Ana səhifə

TÜrk ceza hukukunda öRGÜTLÜ suçluluk


Yüklə 294 Kb.
səhifə2/4
tarix26.06.2016
ölçüsü294 Kb.
1   2   3   4
10
7.1. Terör ve terörizm

Terör ve terörizm sözcükleri Fransızca kökenlidir. Dilde, terör “ürkü, dehşet”; terörizm “yıldırma yöntemi, yıldırıcılık” veya “siyasi mücadelede kanundışı ve acımasız biçimde şiddet içeren vasıtalara başvurma” anlamına gelmektedir.



Ancak, hukukta terör ve terörizm dendiğinde, genel olarak, demokratik düzeni yıkmak amacına yönelik olarak, karakterleri icabı korkuya açık olan toplum bireylerinin özellikle iradelerinin direncini kırmaya, azaltmaya elverişli sayılan vasıtalarla gerçekleştirilen ve tüm değerlere ilgisiz, bağışlamasız, acımasız bir şiddet kullanımı anlaşılmaktadır11. Terörizmin özgün bir düşüncesi yoktur. Terörizm başka düşünceleri ödünç alan, açıkçası o düşüncelerin şemsiyesi altına giren ve bu suretle düşmanı olduğu halk ve halkın düzeni karşısında kendisini meşrulaştırmaya çalışan, dolayısıyla siyasal iktidarı ele geçirmeyi amaçlayan acımasız bir şiddet hareketidir. Kısacası, terörizm, kuzu postuna bürünmüş kurttur. Terörist, üstün değerleri korumak adı altında, o değerleri acımasızca tahrip eden bir şiddet makinesidir.

Böyle olunca, terörizmin, savaşla, “sınıf kavgası” kavramına dayanan Marksizm’le ve geçen yüzyılın başlarında sıkça savunulan Anarşizmle karıştırılmamalıdır. Büyük ustalar Tolstoy, Pirandello , vs.nin savunduğu Anarşizm terörizm değildir. Gerçekten, bugüne dek, Terörizmi savunan bir düşünüre rastlanmamıştır. Terörizm, Faşizm ve Nazizmle de karıştırılmamalıdır. Temelinde şiddeti, kaba kuvveti barındırmasına rağmen, gerek Nazizm, gerekse Faşizm terörizm değildir, çünkü bunlar, ister beğenilsin ister beğenilmesin sonunda özgün bir düşünce sistemidirler.

Öte yandan, terör ve terörizm, dinlerle de bağdaşmamaktadır. Hiçbir din zorbalığın, şiddetin örgünleşmesi olmadığı gibi, insanlara sadece barışı ve sevmeyi emreden dinlerin ulaşılmasını istediği amaçlar arasında şiddet yoktur. İslam dininin yayılmasında başvurulan Cihat, yani Kutsal savaş, ne terördür, ne terörizmdir. Bugün, özellikle semavi dinlere mensup inananların, düşmanlık yerine sevgiyi, savaş yerine barışı koyma çabaları ve geçmişte yapılmış olan düşmanlığı tahrik eden hataların inatla bağışlanmasını istemeleri dikkat çekicidir

Terör ve terörizm, hukuk düzenimizde, nitelikleri Anayasanın 2. Maddesinde gösterilmiş olan, dolayısıyla içeriği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesince oluşturulmuş bulunan demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan ve çoğu kez bir dinin, bir ideolojinin veya sömürüldüğü iddia edilen bir etnik grubun sahibi ve savunucusu olarak ortaya çıkan örgütlü şiddet hareketleridir. Bu demektir ki, terör ve terörizm, ülkemizde, demokratik toplum düzenini yıkmaya yönelik, örgün şiddet faaliyetleridir.


7. 2.Türk Hukuk Düzeninin değişmez

temel nitelikleri

Türk toplumu, toplumun siyasi ifadesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu devletin hukuku, Anayasasının 1, 2, ve 3. Maddesinde açıklanan ve değiştirilmesinin teklif edilmesi bile mutlak surette yasaklanmış bulunan birbiriyle bağıntılı üç temel ilkeye dayanmaktadır. Bunlar, cumhuriyetçilik, demokratiklik ve millilik ilkeleridir.

Toplumsal, ekonomik, siyasi ve hukuki hiçbir faaliyet, hangi ad ve maksatla olursa olsun, Anayasanın 1.,2., ve 3. maddesi hükümlerine aykırı olamaz. Böyle olunca, Anayasanın kişiye tanıdığı temel hak ve hürriyetlerin kullanımının sınırı, Anayasanın 1.,2.ve 3. maddeleri hükmüdür. Bugün bir “iç hukuk metni” haline gelmiş olan, ayrıca “anayasal hüküm” niteliği taşıyan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 9., 10. vs. maddelerindeki ilkeler de bu düşünceyi doğrulamaktadır.



Gerçekten, açıkça insan haklarına gönderme yaptığından, Anayasanın 2. maddesinin kapsam ve sınırları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sözleşmenin kişiye tanıdığı hakları ülkesinde sağlamayı yüklenmiş bulunmaktadır. Ancak, söz konusu sözleşme, kimseye, ne ad ve maksatla olursa olsun, “şiddet kullanmayı tahrik hakkı” veya “şiddeti örgütleme hakkı” bahşetmemiştir.

Anayasanın 1.,2. ve 3. Maddeleri, 4.maddede değiştirilmesinin teklifi bile yasaklandığından, bir “kurucu iktidar” hukuki işlemidir . Bu kurucu iktidar, bir “Kurtuluş savaşı” sonunda “Misak-ı milli” tarihi-hukuki belgesine dayalı olarak, Anadolu toprakları üzerinde , egemenliğin millete izafe edildiği Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran toplumsal iradedir. Bu demektir ki, Anayasanın söz konusu bu maddeleri hükmü, Türk halkının uyulması zorunlu “ asgari müştereki ” ve Türk hukuk düzeninin “temel normu” dur.

Kurulmuş hiçbir iktidar, hiçbir kişi, sınıf veya zümre, Anayasanın 1.2. ve 3 maddeleri hükmünü kaldırmaya, değiştirmeye ve etkinliğini gidermeye kalkışamaz. Tersine, kurulmuş iktidarlar, değiştirilmediği sürece, Anayasanın 14. maddesinin emrine uyarak, takdirine göre Anayasanın 1., 2. ve 3. maddeleri yönünden nesnel bir tehlike oluşturan beşeri davranışları suç saymaya zorunludurlar. Kuşkusuz, bu zorunluluğa uymayan kurulmuş iktidarlar, görevini hiç yapmamış veya gereğince yapmamış olmaktadırlar.

Tabii, böyle olunca, Anayasanın 14. maddesi hükmü, bu Anayasaya göre bugün mevcut olan kurulmuş iktidarı da bağlamaktadır.

Öyleyse, terör ve terörizmle mücadele, bir kurum veya kuruluşun değil, demokratik toplumun tüm kurum ve kuruluşlarının birlikte ve elbirliğiyle yürütmek zorunda olduğu bir mücadeledir.
7. 3.Anayasanın 1. , 2. ve 3. maddeleri hükmü temel olarak oluşmuş bulunan

toplumsal düzeni yıkma amacını güden dinci terör


Değişmez niteliği demokratiklik olan Türk toplumu, dolayısıyla bu toplumun siyasi ifadesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dinci terörün yoğun etkisi altında bulunmaktadır. Dinci terörün hedefi laik Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. “ Dış etkilerin “ etkileri büyük olmakla birlikte, Türkiye’de, laikliğin doğru, anlaşılır bir biçimde tanımlanamamış, kapsam ve sınırlarının belirlenmemiş olması, ilkeye uzun süre sadece bir siyasi partinin sahiplenmiş bulunması, kurulmuş iktidarların Tevhide-i Tedrisat Kanununu doğru algılayamamış olması, dolayısıyla “ Din eğitimi “ ni değil de “ Dinî eğitim “ i örgünleştirmiş bulunması, böylece ülkede taban tabana zıt ve çatışır konumda olan düşünce ve yaşama tarzlarının ortaya çıkmış olması, terör amaçlı dinci akımları beslemiş, onların örgütlenerek Anayasanın 2. maddesi hükmünün emri olan “demokratik toplum düzenini” yıkmaya kalkışmalarını sağlamıştır.

Dinci terörün görünüşte hedefi Atatürk düşüncesi ve Türk ordusudur. Ancak, bunların asıl hedefi, mevcut laik toplum / hukuk / devlet düzenini ortadan kaldırarak, yerine teokratik toplum / hukuk / devlet düzenini getirmektir. Dinci akımlar, yıkmaya çalıştıkları laik mantık- hukuk düşüncesinin standartlarını kullanan, kendilerine özgü düşünce kalıpları bulunmayan, tabiri caizse modernize edilmiş parazit gerici akımlardır.

İster “ kralcı hukuk düzenlerinde “ , ister “ cumhuriyetçi hukuk düzenlerinde “ ortaya çıkmış olsun, dinci akımların şiddetle karşı çıktığı laikliğin (Sekularizm ) bir tek anlamı, bir tek tanımı bulunmaktadır. Bu, felsefi anlamda, “ evrenin ve evrende insanın aklî algılanması “; hukuki anlamda, “ maddi bakımdan bir toplumun hukukunun kaynağının o toplumun iradesi, yani beşeri irade olması, şekli bakımdan hukukun kaynağının Kanun, Örf ve Adet, ( Kıyas ) ve Hakimin Yarattığı Hukuk “ olması; siyasi anlamda tabii cumhuriyetçi hukuk düzenlerinde “ egemenliğin kaynağının millet olması “ düşüncesidir (TMK. m.1, Any.m. 38, 765/TCK. m.1 ). Laikliğin bu tanımı, Ziya Gökalpın Türkçülüğün Esaslarında, büyük usta Hirş’in Hukuk Felsefesinde açıkça yer almış bulunmaktadır.

Laikliğin iddia edilenlerin tersine başka bir tanımı da yoktur.



Ülkemizde terör amaçlı dinci gruplar, bunların sempatizanları ve destekçileri, belirtilen bu düşüncenin zıddı olarak, bir toplumunu hukukunun maddi kaynağının “ ilahi irade “ olduğunu, şekli kaynağının Kuran, Sünnet, Kıyas ve İcma-ı ümmet olduğunu ileri sürmektedirler. İşte “Dinini yaşamak” , “şeriat istemek” , vs., sloganları altında yatan; toplumun, hukukun ve devletin bu anlayışıdır. Devletin/toplumun/hukukun bu anlayışına “Teokratik” veya şartlarına göre “Teosantrik” devlet/toplum/ hukuk düzeni denmektedir12.

Bu durumda, teokratik veya Teosantrik toplum/hukuk/devlet düzenleri, laik toplum/hukuk/devlet düzenlerinin karşıtıdır. Açıkçası, bunların birinin olduğu yerde, öteki mümkün değildir. Zaten, tarihte, laik toplum/hukuk/devlet düzenleri teokratik toplum/hukuk/devlet düzenlerini yıkarak gelmiştir. Bunun kanıtı, tarihte “Aydınlanma” dönemidir.

Yukarıda belirtilen bu düşünce tarzları, birbiriyle çatışan iki ayrı eğitim,bilim ve sanat anlayışına, iki ayrı toplum anlayışına, iki ayrı kamusal yaşama biçimine vücut vermektedir. Gerçekten, kaynağı beşeri irade olan hukuk düzenlerinde, bilim “ nakli” bir veri değil ama “akli” bir veridir, toplum “yaratılmamış” tır ama “yapılmış” tır, yani “insanın “ eseridir. Bunun içindir ki, toplum “ Akti “ bir veridir. Artık Devletin karşısında “kul” değil, “vatandaş” vardır. Böyle olunca, Devletin insan unsuru “ Ümmet “ değil, “ Millet ” olmaktadır.

Öte yandan, laik toplumda, toplumsal yaşama biçimi, “dini-kamusal yaşama biçimi” değil, tersine “medeni- kamusal yaşama biçimi “ dir. Bundan ötürüdür ki, kaynağı beşeri irade olan hukuk düzenlerinde, din medeni-kamusal hayatı belirlemez, dolayısıyla kişiler, başkalarına zarar vermemek kaydıyla, özel hayatlarında, “ dinlerini yaşamak hakkına” sahip bulunmaktadırlar. Buna karşılık, kaynağı ilahi irade olan hukuk düzenlerinde, kişiler, dinlerini yaşamak hakkına sahip bulunmamaktadırlar. Tersine, özel ve medeni-kamusal hayatlarında “ dinlerini yaşamaya zorunlu bulunmaktadırlar ”. Bu yüzden, kaynağı beşeri irade olan toplum/hukuk/devlet düzenlerinde “ din ve vicdan hürriyetinden” , “ temel haklardan “ , “ insan haklarından “ söz edilebilirken, kaynağı ilahi irade olan toplum/hukuk/devlet düzenlerinde kişinin ilahi iradeye, yani bunun tezahürü olan devlete karşı ileri sürebileceği bir hakkı bulunmadığından, ancak “kul hakkından”, “dinde hoşgörüden “ söz edilmektedir. Mecellede konulan standarda rağmen, kaynağı ilahi irade olan hukuk düzenini vurgulayan özellik, tamamını veya çekirdeğini ilahi iradenin koyduğu hukuk kurallarının mutlaklığı, evrenselliği ve değişmezliğidir. Oysa, kaynağını beşeri iradenin oluşturduğu hukuk düzenlerini vurgulayan özellik, kurallarının kuralı koyan beşeri irade tarafından istendiğinde ve ihtiyaç duyulduğunda kaldırılabildiği ve değiştirilebildiğidir.

Tabii, bu iki zıt, karşıt düzen arasındaki karşılaştırmalar çoğaltılabilir. Ancak, ayrıntıya girmek konu dışı olduğundan bu kadar açıklama yeterli görülmüştür.

O halde, bu saptamalar doğruysa, ülkemizde dinci terörün tek bir hedefi vardır, o da, “ dinini yaşamak “ , “ dini ihya etmek “ veya “ şeriati getirmek “ maksadı altında, kaynağı beşeri irade olan toplum düzenini yıkmaktır. Bugün, yegane demokratik toplum düzenleri, kaynağı beşeri irade olan toplum düzenleridir. Demokratik toplum düzenlerinin olmazsa olmaz şartı, toplumu kuran iradenin, mutlak surette ve katıksız olarak beşeri irade olması esasıdır. Bu demektir ki, ülkemizde dinci terörün hedefi, doğrudan doğruya demokratik toplum düzenini yıkmaktır.

Anayasamız, 2. Maddesinde, kapsam ve sınırlarını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin oluşturduğu “ demokratik toplum düzenine” yer vermiştir. Anayasamız, 3.maddesinde, ikinci maddesiyle uyumlu olarak “ ulus devleti” ilkesine yer vermiştir. O halde, dinci terörün hedefi, Anayasanın 2. ve 3.maddesinde yer alan mutlak hukuki değerlerin tahribidir.

Böyle olunca, kurulmuş iktidarlar, ister beğenelim isterse beğenmeyelim, mademki yürürlüktedir, hukuk devletinin ( Any.m.2 ) icabından olarak, Anayasanın 14. maddesi karşısında, hiçbir aymazlığa veya herhangi bir özre yer vermeden, her çeşit dinci terör faaliyetini kırıcı, ortadan kaldırıcı tedbirleri almaya zorunludur. Kaldırılmadığı sürece, Anayasanın 14. maddesinin koyduğu yapılması zorunlu bu görevi yerine getirmeyen kurulmuş iktidarların ve hükümetlerinin siyasi sorumlulukları bulunmaktadır. Onun da ötesinde, her Türk vatandaşı, “yakın ve muhakkak” olmak kaydıyla, Anayasanın 1.,2. ve 3. maddelerinin ihlali tehlikesi bulunması hallerinde, tehlikeyi gidermek konusunda uyarma görevini yerine getirmek, hatta başarısız olunması halinde, direnmek hakkına sahip bulunmaktadır.


7.4. Terör ve terörizm toplumu ve toplumun iradesiyle

oluşmuş bulunan hukuk düzenini

temelinden tehdit eden

yakın ve muhakkak



bir tehlikedir13
Anayasanın 1., 2. ve 3. maddesi hükümleri, Avrupa’nın “ ulus devletlerinin “ bir birlik oluşturma çabalarına, dünyayı saran “ globalleşme “ akımlarına, bazı postmodernistlerin “ ulus devletini “ inkar eden düşüncelerine rağmen, halen uygar toplumların toplumsal bir yaşam standardıdır. Terör uygar toplumun düşmanıdır. Demokratik düzen veya demokrasi uygar toplumun bir niteliğiyse, terör demokratik toplum düzenlerinin düşmanıdır. Bugüne dek bu düşüncenin aksini savunan da çıkmamıştır.

Terör ve terörizm, siyasi bir mücadele vasıtası olarak, 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkmış ve uygar toplumların mutlaka giderilmesi gereken bir hastalığı olmuştur. Teröre yenik düşen toplumlar, uygar niteliklerini yitirmeye ve geri kalmaya mahkumdurlar. O nedenle, modern demokratik toplumların başta gelen görevleri, terörle, hukukun içinde kalarak, teröristlerin mücadele yöntemleriyle mücadele etmektir.

Terörizm örgütlü suçluluktur. “ Çakal “ ismiyle maruf Güney Amerikalı Karlos, bireysel terörizmden söz etmekle birlikte, terörizm daima örgütlü suçluluk olmuştur. Bu niteliğinden ötürü komşu düşman devletler, çoğu kez terörizmi hasmına karşı bir silah olarak kullanmış, dolayısıyla terörizmi mali, siyasi, askeri, vs., yönden beslemiştir. O nedenle, bugün, uygar dünyada “terörist devletlerden” söz edilmektedir.

Terör, genel olarak H. Marcus’un düşüncelerinin etkisiyle ilk kez öğrenci hareketleri olarak ABD’inde ortaya çıkmış, Avrupa’ya ve oradan da tüm uygar dünyaya yayılmıştır. Terör ve terörizm, ülkemizde, “ burjuva devletini silahlı mücadeleyle yıkarak sosyalist devleti kurma “ amacı güden “68 Kuşağı “ denen gençlik kesimiyle başlamıştır. Faşizan yöntemler, Soğuk savaşın etkileri, geri kalmış toplumun özürleri, vs., Sosyalist Devlet özlemlerini artırmış, teröristi kahra man kılmıştır. Sosyalist Devleti kurmak için yola çıkan teröristler, “ Burjuva Devletini “ değil, sonunda tabiri caizse “kazı koza karıştırarak“ Devleti yıkmaya kalkışmışlardır. Faşizan uygulamaların Devleti zayıf düşürmesi, terörle mücadelede zaafa uğraması, kendilerine Devletin bekçiliği görevini veren, “ komünizm düşmanı ” Milliyetçi- Mukaddesatçı “ denen terörist kitlelerin oluşmasını ve örgünleşmesini sağlamıştır. Bugün, hala, “ yumurtamı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıkmıştır “ örneğinde olduğu gibi, birilerini itham etmek çabası dışında kimsenin işine yaramayan “ sol terör mü sağ terörü doğurmuştur, yoksa sağ terör mü sol terörü doğurmuştur “ kısır tartışması yapılmaktadır.

Yukarıda da belirtildiği üzere, terör ve terörizmin bir “ fikriyat “ yoktur, açıkçası o bir “ fikir paraziti “ dir. Bundan ötürü, terörün ve terörizmin, sağcısı, solcusu olmaz, terör terördür, “ şiddetin “ örgütlenmesidir, kör bir şiddet hareketidir. Böyle olunca, adına ister sol terör, isterse milliyetçi terör densin, toplumun/Devletin terör karşısında bir tercihi bulunamaz. Gerçekten, ismi ne olursa olsun, Devletin suçta tercihi olamaz. Tersini düşünmek, kuşkusuz “ devlet fikri “ ile çelişir.

Ülkemizde “ düzeni değiştirmek “ fikrinin değerini yitirmeye başladığı 1980’li yıllarda “ solculuk etiketi “ altında gizlenmeyi başaran “ ırkçı terör ve terörizm “ ortaya çıkmıştır. “Kürtlüğün “ öne çıkarılması görüntüsü altında “ Kürtçülük “ yapılmaya başlanmıştır. Kürtçülük hareketi, dışardan da destek alarak, silahlı bir çeteye dönüşmüştür. Bu silahlı çete, sosyalizm düşüncesi şemsiyesi altında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi üzerinde bir “ Kürt Devleti “ kurmayı amaçlamaktadır. Hala, sosyalizm düşüncesini ilke edindiğini söyleyen silahlı çete, “ ırkçı “ olduğu, öte yandan inkar ettiği burjuva doktrininin “ milliyetçilik düşüncesini “ benimsediği için herhalde “sosyalist bir hareket” olarak nitelendirilemez. O nedenledir ki, Kürtçülük, çapı ne olursa olsun, klasik tezahürlerinde olduğu biçimde bir “ milliyetçilik hareketi “ değildir, tersine tüm öğeleriyle oluşmuş tam, tipik bir terör hareketidir. Kısacası, Kürtçülük, komşu düşmanlıkları, akarsu ve petrol pazarlığı üzerine kurulmuş, karargahı ülke dışında, ülke topraklarında faaliyet gösteren acımasız bir “ ırkçı terör “ örgütüdür.

Ülkemiz, 1980’li yıllardan sonra ayrıca dinci terörün pençesine düşmüştür. Terörün fikri yapısı özellikle “ İran İslam Devrimi “ örnek alınarak kurulmuştur. Gerçekten, İngiltere de okuyan Pakistanlı bazı kişiler, Marksçılığın diyalektik düşüncesini “ islamcılık düşüncesine “ uyarlamış, İranı örnek alarak, komünizmin ve arkasından kapitalizmin yıkılacağını, sonunda yerine “ Hak düzeni “ olan İslamın geleceğini, bunun da şiddet vasıta kılınarak ( cihat ) gerçekleşeceğini iddia etmişlerdir. Bu düşüncenin yaygınlaşması ve giderek örgünleşmesi sonunda, günün gidişatına da uyarak, “ milliyetçi-mukaddesatçı “ birliği çözülmüş, “mukaddesatçılar” serbest kalarak “ Milli Devleti “, “ Laik Devlet Düzenini “ yıkmak amacı doğrultusunda şiddetle örgütlenmeye başlamışlardır. 765 s. TCK’ un özürlü 141,142. maddeleri yürürlükten kaldırılırken, okur-yazarlığı kıt bazı çapsız çığırtkanlara uyularak, 163. maddesinin de, düzeltilmek yerine, büyük bir aymazlığa düşülerek kaldırılmış olması dinci terörün ivmesini artırmış, toplumsal-siyasal tabii bir taban üzerinde hızla örgünleşmiştir. Gerçekten, özünde bir “meslek okulu “ olan İmam Hatip Okullarının “Liseye” dönüştürülmesi; bu okullarda “din eğitimi “ yerine, Tevhid-i Tedrisat Kanununa aykırı olarak, çoğu kez fiili bir biçimde “ dinî eğitim “ yapılması; denetimsiz “ Kuran Kurslarının “ açılması, “ çapsız entellektüel takımının “ “laiklik elden gidiyor “ yaygarasıyla okullarda “din eğitimi “ yapılmasına karşı çıkması yüzünden halkın “inatça çoğulculuk” esasına uygun olarak “din eğitimi alma “ temel hakkının kullanımının kösteklenmesi, dinci terörün yerleşip kökleşmesine katkıda bulunmuştur.

Bugün, ülkemizin, ırkçı ve dinci terörün yoğun etkisi altında olduğu inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Gerek ırkçı terör, gerek dinci terör, belirtilen ötürü, Türk toplumunun, bu toplumun vazgeçilmez demokratik yaşam tarzının, uygarlığının acımasız düşmanıdır. Tehlike, büyüklüğü yanında, “ yakın ve muhakkaktır”. Bu durum, yakın ve muhakkak tehlikeye karşı, ivedi “tedbir” almayı meşru ve zorunlu kılmaktadır. Zaten Anayasanın 14. maddesi bunu emretmektedir. Böyle olunca, Anayasanın emrine uyarak, ırkçı ve dinci terörün çökertilebilmesi, ancak demokratik hukuk devleti ( Any.m.2 ) ilkeleriyle bağdaşan, modern bir “ Terör ve Terörizmle Mücadele Hukukî Cihazının “ oluşturulmasıyla mümkün olabilir.


7. 5. Terörle mücadele hukuki cihazı oluşturma çabaları

Dinci ve ırkçı terörle mücadele, 765 s. Türk Ceza Kanununun imkanlarını zorlamış ve bu durum, söz konusu mücadeleye uygun bir terörle mücadele hukuki cihazının oluşturulmasını zorunlu kılmıştır. Ancak bu konuda hem geç kalınmış, hem de başarılı olunamamıştır.

Ülkede terörist faaliyetler çok önce başlamış olmasına rağmen, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ancak 1991 yılında çıkarılabilmiş; son zamanlara kadar kanun bir çok kez değiştirilmiş olmasına rağmen, etkin bir terörle mücadele cihazının oluşturulması becerilememiştir. Gerçekten, 765 s. Kanunun topluma yük olan 141.,142., 163. maddeleri yürürlükten kaldırılmış, ortaya çıkan boşluğun giderilmesi zımnında, Terörle Mücadele Kanunu çıkarılmıştır.

Ancak, Kanunda, terör ve terörizm algılanamamış, en başta Devlet aleyhine suçlar “ Terör Suçu” sayılmış, “benzer fiile benzer işlem ilkesi “ ihmal edilerek terör örgütlerine ve bunların yan kuruluşlarına eşit hukuki muamele yapılmamış; özellikle dinci terör düzenleme dışı bırakılmış; bu tür terörizmin örgünleşmesine, herhalde farkında olunmadan, fırsat verilmiş; ifade hürriyetine sınır getirilirken “ ifadede şiddet “ öğesi anlaşılamamış; ırkçı terörün propagandası yasaklanırken, düşüncenin kendisi de yasaklanmış; böylece, bir yandan dinci terör tehdidine karşı demokratik toplum düzeni savunmasız bırakılırken, öte yandan demokratik bir hukuk düzeninde kabulü mümkün olmayan bir durum ortaya çıkarılmıştır.

Gerçekten, Terörle Mücadele Kanununun düşünceyi, yani düşüncenin kendisini yasakladığının kanıtı, bizzat Kanunun genel gerekçesidir. Kanunun gerekçesine ve 8. maddesi hükmüne bakıldığında, ifade hürriyetinin sınırını oluşturan “ ifadede şiddet “ unsurunun suçun unsuru olarak hükümde yer almadığı gözlenmektedir. Halbuki AİHS’ in 9 ve 10. maddelerinin cevaz verdiği ölçüler içerisinde bir yasaklama söz konusu olduğunda, ifade hürriyetinin sınırını oluşturan “ ifadede şiddet “ unsurunun suçun unsuru olarak suçu tanımlayan hükümde yer alması zorunludur.

Öte yandan, suçluların geri verilmesi kurumu ile ilgili olarak “siyasi suç” kategorisine benzetilmeye çalışılsa bile, adam öldürme, hürriyeti tahdit, hırsızlık, dolandırıcılık vs. gibi kendilerine özgü suçla ihlal edilen ve ceza ile korunan hukuku konusu olan “terör suçu” adında bir suç kategorisi de henüz icat edilmiş değildir. Bugün terör suçlarından değil, genel olarak terör saiki ile işlenen suçlardan söz edilmektedir. Kanundaki bu yanlış düzeltilmeli ve terör saiki ile işlenen suçlar doğru belirlenmelidir. Gerçekten, terör saiki ile işlenen suçlar düzenlenirken, bir gün bu suçlarda “suçlunun iadesinin ” mümkün olabileceği düşünülerek, mümkün olduğu kadar “Devlet aleyhine suçlar” kategorisinden uzak durulmalıdır.

Terörle Mücadele Kanunu, terörün örgünleşmesini önlemeyi becerememiştir: Kanun, terör örgütünü yasaklarken, solcu, ırkçı, milliyetçi terör örgütlenmesini yasaklamış, fakat dinci terör örgütlenmesini yasaklamamıştır. Kanun, söz konusu yasaklama ile, bir fiili değil, bir düşünceyi yasaklamıştır.

Toplumsal savunmayı sağlamaya elverişli, etkin bir terörle mücadele cihazı oluşturma bağlamında, öteki kanunlara gelince, ör., Siyasi Partiler Kanununda değişiklik yapılmalı, örgütlenme temel hakkını zedelenmeden, ırkçı ve dinci terörün “siyasi örgütlenmesine” izin verilmemelidir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gözden geçirilerek “ toplantı ve gösteride bulunma hakkı “ ortadan kaldırılmadan özellikle ırkçı ve dinci terörist gösteriler engellenmelidir. Din ve Vicdan Hürriyetini Korumaya Dair Kanun gözden geçirilerek dinci terörün kutsal dini ve inananları sömürmesi önlenmelidir. Tabii, bu yapılırken, Devlet, vatandaşa, tabiri caizse “imamlık “ yapmaya kalkışmamalıdır. Vatandaşın dinini öğrenmede Devletin imamlığına ihtiyacı yoktur. Türk Hukuk Düzeninde idarenin bir parçası olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Müftülükler, devletin vatandaşa imamlık yapması için değil, idare hukuku kuralları içerisinde Devletin vatandaşa “ din hizmeti “ götürmesi için kurulmuştur. Ne zaman ki, ülkemizde, Devlet vatandaşa imamlık yapmaya kalkışmış, o zaman dinci terör faaliyetlerinin arttığı gözlenmiştir. Tevhid-i Tedrisat Kanununa uygun olarak, Devlet, “ dinî eğitim “ yaptırmamalı, halkın ihtiyacını göz önüne alarak, okullarda ehil ve yeterli kişilerle “din eğitimi “ yaptırmalıdır. Ceza Kanununda düzenlemeler yapılarak “ din hürriyetinin “ etkinliği artırılmalı, ancak mevcut kurallar etkin kılınarak, imamlar ve vaizler, papazlar, hahamlar görevlerini yaparken inananlara teokratik toplum/hukuk/devlet düzeninin propagandasını yapmaları önlenmelidir. Dernek ve vakıf mevzuatı gözden geçirilmeli, ırkçı ve dinci terörün “ hileli yollarla”, yani “ muvazaalı “ olarak örgütlenmesi önlenmelidir. Radyo- televizyon mevzuatı gözden geçirilmeli, ülkede mevcut bulunan kültürel ve inançsal zenginliklerin kendilerini ifade etmelerine zarar vermeden, ırkçı, dinci ve diğer terör örgütlerinin, muvazaalı olarak bu araçları ele geçirmeleri ve bunlarla örgütlerinin yayınlarını yapılmaları önlenmelidir.


7.6.Din, vicdan, düşünce ve ifade hürriyetini ve

bu hürriyetlerin tezahürlerini düzenlemede

1   2   3   4


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət