Ana səhifə

Yazıya. " Yine bir zaman aralığı ve yine yollardayız, mutlu ve heyecanlı "


Yüklə 189.5 Kb.
səhifə3/4
tarix27.06.2016
ölçüsü189.5 Kb.
1   2   3   4

Kalkan Buğulama
Buğulama pişirim şeklini her balığa uygulayabilirsiniz diyor, Rahmi Karagöz bir de sihirlitur okurları için Kalkan buğulamanın tarifini veriyor.
Erkek kalkan balıkları dişi kalkan balıklarına göre daha etli olur, örneğin 4 kiloluk erkek kalkandan 3 kilo net et çıkabilir. Dişi kalkan balığında havyarlı bölüm olduğu için, bu boşluk et miktarını azaltır ve 3 kilo balıkta, et 2 kilodur. Bu nedenle balık seçiminde erkek kalkan tercih edilir. Buğulama yapılacak balık 1,5 parmak kalınlığında kesilir, tepsiye dizilir. Kalkan parçalarını örtecek kadar üzerine su konur. Yarım limon sıkılır, iki çorba kaşığı zeytinyağı, 5-6 diş sarımsak, bir adet defneyaprağı bütün olarak konulup bir bardak beyaz sofra şarabı ilave edilir. Fırında veya üzeri kapatılarak ocakta pişirilir. Pişirme miktarı su oranına göre ayarlanırsa da yaklaşık 25 dakika olabilir. Balığın tadına varmak adına buğulamanın orijinal pişirim şekli böyle, fakat arzu edilirse çeşitlendirme yapılabiliyor. Yarım baş soğan doğranabilir. 1,5 kabuğu soyulmuş domates, iki tane taze soğan doğranabilir, yarım havuç, dilimlenmiş patates, tane karabiber, pul biber eklenebilir. Ocaktan almadan üç dakika önce yeni kıyılmış maydanoz yaprakları serpilebilir. Rengi kaçmadan servise sunulur.
Limonun veya şarap miktarının ölçüsü fazla kaçmış acımtırak olmuş ise içine bir veya iki adet kesme şeker atılarak hafifçe tatlandırılarak eski tadı bulunur. Arzuya göre bir kaşık tereyağı ilavesi buğulama balığa lezzet kazandıracaktır. Pişirim sonunda elde edilecek sarı renkli su, hem besleyici hem de leziz olacaktır.
Karagöz Restoran yaz aylarında ünlü klarnetçi Mustafa Kandıralının müzisyen yeğenleri eşliğinde klarnet, ut, cümbüş, keman eşliğinde fasıl yapıyorlar. Masaları ziyaret edip istekleri de çalan grup ailelere Kumkapı eğlencelerini yaşatıyorlar.

Kerpe'de hizmet veren bir de mobil manav var. Salı Perşembe, Pazar günleri Kerpe'ye 4 km uzaklıkta ki Alaybey Köyünde kendi bahçesinde yetiştirdiği ürünleri minibüsüne doldurup getiren Ekrem Çay, Kerpe sahilinde dalından henüz kopmuş, hormonsuz kıvırcık salata, maydanoz, taze soğan, roka, pırasa, domates, biberi sunuyor. Özellikle 15 Mayıs-15 Temmuz arası yetişen hakiki, reçellik minik çileklerin kokusu iki metreden duyuluyor. Pansiyonda kalıp mutfağında yemek yapan aileler, yazlıkçılar Ekrem Çay'ı 0-543 646 94 97 no lu cep telefonundan arayarak siparişlerini veriyorlar.


Yöreye has özellik taşıyan "Kandıra Yoğurdu", manda, inek ve koyun sütünün karışımı ile yapılıyor. Kandıra kaymakamlığının girişimleri ile yoğurdun gelişme sağlaması amacıyla yörede manda kesimi veya canlı hayvanın dışarı satışını kontrol altına alınmış. Kerpe'de yazın faaliyet gösteren iki disko, Kayalıklar Mevkiinde gençlik kafesi, sahil boyunca çay bahçeleri, çeşitli fast food lokantalar hizmet veriyor.

SÜLÜKLÜ-SÜNNET GÖLLERİ





Yeşil, sarı ve mavinin dansı,
Sülüklü Göl, Sünnet Gölü ve Göynük İstanbul'dan yola çıktıktan iki saat sonra ulaşabileceğiniz birer doğa harikası. Gözlerinizi ve ruhlarınızı dinlendirmek ihtiyacını duyduğunuz bir hafta sonu rotanızı bu istikamete çevirirseniz, birbirine sevdalı nefis renkler içinde kendinize harika bir doğa ziyareti sunabilirsiniz. Tabii bu arada bir fotoğraf makinesi almayı unutmamalısınız. Çünkü, çekeceğiniz yada çektireceğiniz fotoğrafları dostlarınıza göstermek için sabırsızlık duyacaksınız.

Bu defa rotanızı dört mevsim ayrı güzellikler sergileyen ulaşımı kolay ve yakın; Gölcük, Yedigöller, Abant gölleriyle de ünlü doğa cenneti, huzur sığınağı Bolu'ya çeviriyoruz.


Böylesi zengin geniş ve doğası çok farklı özelliklere sahip bölgedeki gezi yolumuz üzerinde birbirleriyle güzellik yarışına girmiş bambaşka iki göl, birde dünya mirası Safranbolu'ya nispet yapan evleriyle Göynük var...
Hazırsanız o halde buyurun, hemen yola çıkıyoruz!..
İsterseniz eski yoldan, isterseniz paralı otoyoldan hareketle Adapazarı istikametini izleyip Akyazı Sapağı'na kadar geldiniz. Yol boyu devam eden arboretum benzeri bitki örtüsü otoyoldan ayrıldığımız bu bölümde daha bir çeşitleniyor. Bir tarafımızda maden suyu tesisleri diğer tarafta Kuzuluk Kaplıcaları, devremülk evler ve alkolsüz alabalık aile restoranları arasından geçerek Dokurcun'a bağlı saman pazarına geliyorsunuz. Yolun sağında size mola verdirecek kadar görkemli anıtlaşmış bir çınar ağacı yer alıyor. 500'ü aşkın yaşı, 11 metre çapındaki gövdesi bir oda görünümlü gövde içi boşluğu ile uluçınar ağacı görenleri adeta büyülüyor. Birkaç kilometre sonra Tavşansuyu Mevkii'ne gelince sağdan ayrılan yolu takip ederek suya paralel ilerleyenler iri yapraklı bitkiler fosforlu ağaçlar, karaçamlar arasından ön bahçesi oldukça geniş kıyıları dantelvari yüzüktaşı gibi parlayan göle ulaşıyorlar.

Tabiatı koruma alanı Milli Parklar Genel Müdürlüğü Sülüklü Göl alanı içinde herhangi bir tesis yok. Özellikle hafta sonları piknikçilerin rağbet ettiği dinlenme yerinde göl çevresinde yürüyüş yolları, içilesi lezzette bir de kaynak suyu var. Kuş sesi ve rüzgarın yapraklar arasında kazandığı uğultusundan başka sese rastlanmayan yeşil mavi renkli Sülüklü Göl' de bir zamanlar 8-10 cm boyunda olan ve halk arasında ağrıyan yerlere yapıştırılınca sızıları çektiğine inanılan bir sülük türü varmış. Sonraları avlanmanın yasak olduğu göle, üreyip çoğalmaları için çeşitli balıklar atılınca göle ismini veren sülüklerde kaybolmuş.


Çekim platosu
Kıyılarında dolaşıp piknik yapmanın zevk verdiği öğleden evvel tamamı, saat 13:00'den sonrada kısmen güneş alan göl, fotoğrafseverler içinde iyi bir çekim platosu. Bu arada aklınızda bulunsun; Akyazı Dokurcun Yaylası'na giderseniz;Adapazarı'na 31 km. uzaklıktaki Sülüklü Göl' ün Davlumbaz Tepesi'nden görünüşü ise görmeye değer güzellikte.




Sünnet Gölü
Dağ ve orman köylerinin ahşap cumbalı evlerini seyrederek yol aldığınız bölgede Bolu-Göynük yolunun 84. km.sinden ayrılan 13 km.lik orman yolu ile ulaşılan 18 hektar büyüklüğündeki Sünnet Gölü, deniz seviyesinden 820 metre yükseklikte yer alıyor. Çevresini karaçam ağaçlarının kapladığı nazar boncuğu renkli gölün derinliği 22 metre. Doyumsuz güzellikteki kış manzarasını seyretmeye gelenlerin çoğunlukta olduğu bu gölde avlanmak, balıkların büyüyüp çoğalmasına imkan vermek amacıyla şimdilik yasak. Buna rağmen gölde mercan ve alabalık bulunuyor.
Su seviyesinin yükselmesi ile göl içinde bütünü su altında kalan ağaçlar ve yosun türlerinin gizemli bir atmosfer yaratmış. Bu ürkütücü ve vahşi görüntüyü içine alan göl kıyısındaki tesislerde dinlenebilir yemek yiyebilirsiniz. Çevre temiz dağ havasında kondisyon depolamak için uygun yürüyüş yollarına da sahip.
Güne erken başladıysanız üçüncü durağımız Göynük. Sünnet Gölü'ne 27 km, Bolu'ya 98 km. uzaklıkta bulunan Göynük tarihi ve doğal güzelliklere sahip, eski, doğal görünümünü korumuş, geleneklerini sürdürmüş ender yerlerden biri. Göynük'te bulunan Osmanlı dönemine ait yapılar arsında Gazi Süleyman Paşa Camii ve hamamı, Akşemseddin Türbesi, Türk mimarisinin en güzel örnekleri ve tarihi saat kulesini görebilirsiniz.
CUMALIKIZIK

Tarihi Film Platosu
Bir haftasonu kaçabileceğiniz, daracık sokakları, olağanüstü evleri, kapı tokmakları ve sokak çeşmeleriyle sizi bugünden geçmişe taşıyacak bir ortam. Sıcacık, dost insanlar ve ekşi maya ile yapılmış ve odun ateşinde pişirilmiş nefis ekmeği ile Cumalıkızık Köyü sizi bekliyor.

Asfalt yollar, demir geçitler, araçlar, cam dış yüzey kaplamalı beton binalar, gökdelenler derken sıhhat yüklü şirin ahşap evlere, yeşilliğe soğuk kaynak sularına ve tarihe hasret kaldık.Bursa'nın yanı başında bulunan Cumalıkızık Köyü, hiç apartmanı olmayan, günümüze dek mimari dokusu bozulmadan gelebilen ender köylerden biri.


Bu şirin, Osmanlı izlerini taşıyan köyde dolaşanlar, kendilerini sanki bir açıkhava müzesinde zannediyor. Uludağ eteklerinde yer alan Cumalıkızık Köyü'nün kuruluşu ise çok eskilere dayanıyor. Orhan Gazi Bursa'ya girmeden önce bir çok yerleşim alanı kurmuş: Bayındırkızık, Derekızık, Hamamkızık, Değirmenlikızık, Fidyekızık. Bunların arasından topluca gidilip cuma namazı kılınan köye de Cumalıkızık denmiş.
Köyler birbirine yakın olduğu için, bir sigara içimi kadar sürede birinden çıkıp diğerine ulaşılıyormuş. Köylerin birbirine yakın olması gibi, evler de adeta içiçe inşa edilmiş. Şimdi tamamı sit alanı olan 350 haneli Cumalıkızık Köyü'nün evleri Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örnekleri olarak kabul ediliyor.
İyi korunmuş mimari doku
Cumalıkızık Köyü bir yamaca kurulmuş ve sokakları, ancak yaya ve at arabalarının geçebileceği genişlikte. Kaldırımsız olan sokakların tamamı taş döşeli. Evler genellikle üç katlı ve yüksek avlu duvarları ile çevrili. Birbirine yakın ve akraba olan aileler iç içe olan ve birbirine dar geçitlerle bağlanmış evlerde yaşıyor. Eskiden, bir saldırı anında bu geçitleri kullanarak evden eve geçen köy sakinleri böylece canını kurtarıyormuş.
Evlerin çift kanatlı yüksek kapıları demir dövme kapı tokmakları ve kulpları hala geçmişteki işlevlerini sürdürüyor. Cumbalı evlerin pencereleri, genelde ikinci katta ve kafesli yapılmış. Bu şekilde sokaktan evlerin içinin görünmesi bir ölçüde engellenmiş. Kafes arkasından bakanlar ise sokağı rahatça görebiliyor.
Evlerin yapımında güneşte kurutulmuş tuğla, ağaç ve kerpiç kullanılmış. Çamur sıvalı duvarlar, mavi, mor, koyu sarı, açık yeşil gibi renklere boyanırken, ahşap kısımlar kendi rengine bırakılmış. Depreme çok dayanıklı olan evlerin sakinleri "Uyandığınızda herhangi bir ağırlık, halsizlik hissetmez, yattığınız gibi kalkarsınız" diyor.
Cumalıkızık'ta, ana cadde ve köy meydanı bulunmuyor ama kapı tokmakları kadar ilgi çekici olan ve gürül gürül soğuk su akan sokak çeşmeleri köye ayrı bir güzellik veriyor. Üzerinde Saldede, Köyüstü, Cin aralığı gibi isimlerin yazıldığı sokak levhalarıysa ahşaptan yapılmış. Köy sokaklarında dolaşırken, kendinizi bir tiyatro dekoru yada film platosunda sanabilirsiniz.
Araç girmeyen bu güzel ve dar sokaklarda dolaşırken geneli ve detayı güçlü fotoğraflar çekebilir, resime meraklıysanız bir köşeye tuvalı kurup eskizler çizip, resim yapabilirsiniz. 700 yıllık Koca Cami, evlenme törenleri ve bayramlarda kullanılan tarihi hamam, sanatevi, etnografya müzesi mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Köy halkının, sanki önceden tanıyormuşsunuz gibi gösterdiği sıcaklık, samimiyet ve misafirperverliğin yürüyüşünüze ayrı bir tad katacağı kesin. Köyde narenciye dışında ceviz, kestane başta olmak üzere, tüm sebze ve meyveler yetişiyor.
NE YENİR?
Cumalıkızık Köyü'nün ekşimaya ile yapılan odun ateşinde pişirilen ekmeğinden mutlaka tadın. Hayli ünlü köy fırınının bayatlamayan ekmeği için çevre köylerden, Bursa'dan buraya gelenler oluyor. Fırının ekmek kadar çöreği de ünlü.
Yolu İnegöl'den geçenler köftecilere uğrarken, İskender Kebap Bursa'ya gelmek için bir başka neden. Heykelden dönünce, her köşe başına konan yol tabelaları ile gayet kolay bulacağınız İskender Kebapçısı'nın arkasına kat otoparkı yapıldığı için park yeri bulmak artık sorun değil.
İskender Kebap hazır yemek olmadığı için bir müddet bekleniyor. Biraz da haftasonu kalabalığını eklerseniz, yer bulup, yemek için sabırlı olmanız gerekiyor. Kesik pide üzerine dizilmiş döner yaprakları, ızgara biber, domates üzerine yoğurt ve kızdırılmış yağ gezdiriliyor.
Kefken'den Cebeci'ye huzurlu bir tatil...
Akdeniz'in tuz oranı yüksek denizinden, yaz aylarının kavurucu sıcağından, uzun yolculuklardan, yabancı turistlerden ve turistik fiyatlardan etkilenmeden, İstanbul çevresinden de fazla uzaklaşmadan temiz bir denizde yüzüp, şifalı kumlarda güneşleneyim, huzurlu bir tatil yapayım diyorsanız, aradıklarınızdan fazlasını Kandıra yakınlarında Kefken, Cebeci sahillerinde bulabilirsiniz.




Kocaeli ilinin Kandıra ilçesine 20 km mesafede bulunan Kefken ilk durağımız olmak üzere İstanbul'dan yola çıkıyoruz.
Çabuk ve nispeten konforlu ve yollarda fazla vakit kaybetmemek için otoyolu tercih edersek Körfez'i ve Kocaeli ilini otoyol ile geçip sağa ayrılan sapaktan Kandıra istikametine yönelirken otobanı terk ediyoruz. Yol aynı güzellik ve kusursuz kalitede devam ederek 30 km Kerpe, 50 km Kefken tabelası sonrasında rampa çıkarak, Kocakaymaz mevkiinde baraj gölünü solunuzda bırakarak Kandıra'ya geliyor. İlçe dışından düz giderek ikiye ayrılan yol ile karşılaşanlar soldan Kerpe'ye sağı takip edenler Kefken, Cebeci, Pembe Kayaların yer aldığı sahil yoluna kavuşuyorlar. Güzergâh iki şerit, gidiş gelişli asfalt, yumuşak eğimli, içeri dışarı tatlı virajlar, yeşillikler arasında devamla sürücüye ve bilhassa yola motosikletle çıkmış olanlara büyük seyir keyfi verecek özellikler, lezzetler taşıyor. Yolun lezzeti de ne diye merak ederseniz, sık sık görülen ve odun ateşinde kaynayan süt mısır kazanları merakınıza cevap olacak. Kurtyeri deresini geçince Kefken'e girmiş oluyorsunuz.
Kıyı yerleşimleri arasında en gelişmiş tatil merkezlerinden biri olan Kefken Karadeniz'in hırçın olduğu kadar azimli dalgalarıyla kışı geçirdikten sonra yaz aylarında bambaşka bir atmosfere bürünen sakin, huzur arayan tatilcilerin gözdesi. Nisan da poyraz rüzgârı başlıyor 180 gün devamlı esiyor. Ağustos 15 civarında biraz yağmur geçişleri oluyor Eylül ayı başında yaz bitti diye düşünüldüğü, okulların açılmasına az bir süre kala yaz ayları başlıyor! Deniz kâğıt gibi düz oluyor, güneş dalga geçercesine ısıtıyor. Kefken yaz'ı Eylül, Ekim'de yaşıyor. Aileler Kefken de bir yandan Karadeniz üzerinden gelen toz, dumandan arınmış tertemiz havayı teneffüs ederken, diğer yandan çevrede bulunan çam ormanların etrafa yaydığı çam kokuları arasında tatil yapıyorlar. Kilometrelerce uzanan kumsallar sığ denizden yararlanmak isteyenleri, kayalıklar kumlanmadan deniz banyosu almak isteyenleri misafir ediyor. Plajlar ve kıyılar ücretsiz halk plajı olunca gönlünüzün çektiği yerde gün boyu vakit geçirebiliyorsunuz. Kefken girişinde balıkçı teknelerinin çokça göründüğü, yatların sığındığı kocaman bir liman karşılıyor. Karadeniz'in bereketini ihraç eden konumu üstlenmiş olan Kefken Limanı sadece balık değil, soslara karıştırılan, pizzaların üzerine konulan cik cik midyelerinin, yemekleri yapılan deniz salyangozlarının toplanıp işleme fabrikalarına gönderildiği yer. Salyangozun ticari değerini yazı altına bırakıp Kefken gezimize devam edelim.




Kefken'in batısında Kerpe'ye bakan yüzünde Kumcağız Koyu yer alıyor. Sevilen ve büyük ilgi gören 1,5 km boyunca uzanan kum plaj, 500 metreye kadar sığ olup Karadeniz zeminine sahip oluşu nedeniyle tedbirli olup, fazla açılmamayı gerektiriyor. Fırtınalı havalarda deniz dibi dalgalar zemine kum taşıyarak topukları oluşturuyor. Dipte oluşan bu topukların önü sığ arkası derin olabiliyor. Boy hizası sonrası derinlikte ayağını atıp dibi bulamayan yüzme bilmeyenler, haliyle paniğe kapılabiliyor. Plajın arkasında bulunan Kumcağız deresi ise kefal, sazan balıklarının canlı solucan ve ekmek hamuru ile yakalandığı bereketli bir dere olarak anılıyor, dinlendirici ortam sergiliyor. Kefken'in sağında Kapri Koyu bulunuyor. Kapri sahili bünyesinde yüzmek için loca gibi küçük koylar barındırıyor. Kapri devamında halk arasında söylenişi ile Martı Kayalıkları sıralanıyor. Devamında askeri Liman Nato İkmal Üssü olarak hizmet veriyor. Bir başka muhteşem koy ve plajı olan Kovanağızı Plajı İlginç bir kaya yapısına sahip olağan üstü diye de tanımlayabileceğim Pembe Kayalar ile karşılaşılıyor. Pembe kayalar mevkii, ilginç jeolojik yapısı nedeniyle görülmesi gereken yerlerdendir. Suyun içinde yumuşak olan kayalar çıkarıldıktan sonra sertleşme özelline sahip oluşu nedeniyle Osmanlı döneminde insan gücüyle dikdörtgen olarak kesilerek deniz yoluyla İstanbul'a taşınmış, Sultanahmet Camii dâhil birçok caminin yapımında kullanılmış. Pembe Kayalar renk ve yapı itibariyle hafta sonu piknikçilerin vazgeçilmez güneşlenme teraslarından biri olarak rağbet görüyor. Araçları ile mevkie gelenler hiçbir ücret ödemeden, temiz hava, deniz ve piknik yapabiliyorlar. Kış mevsiminin sert geçmesiyle dalgaların büyük tahribat yaptığı Pembe Kayalardan bazı bölümlerin yıkılmış olduğu gözleniyor. Gürgenağzı mevki kayalıklar denizi geçildikten hemen sonra, 30 yıl önce dikilmiş olan çam ağaçlı genç ormanları sağımıza alarak devam ettiğimiz sahil bandı bizi Cebeciye getiriyor.

Cebeci
4 km uzunluğundaki kumsal sırtını ormana vermiş kamp alanı ile başlıyor, yazlıkların, lunapark, konaklama tesisleri, büfe, kafelerin sıralandığı Cebeci sahili denizden ayrı karadan ayrı güzellikler sergiliyor. Bilhassa Karadeniz'in bu bölümünden bakanlar, tıpkı Akçakoca'da olduğu gibi Kefken- Cebeci sahili boyunca denize batan güneşin doyumsuz şölenini izliyorlar. Kocaeli anakent'e bağlanıp kaçak yapılaşmaya asla izin verilmeyen yapılanların ayıklandığı Cebeci'den ayrılıyor tam karşımızda bulunan Karadeniz'in az sayıda adalarından biri olup insan yaşayan tek odası olarak bilinen Kefken Adasına gidiyoruz.




Kefken Adası
Ada Karadeniz'e açılan veya boğazlara giriş yapan gemilerin dostu Kefken Adası Deniz Feneri, Cenevizlilerden kalma, kalesi, sayıları 40'ı bulan su kuyuları, Kıyı emniyeti Gemi kurtarmanın 24 saat nöbet tutuğu, teknelerin sığındığı, barındığı limanı, defnelik bir ada görünümünde. Adanın Karadeniz'e göğüs geren kayaları âdete sünger görünümüne bürünmüş. Oluşan küçük adacıklar karabatakların gözlerden uzak teraslanma terası olarak tünedikleri yerler. Son yıllarda sit alanı olarak değerlendirilmeye başladığı için sivillerin gezisine, pikniğine kapatılmış. Kıyı Emniyeti Gemi Kurtarma görevlilerinin izni ile siz değerli sihirlitur okuyucularına adanın çevresinde yaptığım turu fotoğraflarıyla sunuyorum.
İskeleye yanaşır yanaşmaz rakı yapımında kullanılan kendi kendine yetişmiş anason bitkileri kokuları ile ilginizi çekmeye başlıyor, defne ağaçlarının hâkimiyetinde ki adada anıt haline gelmiş kimsenin temasıyla karşılaşmadan büyümüş incir ağaçları arasından oldukça bakımlı ünitelerin bulunduğu kalın duvarlı yapıların bulunduğu tepeye çıkıyorum. 30 Kasım 1879 tarihinde inşa edilmiş olup sonraki yıllarda yenilenen Deniz Feneri, karadan çekilmiş deniz altı hattı sayesinde elektrikle çalışıyor. Fener ışığı 15 mil uzaklıktan görülebiliyor, Ereğli, Amasra, Trabzon yönüne giden gemilere yön veriyor. Denizden 13 metre yükseklikte, 14 metre kule boyu ile adayı süslüyor. 3 saniyede bir 3 çakıyor 6 saniye dinleniyor. Laf aramızda kalsın Karadeniz'de ada sahilinde temiz denizde 5 dakikacık bile suya girmenin zevki ise kelimelerle anlatılamıyor. Ada çevresi Cenevizliler zamanında yapılmış olan kale surları ile çevrilmiş. Tarihi duvarların iklimsel bazı tahribatlara maruz kaldığı görülüyor. Sahil kesimi haricinde iç bölümler otların ağaçların gölgesinde kalmış. Cenevizliler yağmur sularını biriktirmek için sarnıç amacıyla yapmış oldukları kuyularda bu otlar arasında kalan kalıntılar. Kefken'e bakan yönünde liman arka tarafta, sünger kayaları, sur duvarları, ağaçlar eşliğinde döndüğüm kıyıdaki keçi yolunu takip ederek küçük kumsallı koylar ile ada turu 20 dakikada tamamlanıyor.
Koyların birinde ise yerden 25 cm yükseklikte yetişen bir bitki türü ilgimi çekti ve fotoğrafladım. Nadir yerlerde gördüğüm bu bitkiye yabani kavun deniliyor meyvelerinin boyu 3-4 cm büyüklüğünde tülbentten geçirilip su katılan meyvelerin koklandığında genzi temizleyip sünizite iyi geldiği, zehir kıvamında acı olduğu söyleniyor!

Deniz Salyangozu
Ülkemizde tüketimi olmamakla beraber, salyangozlar da, cik cik denilen kum midyeleri gibi yurt dışına ihraç edilerek ticari gelir kazandırıyor. Fransa, İspanya, İtalya, Japonya halkı başta olmak üzere salyangozları meze olarak yiyor. Et sote gibi pişirip yemeğini yapıyor. Kefken sahillerinde 50-100 metre açıkta, 0-25 metre derinlikte kayalık zeminde bulunan salyangozlar, kompresörle nargile usulü deniz dibine inen dalgıçlarla bir bir elle toplanıyor. Yıl boyu avlanması serbest olan salyangozlar bazen bir yerde toplanmış oluyor 5-10 metre sahada hiç dolaşmadan 3-4 çuval toplanabiliyor. İşleme fabrikalarına gönderilen salyangozlar yürüyen bant, üzerinde sıcak buharla adata haşlanıyor. Kabuklarından çıkarılıp doğrandıktan sonra 50-100 gramlık kutularda kıyılmış, mantı gibi pişirmeye hazır hale getirilmiş konserveler ihraç ediliyor. Et pişirim sırasında midye gibi kabarıp şişiyor. Yöredeki balıkçılar, deniz salyangozlarını kendi usullerince pişirip yiyorlar, nasıl pişirdiklerini ve bu salyangozların lezzeti mi, yoksa besleyici özelliği için mi tercih edildiklerini sordum. Aldığım cevap "Doğal Viagra" dır. Oldu! Deniz salyangozları kaya midyesi ile besleniyor, balıkların bıraktığı havyarları çok seviyor, hortumuyla emerek yiyor. Salyangozun kendine has bir salgısı var. Yakaladığı midyeyi içine hapsettikten sonra, bu salgıyı çıkartarak midyenin kabuğunun açılmasını sağlıyor. Hortumu ile öyle bir emiyor ki iç kabuk tertemiz kalıyor. Balık yumurtalarına çok zararı olduğu gerekçesiyle balıkçılar Tarım Bakanlığından bu su ürünü avın teşvik edilmesini de bekliyorlar. Algarna denilen tarama aracı ile av yapacak olanlar Balık av yasağının bitiş tarihi olan 1. Eylül'ü bekliyorlar.

Salyangoz Sote
Kefkenli balıkçılar topladıkları salyangoz kabuklarını teneke içinde kaynatıyorlar. Haşlanan kabukların içinden çatalla çıkarılan deniz canlısı aynı ahtapot gibi çok sert bir ete sahip olduğu için, haşlama sırasında suya bira, maden suyu, sirke gibi eti yumuşatıcı katkılar konuyor. (Not: Ahtapot haşlanırken şarap, karides haşlanırken sirke konuyor).
En az bir saat haşlanarak kabuklarından çıkarılan etler bu defa dışında bulunan siyahlık zarlardan temizleniyor ve ince ince kıyılıyor. Arzuya ve zevke göre patates, domates, yeşilbiber, patlıcan, soğan, sarımsak gibi sevilen sebzeler, tane karabiber, tuz, pul biber ilave ediliyor. Kalorisi çok yüksek salyangoz yemeğinin etkisi kazanılıyor. Yarım kiloluk salyangozdan 30 gram et çıktığını belirten balıkçılar, görünümü güzel olmasa da, lezzeti iyidir diyorlar.

Karadeniz balıkları ve Palamut'un ilginç dünyası!
Karadeniz de balık yasağının kalmasıyla önce palamut başlıyor. Arkasından denizin canavarı denilen daldığı her balığı parçalama özeliği ve jilet kadar keskin dişlere sahip balık ağlarını bile ısırıp kopartan lüfer balık akını geliyor. Palamut hiç anlaşamadığı bu dişli balık gelince kaçmaya başlıyor ve göç balığı yuvası olan Karadeniz'i terk ediyor. Karadeniz'de sadece yerli balık olarak kalkan ve hamsi bulunuyor. Oysa palamut başka denizlerden torik olarak geliyor, yumurtayı bırakınca palamut oluyor. Karadeniz'i tercih edişi için balıkçılar suyu ılıman, tuz oranı üremeye müsait ve elverişli olarak tanımlıyorlar. Balık, okyanustan yola çıkıyor, pusulası, rotası, rehberi olmadığı için kendi yolunu kendi buluyor. Kıyıdan sahil şeridini takip ederek yol arıyor. 20 Nisan'da Karadeniz'e çıkıp Haziran ayında havyar döken palamut Eylül, Ekim ayında aynı yoldan dönüşe geçiyor. Göç'e geç kalanlar bir kere daha havyar döker bu şekilde Eylül Ekim aylarında 20 cm lik ikinci nesil balıklar görülür. Balıkların gidişte ve gelişte her hangi bir engelle karşılaşmamaları gerekiyor. Aralık ayında göç tamamlanıyor ve Karadeniz'de palamut kalmıyor. İçgüdüsel bir davranışla doğduğu yere gitme özelliği olan palamut'un büyüme süresi 4 ay olup bir kiloya erişir. Bu ona denizlerin en hızlı büyüyen balığı unvanını kazandırır. Sıkıntıya gelemez, ağa yakalanırsa hemen ölür, kendini imha eder. Bu yüzden çiftlik balığı olamaz, suni yemle yaşayamaz. Anadolu Feneri Fil Burnu ve Rumeli Feneri Bağlar altı mevkiinde kurulan dalyanlar kıyıdan geçiş yapan balığın giriş ve çıkışında takılmasına ve bu yüzden miktarının, neslinin azalmasına sebep olarak gösteriliyor. Bir başka neden ise her türlü teknoloji ile donatılmış olan deniz altını tarama sonar cihazlı gır gır balıkçı teknelerinin sınırsız balık yakalaması oluyor. Japonların icat edip kendilerinin kullanmayı yasakladığı sonar cihazları 3000 metre karelik alanı görebiliyor. Bu saha içinde balığın miktarını, cinsini, yerini, hangi yöne gittiğini biliyor, geliş hızını hesaplayıp önüne geçerek ağı çeviriyor. Balığın kaçışı olmuyor.
1   2   3   4


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət