Ana səhifə

KapitaliZMİn evriMİ (kontrollü kapitaliZM)


Yüklə 60.5 Kb.
tarix26.06.2016
ölçüsü60.5 Kb.
17.11.2008

KAPİTALİZMİN EVRİMİ

(KONTROLLÜ KAPİTALİZM)
Yaşam düzeyinin yükseltilmesi, mutluluğun ve dünya nimetlerinin adil paylaşımı için;

kâğıt paraların tedavülden kaldırılarak ödemelerin bankalar aracılığı ile yapılması hâlinde; rüşvet, hırsızlık, kaçakçılık ve terör gibi kayıt dışı olayların önü kesilerek,

devletin vergi gelirinin önemli oranda artması sağlanabilecektir.

Böylece devlet, toplumsal erinç ve gönencin yükselmesi için üretimin artması,

zenginliğin yaygınlaşmasına önderlik edebilecektir.
Parasal işlemlerin bankalar aracılığı ile yapılması hâlinde, devlet güçlenerek,

finans piyasalarında birbiri ardına meydana gelen krizlerin

oluşmasına izin vermeyecektir.
***

Amerika’da 2007 yılı ortalarında tasarruf sahiplerinden yatırımcılara giden fon akışında başlayan yavaşlama, 2008 yılında krize dönüşerek, batıdan doğuya doğru kuzey yarım küredeki finans merkezlerini sarsmaya başladı. Yapılan mali yardımlara rağmen finans piyasalarında başlayan durgunluğun derinleşerek piyasaları çökerttiğini, banka ve finans kurumlarına zor günler yaşatmakta olduğunu görüyoruz.


Finans piyasalarında borsaların çökmesi ile ekonomide meydana gelen daralma konusundaki haberlerin çokluğu ve yorumların çelişkili olması, çok boyutlu bir olayla karşı karşıya olduğumuz izlenimini vermektedir. Çok uluslu bir ortamda yaşanan mali krizin nedenleri ve alınacak önlemler konusunda yetkililerin görüşleri ile uzmanların düşüncelerinin paralel olmadığı ortaya çıkıyor.
Kapitalizmin temel prensibi için; üç görüş var
Krizin, kapitalist sistemden kaynaklandığını ileri süren kimi uzmanlar; sistemin kendi kendini tamir edeceğini ve taşan ırmağın kendiliğinden mecrasına çekileceğini düşündükleri için, devletin müdahalesine gerek olmadığını savunmaktadırlar.

Diğer taraftan kapitalist sistemin temeli olan “Laissez faire” (bırakınız yapsınlar) teorisine kuşku ile bakıp, serbest piyasa ekonomisine belirli koşullar altında, devletin müdahalesini gerekli görenlerin karşısında dünyaca tanınmış bazı ekonomistler, Amerika’nın piyasaya müdahale etmesini şiddetle eleştirmektedirler.


Piyasalara devletin hiç müdahale etmemesini düşünenler ile sınırlı müdahalenin gerekli olduğunu ileri sürenlerin karşısında, üçüncü grup olarak sosyalistleri görüyoruz. Sosyalistler; her iki düşünceyi de reddederek, her otuz yılda bir krize giren kapitalizmin toplumsal refahı getiremeyeceğini ve er geç, temelli yıkılacağını ileri sürmektedirler.

İlahiyatçıların da görüşleri var
Parasal krizi ilahi bir ceza olarak gören din adamları da umar olarak Tanrı’ya sığınırken, Anglikan Kilisesi, kapitalizmi sorumlu tutarak, “Karl Marx haklıymış. Kapitalist sistem insanlığı bu hâle getirdi” açıklamasını yapıyordu. Viyana Kardinali Christoph Schönborn’un, "Tanrı’nın bir cezası olarak da görmek mümkündür" demesi üzerine, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu bu görüşe katılmadığını belirterek hemen şu açıklamayı yapmıştı: “Bunu ilahi bir ceza olarak algılamak yerine, insanoğlunun maddi unsurlar ve aşırı dünyevileşme üzerine kurduğu sistemin zaman zaman kendini cezalandırması olarak, yani insanın kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesi olarak görebiliriz.”

Maryland eyaletinde bir toplum liderinin, gaz istasyonunda ilahi yardım için toplu dua seansı düzenlediği, Hindistan’da halkın toplu hâlde dualar okuyarak Tanrı’ya yalvardıkları haberleri, parasal krizin toplumsal yaşamı ne kadar derinden etkilediğinin bir belirtisi olarak görüyoruz.


Gerçekten, 200 yıldan bu yana para piyasalarında meydana gelen dalgalanmalar, alınan tüm önlemlere ve yapılan müdahalelere rağmen önlenemiyor. Adam Smith’ten bu yana “Kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisi en mükemmel sistemdir” diyen ekolün görüşlerini sorgulama gereğini duyan çevrelerin çokluğu ve farklı görüşlerin ileri sürülmüş olması, bu sorgulamayı, yani kapitalizmin sorgulanmasını gerekli kılmaktadır.

Piyasa Koşulları Serbest
Fransızca “Laissez faire, laissez passer”in Adam Smith’ten önce fizyokratların öncüsü François Quesnay tarafından dile getirilmiş bir slogan olduğu söyleniyor. Tamamı “Laissez faire, laissez passer, le monde va de lui meme” olan bu slogan, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, dünya kendini idare eder” olarak tercüme edilmişti uzmanlarca. Klasik iktisadın temel kuralı olan bu görüşe yapılan eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. Bütün eleştirilere rağmen kapitalizm dünyanın en yaygın rejimi olarak hizmet vermeye devam ediyor. Biz, sistemde meydana gelen aksama ve duraklamaların, bir çocukluk hastalığı olduğunu düşünüyor, evrimleşerek olgunluğa ulaşacağına inanıyoruz.

Sistem henüz tam olgunlaşmadığı için yaklaşık otuzar ve altmışar yıllık aralarla bozulan finans piyasaları konusunda, Keynes’in ilan ettiği “the end of laissez” görüşünü benimsemediğimiz gibi, J. F. Nash’ın, Adam Smith’in ilkesinin yanlış olduğu söylemini de kabul edemiyoruz. Bunun yanında Karl Marks’ın dediği gibi Smith’in bu görüşlerinin bönce olduğunu da sanmıyoruz.


Gorbaçov’dan önce Rusya’da yaptığım iki ayrı incelemede gördüklerim ve işittiklerimden komünizmin insan doğasına uymadığı izlenimini edinmiştim. Moskova’nın eski Marksist yazarlarının, bugün en büyük itici gücün, kâr amacı olduğunu savunduklarına tanık olmuştum. Aynı şekilde, yedi kez gittiğim Çin’de de komünist rejimde anayasal bir değişiklik yapılmadan halkın ve kurumların serbest ticaret ve üretim yapmasına izin verildiğini, daha doğrusu göz yumulduğunu gördüm. Yıllarca süren baskılara rağmen Sovyetler ve Çin’de üretim araçları halka mal edilememiştir. Buna karşılık, kapitalizmin merkezi sayılan ABD’de fabrikalar ve büyük tesislerin hisse senetleri halka açılarak sermaye tabana yayılmıştır.

Zira kapitalist sistemin ara sıra hastalanmasının, sistemdeki bir eksiklikten kaynaklanmış olduğunu kolayca fark ediyoruz. Kontrol dışı kalan sistemde sermaye ve iş olanakları bazı yerlerde birikime neden olurken, bazı yerlerde kıtlığa ve yoksulluğa neden olmaktadır. Bu durum dünyada hoşnutsuzluk ve sıkıntı yaratmaktadır.




Piyasaları düzenleyen; Görünmez El görevde
Smith, Friedman ve İ. Fisher gibi klasik iktisatçılar, piyasanın ve bozulan ekonominin kendi kendini tedavi etme gücüne sahip olduğuna inanarak, devletin ekonomik yaşama müdahale etmemesi gerektiğini savunurlar. A. Smith, “Ulusların Zenginliği” isimli eserinde tam rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisinde görünmez bir elin piyasada düzeni sağlayacağını ileri sürerek, hükümetlerin piyasanın işleyişine müdahale etmemeleri gerektiğini söylüyordu.

Smith’in üniversitede verdiği dersler ve konferanslardan sonra, iki yıl süreyle bir dükle birlikte onun özel hocası olarak bütün Avrupa’yı gezmesi, zamanın ileri gelen düşünür ve politikacıları ile tanışıp fikir alışverişinde bulunmasının, teorilerinin oluşmasında önemli rolü olduğu biliniyor. Liberal ekonominin temel prensibi olarak bilinen, piyasalarda dengeyi sağlayan düzenleyici gücün somutlaştırılmış bir ifadesi olarak ileri sürdüğü “Görünmez El” kavramını oluştururken, Bernard Mandeville’den esinlendiğini, ekonomi tarihinden öğreniyoruz. A.Smith, kişilerin kendi çıkarları peşinde koşarken toplumun refahına katkıda bulunacağını, fiyat mekanizmasının bozulan dengeyi kendiliğinden düzelteceğini savunurken, yaşanan olaylara hükümetlerin müdahalesi olmadan piyasaların kendi kendini düzelteceğini de öne sürüyordu.

Görünmez El” artık etkili olamıyor
Klasik liberal ekonomistlerin bir zamanlar fazla bel bağladığı “Görünmez El”, artık piyasaları denetleyemiyor, düzeni sağlayamıyor. İstihdama tam yardımcı olamıyor, aşırı üretimin çevreyi kirlettiğini fark edemiyor, tekelleşmeyle ilgilenmiyor, gelip geçenlerin getirip götürdüğü mallara bakmadığı için narkotik ürünlerin ve silahların insan sağlığı ve huzuru için tehlike oluşturduğunu göremiyor. Ayrıca, üretenlerin ve tüccarların vergi verip vermediğine gerektiği kadar bakamadığı için kayıt dışı kalan ekonomi, sosyal devletin oluşmasına engel teşkil etmeye başladığını da bilmiyor. Aynı şekilde devlet, yapılan işlere karışmadığından yeterli vergi de toplayamıyor ve yıkılmamak için, ya fazla para basarak ya da borç alarak varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Sanayiciler ve tüccarlar, en yüksek kâr amacı ile çalıştıklarından etraflarındaki aç ve fakir insanları göremiyor. DPT’nin 2007 yılında yayımladığı Temel Ekonomik Veriler Raporu’nda, Türkiye’de 1 milyon insanın açlık, 18 milyonun da fakirlik sınırında yaşadığını açıklamıştı. Bütün bu olumsuzluklara karşın klasik liberal ekonomi taraftarı olan ekonomist, düşünür ve politikacıların, sistemi eleştirmemeye çalışıp, arada bir meydana gelen para bunalımları sırasında uğranılan değer kayıplarını telafi ederek aynı kulvarda yürümeyi sürdürüyorlar.

Görünmez El’in başlangıçta, piyasaları kontrol altında tuttuğu ve sistemin uyumlu olduğu kabul edilebilir. Bunun yanında, değişen yaşam koşullarıyla birlikte bireysel ve toplumsal davranışlarda da değişiklikler oldu. Gelişen teknoloji karşısında emeğin değerinin azalıp, toprağın artan nüfusu beslemekte yetersiz kalması ve işsizliğin çoğalması; suç oranlarının yükselmesine, vergi verme isteğinin azalmasına neden olmuştur. Toplumsal yaşamda meydana gelen bu değişimler karşısında ‘görünmez el’in kendisinden beklenen düzenlemeyi artık sağlayamadığını açıkça görüyoruz.

Diğer taraftan, 18. yüzyıldaki fizik yasalarının işleyişi ile ilgili bilgilerimiz henüz tam olarak gelişmemişken, termodinamik yasalarının varlığı da bilinmediğinden, zamanın iktisatçıları bozulan piyasaların kendi kendine düzeleceğini umuyorlardı. Fizikte, 19. yüzyılda ileri sürülen “Entropi” prensibi; her değişim ve dönüşümden sonra bir miktar enerjinin, var olduğu halde iş yapamaz hâle geldiğini ve bir daha geriye dönmeyeceğini gösteriyor. Enerjinin sakımı prensipleri de, enerjinin hal değiştirmesiinde bir miktarının ısı olarak sistemden ayrıldığını, var olduğu halde artık iş görmez olduğunu açıklamaktadır. Fizikteki bu gelişmeleri beşeri olaylarla kıyasladığımızda, aynı pransiplerin sosyal hayatta da geçerli olduğunu görüyoruz. Piyaslarda cereyan ticari işlemlerde, bir miktar sermayenin bazı yerlerde birikmeye başladıktan sonra, ticarete konu olmadığından yararlı olmaktan çıkarak, atıl hale geçmektiğini görüyoruz. Sermayenin atıl olarak bir yerlerde birikmesi, geriye dönüşü olmadığından toplumda durgunluğa ve bunalımlara neden olmaktadır.



Mustang (Vahşi At)’a gem Vuruyoruz
Klasik liberal ekonomistlerin ileri sürdüğü gibi, bozulan piyasaların kendiliğinden düzelmediğini, fiyat mekanizması yoluyla piyasalara yapılan baskıya tepki olarak ortaya çıkan krizlerin topluma çok pahalıya mal olduğunu da yaşayarak görüyoruz. Bu gerçekler karşısında yeni bir görüş olarak, “Piyasaların işleyişi, elektronik ortamda kontrol altına alınarak, bunalıma girmeleri önlenebilir.” görüşünü ileri sürüyoruz.

Son elli yılda insanlığın yarattığı elektronik haberleşme sistemleri gelişerek, bugün istenilen her türlü hizmeti sunma olgunluğuna ulaşmış bulunuyorlar. Smith’in düşündüğü Görünmez El’in görevini etkili olarak yapabilmesi için, hamiline muharrer banknotları tedavülden kaldırarak, tüm işlemlerin kayıt altına alınması gerekir. Üretim ve ticaretin, elektronik ortamda kayıt altına alınması kapitalizmden bir sapma değildir. Zira, kapitalizmin özünde değişiklik yapmadan, klasik liberal iktisatçıların tasarladığı Görünmez El’i elektronik ortamda, etkin olarak çalıştırmaktan başka bir iş de yapmıyoruz. Bu da kapitalizmin evrimleşmesidir.


Bugün, dünyada caddelerde dolaşan taksilerde bile ücretler kredi kartı ile alınıyor. Japonya’da hizmete giren yeni bir cihaz, kart taşıma külfetini de ortadan kaldırıyor. Ödemeyi yapacağınız tezgâha gittiğinizde, eğer bankada paranız veya krediniz varsa, pos cihazına parmağınızı bastığınız yerde yazan miktardaki para; sizin hesabınızdan, malı satanın hesabına anında naklediliyor. Sahtecilik, hırsızlık veya kartın kaybolma tehlikesi de ortadan kalkıyor.

Çağımızın bize sunduğu teknolojik gelişmeleri insanlığın yararına kullanmalıyız. Çağımızda yönetim biliminin eriştiği en son görüş, “yönetme, denetle” olarak özetlenebilir: Devlet piyasaya müdahale etmez. Üretim ve ticareti yönlendirmez. Devletin iş âlemi üzerindeki denetimi, temelde vergi denetimi ile ilgilidir. Bunun dışındaki sanayi ve ticari işlemlerle ilgilenmez. Çevre kirliliği, insan sağlığı, hırsızlık, rüşvet, irtikâp ve kaçakçılık gibi konularla devletin diğer birimleri eskiden olduğu gibi denetimlerini sürdürürler.


Menkul değerlerin, kâğıt para dışında kalan çek, senet, bono, tahvil, hisse senedi gibi ödeme araçlarının tamamının yasa gereğince kayıt altına alınması mecburidir. Hamiline muharrer olan kâğıt paralar, bu özelliği nedeniyle suça davet etmektedir. Bu yüzden toplumda paranın bütün kötülüklerin kaynağı olduğu söylenir. Aslında para, toplum yaşamında çok önemli yeri olan vazgeçilmez bir kolaylıktır. Şikâyet konusu olan rüşvet, hırsızlık, soygun gibi mali suçlar paranın hamiline muharrer olma özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Üzerinde hak sahibinin ismi bulunmayan, bankaların çıkardığı kâğıt paralar tedavülden kaldırıldıktan sonra, tüm ekonomik işlemler bankalar aracığı ile kayıt altına alındığında iki önemli olgu ile karşı karşıya geldiğimizi göreceğiz:
• Finansal krize giden yollar, önceden fark edilerek büyümesine meydan verilmeden önü kesileceğinden, Bu krizlerin bir daha oluşmasına meydan verilmeyecektir.

• Her şeyi bilen ve gören merkezi denetim sistemi, caydırıcı güç olarak toplumdaki düzeni koruyup, mala yönelik suçların önleyicisi olacak, vergi adaletini sağlayacaktır. Devlet, refahı tabana yayarak özlenen sosyal adaleti de gerçekleştirebilecektir.


Her iki olgu, toplumda üretimin artmasına, refahın yükselmesine ve servetin adil dağılmasına yol açacağı için mutluluk da yaygınlaşacaktır. Kayıt dışı kalan işlemler, kayıt altına alınacağı için devletin vergi geliri de önemli oranda artacaktır. Kayıt dışı ekonomi, gelişmiş ülkelerde GSMH’nın ortalama % 15’i iken, gelişmekte olan ülkelerde aynı oranın ortalama değerinin % 30 olduğu açıklanıyor. Buna karşılık DPT’nin ‘temel ekonomik raporlarından’ Türkiye’de kayıt dışı kalan ekonominin % 66 olduğunu öğreniyoruz.

Hamiline muharrer kâğıt paraların bulunmadığı toplumda tüm kazançlar adil olarak vergilendirileceği için, vatandaşlar kadar, vergi mükellefleri de mutlu olacaklardır. Böylece devlet; önemli oranda artacak geliri ile sosyal güvenliği sağlama, işsizliği önleme, kalkınmayı hızlandırma, eğitimi yaygınlaştırma ve benzeri özlenen hizmetleri halka sunulabileceğinden, ülkenin genel refah ve huzuru da sağlanabilecektir.

Para piyasalarını kontrolü altına alan devlet çok güçleneceğinden, adil ve müşfik olmalıdır. Nitekim bu konuda halkın genel refah düzeyini yükseltmeyi amaç edinen devletimize güveniyoruz.

“Her şeyi bilen ve gören” devlet, M.Ö. 2500 yıllarında, Sümer’de bir ihtilal ile başa geçen Urukagina’nın reformlarını hatırlamamıza neden oldu. Dünyanın ilk kanun koyucusu kral Urukagina, halkın kanunlarına uymaları için, “Benim her şeyi bilen, gören memurlarım var” diyerek halkına uyarıda bulunmuştu.


Yine Sümer’de ünlü Hammurabi; koyduğu kanunlara halkın uymasını sağlamak için, kendisinin Tanrı Marduk’un oğlu olduğunu, babasının kendisine her şeyi haber vereceğini söyleme gereği duymuştu. Güçlü olmak için önce, her şeyi bilen ve gören olmak gerekir.
Semavi dinlerde yöneticiler, ilahi güçlerine rağmen, halkın din kurallarına ve yasalara uyumunu sağlamak için, Tanrı’dan yardım bekliyorlardı. Kutsal kitaplar Tevrat, İncil ve Kuran, “Tanrı’nın her şeyi bilen, gören; her yerde hazır ve nazır olduğunu” sıkça tekrarlamaktadırlar.
21. yüzyılda beklenen güven, sağlık, özgürlük, üretim ve adil gelir dağılımının, iletişim çağının teknolojik olanaklarının yardımı ile gerçekleşeceğine inanıyoruz.

Latif Mutlu



İstanbul Bilgi Üniversitesi Kurucusu







Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət