Temsiliyetin Ötesinde Siyasal Katılım ve Demokrasi
Demokrasinin esası olarak temsiliyet yerine katılıma vurgu yapan ilk çalışmalardan biri, Carole Pateman’ın, 1970 tarihli çalışmasıdır.51 Bu tür çalışmalar demokratikleşme süreçlerinde vatandaşlık pratiklerini öne çıkarmaktadır. Jean Grugel’e göre, literatürde bazı çalışmalar siyasetin kurumsal düzenlemelerinin arkasındaki bazı vatandaşlık pratiklerini öne çıkarmakta ve böylelikle demokrasiyi kurumların oluşturulmasının ötesinde birtakım vatandaşlık pratiklerinin tesis edilmesi yolu ile tanımlamaktadırlar.52 Katılım, eşitlik ve vatandaşlık üzerinden yapılan bu tartışmalar demokratikleşme çalışmalarının gelişmesini sağlamaktadır. Demokrasiyi vatandaşlık olarak kavramsallaştırmak, ampirik demokrasi teorisine içkin olan kurumların tabulaşmasına engel olmaktadır.
Demokrasi teorisi, bir yandan, vatandaşlığın ulustan arındırılmasına ilişkin tartışmalar yolu ile ulus-devlet sınırlarını aşan bir alana geçmekte, diğer yandan da ilgiyi temsili kurumlardan görüşme süreçlerine (deliberation processes) çekmektedir.
İngilizce dilinde “deliberation” kelimesinin farklı anlamları var. Bir yandan “kasden ve farkında olarak” anlamına geliyor, öte yandan “görüşmek, mütalaa etmek” anlamına geliyor. Aslında iki anlam birbiriyle ilişkili: “kasden ve farkında olarak yani akıl yürüterek görüşmek.” Henry David Thoreau (1817–1862), Walden Gölü yakınlarında küçük bir kulübeye çekilerek, diğer insanlardan uzakta, çevresindeki hayatı gözlemleyerek yaşamayı seçtiğinde bunu “kasden ya da bilinçli olarak yaşamak” (to live deliberately) ifadesiyle izah etmişti. Günümüzde bilinçli yaşamak ile kastedilen ise bundan çok daha fazlasını ifade ediyor ve akla “deliberation” kelimesinin ikinci anlamını getiriyor. Böylece, kendini insanlardan uzaklaştırmak yerine siyasal sürece katılıma vurgu yapmayı içeren bir olgu ile karşılaşıyoruz.
Jurgen Habermas, hem liberal hem de cumhuriyetçi demokrasi yaklaşımlarını eleştirerek, “görüşmeci demokrasi” (deliberative democracy) kavramını geliştirdi.53 Habermas, liberal ve cumhuriyetçi demokrasi yaklaşımlarının her ikisinin de devlete bağlı bir toplum olduğu varsayımından hareket ettiğini, görüşmeci demokrasinin ise daha ademi merkeziyetçi bir toplum imgesi temelinde şekillendiğini söyler.54
Görüşmeci demokrasi, devlet merkezli bir toplum anlayışını varsayan temsili demokrasi normlarının ötesine geçmeyi amaçlar. Temsili demokrasilerde demos ülke sınırları dikkate alınarak tanımlanır. Görüşmeci demokrasi, mevcut coğrafi, kültürel ve insani sınırlarla engellenmemiş bir demos nosyonu öngörüyor. Görüşmeci demokraside siyasal etkileşimin yöntemleri önem kazanır.
2004 yılında Foreign Affairs’de yeralan makalesinde, Kalypso Nicolaidis, demos (halk) yerine demoi (halklar) nosyonunu siyasal katılımın temeli olarak öne sürmektedir.55 Nicolaidis, bir kurum olarak AB ile ilgili iki hakim görüş bulunduğunu söyler: bunlardan biri milli egemenliğin demokrasinin önkoşulu olduğunu savunan görüştür. AB, son kertede ülkelerindeki seçmenlerine karşı sorumlu olan politikacılar aracılığıyla işler. İkinci görüşe göre ise ulus-devletin üstünde ve onun sınırlarının ötesinde bir Avrupa demos’u (halkı) vardır. Bu görüşü öne sürenler, Avrupa’lı kimliğinin, ulusal kimliklerin üzerine kurulabileceğini iddia ederler. Nikolaidis’e göre ikinci görüştekiler, nasıl 1800’lerdeki vatandaşlık eğitimi köylüleri Fransızlara dönüştürebildiyse, şimdi de aynı şekilde onları Avrupa’lılara dönüştürmek mümkündür (ya da en azından Fransız kökenli Avrupa’lılara) diye düşünürler.56 Ortak bir Avrupa bayrağı, pasaportu, marşı ve başbakanı talep ederler. Ulus-devlet modelinde ancak uluslarüstü bir Avrupa tahayyül ederler.
Nicolaidis, her iki görüşün de bir çeşit ulus-devlet modeline sadık kaldığını söyler. Buna karşılık, Avrupa’yı anlamada üçüncü bir yol olduğunu savunur: “tekil bir kimlikle sınırlandırılmamış, halkların daimi çoğulluğu ile tanımlanmış bir Avrupa”57. Dolayısıyla, Nicolaidis AB’yi “ne demokrasilerin birliği ne de demokrasi olan tek bir birlik” olarak tanımlar, bunun yerine “devletlerin ve halkların birliği, yani oluşum sürecinde bir demoicracy (halkların demokrasisi)” olduğunu söyler.58
Demoicracy nosyonu, “kimlik toplumu”ndan çok “projeler toplumu” geliştirmeye yönelik çabalar içerir. Günümüzde, siyasal katılıma dair sorular modern ulus-devletleri aşmıştır. Siyasal katılımın, sabit kimlikler değil, uluslararasında gerçekleştirilebilecek projeler temelinde yeniden kavramsallaştırılmasına duyulan gereksinim artmaktadır. Siyasal katılımı, ulus-ötesi ve temsili aşan bir olgu olarak ele aldığımızda, bir toplumu neyin bir arada tuttuğu sorusu gündeme gelmektedir. Halk kimdir? sorusuna, demoi ya da halklar diyerek yanıt verdiğimizde, bu defa da, “demoi (halklar) nasıl siyasete katılır?” sorusuyla karşı karşıya kalırız. Bu sorunun yanıtı, sivil toplum örgütleri ve bunların hükümetlerle arasındaki görüşmeci süreçlere katılımdadır. Bu durum demokratikleşmeye temsili kurumların ötesinde bir anlam yükler. Yukarıdaki soruları takip eden diğer bir kaygı da, demoi (halklar)’yi bir arada tutan ve onları birbiriyle çatışan ayrışmış birimler haline gelmekten koruyan tutkalın doğasıyla ilgilidir. Nicolaidis, Avrupa halklarını bir arada tutan şeyin, okullarda öğretildiği gibi, sınırları keskin bir biçimde belirlenmiş bir Avrupa’lı kimliği değil, bu halkların (demoi) paylaştıkları projeler olması gerektiğini söyler. Üye devletlerin birliğe aidiyet ve bağlılıkları, birlikte iken kim olduklarına değil, birlikte neler başardıklarına dayanmalıdır.59 Bu ortak projeler arasında ortak pazar, ortak para birimi, genişleme, barışın teşviki, sosyal adalet, cinsiyet eşitliği, çocuk hakları, sürdürülebilir kalkınma, rekabete dayalı sosyal pazar ekonomisi ve tam istihdam vardır. Bu projeler üzerinden görüşme yoluyla katılım, Avrupa’lı halkları bir arada tutacak ve onları çözülmekten koruyacaktır.
Bu görüş, vatandaşlığı, bir ulus-devlete üyelik olarak değil de, siyasal katılım temelinde kavramsallaştırmayı öngörür. Aidiyet ya da ulus-devlete üyelik siyasal katılımın önkoşulu olarak görülmezken, siyasal katılımın bizatihi kendisinin ulus-ötesi halkları birarada tutan tutkal olduğu düşüncesi gündeme gelir. Özetle, vatandaş olmak demek ulus-devlete üye olmak değil, ulus-ötesi bir düzlemde siyasete katılmaktır. Vatandaşlık siyasal katılımın değil, siyasal katılım vatandaşlığın önkoşulu olarak ortaya çıkar.
Günümüzde ulus-üstü kurumlar siyasal katılımı ulusal kimlikten ayıran yasa değişikliklerinin itici gücü haline gelmişlerdir. Vatandaşlık nosyonunun ulusal aidiyetlerden ayrılması ile eşzamanlı olarak etnik ve dinsel kimlikleri öne çıkaran topluluklar gündeme gelmektedir. Siyasal katılımın anlamı ulusal seçimlerde oy vermekten, yerel, bölgesel, ulusal ve ulus-üstü kurumlara ilişkin katılım pratiklerine doğru kaymaktadır. Marksizmin ayırt edici özelliklerinden biri de çatışmayı yüceltmesiydi. Marksizme devrimci potansiyelini veren de bu özellikti. Post-Marksist dünya, giderek “çatışmaların yönetimiyle” daha ilgili bir hale gelmiştir. Bu gelişmeler, görüşmeci demokrasi söyleminin ortaya çıkmasına neden olurken, çatışma ve şiddeti yücelten kapalı dinsel ve etnik grupların ortaya çıkmasını kışkırtarak kendi düşmanını da oluşturmaktadır. Tarih diyalektik bir koreografi ile ilerlemeye devam etmektedir.
|