Ana səhifə

XV. YÜZyil osmanli dönemiNİnde türk mûSİKÎSİ


Yüklə 290 Kb.
səhifə2/7
tarix26.06.2016
ölçüsü290 Kb.
1   2   3   4   5   6   7

A- XV. YÜZYILDA TANINMIŞ MÛSİKÎ NAZARİYATÇILARI

XV. yüzyılda Türk Mûsikîsi alanında gerek eserleri ve gerekse çalışmaları ile bilinen Türk Mûsikîsi nazariyatçıları şunlardır:


1-Hızır B. Abdullah ( ? - ?)

Osmanlı Sultanlarından II.Murad (1421-1451) zamanında yaşamış olan bir ilim adamı ve mûsikî bilginidir. Aslında Türk Mûsikîsi Nazariyatı üzerine eser te’lîf eden müelliflerin en ünlülerinden olmasına rağmen, müstakil olarak hayatı ve eseri hakkında çalışma yapılmadığı için, biyografisi hakkında fazla bir bilgiye rastlanmamıştır.

Hızır b. Abdullah’ın Türk Mûsikîsi Nazariyatı konusunda kaleme aldığı ve Edvâr adını verdiği bu eserin bir nüshası Topkapı Sarayı’nda, Revân Köşkü yazmaları arasında no:1728 olup, 845 /1441 tarihlidir.
2-Bedr-i Dilşad ( ? - ?)

XV. yüzyıl meşhur doktor ve şâirlerinden olup, isminin tam olarak Mahmud ibn Muhammed Dilşad Şirvânî olduğu söylenmektedir11. Tahminen 1400 tarihlerinde doğduğu söylenmektedir. Sultan II.Murad döneminde yaşadığı bilinmektedir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunamamıştır. Yalnız, 1437 tarihinde kaleme aldığı Kemâlnâme isimli eserinden, yaşadığı devir ortaya çıkmakta ve Bedri Dilşad olarak tanınmaktadır.

Sadettin Nüzhet Ergun, Bedri Dilşad isminin, takma bir isim olduğunu kabul etmektedir. Çünkü, Bedri Dilşad takma adıyla te’lîf ettiği Muradnâme adındaki eseri, 51 babdan meydana gelmekte, bazı yerlerinde çok açık saçık beyitler olduğu söylenmektedir. Nikâh, evlenme ve cinsel ilişki hakkında, devrine göre edebe ve ahlâka aykırı yazılar bulunduğu ve müellifin bundan dolayı asıl ismini gizleyerek Bedri Dilşad takma adını kullandığı söylenmektedir12. Bursalı Mehmed Tahir’in “Osmanlı Müellifleri” eserinin 3. cildinde, tabipler konusunda adı geçen “Mahmud ibn Muhammed Dilşad Şirvânî’nin, Muradnâme isimli eserine dayanarak, bu iki ismin aynı şahıslar olduğu söylenmektedir. Eserin muhtevâsı göz önünde bulundurulursa, 1427 tarihinde manzum olarak kaleme alındığı söylenen bu eserin, içerisinde tıp’la ilgili bilgiler yanında, satranç hakkında ve müzikle ilgili makamlar konusunda, ayrı ayrı kısımlar bulunduğuna bakılarak, bu şahsın, mûsikî nazariyatçısı olan ve II.Murad’ın emriyle Muradnâme’yi kaleme alan kişi olabileceği ihtimali kuvvetli görünmektedir. Kanaatimizce, Bedri ve Muradnâme’si üzerinde müstakil olarak çalışılmadıkça, onun biyografisi hakkında verilecek bilgilerin hatadan sâlim olması mümkün değildir.
3-Abdulkadir Merâğî (1360-1435)

Abdulkadir Merâğî, XV. yüzyılın en büyük mûsikî üstâdı, sâzendesi, hânendesi ve bestekârıdır. O, mûsikî alanındaki çalışmalarıyla sadece XV. yüzyılda kalmamış, Klâsik Türk Mûsikîsi tarihi içerisinde üstün bir yer tutmuştur. Bu bakımdan, Abdulkadir Merâğî’nin hayatını ve çalışmalarını biraz daha genişçe ele almak istiyoruz.

Abdulkadir, XIV. yüzyılın ortalarında, o dönemde Celâyir Devleti’nin (günümüzde İran’ın sınırları içinde bulunan Güney Azerbaycan’ın) Merâğa şehrinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1350 ile 1360 yılları arasında dünyaya geldiği sanılıyor. Babasının adının Gıyâsu’d-Dîn Gaybî olduğu bilinen Abdulkadir’in, babası hakkındaki bilgiler de, onun açıklamalarından elde edilmektedir. Abdulkadir’in kendi ifâdesiyle, babasının çeşitli ilimlerdeki bilgisiyle, birinci dereceden sayıldığını, özellikle mûsikîde hiç kimsenin, babasının mertebesine ulaşmadığını ve ulaşamayacağını söylediği rivâyet edilmektedir13.

Abdulkadir’in daha Merâğa’dan ayrılmadan önce, çeşitli ilimlerde mükemmel bir tahsil gördüğü, hüner kazandığı ve bulunduğu çevrenin en büyük müzisyeni haline geldiği anlatılmaktadır. Abdulkadir, kıraat ilmi, şiir ve edebiyat okumuş, celî hat, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Anadili Türkçe olan Abdulkadir’in, Farsça’yı da aynı derecede öğrendiği muhakkaktır. Arapça’sının da, diğer iki dile yakın bir seviyede olduğu söylenen Abdulkadir’in, mûsikîde dehâsı ile doğduğu ve eşsiz bir müzisyen olduğu ve genç yaşında tüm Merâğa’ya kendisini kabul ettirdiği söylenmektedir. Abdulkadir’in, mûsikî şöhretiyle, bestekârlığıyla, hânendeliğiyle, ûdî ve mûsikî bilgini olarak dört ayrı sahada başarılı ve hepsinde de rakipsiz olduğu nakledilmektedir. Üstelik din dışı mûsikîden başka, dînî mûsikîde ve Kur’ân okumakta da eşsiz olduğu ve 8 yaşında hâfız­-ı Kur’ân olduğu, rivâyet edilen haberler arasındadır14.

Abdulkadir’in çocukluk ve yetişme döneminde, babasının ona çok özen gösterdiği ve çok şefkatli davrandığı söylenmektedir. Babasının, onu mûsikî alanında yetiştirmesindeki amacının, Kur’an’ı ezberlemesi, gerekli nağmeleri bellemesi ve beğenilen ezgilerle okumayı öğrenmesi olduğu, yine Abdulkadir’in kendisinden nakledilen haberlerdendir.

Abdulkadir Merağî’nin değişik Türk hükümdarları dönemlerindeki hizmetleri kısaca şöyledir:

Abdulkadir, çok genç yaşta mûsikî alanında hânende, sâzende, bestekâr ve mûsikî bilgini olarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Bağdat’a geldikten sonra, burada tahtta bulunan Hüseyin Han Celâyir (776-784/1374-1382)’in nedimi olmuştur. Hüseyin Han’dan sonra yerine, bestekâr ve üç dilde şâir olan kardeşi Ahmet Han Celâyir (784-813/1382-1410) geçer. Abdulkadir, şan ve şöhretini artırarak onun sarayında bulunur15. Hatta büyük bestekârlardan Rızâu’d-Dîn Rıdvân Şah’ın idaresindeki bir saray mûsikîsi yarışmasına girerek kazanır ve yüzbin dinarla mükâfatlandırılır. Böylece sarayın baş hânendesi olan Abdulkadir’in şanı, bestekâr ve mûsikî bilgini olarak tüm yakın doğu’da yayılır. Rivâyetlere göre, 1393’te birinci defa Bağdat’ı zapteden Timur, diğer sanatkârlarla birlikte onu Semerkant’a götürür. Abdulkadir Türkistan’da, doğu Türklerinin mûsikî uslûp ve geleneklerini inceler ve böylece Timur’un Semerkant sarayında takdirini kazanarak müsâhibi olur. Daha sonra, Bağdat’ı geri alan Ahmet Celâyir’in sarayında yaşamaya başlar. 1401 tarihinde Timur tekrar Bağdat’ı zaptedince, Abdulkadir tekrar Timur’un eline düşer. Timur, kendisine ihanet edenlere idam hükmü verir. Abdulkadir fevkalâde bir sesle onun yanında Kur’an âyetlerinden bir miktar okumaya başlayınca, Timur onu affeder ve bir nişan mektubuyla Semerkant sarayına gönderir. Burada bir müddet Timur’un oğlu Sultan Şahruh (813-851/1409-1447)’dan aynı iltifatı görür. 1421’de izin alarak Bursa’ya gelen Abdulkadir, tahta henüz çıkmış olan II.Murad’a Makâsidul-Elhân (Nağmelerin amaçları)16 adlı eserini takdim eder. Daha sonra, Herat’a döner ve burada ölümüne kadar müreffeh bir hayat yaşar ve 1435’te Herat’ta vebâ hastalığından ölür17.

Abdulkadir, devrinin şâiri, ressamı ve hattatı olarak da bilinmektedir. Abdulkadir, mûsikî âletlerini îcad ve ıslah eden, Türkçe şiir söyleyebilen ve üç doğu dilini çok iyi bilen bir kişidir. Abdulkadir Merağî’nin, çoğunu Farsça yazarak bizlere bırakmış olduğu eserleri şunlardır:

a-Kenzu’l-Elhân (Nağmeler Hazinesi): Nota kolleksiyonu mecmuası olan ve yüzlerce Türk Mûsikîsi eserinin, ebced notası ile kaleme alındığı bu eser ne yazık ki kayıptır. Bu esere, mûsikî tarihini değiştirecek bir kaynak gözüyle bakılmışsa da, nüshasının nerede olduğu ortaya çıkarılamamıştır18. Bu eser bulunabilseydi, Türk Mûsikîsi üzerindeki bilgilerimiz fevkalâde artarak, canlı örneklere kavuşacaktı. Makasidu’l-Elhân’ın sondan bir evvelki faslının bitiminde, Kenzu’l-Elhân’ın 100 müfredât (çeşitli besteler) ve Nevbet-i Müretteb (fasıl)19 adlı konuları ihtivâ ettiği, adı geçen eserde kaydetmektedir20.

b-Câmiu’l-Elhân (Nağmeleri Toplayan): Müellif bu eserini 1406’da kaleme almış ve oğullarından Nureddin Abdurrahman’a hediye etmiştir21. Kitabı daha sonra geri aldığı ve bazı ilâveler yaptığı bilinmektedir. Eserin 1415’te Farsça kaleme alındığını ve Timur’un oğlu Şahruh’a takdim edildiğini söyleyenler de vardır22. Bu kitabın nüshaları: Nuruosmaniye, no:3644, 280x175 mm. 33st. 118 vr. Eserin, aynı kütüphane 3645 numarada kayıtlı (245 vr.) diğer bir nüshası vardır, (bu nüshanın bir kopyası da Arel Kütüphanesinde bulunmaktadır).

c-Makâsidu’l-Elhân (Nağmelerin Amaçları): Eser Farsça Kaleme alınmış ve 1422 yılında Sultan II.Murad’a sunulmuştur. Bunun bir nüshasının, İngiltere’de Leiden Üniversitesi Kitaplığında, diğer bir tanesinin de Rauf Yekta Bey’in kütüphanesinde olduğu söylenmektedir. Abdulkadir bu eserinde, kendi yaptığı sazlarla ilgili bilgiler vermektedir. Ayrıca mûsikî sanatının kıymetini anlatmaktadır. Eserin Hicrî 903’te nesîh hatla yazılmış olan güzel bir nüshası, Nuruosmaniye Kitaplığında, no:3656’da 250x170 mm. ebadında, 28 st., 105 yk. şeklinde bulunmaktadır.

d-Şerhu Kitâbi’l-Edvâr: Bu kitap, Safiyyu’d-Dîn Abdu’l-Mu’min el-Urmevî’nin Kitâbul-Edvâr adlı eserinin açıklamasıdır. Bir nüshası, Nuruosmaniye Kütüphanesinde 3651 numarada kayıtlı bulunan mecmuanın birinci risâlesidir. Farsça olan bu eseri, II.Murad’ın emriyle, Ahmedoğlu Şükrullah Arapça nüshasından Türkçeye tercüme etmiştir.

e-Fevâid-i âşere: Müellifin bu eseri Farsça olup, her biri ikişer fasıllık 10 faideden meydana gelmektedir. 1.Faide: Mûsikî üzerine hadisler. 12 Makam. 2.Faide: 7 Âvâze. 24 Şu’be. 3.Faide: 12 Makamın geniş biçimde analizi. Dört tabakanın tedkiki. 4.Faide: Dörtlü çeşitleri. Altı parmağın kullanılması metodu. 5.Faide: Tarika yapma yolları. Ud’la icranın kuralları. 6.Faide: Mûsikî formları. İntikal yolları. 7.Faide: Abdulkadir’in kendi buluşu olan îka’ devirleri. Usûllerin icrâsıyla ilgili kurallar. 8.Faide: Hânendegî. Terkîb, âvâze ve şu’belerin münasebetleri. 9.Faide: Takrir ve mergule çeşitleri. Çalgıların tasnifi, adları ve özellikleri. 10.Faide: Eskiden yaşamış ünlü mûsikîşinaslar. Fârâbî ve Safiyyu’d-Dîn’in bazı görüşlerine itirazlar gibi konuları ihtivâ etmektedir.

Bu eserin müellif hattı, Nuruosmaniye Ktp., 3651/II numarada kayıtlı olup, tarihsiz, cild: 267x15 mm, yazı: 180x106 mm, 68/b-119/b arasında ve talik yazı ile yazılmıştır.

f-Besteleri: Abdulkadir Merağî’nin bugün elimizde 30 bestesi olduğu söylenmektedir. Bu eserler, XIV. yüzyılın son ve XV. yüzyılın ilk yarısından bize kalmış bulunmaktadır. Fakat, Abdulkadir’den kaldığı söylenen bestelerin, kendisine ait olmadığını savunan da vardır. Buna göre:

fa-Bu eserlerde kullanılan makam dizilerinim çoğu, Abdulkadir döneminde kullanılan ve onun bizzat kaydettiği dizilere uymamaktadır.

fb-Aynı durum usûller hakkında da geçerli olup, özellikle Hafîf ve Muhammes gibi usûller, Abdulkadir’in yazdığı şekilde değil, daha sonraki yüzyıllarda kaleme alındıkları biçimdedir.

fc-Bu bestelerdeki formlar, Abdulkadir’in bahsettiği türlere kesinlikle uymamaktadır.

fd-Kullanılan güfteler, Abdulkadir’den sonra yaşamış olan şâirlere ait bulunmaktadır.

fe-Abdulkadir’in bizzat kendi bestesi olarak güftelerini verdiği eserlerden hiç biri, bugün elimizde değildir. Onun, adını bile vermediği bir çok eser, risâlelerde ona aitmiş gibi gösterilmektedir23. Her ne kadar, bu eserlerin ona ait olmadığı ilgili kaynakta belirtilmekteyse de, bu bestelerin icrasında, makam, usûl ve geçki yönüyle büyük bir sanat değeri taşıdığı açıkca görülmektedir. Böylece bizde, onların ancak Abdulkadir Merağî gibi sanat dehası olan kişiye ait olabileceği kanaatini uyandırmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, her ne kadar bu konuda ihtilaf varsa da, Abdulkadir Merağî, bu yüzyılda yaşamış olan çok büyük bir bestekâr, iyi bir nazariyatçı, mükemmel bir ûdî ve sâzendedir.

Abdulkadir, eserlerinde eski mûsikî bilginlerinin görüşlerine yer verirken, kabul etmediği bazı bölümleri, nedenleriyle birlikte, kendine göre bir üslûpla açıklar. Çeşitli konularda yeri gelince, zaman zaman anılarından bahseder. Bazılarını eleştirir, bazı kişileri över. Abdulkadir’in eserleri günümüzde çok değer taşıyan kaynaklar olup, bu kitaplar, teori dışında bazı bilgileri de kaydetmektedir. Dönemin çalgılarını, müzik formlarını, zamanın tanınmış müzisyenlerini gayet akıcı Farsça üslûbuyla anlatmaktadır.



4-Ahmedoğlu Şükrullah (1388-1470?)


Ahmedoğlu Şükrullah, Türk Mûsikîsi nazariyatçısı, tarihçi, bilgin ve devlet adamıdır. Babası Şahâbeddin Ahmed’dir. Dedeleri, Oğuzların Salur boyundan Toğan’dır. Şükrullah’ın 1409’da Osmanoğullarının hizmetine girdiği zaman 21 yaşında olduğu söylenmektedir.

Şükrullah, zamanla hânedânın yakın hizmetkârlarından olduğu, Îsâ Çelebi, I.Süleyman, Sultan Mûsâ, I.Mehmed, II.Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde görevlerde bulunduğu söylenmektedir. II.Murad tarafından Karamanoğlu İbrahim Bey’e ve Karakoyunlu Sultan Cihan-Şah’a elçi olarak gönderildiği de söylenenler arasındadır. Mûsikîye dâir eserlerini, Mûsikîye çok düşkün olduğu söylenen II.Murad’ın teşvikiyle yazdığı ayrıca onun, Fatih’in katında da itibar kazanmış bir kişi olduğu nakledilmektedir.

Şükrullah, Safiyyu’d-Dîn Abdu’l-Mu’min el-Urmevî’nin Edvâr’ını, Terceme-i Kitâb-ı Edvâr adıyla Arapça’dan Türkçe’ye tercüme etmiştir ki, padişaha ithaf edilen asıl nüshasının Râuf Yektâ Bey’in kütüphanesinde olduğu ve tercümeye bazı ilâveler yaptığı söylenmektedir. Fakat bunlara rağmen Şükrullah’ın daha çok, Farsça kaleme aldığı Behcetut-Tevârîh adlı genel tarihiyle tanındığı ifâde edilmektedir24.

5-Ladikli Mehmed Çelebi (888/1483’te Hayatta)


XV.yüzyıl Türk Mûsikîsi nazariyatçılarından birisi de Ladikli Mehmed Çelebi’dir. İsminin nisbetinden de anlaşılacağı üzere Ladik’lidir25. Babasının adı Abdulmecid b. Nasûh b. İsrâfil’dir. Onun meşhur eseri Zeynul-Elhân’ın Zeytûne (Tunus) nüshasında, babasının adının Abdulhamid şeklinde yazıldığı söylenmektedir26.

Ladikli Mehmed Çelebi, mûsikî sanatını seven ve bu sanat için zamanını tedkîk ve araştırmalarla değerlendiren bir Türk Mûsikîsi bilgini olup, yaşadığı devirde mûsikî sanatına vâkıf olmakla birlikte, bir takım değişiklikleri tesbit etmekle kalmamış, eski ile yeniyi karşılaştırarak farkları ortaya koymaya çalışmıştır27.

Ladikli, mûsikî nazariyatı ile ilgili iki önemli eser kaleme almıştır. Aslında muhteviyatı bakımından aralarında fazla bir fark olmayan bu eserlerden ilki er-Risâletul-Fethiyye fil-Mûsîka adını taşımaktadır ki, müellifin bu eserini, II. Sultan Bayezid tahta çıkmadan önce, Amasya’da vali iken bu şehre bağlı Ladik kasabasında te’lîf ettiğini ve Fatih Sultan Mehmed’e takdim ettiğini kaynaklar zikretmektedir28.

Müellifin, diğer eserinin adı Zeynul-Elhân fî İlmit-Telîf vel-Evzân’dır. 1483 tarihinde te’lîf edildiği ve onun son çalışması olarak bilinen bu eserin tarihini esas alan araştırmacılar, müellifin ölüm tarihini yaklaşık olarak 1500 şeklinde vermektedir. Ladikli, bu eserini Fatih’in oğlu II.Sultan Bayezid’e sunmuştur. Bu eserde geçen konuların, daha sonra kaleme alınması sebebiyle, Fethiyye’ye nisbetle daha geniş anlatıldığı görülmektedir. Her ikisini de inceleme fırsatını bulabildiğimiz bu kaynaklar arasında, muhtevâ bakımından fazla bir fark görülmemektedir. Bu eserin Nuruosmaniye Kütüphanesi no:3655’te bir nüshası vardır. Bu nüshadan alınan bir kopyası da A.Ü. İlâhiyat Fakültesi Kütüphanesi Y.19676’da kayıtlıdır. Bu eserin Türkçe’ye çevrilmiş bir nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi no:2192’de kayıtlıdır.


6- Fethullah Şirvânî (891/1486)29


Fethullah Şirvânî, isminin nisbetinden de anlaşılacağı üzere Şirvan’lıdır. Şirvan, Kafkasların doğusunda, Hazar Denizi’nin sahilinde, Dağistan’ın güneyinde bir hattadır. Bu büyük âlim, muhtemelen 820/1417 yılı civarında Şirvan’a bağlı Şemâhî kasabasında (bugün Azerbaycan’da) dünyaya gelmiştir30. Künyesi tam olarak Fethullah b. Ebî Yezîd b. Abdi’l-Azîz b. İbrahim eş-Şâberânî eş-Şemâhî eş-Şirvânî’dir. Kaynaklar arasında onun ismini değişik şekilde verenler vardır. Kâtib Çelebi, Şirvânî’den “Şah Fethullah” diye bahsetmektedir31. Bir de onun Mecelletun fil-Mûsîka adlı eserinin kapağında, -müstensih hatası olsa gerek- ismine “Mü’min” ilâve edilmiştir32. Bazı kaynaklar da -yine yanlış olarak- onun babasının ismini Molla Şükrullah şeklinde kaydetmektedir33.

Şirvânî, öğrenimine babasının yanında başladı. Daha sonra Serahs ve Tûs’da tahsiline devam etti34. Fethullah Şirvânî’nin ilim tahsili için uzun seyahatler yaptığını ve 839 yılı başlarında (1435 yılı ortaları) öncelikle Semerkant’e gittiğini ve orada Uluğ Bey’in kurduğu medresede öğrenim gördüğünü kaynaklar zikretmektedir. Şirvânî, orada başmüderris olan Kadızâde’den (Bursa Kadısı Mahmud Çelebi’nin oğlu Musa Paşa) Usûl-i Fıkıh, Cedel, Kelâm, Astronomi ve Geometri ile diğer riyâzî ilimleri okumuştur. Hocasının bizzat yazıp verdiği 15 Rebîu’l-Âhir 844 (13 Eylül 1440) tarihli icâzetnâmede (Bkz. Şerhut-Tezkire fil-Heye, Süleymaniye Ktp., Damad İbrahim Paşa, no:847, vr. 14/a-15/b), Şirvânî’nin okuduğu belirtilen eserler şunlardır: Şerhut-Tezkiretin-Nasîriyye fil-Hey’e (Nizâmu’d-Dîn el-A’rec en-Nîsâbûrî’nin şerhi), Şerhu Muhtasari İbnil-Hâcib fî İlmeyil-Usûl vel-Cedel (Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin eseri) ve Şerhul-Mevâkıf (Cürcânî’nin eseri)’dır. Ayrıca Kadızâde’den Şerhul-Mülahhas fil-Heye ve Şerhu Eşkâlit-Tesîs adlı eserlerini de okuduğu Taşköprîzâde’den öğrenilmektedir35.

Gerek ilim tahsilinde ve gerekse hocalığında, bir çok yerler dolaşan Şirvânî’nin, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul kuşatmasına başladığı sıralarda Bursa’ya niçin gittiği ve orada ne kadar kaldığı hususunda açık bir bilgiye rastlanmamaktadır. El-Ferâid vel-Fevâid adlı eserinin mukaddimesinde36, Mâverâunnehir’den ayrılırken asıl niyetinin Osmanlılar nezdine gitmek olduğunu söyleyen Şirvânî’nin, 1453 yılının ilk aylarında, İstanbul’u fethetme heyecanı içindeki Bursa’ya gidişine ve sadrazama yakın olma isteğine bakılırsa, şahsen fethe hizmet etme amacını taşıdığı düşünülebilir. Şirvânî’nin, Mecelletun fil-Mûsîka adlı eserini de bu sıralarda Fatih’e takdim ettiği zannedilmektedir37.

Bazı kaynakların, Şirvânî’nin ölüm tarihini 1453 olarak göstermesi yanlıştır. Çünkü onun, bazı önemli eserlerini bu tarihten sonra kaleme aldığı bilinmektedir. Meselâ el-Ferâid vel-Fevâid fî Tavzîhi Şerhil-Mulahhas (Kaynaklarda Ta’lîkât alâ Şerhi’l-Çağmînî) adıyla geçen eserini 878/1473 yılında, Şerhut-Tezkire fî İlmil-Heye adlı eserini 879 (11 Ocak 1475)’te ve Şerhul-Envâr li-Amelil-Ebrâr adlı eserini de 883/1478 yılında kaleme almıştır38.

Şirvânî, şer’î ve aklî ilimlerle Arap dili ve edebiyatı yanında matematik, astronomi ve coğrafya da okuttuğu için, Uluğ Bey Medresesinde yetiştikten sonra, Anadolu’ya müsbet ilimleri götüren ve bunların yayılmasını sağlayan iki ünlü âlimden biri sayılmaktadır39.

Fethullah Şirvânî, öğretim görevi esnasında ve diğer zamanlarda çok önemli şerhler ve hâşiyeler yazmıştır. Fethullah Şirvânî’nin Mecelletun fil-Mûsika adlı eseri, mûsikî alanındaki tek çalışmasıdır. Bu eser, onun çok yönlü bir âlim olduğunu ortaya koymaktadır. Müellif, bu risâlesini Fatih Sultan Mehmed’e ithaf etmiştir. Mûsikî nazariyatından bahseden bu eseri, eksiksiz olan tek nüsha olarak bilinmektedir. Eckhard Neubauer’in bu eser için yazdığı mukaddimesinde40 de belirttiği üzere, tam ve tek bir nüshası, Topkapı Sarayı III.Ahmed kısmı, 3449 numarada 95 vr. olarak bulunmaktadır. Bu eser, tıpkı basımla Fuat Sezgin tarafından Frankfurt’ta, 1986’da neşredilmiştir.

Böylece, XV. yüzyılda Türk Mûsikîsine hizmet eden önemli şahsiyetleri özetledikten sonra, şimdi de XV. yüzyıl Türk Mûsikîsi Nazariyatı’nın özelliklerini görelim.

1   2   3   4   5   6   7


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət