Ana səhifə

Memurlarin sorunlari


Yüklə 300.5 Kb.
səhifə2/3
tarix25.06.2016
ölçüsü300.5 Kb.
1   2   3

Kaynak: TÜİK
Ortalama memur maaşı 2002-2012 nisan arasında cari fiyatlarla %251,1 oranında artmıştır.


Kaynak: Türkiye Kamu-Sen

En düşük dereceli memur maaşı 2002-2012 nisan arasında cari fiyatlarla %305,6 oranında artmıştır.




Kaynak: Türkiye Kamu-Sen

Ancak bu gelişmelere karşın gelir dağılımında 2002-2012 arasında memurlar aleyhine %14,8 oranında gerileme olmuştur.


Aynı dönemde TÜFE artışı %146,1 olarak gerçekleşmesine rağmen vatandaşların tüketmek zorunda oldukları mal ve hizmetlerin fiyatları ortalama %187,8 oranında artmıştır.
Anılan dönemde ortalama memur maaşı %251,1; en düşük memur maaşı %305,6 oranında artmış olsa da yapılan hesaplama, 2006 yılından beri ödenen “Denge Tazminatı” ve 2008 yılında ödenmeye başlanan “Ek Ödeme” artışlarını da kapsadığı için memur maaşlarındaki gerçek artışları yansıtmamaktadır. Ek ödeme artışlarından faydalanamayan kamu görevlileri ve emeklilerin maaş artışları 2002-2012 arasında gerçekleşen TÜFE kadar yani % 146,1 artmıştır.
Öte yandan adil bir gelir dağılımı ve ülke ekonomisinde yaşanan büyümenin toplumun tüm kesimlerine eşit oranlarda yansıtılması gerçeğinden yola çıkıldığında kamu görevlileri, ekonomik olarak, ülke içinde üretilen mal ve hizmetlerden 2002 yılı seviyesinden %14,8 daha geridedir.
Dolayısıyla memur maaş artışlarında dikkate alınması gereken kriterler, enflasyon, büyüme ve refah payı olmak zorundayken, bu süreçte memur maaşları gerçekleşmesi planlanan enflasyon üzerine kurgulanarak artırılmıştır.



Yıllar

Yıllık TÜFE

(%)

Endeks

Reel Büyüme

TÜFE+Büyüme Endeksi

Memur Maaş Artış Oranı

(ortalama)

Memur Maaş Endeksi

(gerçekleşen)

2002

29,7

100

6,2

100

0

100

2003

18,4

118,4

5,3

124,7

14,5

114,5

2004

9,32

129,4

9,4

149,1

12,3

128,6

2005

7,72

139,4

8,4

174,1

10,5

142,1

2006

9,65

152,9

6,9

204,1

18,5

168,4

2007

8,39

165,7

4,5

231,2

9,5

184,4

2008

10,06

182,4

0,7

254,6

24,1

228,8

2009

6,53

194,3

-4,8

258,2

8,6

248,5

2010

6,40

206,7

9,2

300,0

6,4

264,4

2011

10,45

228,3

8,5

359,5

14,4

302,4

2012 (Ekim)

7,8

246,1

4,0


403,0

16,1



351,1

Kaynak: TÜİK
2002 yılında %6,6 olan personel harcamalarının milli gelirdeki payı, 2012 yılında %5,7’ye düşmüştür. Bu azalma, personele ayrılan 7,4 milyar $ tutarındaki kaynağın başka alanlara kaydığını göstermektedir.


Kaynak: Maliye Bakanlığı, BUMKO

Bununla birlikte Türkiye OECD ülkeleri içinde gelir dağılımı en düşük ikinci ülke konumundadır.




Kaynak: TÜİK, OECD
GINI Katsayısının düşürülebilmesi için yıllık %1 refah payı uygulanması durumunda memur maaş endeksi


Yıllar

Memur Maaş Endeksi

(gerçekleşen)

Olması Gereken

(TÜFE+Büyüme+Refah Payı)

2002

100

100

2003

114,5

125,9

2004

128,6

152,1

2005

142,1

179,4

2006

168,4

212,3

2007

184,4

242,9

2008

228,8

271,9

2009

248,5

278,5

2010

264,4

326,8

2011

302,4

395,6

2012 (Ekim)

351,1

448,0

Kaynak: TÜİK

Yıllık gerçekleşen enflasyon, yaşanan ekonomik büyüme ve gelir dağılımındaki adaletin sağlanması, gelir dağılımından en yüksek payı alan kesimle, en az pay alan kesim arasındaki farkın kapatılarak Gini katsayısının OECD ülkeleri ortalamasına yaklaştırılabilmesi için tüm çalışanlara verilmesi gereken refah payı artışları dikkate alındığında, memur maaşlarının %27,6 oranında daha artırılması gerekmektedir.


Kamu görevlilerine ve emekli maaşlarına refah payı verilmelidir.
Ücretlerin reel olarak yükselmesi ve ülke içinde adil bir gelir dağılımı sağlanabilmesi için, çalışanların maaşlarına enflasyon oranlarının üzerinde bir miktar daha artış yapılması zorunludur. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında milli gelirlerin büyüklüğü kadar, gelirin dağılımı da hayati bir önem taşımaktadır. Sosyal politika uygulamaları, maliye ve para politikaları, ücret ve vergi sistemleri; milli gelirin adil bir şekilde paylaşılması ve ülkedeki en zenginle en yoksul arasındaki gelir farkının kabul edilebilir bir noktaya gelmesi için kullanılabilecek araçlardır.
Ancak bunların yanında daha birçok faktör, milli gelirin ülkede yaşayan vatandaşlar arasında, kazanma gücüne bağlı olarak kabul edilebilir bir şekilde dağılımında etkindir. Gelir dağılımında adaletin sağlanması, ülkede en alt gelir grubu ile en üst gelir grubu arasında büyük uçurumlar oluşturmayacak, çatışmaya yer vermeyecek bir yapının kurulması ile mümkündür. Düşük gelirli grupların tüketim eğilimlerinin yüksek olması, tasarruf ve dolayısıyla, servet birikiminin oluşmasını engellemektedir. Böylece, düşük gelir-düşük servet-yeniden düşük gelir kısır döngüsü sürekli olarak yaşanmaktadır. Dolayısıyla, etkin bir yeniden dağılım önlemlerinin alınmadığı piyasa ekonomilerinde servet artışının büyük bir bölümü, serveti yüksek grupların eline geçmektedir.
Maaş artışlarında hedeflenen enflasyon yerine gerçekleşen enflasyon dikkate alınmalıdır.
AKP hükümeti ile birlikte, 57. hükümet döneminde başlatılan kamu görevlilerine “gerçekleşen enflasyon” oranının üzerine refah payı eklenerek maaş artışı yapılması uygulamasından vazgeçilmiş ve böylece kamu görevlileri hak kaybına uğratılmışlardır. Bu durum verilen hakkın geri alınması anlamını taşımaktadır. Hükümet her yıl gerçekleşmesini ümit ettiği bir enflasyon hedeflemesi yapmakta ve kamu görevlilerinin maaşlarını hedeflenen enflasyon oranları çerçevesinde artırmaktadır.
Ancak birçok defa gerçekleşen enflasyon, hedeflenen enflasyonun iki katı düzeyinde olmuştur. Her ne kadar, dönem sonunda memur maaşlarına yapılan artışla, ortaya çıkan enflasyon arasındaki fark kapatılsa da, mal ve hizmet fiyatları ilgili dönem içinde memur maaşlarına yapılan artışları geçtiği için, maaşlar reel olarak azalmaktadır. Dönem sonlarında yapılan enflasyon farkı artışı, mevcut erimeyi telafi etmemekte yalnızca durdurmaktadır. Bu nedenle kamu çalışanlarının maaşlarının enflasyona karşı korunması için hedeflenen enflasyon uygulamasından vazgeçilerek, kamu çalışanlarına gerçekleşen enflasyon üstüne refah ücreti eklenerek ücret artışı yapılmalı, konfederasyonumuzun bu konudaki talepleri göz önünde bulundurulmalıdır.
666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ortaya çıkan aksaklıklar giderilmeli, kamuda gerçek anlamda ücret adaleti sağlanmalıdır.
Ücret seviyelerinin düşüklüğü yanında, kamu çalışanları arasında büyük bir ücret adaletsizliği yaşanmaktadır. Kamudaki ücret adaletsizliğini üç başlıkta toplayabiliriz:


  • En düşük ücretle en yüksek ücret arasındaki makas farkının büyüklüğü

  • Eşit işe eşit ücret ödenmemesi,

  • Kamu kurumları arasındaki ücret farklılıkları

Kamuda aylık ve ücret sistemi temel olarak aylık gösterge tablosu, ek gösterge tablosu, taban aylığı, kıdem aylığı ve katsayıdan oluşmaktadır. Ancak sistem enflasyona yenik düşmüştür. Bu nedenle de farklı ödeme rejimleri oluşturulmuştur.


Bugün ülkemizdeki ücret sistemi, 15 dereceli bir aylık gösterge tablosu ve özel hizmet tazminatı, makam, görev, temsil tazminatları ve yan ödeme türlerini gösteren tablolarla birlikte yürütülmektedir. Bu tablolarla birlikte, kamuda 100’den fazla farklı ödeme şekli ortaya çıkmaktadır. Yan ödemelerin ve tazminatların uygulanması sonucunda kimi zaman tazminatlar ve ödemeler, görev aylığının 5-10 katı fazlasına çıkmaktadır. Kamu kurumlarının ücret yapıları itibarı ile bazı kurumlarda görev yapmakta olan kamu çalışanları bu ödemelerden faydalanırken, kimi kurumlarda çalışanlar faydalanamamaktadır. Bu durumda farklı kurumlarda çalışan ancak aynı işi görmekte olan kamu görevlilerine farklı ödeme tarifesi uygulanmaktadır. Bu yüzden de kamuda kurumlar arasında büyük ücret farklılıkları oluşmaktadır. Bu farklılıkları ortadan kaldırmak amacıyla getirilen denge tazminatı sistemi, AKP iktidarı tarafından belli meslek grupları arasında ayrım yaratma aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle aynı kurumda aynı işi yapan idari personel arasındaki farklı denge tazminatı uygulaması, çalışma barışını bozar hale gelmiştir.
Ödeme sisteminin karmaşık yapısı, aynı kamu kurumunda görev yapanlar için de farklı uygulamalar getirebilmektedir. Kurumlar arasında olduğu gibi kurum içinde de değişik ödeme sistemi uygulanmasından dolayı en düşük ücret alan kamu çalışanı ile kurum içindeki yan ödeme ve tazminatlardan faydalanan ve en yüksek ücreti alan kamu çalışanı arasında büyük bir fark oluşmaktadır.
Ülkemizde çıplak ücretler üzerinden yapılan hesaplamada en düşük ücretli memur ile en yüksek ücret alan memur arasında 6,5 kat fark oluşmaktadır. Ödenen tazminatlarla bu fark 20 katına kadar çıkmaktadır. Oysa bu oran Finlandiya’da 2,5, Fransa’da 2,3, Hollanda’da 2,2 ve İsveç’te 1,9 katı kadardır.
Bu noktada, kamuda ücret adaletini sağlamak üzere 2 Kasım 2011 Tarihinde çıkarılan 666 sayılı KHK’da bazı aksaklıklar ortaya çıkmıştır. Bu aksaklıkların giderilmesi için;


  • 666 Sayılı KHK ile düşük oranda artış getirilen Yardımcı hizmetler sınıfı personeli, memur, şef ve şube müdürlerinin ek ödeme oranları artırılmalıdır.




  • İlgili KHK ile kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan öğretmen, din görevlisi, hekim dışı sağlık personeli, polis, subay, ast subay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi birçok kamu görevlisi görmezden gelinmiş ve bu personele herhangi bir artış yapılmamıştır. Bu ve benzer görevlerde bulunan kamu görevlilerinin maaşlarının artırılması için çalışma yapılmalıdır.




  • Uzmanlar arasında oluşturulan ek ödeme farklılıkları giderilmelidir.




  • 399 sayılı KHK’ya göre II sayılı cetvel hükümlerine göre çalışmakta olana personele yapılan ek ödemelerdeki eşitsizlik, öncelikle aynı unvanlı personelden başlayacak şekilde giderilmeli, bu kapsamdaki personel için %42 olarak belirlenen ek ödeme alt sınırı %67’ye yükseltilmeli, diğer ünvanların ek ödeme oranları da kademeli olarak artırılmalıdır.




  • Üretimi teşvik primi ve yangın tazminatı gibi ödemlerle ek ödemenin ilişkilendirilmesi ve mahsuplaşma yapılması uygulamasından vazgeçilmelidir.


Bunun yanında ücret seviyelerinin yükseltilmesi ve ücrette adalet sağlanması için;


  • Özellikle Genel İdare Hizmetleri ve Yardımcı Hizmetler Sınıfına mensup kamu görevlilerinin hizmet tazminat oranları yeniden düzenlenmeli ve adil bir yapı oluşturulmalıdır.



  • Ek gösterge uygulamasında ortaya çıkan adaletsizlikleri giderecek çalışmalar yapılmalı, ek gösterge rakamları yükseltilmelidir.


Ek ders ve nöbet ücretleri günün şartlarına göre belirlenmeli, fiilen öğretmenlik yapan tüm kamu görevlileri ek ders ödemesinden faydalandırılmalıdır.
Hali hazırda 1,35 TL olan fazla mesai uygulaması 29 ve 105 sayılı ILO sözleşmelerine aykırıdır. Bu nedenle fazla mesai ücretlerinin çalışanın saat başı ücreti olarak belirlenmelidir.
2012 yılında tespit edilen Fazla Çalışma Ücreti Brüt 1.35 TL ele geçen net ücret ise yaklaşık saat başı 1.10 TL’dir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin onaylamış olduğu ILO’nun 29 ve 105 sayılı sözleşmelerinde öngörülen şartlara asla uymamaktadır.

Fazla çalışma şartları ile başlayan hükümler şu şekildedir:

Yaşı 18 ila 45 yaş arasında olanlar

Sağlık durumu elverişli olanlar,

1 yılda 2 aydan fazla olmamak,

Normal çalışmada ödenen ücretten az olmamak,

Günde normal çalışma saatinden fazla olmamak,

Aile bütünlüğüne dikkat edilerek

Olağanüstü şartlarda fazla çalıştırılabilir. ( Salgın Hastalık, Felaket vs.)

Hiç kimse kendi iradesi dışında çalıştırılamaz.


Fazla çalışma ücretinde öngörülen 1 saat için net 1.10 TL ücreti, 160 saat çalışan memura endeksleyecek olursak bir memurun aylık net ücretinin 129,60 TL olduğu görülecektir.
Böyle bir uygulama büyük adaletsizlikler doğurmaktadır.
Memur maaşını oluşturan bütün kalemler ile ek ödeme, döner sermaye ve diğer ödemelerin de emekli keseneğine dahil edilerek, emekli olacak memurların yaşadığı mağduriyetler giderilmeli, SGK’nun prim gelirleri artırılmalıdır.
Kamu görevlilerinin emekli ikramiyesi için öngörülen 30 yıl sınırlaması kaldırılmalı, bu yolla her çalışanın çalıştığı süre ile orantılı olarak emekli ikramiyesi alması sağlanmalıdır.
Sosyal güvenlikte yapılan değişiklikler ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, özellikle kamu görevlilerinin haklarını kısıtlamayı, emekli aylıklarını düşürmeyi, sağlık harcamalarında katkı paylarını artırmayı ve sosyal güvenlik haklarından faydalanmayı zorlaştırma amacı taşımaktadır. Kanunun amacı, sosyal güvenlikte ortaya çıkan bütçe açıklarının kamu çalışanlarının sosyal güvenlik haklarından kısılması yolu ile kapatılmasıdır. Sosyal güvenlikte norm ve standart birliği en düşük ortak paydada sağlamayı amaçlayan bu kanun, kamu görevlilerinin mevcut haklarını kısıtlarken, emekli ikramiyesi özel sektör çalışanlarına göre daha düşük olan kamu çalışanlarının emekli ikramiye sorununa bir çözüm getirmemiştir.
Emekli olan kamu görevlilerinin aldığı emekli ikramiyesi, aynı şartlardaki özel sektör çalışanlarına göre yarı yarıya daha azdır. Bu nedenle de kamu görevlileri emekliye ayrılmaktan kaçınmakta, uzun süre çalışmaya devam etmektedirler.

Devletin konut politikasından hareketle özellikle TOKİ eliyle yapılmakta olan konutlar tam anlamıyla sosyal konut niteliğine getirilerek, emekli ikramiyelerinin yükseltilmesi suretiyle emekli olan her kamu çalışanının bir ev sahibi olması sağlanabilir.


Yıllarca çalıştıktan sonra emekli olan kamu görevlilerinin maaşlarında büyük oranda azalmalar meydana gelmektedir. Bu azalmaları bertaraf etmek, özellikle çalışırken düşük ücret alan emeklilerin maaşlarının belli bir seviyenin altına düşmesini önlemek amacıyla, emekli maaşlarının alt sınırı da kamuda uygulanacak temel ücret seviyesinde belirlenmelidir.
Kamu görevlilerinin ücretlerinin vergilendirilmesi yeniden düzenlenmeli adaletsizlikler giderilmelidir.
Asli görevi çok kazanandan sağladığı vergilerle dar gelirli vatandaşların alamadığı hizmeti sunmak olan vergi politikaları Türkiye’de tam tersine işlemekte ve fakirden alıp zengine vermektedir. Bugüne kadar bütün uyarı ve şikayetlere rağmen gelir vergisinin alt oranı değiştirilmemiş ancak geliri çok yüksek olanlardan alınan verginin oranı % 40’tan % 35’e indirilerek (2006 yılında yıllık geliri 40 bin TL’nin üzerinde olanların) üst gelir grubunda olanların ödemekte olduğu vergiler 5 puan azalmıştır. Daha önce % 25 olan orta gelirli vatandaşlarımız üzerindeki vergi yükü ise 2 puan artırılmak suretiyle % 27’ye çıkarılmış ve dar gelirli vatandaşlarımız üzerindeki vergi yükü biraz daha artırılmıştır. Bu şekilde özellikle sözleşmeli statüde çalışan personelin eline geçen ücret yıl içinde bir üst vergi dilimine geçtiği için düşmekte, dönem içinde yapılan maaş artışları vergi dilimi nedeniyle ele geçen ücrete yansımamaktadır.
Neresinden bakılırsa bakılsın ülkemizde gelir dağılımında bir adaletsizlik mevcuttur. Aynı zamanda vergi dağılımında da bu adaletsizlik devam ekmektedir. Bunun sonucunda da vatandaşlarımız her gün bir yenisi eklenen vergilerle ve adaletsiz vergi politikaları nedeniyle mağdur olmaktadırlar. Küresel sermayeyi ürkütmek istemeyen hükümet ise vergi oranlarını düşürerek, yabancı yatırımcılardan alınan stopajları sıfırlayarak, yüksek gelirlilerden daha az, düşük gelirlilerden ise daha fazla vergi toplamanın yollarını aramaktadırlar. Bu nedenle,


  • Ortalama memur maaşının yıllık toplam tutarı dikkate alınarak, gelir vergisi dilimleri yükseltilmelidir.


Kamu görevlilerine ödenmekte olan aile yardımı, çocuk parası ve yiyecek, giyecek, eğitim, kira, doğum, ölüm, evlenme, eğitim, ulaşım, öğretim yılına hazırlık ödeneği gibi yardımlar sosyal devlet ilkesine uygun olarak, Uzlaştırma Kurulu’nun vermiş olduğu kararlar doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.
Belediyelerde çalışanların maaşlarının genel bütçeden karşılanarak vaktinde ödenmesi için gerekli düzenleme yapılmalıdır.
Ataması yapılamayan 350 bin öğretmenin sorunu çözülmelidir.
2002 yılında 72 bin olan ataması yapılmayan öğretmen sayısı bugün 350 bine ulaşmıştır. AB ülkeleri ile kıyaslandığında ülkemizde 300 bin dolayında öğretmen açığı olduğu görülmektedir. Kaldı ki; Milli Eğitim bakanlığı da 130 bin öğretmen ihtiyacı olduğunu açıklamıştır. Bu sebeplerle yapılan 17 bin atama hem atama bekleyen öğretmenlerimizi tatmin etmemiş hem de öğretmen ihtiyacına çare olamamıştır. Dolayısıyla daha önce söz verildiği üzere 28 bin öğretmen atamasının hemen; Ağustos ayında ise 60 bin öğretmen ataması gerçekleştirilmelidir. Aksi taktirde yaşanan problem, önümüzdeki yıllarda içinden çıkılamaz hale gelecektir.
Ayrıca ülkemizde genç işsizlik oranı her geçen yıl artmaktadır. Bir milyona yakın üniversite mezunu, 750 bin meslek yüksek okulu mezunu yaklaşık 3 milyon lise mezunu işsizimiz bulunmaktadır. Genç işsizliğin azaltılması için bütçe imkanları zorlanarak, insana yatırım hedefine uygun adımlar atılmalıdır.
Aile birliğinin sağlanması temel alınmalı, eş durumu, sağlık ve öğrenim özrü önündeki engeller kaldırılmalıdır.
“İkra” -oku- emri ile başlayan bir dinin mensubu olarak, beşikten mezara kadar eğitimi şiar edinmiş bir anlayışı benimsemiş bir toplumun fertlerinin, eğitim görmek üzere başka bir şehre gitmelerinin engellenmesi ve “eğitim” mazeretinin özür grubundan çıkarılmak istenmesi doğru bir yaklaşım değildir.
Bununla birlikte devletin asli görevlerinden bir tanesi de aile birliğinin korunması yönündedir. Bizler büyüklerimize, yakınlarımıza zor günlerinde yardımcı olmakla mükellefiz. Bu tür davranışlar, devlet üzerindeki hasta bakım masraflarının ve sağlık giderlerinin de azalmasına neden olacağından kamu görevlilerinin eş durumu ve sağlık özrü nedeniyle tayinlerinin düzenli olarak gerçekleştirilmesi, parçalanmış ailelerin bir araya getirilmesi zorunludur.
1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət