı verilir.

İmge ve tasarımlar bireysel ve somut bir özelliğe sahipken, kavram, soyut ve genel özellik taşır. İmge ve tasarımlar üzerinde yeniden düşünülerek karşılaştırmalar, gruplamalar yapılarak daha genel tasarımlara ulaşılır. Bir tek kedinin (bizim kedimiz) zihindeki izi imgedir. Başka kediler de gördükçe benzerliklere dayanan bir gruplama yapılır. "Kedi" kavramı oluşur. Kedi, kavramı bütün kedileri içine alan genel bir kavramdır. Bu kavrama genelleme yoluyla ulaşılmıştır. Bir başka örnekte de farklı varlıklarda bulunan ortak özellikler ayrılarak kavram elde edilir. Mesela, limon sarıdır, kanarya sarıdır, çiçek sarıdır, kumaş sarıdır. Varlıklardan (limondan, kanaryadan çiçekten, kumaştan) sarı ayrılarak renk kavramı oluşur. Sarı kavramını varlıklardan ayırmak mümkün olmadığı halde, düşüncede bu ayrımı yaparak, ayrıca renk, sayı gibi kavramlar üzerinde düşünmemiz mümkündür. Bu şekilde kavramı oluşturmaya soyutlama denir. Kavramlar, akıl yürütme ve zekâyı oluşturan öğelerin problem çözme amacıyla çalışması için birer yapı taşı durumundadır. Doğrudan nesnelere dayanan kavramlar, basit kavramlardır. Üzerinde düşünülerek ulaşılan daha genel kavramlar karmaşık kavramlardır.

Kavramların öğrenilmesinde de oluşturulmasında izlenen yol takip edilir.

Öncelikle somut kavramlar, daha sonra soyut kavramlar öğrenilir. Piaget'in kuramına göre; çocuk, önce somut işlemler döneminde somut kavramları, soyut işlemler döneminde de soyut kavramları öğrenir ve kullanır.


ÖZET



ÖZETLEMEYİ ÖĞRENME

Özetleme bir yazarın düşüncelerini yeniden kısaltılmış bir biçimde, başka kelimelerle yeniden üretmektir. Bir özet yazarken orijinal paragrafın orijinal ifadelerinin en önemli olanları üzerine odaklanın ve önemli olmayan malzemeyi eleyin. Seçme, silme, not alma ve küçültme gibi teknikler malzemeyi kısaltmaya yardımcı olabilir. Özet orijinal metnin temel anlamını yansıtacak şekilde okunabilecek bir yazı yazılmalıdır. Başka kelimelerle ifade etmek gibi, özet birçok amaç için kullanılabilir: ana noktaların anlaşılmasına yardımcı olmak için, yazarın tartışmasının yapısını, başkalarının anlamasını sağlamak için, hızlı bir şekilde arka plan bilgilerini sunmak için, bizzat kendi orijinal ifadelerinizi açıklama sırasında başka bir yazarın fikirlerini ifade etmek için kullanacağız. Özet tüm metnin ayrıntı ve nüanslarına, metnin tüm anlamına genel bir bakış sunmaktır. Eğer metne çok hızlı bakarsanız, önemli parçaları göz ardı edebilirsiniz. Bu yüzden iyi özet yazmak, metnin anlamına ve metnin şekline dikkat etmek gerekir.

Özetleme akademik bakış açısından nasıl değerlendirilebilir? Özetlemeye bu açıdan nasıl bakabiliriz? Öncellikle bir özet, bir paragrafın ya da bir metnin yoğunlaştırılmış biçimidir. Özetleme, kendi sözcüklerinizle, kendi kelimelerinizi kullanarak yazmayı içerir ve başka yazarın fikirlerini kendi üslubumuzla ifade etmektir. Bir metnin özünü kendimize mal etmektir. Özet açıklamanın aksine, metinde geçen anahtar kelimeleri ve ikinci derecede kavramları vurgulayarak, bir metni kendi yorumumuzu katmadan, o metinde geçen sadece önemli fikirlerin sunumunu yapmaktır.

Her ne kadar metinlerin yorumu, açıklaması, tefsirini yapmayı amaçlamasa da, başarılı bir özet yapmak için metinlerin sistemli, doğru yorumlanması da gerekir. Özet aynı zamanda günümüzde akademik makalelerin ayrılmaz bir parçasıdır, bu anlamda özet, bir yazarın, okuyucusuna metninin kısa bir bakış açısını belileyecek şekilde ana metinden önce yazmak zorunda olduğu metnin özünü ortaya koyan kısa bir paragraftır.

Özetleme özgün metnin, ya da paragrafın sadece ana noktalarını içerir. Fikrin özgün sırasını takip ederek ortaya koymak gerekir.

Bir metni özetleyebilmek için onu iyi anlamak gerekir.

Özetlemek için metnin temel fikirlerini arayıp bulmak gerekir.

İyi Bir Özet Nasıl Yapılır?

İyi bir özet yapmak için, esaslı olanı, ayrıntı olandan ve gerekli olanı, gereksiz olandan ayırt etmek gerekir. Bu işlem yapılırken metnin anlamı bozulmamalı, niteliği ve özü değiştirmemeli, özet, özlü ve veciz olmalıdır. İyi bir özet, asıl metinde yer alan çeşitli konulara verilmiş olan önem derecelerine sadık kalır. İyi bir özet, metindeki fikirlerin yahut delillerin birbirine nasıl bağlandığını, fikir zincirinin nasıl kurulduğunu, oldukça açık ve anlaşılır biçimde -çok zaman asıl metinden de iyi- göstermek zorundadır. Özet yapmak , metinden seçilip koparılmış cümlelerin art arda sıralanması değildir.

Bir özet yazmak için aslında dört aşamalık bir işlemi gertektirir:

1. Paragrafın temel noktalarını belirlemek. Bazı paragraflarda ana fikir konu cümlesinde ifade edilir, ama diğerlerinde açıkça ifade edilmez. Ayrıca bir paragraf, anlamamız için çok önemli olan bir ya da daha fazla detay içerebilir. Bu elementler özetinizde belirtilmesi gerekir. Ancak, başka sözcüklerle ifade ederken detayların hepsini içermeyecektir. Bunun yerine sadece en önemli olanı seçiniz.

2. Bu ana noktaları tutarlı bir şekilde organize etme ve sunma. Yazarın kelimelerini kullanmayın ya da özgün paragrafın cümle yapısını kullanmamaya dikkat edin.

3. Kaynağın anlamına sadık kaldığınızdan ve tam olarak doğru ana fikri gösterdiğinizden emin olun.

4. Özet, bir metnin istenilen oranda kısaltılarak ve içeriğine sadık kalınarak tekrar yazılmasıdır. Bir metin, ihtiyaca göre %25, %10, %5 vb. oranlarında kısaltılabilir. Özet, gerek anlatımı ve gerek biçimiyle özgün yani orijinal olmalıdır, diğer taraftan ise içeriğiyle asıl metne tamamen uygun olmalıdır.

Her şeyden önce bazı temel kurallara uymak gerekir:

Özet, asıl metnin temel düzenine doğru ve sadık bir şekilde uymalıdır, özette genel olarak metnin düzeni takip edilmelidir. Ancak bu kural, özeti kendi planınız içinde yapma hakkınızı elinizden almaz. Özet yapmak, bir bakıma metni tekrar yazmaktır. Metni tekrar yazarken hem metnin düzenine bağlı kalabilir, hem de konunun gerektirdiği düzenlemeleri yapabilirsiniz. Özetinize metinde bulunmayan fikirleri sokmayınız, metinde söylenen şeylerle ilgili de hiçbir yargıda bulunmayınız. Yani tarafsız, nesnel olunuz.



Özetinizde metinden alınmış cümlelere yer vermeyiniz. Kendi kelimelerinizi ve cümlelerinizi kullanınız.
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət