Ana səhifə

Müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.(S: 147) 2-) İkinci Nokta


Yüklə 435.5 Kb.
səhifə5/7
tarix27.06.2016
ölçüsü435.5 Kb.
1   2   3   4   5   6   7

İkincisi: Hazret-i İsa'nın (A.S.) din-i hakikîsinden çıkan nur-u semavî güneşidir.

Üçüncüsü: Tarîkatlar ruhunda ve tasavvuf menbaından çıkacak bir güneştir ki; şimdi Şeyh-i Geylanî timsaliyle o mana gösterilmiş. Risale-i Nur'a işaret eden otuzüç âyet-i Kur'aniyenin en birinci âyeti olan Âyet-in Nur on vecihle Risale-i Nur'a işaret ettiği Birinci Şua Risalesi'nde gözümle gördüm, isteyen görebilir.

Sizi nefsinden ziyade seven âciz şakirdiniz Binbaşı Muhyiddin (K:125)

181-)Risale-i Nur'un mensubları, şuur ve ihtiyarları haricinde birbiriyle münasebetdar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduğuna bir delil de bugünlerde oldu. Şöyle ki: vaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri, ehemmiyetli bir hâdise yüzünden değişmiş gibi çekinmek ve münafıkların nazarını kendilerine ve bizlere celbetmemek için bir tevakkuf devresi geçti. Ben de hayret ediyordum. Hem Nazif gibi birkaç zâtın rü’yalarının tabirleri, sizin hâdiseniz olduğunu anladık.(K:132)

182-)Ahmed'in rü’yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa'nın (A.S.) kuvvetli sadâsını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdad Hizb-ül Kur'an'a iltihak etmeye işaret olabilir.(K:133)

183-)Sâbian: Hâfız Ali'nin mektubunda bazılara hitaben yazdığımız bir mektub ile ve hâdise-i hazıra dair hafif geçeceğine ait son mektub, bugünden bir hafta evvel postaya verilmiş. Hâfız Ali, yoldaki o iki mektubu okumuş gibi mektubunu yazması, sadakatının bir lem'a-i kerameti olduğu gibi; aynı günde, -hiç vuku' bulmamış- yanıma ehemmiyetli büyük bir memur-u siyasî gelmesini Nazif'in arkadaşlarından Köroğlu Ahmed rü’yada aynen görüp, o memurdan üç saat evvel rü’yayı bize hikâye edip tabir istedi; tabiri, tevilsiz çıktı.(K:137)

184-)Bu defa Nur fabrikasının sahibiyle ve tam bir muavini ve tam bir Hüsrev olan kahraman Tahir'in beşaretli mektubları ve Medrese-i Nuriye'nin kahramanlarından Marangoz Ahmed'in ikinci rü’yası ve üçüncü rü’yanın âhirinde, malûm musibetin akibinde sarsılmayan fa'al Hâfız Mehmed'in çocuklara hatim duasını yapması ve Risale-i Nur'u okutması, üstümüzden dağ gibi manevî ağırlıkları kaldırdılar. Cenab-ı Hak sizleri ve onları âfât-ı maneviye ve maddiyeden muhafaza etsin, âmîn.

185-)Marangoz Ahmed'in ikinci rü’yası, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ile alâkadarlık ve sürurlu olduğu cihetinden rü’ya-yı sadıka olduğuna, o Medrese-i Nuriye'nin civarlarındaki kardeşlerin ve hemşirelerin maddî hizmetleri canlı ve ruhlu bir suret alıp, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnet-i seniyesinin ihyasına medar olacağına işaret verdiği münasebetiyle, mektubunuzu almadan iki gün evvel gördüğüm bir rü’yayı beyan ediyorum. Şöyle ki:

186-)Gördüm: Şimdiki reis veya şimdiki reisler, tanıdığım ehemmiyetli bir-iki hocaya, hilafet rütbesini ve mes'elelerini tatbik etmeye ve hilafet, o hocalara veya reislere hangisine verileceğini rü’yada anladım. Ve o netice-i kararları bana göstermek için, bana karşı geldiklerini gördüm. Sonra uyandım. Sabahleyin kardeşlerime söyledim. Dedim: Allahu a'lem, Isparta havalisinde, Risale-i Nur'un maddî mağlubiyeti içinde manevî bir galibiyeti olmuş ki; büyük makamat-ı resmiyede en mühim mesail-i İslâmiye medar-ı bahs olacak. Biz Isparta'da o musibetin ne derece ileri gittiğini bilemediğimizden ve çoktan beri de ne hal-i âlemden ve ne de resmî halden anlamayıp dinlemediğimiz halde, bu rü’yanın rü’ya-yı sadıka olduğuna bir emare olan, beni bir gün baktırdı. O emare şudur ki:

187-)Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi Ankara'dan gelip, ben sormadan dedi: "Reis, Kur'an'a yeni bir tefsir yazmayı emretmiş, o da yazıyormuş."

188-)Hem söylemiş ki: Dâhiliye Vekili, yirmi senelik bir âdete muhalif olarak, "Dinsiz bir millet yaşayamaz" diye din lehinde beyanatta bulunduğunu ve Maarif Nâzırı da, âdâb-ı İslâmiye lehinde, eski prensiplerine muhalif olarak beyanatta bulunduğu gibi, ehemmiyetli bir değişikliği ihsas ettiğinden; kulağımı kapadığım sekiz aydan sonra, bu rü’ya hatırı için, bu haberleri aldım. Bunun sebebini anlamak cidden arzu ettim. Birden ihtar edildi ki: Ehl-i dalalet, memur-u siyasiyeyi aldatıp, Risale-i Nur aleyhinde genişçe, buradan oraya kadar bir daire içinde taarruz edip, derece-i kuvveti anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek, mağlub edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli büyük makamat-ı resmiyede, mahiyetini medar-ı bahs ve dikkat ettiklerinden, bilmecburiye bir nevi musalahaya yol hazırlamak; ve şimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak iyilikleri ölen reise ve fenalıkları millete, orduya vermek yerinde, o hata-yı azîmeye bedel, bütün fenalıkları ölene verip, kendilerini bir derece o dehşetli hatiattan kurtarmak çaresini aramağa, bir zemin teşkil etmeye çalışmış ki; hem rü’ya, hem bu haberler haber veriyor. Birinci, ikinci Hulusi'lerin müşterek mektubları, bu iki rükn-ü mühimmenin gayretleri, sadakatleri çelikten daha metin olduğu her hâdise ile gösteriliyor. Said Nursî (K:138)

189-)Mübarek köyünden, mübarekler cemaatinden, mübarek İbrahim'in bereketli mektubunu okudum. Beni memnun eden çok sözler var içinde. Ve bilhassa benim başıma yağan yağmurdan rü’yada içmesi ve biraderzadesi Osman'ın ileride Risale-i Nur'a talebe olması için kendini okutması bizi mesrur eyledi. Cenab-ı Hak öyle mübarekleri o köyde çoğaltsın. Âmîn.(K:214)

190-)Risale-i Nur kat'î bürhanlara istinaden hükümleri; sair hakaikte aynı aynına, tevilsiz, tabirsiz hakikat çıkması ve yalnız işarat-ı tevafukiye ve sünuhat-ı kalbiyeye itimaden beyanatı, böyle dünyevî olan mesail-i istikbaliyede neden bazan tabir ve tevile muhtaç oluyor? diye hatırıma geldi.

191-)Böyle bir cevab ihtar edildi ki: Gaybî istikbal-i dünyevîde ve dünya işlerinde başa gelen hâdisatı bildirmemekte; Cenab-ı Erhamürrâhimîn'in çok büyük bir rahmeti saklandığını ve gaybı gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduğu cihetle, gaybî şeyleri haber vermekten yasak edip, yalnız mübhem ve mücmel bir surette, ya ilham veya ihtar ile bir emareyi vesile ederek, keşfiyatta ve rü’ya-yı sadıkada bir kısım gaybî hakikatları ihsas eder. O hakikatların hususî suretleri, vukuundan sonra bilinir.(K:216)

192-)Lâhika'ya giren Isparta'lı kardeşlerimizin mektublarının bazılarında, üstadları hakkında ifrat ile tavsifat gördüm. Kendime baktım, o vasıflardan zekatı da bana düşmüyor, benim hakkım değil. Dedim: "Acaba bu hakikatperest kardeşlerim çok ikazatımla beraber, bu hüsn-ü zan ifratında hem devamlarında faideleri nedir?" Kalbe ihtar edildi ki: "Onlar ve memleketleri Isparta havalisi, onların en büyük hüsn-ü zanları derecesinde hüsn-ü zanlarının yümnünü gördükleri için, Beşkazalı Osman-ı Hâlidî ve Topal Şükrü gibi ehl-i velayete iktidaen, o nokta-i nazardan ifrat etmemişler, bir hakikat görmüşler. Fakat nasıl keşfiyat tevile ve rü’yalar tabire muhtaçtır; hususî hükümler tamim edilse, bir cihette hata görünür. Öyle de onlar, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin kendilerine ve memleketlerine ettiği faideyi, o şahs-ı manevînin mümessillerinden birisi olan üstad dedikleri bu kardeşlerine verip, o memleket hâdisesini umumî bir hâdise nazarıyla bakıp tamim ederek, müfritane bir hüsn-ü zan suretinde göründü."(K:249)

193-)Evet hiss-i kabl-el vuku' herkeste cüz'î-küllî vardır, hattâ hayvanatta dahi vardır. Hattâ rü’ya-yı sadıkanın ehemmiyetli bir kısmı, bu hiss-i kabl-el vukuun nev'indendir; hattâ bazılarda hassasiyet cihetiyle keramet derecesine çıkar. Benim asabımdaki hassasiyetle yağmurdan yirmidört saat evvelki rutubet-i havaiye ile yağmurun gelmesini hissetmem, bir cihette hiss-i kabl-el vuku' sayılabilir ve bir cihette sayılmaz.(E:54)

194-)Aziz, sıddık, bahtiyar kardeşim Süleyman Rüşdü!

Seni ve kardeşin kahraman Burhan'ı ve senin iki mübarek, masum evlâdını ve senin hane halkını, Risale-i Nur namına ve umum şakirdler hesabına, ruh u canımızla sizi tebrik ediyoruz. Böyle kudsî ve daimî sevab kazandıracak uhrevî bir hizmete muvaffakıyetinizi, Isparta ve bu memleket istikbalde alkışlayacaktır. Size çok hayırlı duaları kazandıracak. İnşâallah, Zülfikar gibi daha çok emsaline muvaffak olursunuz. Bu acib şerait içinde bu fevkalâde muvaffakıyet; hem Zülfikar'ın, hem sadakatınızın bir kerametidir. Çok mübarek olan senin rü’yan ki, emr-i İlahî ile Kur'anı Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a vermek, Hazret-i Cebrail'in vazifesinin bir cilvesidir. İşarettir ki, bu hizmetiniz; hem rıza-yı İlahiyeye, hem rıza-yı Peygamberîye (A.S.M.) muvafıktır. Mu'cizat-ı Kur'aniyeyi, Mu'cizat-ı Ahmediye vasıtasıyla ümmet-i Muhammediyeye (A.S.M.) tebliğ etmek manasıyla senin rü’yan tabir edilir.

195-)Nasıl bir küçücük cam parçasında güneşin bir timsali, ziyasıyla o elindeki camı tutanla münasebetdar olur; bir nevi muhabere eder. Öyle de hususî bir tecelli ile, rü’yalarda -selef-i sâlihînde bu çeşit rü’yalar görülmüş- makbuliyet ve rıza alâmetidir. Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) yanında gördüğün adam da, Nur ve Risale-i Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsidir.(E:212)

196-)Abdülmecid'den güzel bir mektub aldım. Bana hizmet eden Halil geldi. "Bu kuşa bak, bu da eski kuşlar gibi bir müjdecidir" dedim. Sonra pencereyi açtık, gitsin; gitmiyordu. Yukarıda beş-altı defa uçtu, gitmedi. Sonra Sungur da geldi: "İşte sen de gör" dedik, o da gördü. Yarım saat sonra nasıl görülmesi hârika oldu, bulunmaması da hârika oldu. Pencereden çıkmadan Halil ile aradık, bulamadık; kayboldu. Hattâ bu manevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde Sungur imdada yetişmesi, ehemmiyetini göstermeğe bir kat'î hâdise budur ki: Sungur gelmeden iki gün evvel -demek o evden çıktığı gün- Halil rü’yada görüyor ki: Sungur, Mustafa Osman ile buraya gelmişler; büyük bir hâdise ve şaşaalı bir merasim yapılmış. Benden "Tabiri nedir?" diye sordu. Ben de merak ettim: "Sen ne için bu rü’yayı bana söyledin? Acaba onların başına bir zarar mı gelmiş?" diye bir gece sabaha kadar endişe ile müteessirdim. O rü’ya-yı sadıka az bir tabir ile çıktı.(Em:9)

197-)Eski Said bir hiss-i kabl-el vuku' ile iki acib hâdiseyi hissetmiş, fakat rü’ya-yı sadıka gibi tabire muhtaç imiş. Nasıl bir kırmızı perde ile beyaz veya siyah bir şeye bakılırsa kırmızı görünür. O da siyaset-i İslâmiye perdesiyle o hakikata bakmış. Hakikatın sureti bir derece şeklini değiştirmiş.(Em:111)

198-)Risale-i Nur imanı kurtarması cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi imanla kurtarıyor. Bir milyon talebesi, bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymetdar ve manen daha geniş olması; Eski Said'in o rü’ya-yı sadıka gibi olan hiss-i kabl-el vuku' ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini görmüş. Belki inşâallah o görüş, yüz sene sonra Nurların ektiği tohumların sünbüllenmesi ile aynen o geniş daire Nur dairesi olacak, onun yanlış tabirini sahih gösterecek.(Em:112)

199-)İkinci harb-i umumî beşere ettiği tahribat-ı azîme gerçi çok geniştir. Fakat hayat-ı dünyeviyeye ve bekasız medeniyete baktığı cihetinde Osmanlı'daki tahribata nisbeten dardır. Osmanlı'daki manevî zelzele hayat-ı ebediye ve saadet-i bâkiyenin zararına bir tahribat ve bir zelzele-i maneviye-i İslâmiye manen o ikinci harb-i umumîden daha dehşetli olmasından Eski Said'in o sehvini tashih ediyor ve rü’ya-yı sadıkasını tam tabir ediyor ve o hiss-i kabl-el vukuunu gözlere gösteriyor.(Em:113)

200-) Evet dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da; hem hilaf-ı hakikat, hem hilaf-ı edeb bir harekettir. Çünki a'lâ-yı illiyyînde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilîn hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek, tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdeta bir padişahı, kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edeb ve hürmet ve istifade odur ki; Celaleddin-i Süyutî, Celaleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbanî gibi zâtların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zâtlara yanaşmak ve istifade etmektir.

201-)Rü’ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer'iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü'min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.(Em:156)

202-)Bu suretle o dershanelerde Nurların okunması ve Nurlarla meşguliyete devam edenlere ve ders alanlara talebe-i ulûm şerefini kazandırmaktadır. Talebe-i ulûmun ise âdi harekâtı, hattâ uykusu dahi ibadet hükmüne geçtiğini bazı büyük müçtehidler beyan etmişler.(Em:231)

203-)Hazret-i Mevlânâ, zülcenaheyndir. Yâni hem Kadirî, hem Nakşî tarikat sahibi iken, Nakşîlik Tarîkatı onda daha galibdir. Üstadım, bil'akis, Kadirî meşrebi ve Şâzelî mesleği onda daha ziyade hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim ki: "Hazret-i Mevlânâ (K.S.) Hindistan'dan Tarîk-ı Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi, Şâh-ı Geylânî'nin (K.S.) ba'delmemat, hayatta olduğu gibi tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânânın (K.S.) mânen tasarrufu cây-ı kabûl göremedi. Şâh-ı Nakşibendle (K.S.) İmam-ı Rabbanî'nin (K.S.) ruhaniyetleri Bağdad'a gelip, Şâh-ı Geylanî'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki: Mevlânâ Hâlid (K.S.) senin evlâdındır, kabûl et. Şâh-ı Geylânî (K.S.) onların iltimasını kabûl ederek Mevlânâ Hâlid'i kabûl etmiş. Ondan sonra birden Mevlânâ Hâlid (K.S.) parlamış. Bu vâkıa ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bâzı da rü’ya ile görmüşler." (Üstadımın sözü burada tamam oldu.) (ST:16)

204-)Aziz Üstadım!

Kardeşlerimin Yirmiyedinci Mektub'a giren fıkralarını, kendi fikrime ve hissiyatıma muvafık bulduğumdan, onlar bu nokta-i nazardan kendi fıkralarımdır diye başka fıkra yazmağa lüzum görmedim. Fakat bu âhirlerde Risale-i Nurun kerametine temas eden bâzı hâdiseler benimle de münasebetdar olarak vücuda geldiğinden, ondan bir ihtar hükmünde idi ki, onlar münasebetiyle benim de bir hususî fıkram kardeşlerimin hususî fıkraları içine girsin diye o hâdiselerden bâzı lâtif tevafukatı ve bâzı rü’ya-yı sâdıkayı ve birkaç hâdiseyi yazıyorum.

205-)Bu rü’yalar, birbirine yakın ve birkaç gün zarfında görülmüş ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm içinde bulunduğu cihetle, rü’ya-yı sâdıkadır. Çünkü, Hadisce sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rü’yada şeytan o rü’yaya karışamıyor. Bu rü’ya-yı sâdıkadan herbiri, gerçi rü’yadır, delil ve hüccet olamaz, fakat herbirinin aynı mealde ittifakları, bir müjde veriyor ve Risale-i Nurun makbûliyetine ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın daire-i rızasında bulunduğuna bizlere kanaat veriyor. Ezcümle:

206-)Birincisi: Risale-i Nur şâkirdlerinden Rıza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, camide Hazret-i Ebu Bekir-is-Sıddîk Radıyallahü Anha emrediyor: "Çık hutbe oku" Ebu Bekir-is-Sıddîk koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediğim hakikatların izahatı "Yirmidokuzuncu Söz" dedir.."

207-)İkincisi: Risale-i Nurun şâkirdlerinden Osman Nuri diyor ki: Rü’yamda, Şemâil-i Şerife muvafık, gayet nuranî bir surette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı oturduğu yere dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sadâ geldi ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın bir yaveri geliyor. Kapılar birdenbire kendi kendine açıldı. Risale-i Nur nâşirlerinin Üstadı olan zat içeriye girdi. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, üstadımıza şefkatkârâne bir iltifat göstererek, dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım.

208-)Üçüncüsü: Risale-i Nur şâkirdlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendidir. Rü’yada ona diyorlar ki: "Senin o köşküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gelmiş." O da koşarak gidip, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.

209-)Dördüncüsü: Risale-i Nur şâkirdlerinden Nazmidir. Rü’yasında ona diyorlar ki: "Risale-i Nur şâkirdleri îmansız ölmezler, kabre imanla girerler."

210-)Bu rü’yalar Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ile münasebetdar olmak cihetiyle, o rü’yalar zamanında "Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi" münasebetiyle lâtif ve küçük bir iki tevafukun letâifini zikredeceğim. Şöyle ki:

211-)Risale-i Nur eczalarından birkaç vecihle kerameti görülen mu'cizat-ı Ahmediyeye dair Ondokuzuncu Mektubun tashihi zamanında, yedi mu'cizat-ı Ahmediyeye (A.S.M.) mazhar yedi çocuğun bahsine geldiği vakitte Meliha isminde yedi yaşındaki kızım, umulmadık bir vakitde hanemden çıkıp Üstadımın oturduğu köşke geldi, o yedi çocuk bahsini mâsumane çocukcasına dinlemeye başladı. Çay içmesini çok sevdiği halde, kendine verildi, çocukların bahsi bitinceye kadar içmedi.

212-)O saatten on dakika evvel, hem Ondokuzuncu Mektup, hem "Mi'rac Risalesi" ayrı ayrı tashih ediliyordu. Ondokuzuncu Mektub'un yüz elli sahifesi içinde birtek sahifede kuru direğin ağlamasından bahis var. "Mi'rac Risalesi"nde altıyüz satırdan birtek satır ondan bahseder. Muhtelif tarzlarda, muhtelif vakitte, muhtelif adamlar, muhtelif kitaplarda birden birtek sözü söylediklerini ben işittim. O da, kuru direğin ağlaması idi. Herbiri iki kişiden ibaret iki kısım tashihciler, aynı kelime üstündedirler, o kelimeyi söylüyorlardı. Ben hayret ile dedim: "İki taraf da bir kelimeyi söylüyorsunuz." Sonra baktık. Mi'racın tashihi aynı kelimeye geldiği gibi, Ondokuzuncu Mektubun tashihi de aynı kelime üzerindedir. Biz hazır olanlar şüphemiz kalmadı ki, yedi yaşında Melihanın yedi çocuk bahsine tevafuku ve bu iki kısım musahhihlerin aynı kelimede ittifakları, o Mu'cizat-ı Ahmediye bahsinin bir kerametinin bir şuaıdır.

213-)Yine Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın mektubuyla münasebetdar üçüncü bir tevafuk: Milâsdan gelen ve oraya gönderilen kitapların listesini bir sebebe binaen saklamak lâzım gelmişti. Üstadım, bu listeyi saklamak için bana verdiğini biliyormuş. Bir gün o listeye lüzum olacağını düşünerek, benden isteyecekti. Fakat istememişti. O gece kalkar, o listeyi seccadesinin yanında görür, hayret eder. Bu saklandığı yerden çıkıp, nasıl burada bulunsun? Sabahleyin benden soruyor. "Ben getirmedim, haberim yok" dedim. Zaten gece yanına çıkmamıştım. Bunda bir mânâ var. Biz düşündük, aynı gün Milâsdan listeye göre kitap istemeye bir hak kazanmak için, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın, Mısır azizi Mukavkıs'e yazdığı mektup, eski Mısırlılara ait kitaplar içinde bulunarak İstanbul'a gönderilmiş. Bu mektubun fotoğrafla alınan aynının bir sureti, o gecenin gündüzünde bize geldi, o geceki liste hâdisesine tevafuk etti. Bunda şüphemiz kalmadı ki, saklı olan o listenin kendi kendine orada bulunması, bu mektub-u Nebeviyenin gelmesine bir istikbal ve bir işaret idi.

214-)İşte o günlerde Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm rü’yada Risale-i Nurla münasebetdar görülmesi ve mektup da aynı vakitte gelmesi, o günlerde te'lif edilen hastalara ait yirmibeş deva-yı mâneviyeyi beyan eden "Yirmibeşinci Lem'a" ve iktisada ait "Ondokuzuncu Lem'a" ve onların akabinde ihtiyarlara ait yirmialtı ricayı beyan eden "Yirmialtıncı Lem'a"nın te'lif zamanlarına tevafuk etmesi şüphe bırakmıyor ki: Bu üç risale, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın makbûliyetine mazhar olmuş.(ST:21)

215-)Risale-i Nur şâkirdlerinin merkezi olan Şükrü Efendinin köşkünün komşusu seksen yaşında muhterem Alil Osman Çavuş nâmında bir zat, Risale-i Nur nâşirlerine hücum zamanından bir gün sonra rü’yasında görüyor ki: Güneş ile Kamer, beraber olarak köşkün içine girip parlıyorlar.

216-)Diğer bir rü’yada Keçeci Mustafa Efendinin hafîdi Bekir yine hâdise-i elîmeden bir-iki gün sonra görüyor ki: Güneş kıble tarafından çıkıyor. Şuââtı içinde güneş yüzünde Risale-i Nur nâşirinin sureti temessül edip, aynen güneşin kursunda görünüyor.

217-)Hem mütedeyyin bir kadın, yine hâdiseden sonra görüyor ki: Semâvattan mübarek kâğıdlar yağıyor. Soruyorlar: "Bu nedir?" Rü’yada demişler: "Risale-i Nurun sahifeleridir." Yâni, tâbirce Risale-i Nur, Kur'anın tefsiri olduğu cihetle, vahy-i semavî olan Kur'anın semavî ve ilhamî bir tefsiridir. Hem yağmur gibi, insanlara kesretli bir rahmettir.

218-)Hadisenin vukuundan evvel, Risale-i Nur şâkirdlerinin herbiri bir cesedin âzaları gibi, bir cihette o cesede gelen müessir bir ârızayı bütün âzanın hissetmesi nev'inden, bu hâdiseyi Risale-i Nurun dört şâkirdi, vukuundan bir-iki gün evvel şöyle gördüler: Üçü, yâni Mehmed Zühdü, Halil Ruhi, Mehmed Niyazi, Risale-i Nur nâşirlerinin üstadını vefat etmiş görüyorlar ki, vefat ise tâbirce Risale-i Nurun tatilini haber veriyor. Dördüncüsü: Fâzıl Bey görüyor ki: -Hâdiseden bir gün evvel - Rafda kitapları karıştırır, bâzı kitapları düşürür. Üstad bana hiddet ediyor, ben de diyorum: "Re'fet düşürdü." Birden haneye polisler doluyorlar, herşey'i alıyorlar.

219-)Hem bundan yedi buçuk ay evvel Risale-i Nur nâşirlerine gelen elîm polishaneye çağırma mes'elesinde Risale-i Nurun şâkirdlerinin dört tanesi (aynı hâdiseyi bir ikisi, yâni Rüştü ile Lütfi aynen görüyorlar, ikisi de az bir tâbirle) aynı hâdiseyi görmeleri ve bu def'aki hâdiseyi, yine dört tane şâkirdler aynen görmesi gösteriyor ki, Risale-i Nur şâkirdleri, bir cesedin âzaları gibidirler ki, Risale-i Nura gelen hâdiseyi, bir cesedin âzaları gibi hissediyorlar.(ST:26)

220-)Evet, Risale-i Nura hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve mânevi cehenneme dünyada girmeyi göze almalı.

221-)Hem o musibet hâdisesinden iki gün evvel, Risale-i Nur şâkirdlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meşgul olmayan biri rü’yada görüyor ki: Ispartanın altındaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanın çok ağaçlarını deviriyor. Birdenbire bir zelzele-i arz oluyor, Risale-i Nur nâşiri, elbisesiyle heybetli bir surette yer yarılıp çıkıyor (Hâşiye: Demek bu geçen seneki zelzele yâni İzmir zelzelesi Risale-i Nurun dirilmesine ve meydana çıkmasına bir emaredir ve o rü’yayı tâbir ediyor. Evet o zelzeleden evvel Risale-i Nur defnolunmuş gibi gayet gizli perde altında intişar ediyordu. Zelzele başladıktan sonra eski elbise-i fâhiresiyle meydan-ı zuhûra çıktı.). O da korkusundan uyanıyor. İki gün sonra Risale-i Nuru tâtil ve mânen toprağa defnetmek niyetiyle küre-i arzı titretecek derecede bir hatâ ile Risale-i Nurun eczalarını evrak-ı muzırra nev'inden taharri edip, toplayıp merkez-i hükûmete, tâ dahiliye vekâletine gönderir. Hiçbir daire kanunca mucib-i muaheze ve mes'uliyet bir şey Risale-i Nurda bulamadığından, o mânevi zelzele içinde öldürdük, defnettik zannettikleri Risale-i Nur, dirilip, yer yarılıp meydana çıktığı gibi, yine o rü’ya işaret ediyor ki, bir zelzele-i azîme ve bir sel içinde Risale-i Nur bu vatan ve millete bir halâskâr, bir münci suretinde musibetzedelerin imdadına yetişecek.(ST:28)

222-)Şâbân-ı Şerifin onbeşinci cumartesi Leyle-i Berat gecesi rü’yamda; büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl sahilinde İngiliz veyahud Almanla, biz yâni Türk hükûmeti harbediyormuş. Harb esnasında semadan bir karaltı zuhur etmeğe başladı. "Acaba bu semadan inen nedir?" diye hepimizin nazar-ı dikkatini celbetti. Yakınlaştıkça bir insan ve sonra üzeri ihramlı, yüzü bir parça esmer, başı beyaz ve büyük tülbend ile sarılı bir kadın şeklini alarak, gölün ortasında hemen ineceği zaman derhal oraya bir mermerden minber yapılarak minberin üzerine indi. Sonra, zât-ı âlinizden gelen umum mektubları okumağa başladı. Her iki tarafta sükûnet hasıl oldu. Okuduğu mektubları herkes can kulağıyle dinledi. Sonra nihayetinde "Evet, Hazret-i Kur'an-ı Azîmüşşanın ahkâm-ı şer'iyesince amel ederseniz, yakayı kurtarırsınız. Eğer Kur'ân-ı Azimüşşân'ın ahkâm-ı şer'iyyesine riayet etmezseniz hepiniz mahv u perişan olacaksınız" diye söyledi. Sonra evime geldim. Bizim Re'fet Beyle Rüşdü Efendi bizim eve geldiler, bendenize dediler: "Bu sırrı sen mi ifşa ettin? Bu mektuplar minber üzerinde okundu?" Bendeniz de cevaben: "Hayır kardeşlerim, bu sırrı siz anlamadınız mı? Bu gelen zat, semadan geliyor, bu mektupları oradan getiriyor. Ben kim oluyorum ki o havadisi oraya çıkarayım?" diye onlara söyledim. Sonra bunlara bir hediye ikram edeyim diye bakdım, evimizin deliğinde dört top helva gördüm. Birisini birine, diğerini öbürüne ve iki tanesini de kendim yedim. Ağzım tatlı olarak uyandım.(ST:51)

223-)YİRMİÜÇÜNCÜ ÂYET:

®~I²[«'ö_«X«7¬G²A­< ²–«!ö_«XÇ"«*ö|«K«2ö Şu âyet her asra baktığı gibi bu asra da bakıyor ve bu asırda kâbuslu bir rü’ya gibi musibetlere düşen ve Rabb-i Rahîminden onu hayra tebdil etmesini rica edenler içinde Resail-in-Nur Şâkirdlerine hususî remzettiğine bir emâresi şudur ki: Bu âyetin makam-ı cifrîsi olan bin üçyüz kırkbeşte ehemmiyetli risaleler te'lif ile beraber, fevkalâde hâdiseler vukua gelmeğe hazırlandılar.. ve o Resail-in-Nur'un merkez-i intişarı olan Barla karyesinde ziyade sıkıntı müellifine verildi. Ve hususî küçük mescidine ilişildiği zaman Resail-in-Nur Şâkirdleri kuvvetli bir rica ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip "Yâ Rab ! Bu müthiş rü’yayı hayra tebdil eyle" deyip yalvardılar. Herkesin me'yusiyetlerine mukabil pek kuvvetli bir ümid ve rica ile müslümanların kuvve-i mâneviyelerini takviye ettiler. Bu âyetin birden külfetsiz hatıra geleni bu kadardır. Yoksa esrarı çoktur. Tekellüf olmasın diye kısa kestim.(ST:93)

224-)Bu müjde-i Kur'aniyenin binden bir vechi bize teması, bin hazineden ziyade kıymetdardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rü’ya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta'da başımıza gelen bu hâdiseden bir ay evvel bir zâta rü’yada (ona) deniliyor ki:

1   2   3   4   5   6   7


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət