Ana səhifə

Yavuz seçKİN* F. Acar savaci


Yüklə 36 Kb.
tarix24.06.2016
ölçüsü36 Kb.
GOETHE’NİN YAŞAMSAL DİALEKTİĞİNİN RENKSEL VE FORMSAL MORFOLOJİSİNE BİR YAKLAŞIM

YAVUZ SEÇKİN* F.ACAR SAVACI**

Goethe, düşünsel evreninde doğayı sürekli olarak gözlemlemeyi yeğleyen ve doğanın doğasını bütünsel bakış açısıyla yaklaşarak (holyizm) anlamaya çalışan sanat ve bilim adamıydı. Doğadaki herhangi bir şeyin içselliğini analiz yöntemiyle, tek tek davranışlarını anlamaya (reductionizm) çalışarak açıklamaya kalkışmanın verimsiz, boş bir uğraş olacağını söyleyerek Newton’un indirgemeci yaklaşımına karşı çıkmıştır.


Doğayı anlarken olguların tam bir bilgisini, zıtlıkların çatışmasını gözlemleyip (dualite ilkesi) elde ettikten sonra bu bilgileri içsel evrenimizde tekrar üreterek algıladığımızı ve böylece kendimize mal ettiğimizi söylüyordu.
Evrendeki herşeyin bölündüğü ve düşük seviyede bir birleşmede kendini oluşturmak üzere birleştiğini ama birleşme üst düzeyde bir anlamda oluştuğunda ise bölünmüş şeyin yoğunlaşarak daha yeni ve beklenmedik bir oluşum üretebileceğini vurguluyordu.
Günümüzde kaos fiziğiyle uğraşan bazı fizikçilerin de benzer bir görüşte olduğunu hatırlattıktan sonra büyük düşünür Goethe de böylesine bir dünya görüşüne sahip olduğundan hayatının kırkiki senesini verdiği renk teorisinde (Farbenlehre) Newton’un ışığı spektrumuna ayırarak incelemeye çalışmasına karşı çıkarak renkleri sınıflandırmış ve çok zengin gözlemlerini bu sınıflara yerleştirmiştir. Gözün fizyolojisini de çok iyi bilen Goethe gözlemlerinin ressamlara olduğu kadar göz doktorlarına da hitap edeceğini düşünüyordu ve fizikçilerin de soyut kavramları kullanmaktan kaçınmaları, deneysel gözlemleri teorik içeriklerinden bağımsız vererek öğrenciye kendi yorumunu yapmasına olanak tanımaları gerektiğini söylüyordu.

Ionion Okulu’nun etkisinde kalan Goethe birbirlerine benzer doğası olan şeylerin birbirlerini tanıyabileceğini düşünüyordu. Bu anlamda, gözün ışık tarafından oluşturulduğunu ve doğanın kendisini görme duyusu sayesinde renklerle ortaya çıkardığını söylüyordu. Hiç kimsenin ışığın ve gözün doğrudan ilişkisine karşı çıkamayacağını ama ikisinin de aynı şey olduğunu düşünmenin zor olacağını da belirtiyordu.


Dualite ilkesinden hareketle aydınlık ve karanlık gibi iki zıt olgunun sayesinde bizim görülebilen doğayı oluşturduğumuzu ve aydınlıkla karanlığın çatışmasından oluşan renkleri ve içsel ışığımızı kullanarak doğadan daha mükemmel resimler yapabileceğimizi vurguluyordu.

(RESİM 10)

‘‘ASIL FIRTINADAN SONRADIR YAŞANACAK ZAMAN


YAĞMUR İÇİMİZE YAĞIYOR, SAKİN GÜNÜN ORTASINDA’’

Görme işlemini retinanın aynı anda iki zıt durumda olması olarak tanımlayan Goethe, aynı anda ışığın ve gölgenin ara derecelerini ve rengin farklılıklarını algıladığımızı söylemiştir. Soluk almak için soluk vermek gibi göz karanlıkta aydınlık, aydınlıkta da karanlık ister. Zıtlıkların bu şekilde aktivitesini gözleyen Goethe, renk çemberini tanımlayıp birbirini bütünleyen (complementary) renkleri belirlemiştir. Goethe’nin ana renkleri aydınlığa en yakın renk olarak tanımladığı sarı, karanlığa en yakın renK olarak tanımladığı mavidir. Bu iki renkten diğer renklerin oluşturulabileceğini söyler.



(RESİM 19)

‘’ORADA, BİR PENCEREDE DOĞARKEN AY ATLARIN DÖRT NALA KOŞTURDUĞU GECE VE SABAHTA.’’

“ Doğanın dili birbirine benzeyen olayları mecazi tarzda birbirine karşıt etkilerle anlatmaktır.” Yaşam panoramasında doğanın edilgen dili etken bir tavırla yaşam perspektifimizi kültürel algılamamızın ışığında renkli bir armoni olarak bize sunar.
Doğayı gözlemlerken bu ihtişamlı ve karmaşık yapıdan kendimize çok değişik ve karşıt anlamlar senfonisi çıkarabiliriz. Her birey kendi yaşamsal denkleminde bu

senfoniden kendi yaşam müzikalitesinin renksel spektrumunu ortaya koymaya çalışır ve böylelikle yaşamla, doğa ile ve doğadaki renk kavramı ile kendisi arasında yaşamsal ortak paydasını kurar.


“ Doğa kendisini, görme duyusu sayesinde renklerle ortaya çıkarır; parlaklık, karanlık ve renkler sayesinde biz görülebilen doğayı oluştururuz ve gerçek doğadan daha mükemmel resimleri yaparız”

(RESİM 11)

‘’GERÇEĞİN BİR YANI MAVİ



DİĞER YANINDA YANLIZLIK VE AYDINLIK

AĞLAYAN GECE GOYA’NIN ELİNDEN TUTUYOR.’’

“ Göz ışık tarafından oluşturulmuştur ve içsel ışık, dış ışığı karşılamak üzere ortaya çıkar” , “ Renkler ışığın etkisidir” diyen Goethe, doğanın evrenini düşünsel uzayında geliştiren ve burada kendine doğadan en iyi formsal, renksel ve yaşamsal diyalektiği çıkararak yaşamı kurgulayan bir düşünür ve sanat adamıdır.


Görsellik önce, insanın doğası ve düşünsel yapısı ile doğru orantılıdır. İç dünyamızdaki ışığımız, duygularımız, kültürümüz yaratı kaynağı olarak görselliğimizi etkiler. Formu ve rengi algılarken doğa ve sistemi ile iç içe bir tavırla kültürel, düşünsel boyutu da katarak doğayı sanatsal olarak yorumlayabiliriz. Doğanın aydınlığı başka bir deyişle kültür ve bilgi düzeyimizin düşünsel armonisinin akışkanlığında iç dinamizmimizin boyutlanmasıyla renklenecek doğayı renkli bir form algılamasıyla, yorumlamamıza sebep olur. Buna paralel olarak ışığın renginin, formu etkilemesi ve rengin ışığının da resimsel bir ifade ile düşüncemizi etkilemesi doğal olsa gerek...

“Sanata, sanat denir; çünkü, doğa sanat değildir” kavramı ile sorunsala bakarsak doğanın formu ve formun rengi üzerinde farklı boyutlarda yaratı olgumuzu

geliştirerek, ruhumuzdaki lirizmi de doğa ile bütünleştirerek yorumlayacağımız sanat yapıları, form ve rengin morfolojisi bakımından anlam kazanacaktır.
Doğada biçim ve renk, sanatsal ve düşün açısından özdeğin gerçeklemesidir. Gerçek olmayanın gerçek haline geçmesidir. Biçimsiz olan özdek, biçimde gerçekleşmektedir.
Doğanın ritmi içinde ; yaşamın doğasının yaşanmışlığı, soyut boyutlarda algıladığımız renk ve form, öz ve içerik olarak görselliğe döktüğümüzde doğanın sanatsal yapısını kurgulamış olarak görsel diyalektiğimizin şiirini gerçekleştirmiş oluruz.

Resimsel ve yapısal olarak gerçekleştirilmeye çalışılan yaratı olguları, rengin, ışığın, lekenin, izinde sanatın görsel dilini kurgulayan yaşam imgeleri olarak yerlerini alırlar.

Bu soyut ve kavramsal yapının somut görsel örnekleri olarak sunmaya çalıştığımız kompozisyonlar doğanın mimarisinin metaforlarıdır.

(RESİM 17)

‘’BÜYÜK BİR ATEŞ, KARANLIK VE DERİN



KIMILDAMAZ OLMUŞ SABIRLA GÖLGE VE TEN.’’

Doğa, yaşamın mimarı, kendi kendisinin yaratıcısı ve kendisinin müzikalitesinin eşsiz ifadesidir. Daha açıkçası kendi varoluşunun mimarisinin amorf ifadesidir. Bu ifadede de içerik ve öz bütünleşmiş, artık yaşanan, somut bir form ve renk heyecanı halini almıştır. Sanat, kendi özgün doğasını varoluş sürecinde değişik esprilerle yorumlayarak değişkenliğinin ve renkliliğinin dilini kurmuştur. Bu dil, düşünsel boyutu ile soyut; renksel, formsal ve resimsel boyutu ile de somuttur.



(RESİM 22)

‘’DÜŞLERİN O UZUN YOLCULUĞUNDA



YOLLAR AŞINMIŞ AMA YÜREK GENÇLİĞİNDE

VE IŞIK SARIYOR SABIRLI BEDENLERİ.’’

Böylece, doğada yaşanan hareketlilik ve çok yönlülük, sanatın ifadesinde kendini bularak ebedileşmiştir.

Bu ise, yaşanmışlığın tinsel ve somut örneğidir. Yaşamdan aldığımız yaşanmış imgeler doğanın boyutlarının farklı gözlemlenmesi ile resimsel düzlemde resmin dilini oluşturarak Metamorfoz’a uğrarlar. Böylece yaşanmış gözlemler tinsel ve soyut katmanlarda kendi varlıklarının arayışı içine girerler, resimselliğin formsal ve lekesel morfolojisinde kendilerine sanatsal boyut kazandırırlar.

(RESİM 16)

‘’DOĞRUL VE KALK UYKUNDAN İLK YAZ



KAMAŞTIR GÖZLERİ SEVGİ YAĞMURLARINDA

OYSA EN YAKIN SEVGİ ÖYLESİNE UZAK.’’
Bu çalışmamızda amacımız, büyük sanat ve düşün adamı GOETHE’nin de dediği gibi doğanın dilini, renklerin ve formun kuramı ile anlatmaya çalışmaktı,başarılı olmuşsak eğer kıvanç duyacağız…


  • * YARD.DOÇ., İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ

  • ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI BÖLÜM BAŞKANI

  • yseckin@likya.iyte.edu.tr

  • ** PROF.DR.,İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ

  • ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜM BAŞKANI

savaci@likya.iyte.edu.tr


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət