Ana səhifə

Müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.(S: 147) 2-) İkinci Nokta


Yüklə 435.5 Kb.
səhifə3/7
tarix27.06.2016
ölçüsü435.5 Kb.
1   2   3   4   5   6   7

Birincisi: Gayluledir ki, fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır. Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadîsçe sebebiyet verdiği için, hilaf-ı sünnettir. Çünki rızık için sa'yetmenin mukaddematını ihzar etmenin en münasib zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.

69-)İkincisi: Feyluledir ki, ikindi namazından sonra mağribe kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.

70-)Üçüncüsü: Kayluledir ki, bu uyku sünnet-i seniyedir. Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziret-ül Arab'da vakt-üz zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir ta'til-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i seniyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır. Çünki yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek ömrüne hergün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.(L:270)

Zekâi'nin Rü’yası

71-)Bu sabah rü’yamda, İstanbul'un Tophane sahiline benzer saf ve berrak bir deniz kenarındayım. Kuşluk zamanında olduğunu zannettiğim Güneş'in ziyası, o derya-yı azîmin üzerinde hoş parıltılar husule getiriyor. Ben deryaya müteveccihim. Denizin orta ve cenubu tarafından yüze yüze sahile gelen bir genç, omuzundaki bir sabanı sahile çıkardı. Orada bütün kardeşlerimize (tahliyeden sonra) istikbal edilmekteler iken, sahil boyunu takiben, garbdan dolu dizgin iki atlı geliyor. "Üstad geliyor!" dediler. Bu izdiham yarıldı, hiç durmaksızın bu mühib yağız atlı ve esmer çehreli iki zât, şarka doğru uzaklaştılar. Ben, o deryaya dalmak üzere iken uyandım. Zekâi(L:278)

72-)ZEKÂİNİN RÜ’YASI:

Müjdeli ve manalı hayırlı bir rü’yadır.(L:428)

73-)Altıncısı: Kur'anın altı ciheti nuranidir, sıdk ve hakkaniyetini gösterir. Evet altında hüccet ve bürhan direkleri, üstünde sikke-i i'caz lem'aları, önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri, arkasında nokta-i istinadı vahy-i semavî hakikatları, sağında hadsiz ukûl-ü müstakimenin delillerle tasdikleri, solunda selim kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itminanları ve samimî incizabları ve teslimleri; Kur'anın fevkalâde, hârika, metin ve hücum edilmez bir kal'a-i semaviye-i arziye olduğunu isbat ettikleri gibi, altı makamdan dahi onun ayn-ı hak ve sadık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığına, hem yanlış olmadığına imza eden, başta bu kâinatta daima güzelliği izhar, iyiliği ve doğruluğu himaye ve sahtekârları ve müfterileri imha ve izale etmek âdetini bir düstur-u faaliyet ittihaz eden bu kâinatın mutasarrıfı, o Kur'ana âlemde en makbul, en yüksek, en hâkimane bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-i muvaffakıyet vermesiyle onu tasdik ve imza ettiği gibi, İslâmiyetin menbaı ve Kur'anın tercümanı olan zâtın (Aleyhissalâtü Vesselâm) herkesten ziyade ona itikad ve ihtiramı ve nüzulü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i naimanede bulunması ve sair kelâmları ona yetişememesi ve bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmiş ve gelecek hakikî hâdisat-ı kevniyeyi, gaybiyane Kur'an ile tereddüdsüz ve itminan ile beyan etmesi ve çok dikkatli gözlerin nazarı altında hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyeti görülmeyen o tercümanın, bütün kuvvetiyle Kur'anın herbir hükmüne iman edip tasdik etmesi ve hiçbir şey onu sarsmaması; Kur'an semavî, hakkaniyetli ve kendi Hâlık-ı Rahîminin mübarek kelâmı olduğunu imza ediyor. (Ş:136)
74-)Bütün ruh ve kalb ve aklımla sizin leyali-i aşerenizi tebrik ederiz. Bizim şirket-i maneviyemizde büyük kazançlar edeceklerini rahmet-i İlahiyeden niyaz ederiz. Bu gece rü’yamda yanınıza gelmiş, imam olarak namaz kılacağım halinde uyandım. Benim tecrübelerimle rü’yanın tabiri çıkacağı zamanda, Sava ve Homa kahramanlarından iki kardeşimiz rü’yayı tabir etmek için umumunuz namına geldiler. Ben de umumunuzu görmek gibi mesrur oldum.(Ş:307)

Müjdeli ve tabiri çıkmış latif bir rü’ya

75-)Bana hizmet eden Ali geldi, dedi: "Ben rü’yada gördüm ki, sen Hüsrev'le beraber Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın elini öptün." Birden bir mektub aldım ki, Hüsrev'in hattıyla yazılan Asâ-yı Musa mecmuasını kabr-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm üzerinde hacılar görmüşler. Demek benim bedelime Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın manevî elini, Hüsrev kaleminin vasıtasıyla öpmüş ve rıza-yı Nebeviyeye mazhar olmuş. (Ş:488)

76-)Onikincisi: Âlem-i İslâmda herbiri ümmetin ehemmiyetli bir kısmını daire-i dersine alıp hârika irşad ve kerametlerle manevî terakki ettiren ve hüccetler yerinde müşahedata, keşfiyata dayanan ve aktab denilen en derin ehl-i tahkik ve hakikat, ruhanî terakkilerinde Muhammed'in (A.S.M.) risaletini ve sadıkıyetini ve en yüksek mertebe-i hakkaniyette bulunduğunu keşfen ve şuhuden görüp müttefikan ve mütetabıkan nübüvvetine şehadetleri öyle bir imzadır ki; onların umumu kadar bir yüksek mertebe-i kemalâtı kazanmayan o imzayı bozamaz.(Ş:628)

77-)Eğer ¬^ÅX«D²7!ö]¬S«4ökelimesinde vakfedilmezse ve ö«w<¬G¬7@«'ökelimesiyle rabtedilse, o vakit "te", "he" olmaz. Fakat daha latif tesellikâr bir tevafuk olur. Çünki !:­G¬Q­,ö«w<¬HÅ7!ö@Å8«!«:ökaide-i nahviyece mübtedadır.

«w<¬G¬7@«'ö¬^ÅX«D²7!ö]¬S«4öonun haberidir. Bu haber ise, makam-ı cifrîsi olan bin üçyüz kırkdokuz (1349) adediyle, bin üçyüz kırkdokuz tarihinden beşaretle remzen haber verir. Ve o tarihte bulunan Kur'an hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı Cennet ve ehl-i saadet olduğunu mana-yı işarîsiyle ve tevafuk-u cifrî ile ihbar eder ve bu tarihte Risale-i Nur şakirdleri Kur'an hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvürleri ve çok mühim risalelerin te'lifleri ve başlarına gelen şimdiki musibetin, düşmanları tarafından ihzaratı tezahür ettiğinden, elbette bu tarihe müteveccih ve işarî, tesellikâr bir beşaret-i Kur'aniye en evvel onlara baktığını gösterir. Evet «w<¬G¬7@«'ö¬^ÅX«D²7!ö]¬S«4öde şeddeli "nun" bir "nun" sayılmak cihetiyle öتödörtyüz, „öaltıyüz, bin eder. İki ö–öyüz, bir ›öiki ¿öbir Äöikiyüz; diğer Äö otuz, ikinci ›öon, iki elif iki, bir ‚öüç, bir (ödört, kırk dokuz eder ki; yekûnü 1349 eder. Bu müjde-i Kur'aniyenin binden bir vechi bize teması, bin hazineden ziyade kıymetdardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rü’ya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta'da başımıza gelen bu hâdiseden bir ay evvel bir zâta rü’yada (ona) deniliyor ki:

"Resail-in Nur şakirdleri, iman ile kabre girecekler, imansız vefat etmezler."

Biz o vakit o rü’yaya çok sevindik. Demek o müjde, bu müjde-i Kur'aniyenin bir müjdecisi imiş. (Hasiye)

(Haşiye): Cihan saltanatından daha ziyade kıymetdar bir müjde-i Kur'aniye, bir beşaret-i semaviye bu sahifede vardır. (Ş:716)

78-)Kezalik beşerin akaidine karışıp hiçbir zamanda, hiçbir inkılabda itirazlara maruz kalmayarak devam eden melaike itikadının bir hakikata, bir asla dayanmaması ve mebadi-i zaruriyeden tevellüd etmemesi muhaldir. Her halde beşerin bu umumî itikadı, mebadi-i zaruriyeden neş'et eden ve müşahedat vakıalarından hasıl olan ve muhtelif emarelerden tevellüd eden hadsî bir hükmün neticesidir.(İ:198)

79-)İ'lem Eyyühel-Aziz! Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım, mealinde olan:

¬`[¬L«8ö¬d²A­M¬"öެ!ö²y¬A«B²X«#ö²v«7ö«:ö]¬B«A[¬A«-ö¬u²[«V¬"ö²a«8@«9ö²G«5ö]¬X²[«2ö«: şiirin şümulüne dâhilim. Çünki gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah intibah değilmiş. Ancak uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş. Binaenaleyh medenîlerin iftihar ile dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zamanımdaki intibah kabilesinden olsa gerektir.

80-)Onların misali, rü’yasında güya uyanıp, rü’yasını halka hikâye eden naim meselidir. Halbuki rü’yasında onun o intibahı, uykunun hafif perdesinden derin ve kalın bir perdeye intikal ettiğine işarettir. Böyle bir naim ölü gibidir. Yarıbuçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir?

81-)Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünki aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz. (Ms:125)

82-)Hakikatdar bir rü’yada gördüm ki, insanlara diyordum: "Ey insan! Kur'anın desatirindendir ki, Cenab-ı Hakk'ın masivasından hiçbir şeyi ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünki mahlukat, mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler."(Ms:150)

83-)İ'lem Eyyühel-Aziz! Denizlerde vukua gelen medd ü cezir gibi, evliya arasında da bast-ı zaman, (Haşiye) tayy-ı mekân mes'elesi

(Haşiye): Bast-ı zaman sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Mi'rac, bu hakikatın vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mi'racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünki Mi'rac yoluyla beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası, bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. Hem bu hakikata binaen bazı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş. Bazıları, bir saatte bir senelik vazifesini yapmış. Bazıları, bir dakikada bir hatme-i Kur'aniyeyi okumuş oldukları gibi, Risale-i Nur'un te'lifinde de bu bast-ı zaman hakikatı çok defa vukua gelmiş. Ezcümle:

Ondokuzuncu Mektub yüzelli sahifedir. Üçyüzden fazla mu'cizatı, kitablara müracaat edilmeden ezber olarak dağ, bağ köşelerinde dört gün zarfında her gün üçer saat meşgul olmakla mecmuu oniki saatte te'lif edilmesi.. Ramazan Risalesi, kırk dakikada te'lif edilmesi.. Yirmisekizinci Söz, yirmi dakikada te'lif edilmesi.. bast-ı zamanın vukuunu isbat etmiştir.

¯•²Y«<ö«m²Q«"ö²—«!ö_®8²Y«<ö_«X²C¬A«7ö~Y­7@«5ö²v­B²C¬A«7ö²v«6ö²v­Z²X¬8ö°u¬=@«5ö«"@«5



âyeti tayy-ı zamanı gösterdiği gibi

«–:ÇG­Q«#ö_ÅW¬8ö¯}«X«,ö¬r²7«@«6ö«t¬±"«*ö«f²X¬2ö_®8²Y«<öÅ–¬!ö«—ö



âyeti de bast-ı zamanı gösterir.

şöhret bulmuştur. Ezcümle Kitab-ı Yevakit'in rivayetine göre, İmam-ı Şa'ranî bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalaa etmiştir. Bu gibi vukuat, istiğrab ile inkâr edilmesin. Zira bu gibi garib mes'eleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur. Meselâ rü’yada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur'an okumuş olsa idin, birkaç hatim okumuş olurdun. Bu halet evliya için halet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mes'ele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir. Ruhu cismaniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri sür'at-ı ruh mizanıyla cereyan eder. (Ms:197)

84-)İşte kâinat ve mevcudatın tanzimatındaki hikmet-i amme ve tezyinatlarındaki inayet-i tamme ve mevcudatı in'am ve ihsanlarla taltif etmekteki rahmet-i vasia ve terbiyelerindeki irzak ve iaşe-i şamile ve Fatır-ı Zülcelallerinin şuunat-ı zâtiyesine mazhar acib-üs san'at bir hayat; ve onları süslemek ve güzelleştirmek içindeki kasdî bir mehasin; ve onların zevalleriyle beraber bir cemal-i mücerredden in'ikas edip üstlerinde cilvelenen bir tecelli-i daimî ve mabudlarına karşı kalblerindeki aşk-ı sadık ve cezbelerindeki zâhir incizab; ve bütün kümmelîn evliyasının, mevcudat fatırının vahdetine dair olan ittifakları ve mevcudatın eczalarında görülen maslahatkârane bir tasarruf ve nebatatındaki hikmetdarane tedbir; ve hayvanatında görülen kerimane bir terbiye; ve erkânının tegayyüratındaki gayet mükemmelane intizam; ve intizamının külliyetindeki pek cesîm gayeler ve gayet kemaldeki hüsn-ü san'atlarıyla beraber birden, def'aten maddeye ve müddete ihtiyaç göstermeden hudûsa maruz kalıp tegayyür ve tebeddülleri; ve imkânatlarındaki tereddüdlerinin adem-i tahdidiyle beraber zâtlarında görünen gayet hakîmane bir teşahhus; ve gayet kesretli ve mütenevvi ihtiyaçlarıyla beraber, o metalib ve ihtiyacatın en küçüğüne elleri yetişmediği halde, lâyık ve münasib evkatta umulmadığı ve düşünülmediği bir tarzda kaza edilip ellerine verilmesi; ve maden-i zâtlarında görünen mutlak bir kuvvetin âsârı; ve aczlerinin menbaında cilvelenen bir kudret-i mutlakanın tezahürü; ve cümudiyetleri içinde parlayan zâhir bir hayat; ve cehlleri içinde açığa vuran bir şuur-u muhit; ve tegayyür etmeyen gayr-ı mugayyer bir mugayyirin vücudunu istilzam eden tegayyürlerindeki hârika bir intizam-ı mükemmel; ve merkezi müttehid, mütedâhil daireler gibi tesbihatlarındaki ittifak; ve lisan-ı istidad ve lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ve lisan-ı ızdırar ile üç nevi duaların her zaman makbuliyetleri; ve ibadetlerinde mazhar oldukları füyuzat ve müşahedat ve münacat; ve onların (kaderleri olan) mukadderat-ı hayatiye tabir edilen hayatlarında geçirdikleri ahval ve etvarlarındaki intizam; ve fatırlarının zikrine terettüb eden itminan; ve ibadetin mebde ve müntehaları arasındaki hayt-ı vuslat oluşu; ve ibadet, kemallerinin zuhuruna sebeb olması; ve ibadetle Sâni'lerinin makasıdları tahakkuk etmesine bir medar ve hakeza kâinat şecere-i uzması, sair şuunatıyla ve etvar ve keyfiyatıyla; bütün kâinat ve mevcudat bir tek Müdebbir-i Hakîm'in tedbirinde olduğuna şahidlerdir. (Bms:135)

85-)Beşincisi: Vücudundur. Bu ise sana ebedî mülk olmuş bir şey değildir. Belki o vücuda, onun Mâliki senden daha çok mâliktir. Hem ona senden daha çok şefkatlidir. Şu halde o Mâlik'in emri ve izni olmadan o vücuda herhangi bir müdahalen olursa, o müdahale fuzulî bir müdahale ve fuzuliyane bir meşgale olduğu gibi, çok kerre ona zararın dokunmuş olur. Görmüyor musun ki, uykunun hırs ve merakı, nasıl mahrumiyete sebeb olup uykusuzluğu celbederler. (Bms:241)

86-)$ Ey kardeş bil ki: $$ beytinin hakikatına bir mâsadak ben oldum. Ve onun doğruluğuna bir ölçü benim halimdir. Çünki gençliğimdeki intibah ve uyanıklığın en şiddetli vakitlerini, şimdi görüyorum ki, o hal uykumun en derin tabakatı imiş. Demek medeniyetçilerin örfünde münevverlik ve aydınlık dedikleri şey, bahsi geçen benim gençliğimdeki intibahım gibi imiş.

87-)Evet medenîlerin meseli şöyle bir adama benzer ki; o adam uykuda bulunduğu halde, rü’yasında görüyor ki, kendisi uyanmış da, rü’yasını bazı kimselere hikâye ediyor. Halbuki bu adamın rü’yasında gördüğü intibah ise, uykunun hafif bir tabakasından daha kalın ve derin bir tabakasına geçmesidir. Acaba böyle ölü gibi uykuda olan bir adam, nasıl uykunun ilk tabakasına girmiş, yarı uyanık diri bir adamı ikaz edebilir? Ve hem muzaaf uykusunun perdeleri arkasında iken, konuştuklarını nasıl o ilk ve yarı uykudaki kimseye işittirebilecek.

88-)İşte ey uykuda iken kendini ayık zannedenler! Sakın mimsiz medenîlere müsamaha-yı diniye ile ve kendinizi onlara benzeterek yanaşmayınız. Güya zannedersiniz ki, bizim ile onların arasında bir köprü vazifesini görüp de muvasalayı temin edecekmişsiniz ve aramızdaki pek derin dereyi dolduracakmışsınız, kellâ!.. Yanlış düşünüyorsunuz. Çünki mü'minler ile kâfirler arasında olan mesafe hadsizdir. Ve mabeynimizdeki dere nihayet derindir. Bu nihayet uzun mesafeyi ve şu pek derin dereyi dolduramazsınız. Belki ya onlara iltihak edersiniz veyahut dalaletin en uzak derekesine düşüp İslâmiyetten uzaklaşırsınız. (Bms:251)

89-)Evet sen maddî cismin itibariyle bir acz-i mütecessid ve bir ihtiyac-ı mahz ve bir in'am-ı mücessem ve uyanık zannolunan bir nevm-i mümevvehsin. Yani acz, senin cesedindir. İhtiyaç da onun içinde hareket eden bir ruhtur. İn'am ise senin cismindir. Hayatın ise bir uykudur, onunla duruyor. (Bms:289)

90-)$ Ey kardeş bil ki! Bazı evliyaya vaki olan bast-ı zaman, tayy-ı mekân hâdiselerinin vukuatı iştihar kesbetmiştir. Meselâ İmam-ı Şa'ranî Hazretleri hakkında "Kitab-ül Yevakît Ve-l Cevahir"in âhirinde yazıldığı üzere; birgün içinde Fütuhat-ı Mekkiye kitabının tamamını ikibuçuk defa mütalaa ettiği rivayet ediliyor.

91-)İşte bu mes'elenin istiğrab edilip inkâr edilmesine mecal yoktur. Zira bu hakikatı fehme yakınlaştıracak çok nazîrelerini görmektesiniz.

92-)Ezcümle: Sen rü’yada bazan bir gece içinde belki bir saat zarfında gördüklerini veya konuştuklarını, uyanık iken yapsaydın, üzerinden bir sene geçebilirdi. Eğer o saatlik rü’yada konuştuğun sözler veya işlediğin fiillere bedel Kur'an okumuş olsaydın, elbette o saatte birçok hatme-i Kur'aniye yapmış olurdun.

93-)İşte şu halet, ehl-i keşif için yakazada inkişafı nisbetinde, zaman inbisat peyda edip ömür de uzanıyor ve zamanla mukayyed olmayan ruhun dairesine takarrüb eyliyor.

94-)Şimdi şu hakikata misal için masnuat-ı İlahiye içinde mevcud bulunan harekâtın sür'at derecelerine işaret etmek, hususan ses, ziya, elektrik, hayal, nur-u akıl, melaike ve ruhanîlerin derece-i sür'atlerini beyan etmek için, bir ölçü olmak üzere, içiçe çok milleri bulunan bir saat farzediyoruz. İşte o saatin bir mili saatleri, birisi dakikaları, birisi saniyeleri sayar. Tâ âşireleri sayan mile kadar hepsi birinci milden tâ âhirine kadar her birisi ötekisiyle olan münasebetini muhafaza etmekle beraber çalışmaktadırlar.

95-)İşte bak, harekâtın en yavaşına işaret eden o saat içindeki saatı sayan milin medarı, faraza senin şu saatinin dairesi kadar olsa, elbette harekâtın en sür'atlisine işaret eden âşireyi sayan milin dairesi, Zühal yıldızının medarı kadar belki daha geniş olması lâzım gelir.

96-)Şimdi meselâ bir adam, saati sayan mile, birisi de âşireyi sayan milin sırtına binmiş farzedelim. İşte bu iki adamın gördükleri ve mesafe katetmeleri arasındaki tefavüt derecesine bak ki; şuna inbisat edip genişlenen saha, buna intiva edip kısalmaktadır. Âdeta âşireye binen adamın bir saniyesi, ötekinin bir senesi kadar oluyor.

97-)Evet hareket, çünki zamanın cismi veyahut zaman, hareketin bir rengi gibi olduğundan, harekette cari olan kanun, zamanda da aynen caridir. İşte acaba neden caiz olmasın ki, ruhu cismaniyetine galib olmuş bir velinin fiilleri, ruh ve hayal ölçüleriyle sudûr etmesin.(Bms:396)

98-)$ Ey kardeş bil ki! Bir hal, bir hale veya bir âlem, diğer bir âleme değişmekle iki taraf ortasında manevî bir dere açılır ki, bu taraftan o tarafa ve bu âlemden o âleme geçmek için her iki âlem ile münasebettar bir köprünün o dere üstünde uzatılmış olması lâzımdır. Tâ ki bu âlemden o âleme gitmek üzere bundan soyunup onunla telebbüs ederek o köprüden geçilebilsin. Lâkin köprü, inkılabların cinslerine göre ve bir inkılab nev'inden diğer bir inkılaba münkalib olanların makamları adedince çok muhtelif şekilleri ve ayrı ayrı mahiyetleri ve mütenevvi isimleri vardır.

99-)Meselâ uyku, âlem-i yakaza ile âlem-i misal arasında bir köprü olduğu gibi, âlem-i berzah dahi dünya ve âhiret arasında bir köprüdür. Ve keza âlem-i misal, âlem-i cismanî ile âlem-i ruhanî mabeyninde bir köprüdür. Hem bahar dahi kış ile yaz ortasında bir köprüdür. Amma haşirde, köprü bir değildir, belki onda çok azîm ve pek büyük inkılablar mündemic olduğundan elbette cisri (köprüsü) dahi, en acib ve çok eğri büğrü ve gayet garib bir şey olacaktır.(Bms:469)

100-)Ey arkadaş bilmiş ol ki: Kur'an'ın nasılki müteşabihatı tevile muhtaçtır. Öyle de ehadîsin müşkilat ve müteşabihatı dahi tabir ve tefsire muhtaçtırlar. Şayet senin nazar-ı zâhirinde vakıa muhalif gibi görünen bir rivayet sana rastgelse de, o rivayetin evvelâ İsrailiyattan olması muhtemel olduğu gibi...

101-)Sâniyen: Râvilerin bazı izahlı sözleri olması...

Sâlisen: Onu nakledenlerin istinbatlı manaları olması...

Râbian: Evliya-yı muhaddisînin tabire muhtaç olan keşfiyatlarından olması...

Hâmisen: Beyn-en nas mütearef olan bazı mesmuat ki, Peygamber (A.S.M.) onları semavî bir tebliğ olarak değil; belki tenbih için bir musahabe-i örfiye tarzında zikrettiği bazı kinaîli hakikatlar olması ihtimaliyle beraber, hemen nazarını onun zâhirine hasretme. Belki irşadî bir maksada sevkeden kinaî bir temsile hamledip tevil et! Veyahut uykudaki adam uyanık adamın âlem-i yakazasında gördüğünü tabire yeltendiği gibi, o gibi rivayatı hiç olmazsa bir tabir ile tefsir et.

102-)Evet nasılki sen uykudaki adamın gördüğünü tabir edebiliyorsun. Öyle de; ey şu hayat-ı dünyeviyenin gafleti içinde uykuya dalmış arkadaş! $ nın sırrına mazhar ve $ hadîsinin tasrihiyle hakikî hüşyar ve yakazan olan Zât-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) söylediklerini ve gördüklerini senin elinden gelirse tabir etmeye çalış! (Bms:566)

103-)Sâlisen: Yirmisekizinci Mektub'un Sekiz Mes'elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş. @®#@«A­,ö²v­U«8²x«9ö@«X²V«Q«%«: âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi'niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi'lerine ve kari'lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz.(B:60)

104-)Evet, bir şey arıyorum. Heyhat aradığım hem çok yakın, hem çok uzak görünüyor. Bilmiyorum daha ne kadar zaman bu hal içerisinde çırpınacağım. Evet, yine pek çok müteşekkirim. Nasıl teşekkürüm hadsiz olmasın? Henüz bir sene oldu; iki gece birbiri üstüne gördüğüm iki rü’ya-yı sadıkada, temelleri atılmakta olan büyük bir gülyağı fabrikasının kâtibliğine tayin edilmiş ve işe mübaşeret etmiştim. Bu rü’ya tarihinden iki ay sonra risaleleri yazmağa başladım. Ve bilhassa Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci ve Sekizinci Mes'elelerinde, hizmetimizin makbuliyeti ve rıza-i İlahî dâhilinde olduğu pek açık bir lisanla yazılması, âciz talebenizi de dilşâd etmiş bulunuyor. Sevgili üstadım, Allah sizden ebeden razı olsun.(B:75)

105-)Bilâhere Yirmiikinci Mektub'u verdiniz, yazdım. Bir-iki defa arkadaşlarımla okudum. Âciz talebenizin maddî ve manevî onbeş yaşından beri, mazide birikmiş olan küflü yaralarını tedavi etti. Elhamdülillah. Bunun üzerine bir rü’ya gördüm. Rü’ya budur:

106-)"Menamda, kıbleye karşı bir vilayete gittim. O vilayette gezerken, iki büyük acib fabrikaya rastgeldim. Bu fabrikalar, dünyadaki fabrikalara benzemiyor ve hem de bu fabrikalar insanın sağ cenahına geliyor. İkisinin de sahibleri yok. İçerisine girdim; fabrikanın biri büyük, biri küçük. Bu küçük fabrikayı ben idare ederim diye, ona sahib oldum." Bunun üzerine bir rü’ya daha gördüm:

107-)Kıbleye karşı uzun bir kışla ve kışlanın içinde büyük bir fırın var. Ben de o fırının dairesindeyim ve ayak üzereyim. Karşımda, gençlerden ehl-i takva Süleyman isminde bir genç vardı. Ve sağ tarafımda yine gençten, İsmail isminde birisi vardı. Buna binaen, alettahmin yüz kadar gençler, o fırının dairesinde sağımda ve solumda ayak üzere idiler. Hayret ettim. Bunun üzerine büyük bir zât geldi, gençlerin önüne ufacık bir mendil serdi. O mendil üzerinden, dört köşe haşhaşlı ekmeği gençlere birer birer dağıttı. Bilâhere, o mendilin içinden birer avuç da kuru üzüm dağıttı. Bakıyorum, o mendilden üzüm ve ekmek tükenmedi. Hayret ettim. Bana denildi ki: "Bu mübarek zât, Said Nursî'dir." Ben de anladım ki; bu hârika iş aktablarda bulunur dedim uyandım.

108-)Bunun üzerine risaleleri devam üzre yazmakta iken, Allah'ın tevfiki ve Üstad-ı Muhteremin himmeti erişti. Çok çok istifade etmeye başladım. Bilâhere bütün o rü’yamda gördüğüm gençler, etrafıma toplandı. Her birisi bana arkadaş ve Kur'ana talebe oldular.(B:140)

109-)Döneceğim bâlâdaki rü’yanın tabirine; aklım yetiştiği kadar tabir edeceğim, Allah hayretsin.

Biri büyük, biri küçük fabrikadan, büyük fabrika ise üstad-ı muhteremdir. Fabrikanın içerisinde bulunan acib ve garib, bedi' âletler ise, bu zamana kadar hiç bir imamın söylemediği kelimeleri ve iman telkinatlarını yapan Risalet-ün Nur eczalarıdır. O küçük fabrika ise; Risale-i Nurları kim okuyup yazarsa, o dahi küçük fabrikaya benzeyecek. İçerisindeki bedi' âletler ise, Risale-i Nur'un düsturları, hakikatları ve mesail-i imaniyedir. Okuyan ve yazan insanlar, öyle kuvvetli, sarsılmaz imanları bulacaklardır. Fabrika hareketi ise, risaleleri okuyup yazan adamların kemal-i şevk ve heyecanla çalışmalarıdır. Görmüş olduğum vilayet ise; velayet-i kübra yollarını gösteren Risale-i Nur'dur. Bu rü’yayı takviye için, bir rü’ya daha söyleyeceğim: "Menamda, İstanbul'a yaya olarak iki defa gittim. İstanbul'a vardığımda, dükkânları hep açıktır, içinde sahibleri yoktur, dükkânların içinde -sandıklarda- büyük büyük mıhlar gördüm ve başka demir parçaları da vardı. Bunun üzerine manevî rahmet yağarken, İstanbul'dan yaya olarak avdet ettim."

110-)Allahu a'lem bunun tabiri de, dünyada İstanbul büyük ve güzel memleket olduğu gibi, öyle de risaleler ve Mektubat-ün Nur velayet-i kübra yollarını gösterir. Demir gibi kuvvetli, elmas mıhlar gibi hakikatın bürhanlarını, satışa çıkaran ve her risale bir kudsî dükkân hükmüne gelen bir meşher-i nuranîdir. O sergide, imanî nurlar teşhir ediliyor. Ve velayet-i kübra yollarını gösterdiğini, iki kerre iki dört eder derecesinde kanaatım gelmiştir.

111-)İkinci gördüğüm rü’yanın tabiri, Allahu a'lem böyle olsa gerektir: Kıbleye karşı kışla ise, manevî Allah'a asker olan gençlerin Isparta Vilayetindeki geniş dershanelerine işarettir. Ekmeği dağıtan zât ise, üstad-ı muhterem Said Nursî'dir. Ve ekmek pişiren fırın ise, üstadımın hususî medresesidir. Fırının ekmeğinin müşterileri ise; risaleleri okuyup lezzetini anlayan, benim gibi ve arkadaşlarım gibi ¯G<¬i«8ö²w¬8ö²u«;ödiyenlerdir.

112-)Evet üstad-ı muhterem, insanlara manevî ekmek dağıtıcıdır. Bu fırında çok işaretler vardır. Aklım bu kadar yetişiyor. Gençlerin ayakta olması ise, gençlerin imanî risaleler okuyup imanları kuvvetleneceğine işarettir. O tatlı ve yedikçe noksan olmayan üzüm ve ekmek ise, her şeyden daha tatlı i'caz-ı Kur'an esrarına ve imanın envârına işarettir ki, onları Risale-i Nur dağıtıyor. Âciz talebeniz ise, gençlerin başında ve sağ tarafta bulunduğum ise; gençlere ihsan-ı İlahî, ikram-ı İlahî ve üstad-ı muhteremin himmetiyle o gençlere vesile olacağıma işarettir inşâallah. Benim aklım bu kadar eriyor. Bu kadar tabir edebildim. Rü’yalarımın ıslah ve tabirini rica ederim.

113-)Yirmi gün zarfında bir rü’ya daha gördüm: Eğirdir Gölü'nün kenarında, yani çakıllığında bulunuyormuşum. Bu denizin kenarında büyük bir beyaz çadır kurulmuş. Çadırın içinde, büyük bir direğin dibinde üstadım Said bulunuyor. Bu esnada eline büyük bir kırmızı kaplı kitab alıp, çadırın direğine dayanarak o kitabı okudu. Bilâhere hariçten, kıble tarafından Mahmud isminde gençten, yeşil elbiseli birisi gelip üstadımın elinden o kitabı -yani okuduğu hutbeyi- istedi ve aldı. Çadırdan Mahmud ismindeki genç dışarıya çıktı, kıbleye karşı, ayak üzere halklara dedi ki: "Bu âna gelinceye kadar böyle bir hutbeyi hiçbir imam okumamıştır" diyerek, o hitabeyi alıp kıbleye karşı götürdü. O anda uyandım. Allah hayretsin.

114-)Bu rü’yayı da bildiğim kadar tabir edeceğim: O deniz ise, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.)dır. O çadır ise Isparta Vilayetidir. O hutbe ise, Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur'dur. Hutbeyi götüren yeşil elbiseli genç Mahmud ise, ya Şeyh-i Geylanî, ya İmam-ı Rabbanî'dir. Risaleler makam-ı Mahmud yolunu tarif ediyorlar. Üstadımın hutbesi olan Risale-i Nur, bu zamanın bir mehdisi ve müceddididir.

115-)Ey küre-i arzda bulunan gençler, hocalar ve halifeler! Bin seneden beridir insanların aradığı Mehdi Hazretlerinin pişdarı ve müjdecisi üstadımın neşrettiği Risale-i Nur'dur. Ey benim kardeşlerim! Benim gibi âciz bir talebenin okumasından, anlamasından ne çıkar? Üstadıma ne sual açabilirim? Kaç kitab okudum da sual açayım ve mes'ele halledeyim? Ne gibi sual sorayım?

116-)Dünyada çok kitablar vardır ve o kitabları okumuşsunuzdur. Okuduğunuz kitabların hepsini de anladınız mı? Alâküllihal anlayamadığınız mes'eleler çoktur. Üstadıma sual açınız, meydana ilim çıksın ve iman hakikatı çıksın da dünyada bulunan üç yüz elli milyon Müslümanlar da istifade etsinler. Ne kadar müşkilâtınız varsa halledilsin, bizim gibi âcizler de istifade etsin.

117-)Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracağınız suallerin cevablarını Risale-i Nur'da bulabilirsiniz. Ehl-i keşf ve kalbden birisi, benim gibi âciz bir insandan Mehdi'yi soruyor, "Ne vakit gelecek?" Daha Mehdi'yi anlayamamış. Dabbet-ül Arz kimler olduğunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde birer bahis vardır. Her müşkil sualin cevabını o risalelerden arayınız, bulursunuz.

118-)Ey hocalar ve halifeler! Bizim ilmimiz bize yeter deyip, yıldız böceği gibi şavkınıza, ilminize aldanmayın. İnsanın kendi bildiği kendine kâfi gelmez. Her insan, her mes'eleyi yalnız anlayamaz. Uyuyorsunuz! Uyuduğunuz mikdar artık yeter! Uyanmalı...

119-)Peder ve vâlidem ve cümle arkadaşlarım ve biraderim Ali çok selâm edip, iki ellerinden öper ve dua etmektedirler.

Kuleönü'nde Sofuoğlu

1   2   3   4   5   6   7


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət