Ana səhifə

Jandarma komutaninin karisi


Yüklə 297 Kb.
səhifə3/4
tarix26.06.2016
ölçüsü297 Kb.
1   2   3   4

Dokuzuncu Sahne

IRMAK KIYISI

(Irmak kıyısı. Gece yıldız alacası. Bulutların ardından görünen ay, ikiye böler ırmağı —ve de sahneyi—. Ve bir yandan ıssızlığın ortasında geceye hükümdar olmuş ırmak çağıltısı; öte yandan uzaktan uzağa çoban kavalları, nerden geldiği belirsiz. Mahmud'u görürüz ırmağın kıyısında. Tek başına, düşünceli, yalnız. Pusatlarını çatmış, tüfeklenmiştir. Elinde uzun, çok uzun bir kaval vardır. Boynunda yeşil bir mendil, murat mendili, Dilek Ağacına bağlanacak işmar mendili, gecenin ışığının aşikâr ettiği sevda mendili. Irmağın öte yanında belli belirsiz çok zayıf birkaç ışık parlayıp söner. Belli ki Yezidi köyünün karşısına kurulmuştur Mahmud. Belli ki kaç zamandır kafasında dolaşan düşünceye hayatını koymuştur. Bir zaman sonra Mahmud kavalı alır nefesine; ince bir inilti gibi başlayan kaval sesi, bütün ırmağın ça­ğıltısını örter. Çağıltının hükümdarlığı biter. Neden sonra ayağa kalkar Mahmud. Tüfeğini sürer. Kararlıdır belli; dö­nülmez bir yoldadır.

(Ay büyürken, büyürken, çağıltılar.)

Işıklar.

Onuncu Sahne

KÖY MEYDANI KAHVE ÖNÜ

(Köyün ortasında, kahvenin önünde genişçe bir mey­dan. Daha çok ya§lılardan oluşan bir kalabalık eski çınar ağacının dibindeki kısa bacaklı, alçacık kürsüler üzerine tünemiş, tütün sarmakta, nargile fokurdatmaktadırlar. Öte yandan hasırlara serilmiş çocuklar. Köyün delisi gene or­talıklarda.

(Kahvenin önünde Kâhya, Muhtar, Abid Emmi, kö­yün birkaç ileri geleni. Bir köşede Eyşan Ana sırtını duvara dayamış, başından örtüsü kaymış, gözleri bir noktaya dikili, öylece durmaktadır. Arada bir belli belirsiz mırıldanmakta, iniltili sesler çıkarmaktadır. Eyşan Ana'nın ardında Kara Çarşaflı Kadınlar tek sıra halinde ağıtlı bir oturuşla birbirle­rine yaslanmış beklemektedirler.

(Uzun bir sessizlik. Gergin bir bekleyiş. Karamsar, yapışkan ağır bir hava dolanmaktadır ortalıkta. Herkesin yü­zü asıktır. Neden sonra, yeleğinden çıkardığı köstekli saatine bakan Kâhya, konuşmaya başlar.)

kâhya— Bunca zaman oldu, Tüfekliler hâlâ görünmediler.

Yüreğimi korku sarmaktadır. muhtar— Yüreği korkuya salmak hayır getirmez Kâhya.

Hayır diyelim, hayır olsun. Hayırdır Kâhya, hayır­dır... Müşkülümüz çoktur şu aralar, hayır diyelim ki hayır bulak.

kâhya— Bu deli oğlan, hangi akla uyup, gece vakti köy bı­rakmıştır? Tüfeklenip, pusatlanıp yola düşmüştür? Neyin muradındadır, neyin sevdasında?

muhtar— Son vakitler halinde bir mecnunluk vardı Kâhya; ağzını bıçak açmaz, kollarını ölüm kavuşturmazdı. Bir hayal gibi bir sayrı gibi dolanmaktaydı ortalıklarda.

ABID EMMİ— Köyün dairelenmesi uğur getirmemiştir ağalar. Felaketler ağır bir bulut gibi köyün üstünde dolanır.



kâhya— Böylesi en hayırlısıydı Abid Emmi. Böylesi en ha-yırlısıydı. Yoksa çok kan dökülecekti. Sen beter fela­keti asıl o zaman görecektin. Böylesi en hayırlısıdır gene de. Hiç değil can kurtarmıştır.

abid EMMİ— Orası daha belli değil hayran. Yezidilerin öcü şeytan öcüdür. Cehenneme kadar mühleti vardır.

kâhya— Bu çocuk hangi akla uyup da ayaklanmıştır? Kay­gısı yüreğim daraltmaktadır.

MUHTAR—Eyşan Kadın! Sen Mahmud'un anası olursan, sen oğlunun derdini bilmezsen, kim bilecek? Sen girmez­sen onun yüreğine, başka kim girecek? Hiç öğrenme-mişsen oğlunun yarası nedir? Niye böyle olmuştur son vakıflarda?



eyşan— Ahh, ahh... Derdimi deşmeyin ağalar... Mahmud oğlum olmaya oğlumdu ya, benim aklım basmaz, yüreğim ermezdi Mahmud'a. Bir garip oğlandı Mah­mud. Sanırsan Abdal. Sanırsan Dengbej. Elbet bir der­di, bir yarası var idi. Yüreğinin saklısında kimselerin ayak basmadığı bir gizli toprak var idi. Lakin kimseyi sokmaz idi oraya. Kimseye kapısını açmaz idi. Anasını bile almaz idi yüreğine. Ben de bilmez idim, derdi

73

nerden beslenir, bu derdin pınarı nerdedir, gözü nerde-dir? Güneş gibi oğlandı Mahmud. Lakin güneşi bulut­tan çekilmez idi.



ABID EMMİ— Şimdiki vakıtlar, kötü yakıtlardır. Analar oğlunu bilmemektedir, ağalar köylüsünü. Her şey boşolmuş-tur birbirinden. Her şey bozulmuştur. Hiçbir şeyin hükmü kalmamıştır kimsenin gözünde. Neler dönmek­tedir ki ortalıkta hiçbirimizin aklı basmaz olmuştur? Köylerin töresi değişmiştir besbelli. Köyler eski köy­ler değildir. Ekmeğin eski tuzu yoktur, başağın eski buğdayı. Her şey kötü kötü kokmaktadır. Pınarın su­yu, tarlanın toprağı, evin ocağı. Ve sankim hepimiz kokmaktayız. Kokar dururuz ortalık yerde. Ağır, leş gibi köyün üstü. Köyün üstünde hep aynı bulut. Ve sanki lanetlenmişiz biz. Köyler lanetlenmiş, tarlalar, topraklar.

kâhya— Sen gönlünden umudu iyiden iyiye kovmuşa ben­zersin Abid Emmi.

muhtar— Abid Emminin her vakıtki yakınmalarıdır Kâhya, yaşamaklan hukukunu kesmiştir Abid Emmi. Her şeye lanet yağdırır durur.

ABID EMMİ—Laneti ben yağdırmiyrem. Lanet size gökten ge-liy. Bu koku sizin kokunuzdur. Ve sanki hepimiz me­zarımızda çürümekteyiz. Tarlalar çürümektedir. Top­rağın üstü çatlamış, çatal çatal her şey, susuz, kuraktır. Yol yoldur. Yüreklerimizin üstü çatlamıştır. Sevgiyi, sevdayı yüreklerimizden uğurlamışızdır. Evlat, anayı, babayı sevmez; köylü, ağayı, atayı. Kimse kimseyi sevmez. Bu nasıl iştir kurban? Değilse ben bunamı-şem, olan bitene akıl yetiremiyem?

KÖYÜN DELİSİ— Kimse kimseyi sevmez. Herkes benim gibi. Benim gibi.

ABID EMMİ— Biz gayrı iflah olmayız ağalar. Töremiz çö­zülmüştür. Köyden göçenler olmuştur. Alamanya diye bir melmekat bile çıkmıştır. Dersin ki sanki Yemen' dir, sanki Fizan'dır. Gidenler geri dönmez. Alaman melmekatı köylümüzü yerinden uçurur, yurdundan eder. Nedir olanlar bre? Benim aklım ermiyi, kabul. Lakin bir er kişi bana aşikâr etsin olan biteni. Aşikâr etsin ki, içim rahatlaya, yüreğimin bukağısı çözüle. Aklım ermiy olan, bitene. Sanki akıldan yoksun ol-muşam, sanki yürekten fukara kalmışam. Bizleri ölüm kurtarır gayrı. Bizleri ölüm dindirir. Yapacak bir şey kalmamıştır bizim için şu dünyada.



köyün DELlsl— Kimsenin aklı, kimseye ermiyir. Kimsenin yapacak işi kalmamış. Köy bana kalacak. Herkes be­nim gibi. Benim gibi.

EYŞAN— Geceleri pencerenin kenarına tüner, uzaklara, çok uzaklara dikerdi sahan gözlerini. Sanırsan gözleri ka­ranlıkları oyar ve de ırağı kendine aşikâr eder idi. Bir kutlu kişi gibi oturur, dururdu pencerenin kenarında, ayın ışığında.



muhtar— Sormazdın derdin nedir oğul, deyi?

eyşan— Nasıl sormazdım? Sorardım helbet. Uyku tutmazdı geceleri. Evin içini dolanır idi. Kaç kez oğlum söyle­yesin anana derdin nedir diye yalvarır oldum, tek söz uçurmadı ağzından, başını devirdi sustu.

ABID EMMİ— Eyşan Kadın, senin bu oğlun Mahmud, yoksa ermiş bir kişi idi? Kim bilir belki ermişlere karışmış idi ve belki bir ulu kişi oldu. Biz bilmedik kıymetini, biz anlamadık hikmetini.



köyün DELlsl— Herkes benim gibi. Kimsenin kimseye hik­meti ermiyir. Kimse kimsenin kıymetini bilmiyir. Be­nim gibi.

75

eyşan— Ne bilem Abid Emmim, ne bilem? Ben bir garip Ey-şan Kadınam. Erimi yitireli iki oğluma adamışam ken­dimi, iki civanıma. Onlar ne der, ben onu derem; onlar ne eder ben onu ederem. Lakin Mahmud ne birşey der idi, ne bir şey umar idi. Demişem ya, sanırsan Abdal, sanırsan Dengbej. Ben oğlumu isterem ağalar, ben ye­timimi isterem. Ben Mahmud'umu isterem.



muhtar— Akşam çökmekte. Lakin Tüfekliler görünmemiş-lerdir daha.

KÂHYA— Aramadık kuytu köşe bırakmayın deyi tembihle-mişimdir. Irmak boylarını dolanmaktadırlar.



eyşan— Uğursuz karanlık biraz gecik n'olur. Ne var böyle tez inecek? Böyle kefen gibi kapanacak köyün üstüne? Ve de ovaların, kayaların, ırmakların, cümle tabiatın üstüne. Mahmud'um bulunmamıştır daha. Işığını esir-gemeyesin ölüsünden ve de dirisinden.

KÂHYA— Belki bulmuşlardır Eyşan Kadın. Belki yanlarına katmışlardır, getiriyorlardır.

EYŞAN— Mahmud'un dirisini isterem Kâhyam. Mahmud' umu sağ isterem. Yetimimi başımda isterem.

ABlD EMMİ— Allah vere de Yezidilerin eline düşmeye Mah­mud. Öfkelerini Mahmud'dan almayalar.



eyşan— Mahmud'a bir şey olmaya Abid Emmim. Mahmud'a bir şey olmaya ağalar. Benim oğlumdur Mahmud, gö­zümün bebeği, canımın ışığıdır. Benim yiğidimdir. Ben bilmeden bir dağ doğurmuşam ağalar. Ben garip Eyşan Kadın, ben on iki senelik dul Eyşan, ben ki oğullarımı koca bellemişem, ben Mahmud'umu iste­rem ağalar.

muhtar— Sen üzülmeyesen Eyşan Kadın. Birazdan Tüfekli­lerin nal sesleri çalar kulağımızın kapısın. Bir de bakmı-şak ki, Mahmud'u yanlarına katmışlar, getirmekteler.

eyşan— Sözüm, kavlim olsun ki Mahmud'un dirisini getire­ne koçlar, kurbanlar adayacağım. Sini sini yufkalar açacağım. Varım, yoğum feda ola! Yeter ki Mahmud' um, yetimim buluna! Lakin gece inmektedir. Lakin ge­ce insafsızdır. Vicdansızdır. Mahmud'u örter karan­lıklara...

I. köylü— Havvas ^Ağa nerdedir kurbanlar?

n. köylü— Kasabaya inmiştir. Kaymakam Beyle görüşme­ye, huzura inmiştir. Bataklık usul usul kurumaktadır. Bataklığa çuvallarlan tohum ister, gübre ister. Bataklık kurutmak kolay sanırsen? Havvas Ağam kasabaya varmıştır ki işin o cihetini hailede.

m. köylü— Bunca işin arasında herkes iz peşindedir kurban­lar. Batağın başını kim bekler?

rv. köylü— Batağın başına candarma inmiştir. Batağın başını candarma beklemektedir.

n. köylü— Havvas Ağa sabaha döner. Döner dönmez varır gider Tüfeklilerlen batağın kıyısına. Lakin bu günün hesabım sormaz?



muhtar—Ula deyyuslar! Aklınız fikriniz topraktadır, batak­tadır. El burada kara bağlayıp, yas tutarken bu türlü muhabbetin meclisidir burası? Siz hiç adap-erkân bil­mezsiniz?

kâhya— Lafın önünü sen alma Muhtar. Benim verecek ce­vabım vardır. Evet uşaklar, bataklık beklemek var i-ken, Tüfeklileri Mahmud'un peşine ben salmışem. Tü­feklilere emri ben vermişem. Lakin benim Havvas Ağaya da verecek cevabım vardır. Onun vekâletini bir kem işe kullanmamışem. Batağın başında candarma vardır. Kimsenin yüreğini kuşku yoklamaya. Batak bizimdir, toprak bizimdir. Lakin Mahmud da bizimdir. Köylümüzdür. Yiğidimizdir.

77

ABID EMMİ— Yezidilerin sesleri soluklan kilitlenmiştir ağalar. Bu iş hayra değildir. Gökte üç kuzgun kanat çırpar. Bu iş hayra değildir. Alametler öç vaktini gösterir. Bu sü­kût ölüm gizler. Üç kuzgun kanat çırpmaktadır. İn­şallah Mahmud, Yezidilerin öfkesine gelmemiştir.



eyşan— Mahmud, Yezidilerin öçlerine hedef olmaya Abid Emmi. Yezidilerin öfkesine, hıncına Mahmud'un be­deni hedef olmaya ağalar. Onların gazabına gelmeye. Onların gazabına gelmeye. Mahmud'un bedeni onca laneti kaldırmaz. Mahmud bir dağ olsa bile kaldırmaz. Devrilir gider. Yıkılır. Ben çok acılar görmişem ağalar. Lakin böylesi en beteridir. Evlat acısıdır. Dayanıl­mazdır, kahredendir. Uyy Mahmuddd, Mahmud'um benem. Oğlum! Canımın ışığı! Uyyy Mahmud!

(Nal sesleri duyulur uzaktan. Köyün Delisi koşarak girer)



köyün DELİSİ—Tüfekliler geliyor! Tüfekliler! Tüfekliler! Ta-

tatatatatatatatatatatata eyşan— Sus uğursuz deli! Sus! Tüfeklilerin gazabı üstüne

olsun! Tüfeklilerin laneti üstüne yağsın!

(Herkes ayaklanır. Sessizlik. Bekleyiş.

(Birazdan Tüfekliler başlan önde teker teker girerler. Eyşan Ana, her giren Tüfeklinin önüne atar kendini, onlar­dan medet umar. Bu arada sürekli "Mahmud! Mahmud!" diye sayıklamaktadır. Eyşan Ananın önünde durduğu her Tüfeklinin başı öte yana devrilir, her Tüfekli gözlerini saklar, sözünü sakınır.

(En sonunda, Mahmud'un cesedini taşıyan son Tüfek­liler girerler.)

78

KARA ÇARŞAFLI KADINLAR— Mahmud vurulmuş!

Mahmud vurulmuş! Her yanı kan içinde Canı bedeninden uçmuş!



eyşan— Mahmuuuuuuuud!

kara çarşaflı kadınlar— Mahmud'un sağ eli kesiktir! Mahmud'un sağ eli kesmişlerdir! Anlatın Tüfekliler, Bu işin sebebi nedir?

BiRiNCi tüfekli— Mahmud'u ırmak kıyısında görmüş Yezi-diler.

iKiNCi tüfekli— Bakmışlar Mahmud bir basınadır.

üçüncü tüfekli— Başlamışlar Mahmud'un izini sürmeye.

dördüncü tüfekli— Mahmud, Dilek Ağacının dibine var­mıştır.

kara çarşaflı kadınlar— Mahmud'un Dilek Ağacının di­binde işi nedir?

beşinci tüfekli— Kimse bilmemiştir.

altıncı tüfekli— Yezidiler, Mahmud'un ardı sıra Dilek Ağa­cına kadar gelmişlerdir.

birinci tüfekli— Mahmud Dilek Ağacına yeşil bir murat mendili bağlamıştır.

kara çarşaflı kadınlar— Vıışşş! Mahmud karasevdalıdır!

Mahmud, Dilek Ağacına muratlıdır!

iKiNCi TÜFEKLİ— Yezidiler ossaat kendilerini aşikâr etmişler­dir. Ve senin dileğin budur deyi, sağ elini, mendil bağ­ladığı sağ elini kesmişlerdir.

üçüncü tüfekli— Ve sonra Mahmud'un kesilen sağ elini aşi­ret mızrağına geçirip, köylerine hudut deyi toprağa çakmışlardır.

dördüncü tüfekli— Ve demişlerdir ki:

Bu kesik el gayrı köyümüzün hudududur!

79

Bu huduttan adımım içeri atan kendini ölümde bulur!



BEŞiNCi TÜFEKLİ— Ve elini kesip aldıktan sonra Mahmud'u Di­lek Ağacının dibinde vurmuşlardır.

altıncı TÜFEKLİ— Mahmud'u Dilek Ağacının dibinde bulduk. Gökteki yıldız kadar kurşun yarası var idi bedeninde.

BiRiNCi TÜFEKLİ— Bedenindeki kurşun yaralan bir dağın ağaç­lan kadardı.

iKiNCi TÜFEKLİ— Lakin ölüsü bile yiğitti. Asi bir efkâr vardı

gözlerinde.



kara çarşaflı KADINLAR— Eyşan Ana! Eyşan Kadın! Ölün cennet kalındadır. Ölün şehit kalındadır. Ölenin günahları yedi kat yer altındadır. Yedi kat yer altındadır.

(Kara Çarşaflı Kadınlar, Mahmud'un cesedinin üstüne bembeyaz bir örtü sererlerken, Tüfekliler bir araya toplanır­lar.)

TÜFEKLİLER— Biz ki bir nöbeti mamur tutamamış Tüfeklileriz Erliğimiz adına, ağamızdan-atamızdan ceza isteriz!

(Kara Çarşaflı Kadınların serdiği bembeyaz örtüyü, cesedin başına doğru çeken Eyşan Ana uzun bir ağıt yük­lenir. Yükselen sesi, perde perde kararan köyü kaplar. Eyşan Ana ağıt yakarken, Ağlayıcı Kadınlar dövünmeye başlarlar. Ardından onu yinelerler.

(Tüfeklilerin başı büsbütün öne düşer. Büsbütün gece. Dövünen Kadınlar. Ağıtlar.)

Işıklar.


On birinci Sahne

ÖLÜMÜN DAİRELENMESİ

(Dilek Ağacı: Mahmud'un vurulduğu yer. Dalda, ateş rengi çaputların arasında hemen kendini gösteren yeşil murat mendili, Mahmud'un boynundan tanıdığımız... Akşam çök­mektedir. Geride kızıl günbatımı.

(Yezida girer. Yıkkın, bitkin, omuzları düşmüş; Ama mağrur bir yenilgi içerisinde, ağaca kadar yürür; Kararlıdır belli. Dalgın, dünyadan elini-eteğini çekmiş gibi dursa da, adımları kararlıdır. Ağacın dibine kadar gelir. Ağaca bağ­lanmış murat mendilini görünce irkilir, kendini tutamaz, küçük bir haykırışı elleriyle hapseder ağzına, sonra mendili ağlayarak çözer ağaçtan ve toprağa kapanır. Toprağı yoklar. Mahmud'un kanı hâlâ taze durmaktadır toprakta. Yeşil murat mendilini boynuna kurbanlık bağlar gibi düğümlü bağ­ladıktan sonra, yerden Mahmud'un kanını alır, alnına sürer. Daha sonra kuşağından kalınca bir tebeşir çıkarır, ağacı da, kendini de içine alan genişçe bir daire çizer. Sonra gider ağa­cın dibine, dairenin ortasına oturur. Ölümü beklemeye koyu­lur. Eli saçına gider, saçının ilk örüğünü gözerken,

Işıklar.

(Işıklar yeniden yandığında, Yezida'nın birkaç örüğü daha çözülmüştür. Daha bitkin, daha yorgundur. Sahnenin bir yanında YEZİDİ KADINLAR iki yana sallanarak, ince bir inilti halinde ağıt tutmaktadırlar. Ortada, ağacın karsı­sında bir yerde, Yezida'nın anası Raşa Ana dövünmektedir. Kesik kesik hıçkırıkları, iniltileri duyulur. Bir zaman sessiz­lik.)



raşa— Yeter artık inadın Yezida. Görmez misin ki her geçen gün erimekteyiz. Kahrolmaktayız. Çıkasın artık o dai­reden, şilesin artık o uğursuz daireyi. O nalet ölüm dai­resini şilesin de adımını atasın dünya toprağına. YEZtDl kadınlar— Tam üç gündür anan karşında yalvarır Ye­zida.

Tam üç gündür kan döker karşında. Yüreği ana yüreğidir. Dayanmaz kızının ölüme durmasına. raşa— Ben on çocuğun yükünü taşımış bir anayım.

On çocuk vardır yüreğimde. Lakin Yezida tek kızım-dır.

Acısı bütün yüreğimdir.

YEZİDÎ kadınlar— Tam üç gün üç gece dolanmadık köy bı­rakmadı köylüler. Ellerinde meşaleler ve fenerler sa­bahlara kadar ünlediler: Yezidaaaa! raşa— Uzaktan görsen ormanlar yanıyor sanırdın. Onca me­şale senin izini sürdü bulana kadar. Tam üç gün üç gece... YEZİDÎ kadınlar— Cümle köylü taşı-toprağı talan etti.

Irmak boylarını kaldırdı ayağa. raşa— Lakin senin izini gene de çıkaramadı ortaya. YEZİDÎ kadınlar— Ve her sabah yüzlerce eğik baş girerken köye,

82

raşa— Miro Ağa bir kez daha delleniyordu. Mızrağını bir kez daha vuruyordu yere.

YEZİDÎ kadınlar— Yezida yok, diyordu köylüler. Yezida yok. Cümle toprağı deştik, karınca yuvalarını, çiçek yapraklarını. Lakin yine bulunmamıştır Yezida.



raşa— Müslüman köylere habar edildi ardından, kaçınldıysa bilelim, yüreğimiz dağlayalım deyi.

YEZİDÎ kadınlar— Üçüncü günün sonunda vardık ki Dilek Ağacının dibine. -Yezida ölmeye durmuş, kendi çizdiği daire içinde.



raşa— Üç gün daha geçti gözümün ışığı, üç gün daha, üç gün dağlarda-bayırlarda dövündüm, üç gündür de karşında.

YEZİDÎ kadınlar— Üç gündür tekmil kadınlar yalvarırız sana. Sil daireni Yezida, içini kaplayan kara bulutlan dağıt. Öfkene yenilmesin bedenin, çıkasm o dairenin dışına.



raşa— Köyün kapısına hudut deyi aşiret mızrağı dikilende, Yezida su almaya gitmiş idi pınara. Omuzunda testi, dudağında türkü ile dönende, köyün kapısında mızrağı göre. Neyin nesidir demeye aşiret mızrağının yanına vara. Mızrağın yanına varanda, mızrağın üzerine geçi­rilen kesik eli göre.

YEZİDÎ kadınlar— Bir de baka ki bu el, yaban bir el değildir. Kaç zaman tenine el sürdüğü, öpüp başına koyduğu bir eldir. Kaç zamandır saçlarına örük vuran aşina bir eldir. Ve de bu el sevdalısı Mahmud'un elidir.



raşa— Bir feryat ki köyün öğü yırtıla. Kulağım sanki ipini yitirmiş bir kuyu. Dedim: Bu feryat nerden geliyi ge­linler? Dediler: Yezida mızrak önünde testi kırmıştır. Demişler Yezida üstün paralamıştır. Ve gözlerini kan pınarı eyleyip kendini dağlara vurmuştur.

83

yezîdı kadınlar— Bir kesik ele sebep Yezida'nm feryadı ne­dir, deyi cümle alem birbirine sormuştur. Demişlerdir ki: Belli ki bir sevdadır, bir saklı sevdadır. Kimsenin bilmediği, kimsenin görmediği...



raşa— Mahmud'un yeşil murat mendili bağlaması bundan­dır. O mendil Yezida'ya işmardır.

yezidî kadınlar— Şimdi o murat mendili, kurbanlık bağı de­yi durmaktadır Yezida'nın boynunda. Şimdi o mendil ölüm işmarıdır. Ölüme işmardır...

raşa— Tam üç gün üç gece dağ koyaklarından, uçurum dip­lerinden, pınar gözlerine varana dek aramışlardır Ye-

zida'yı.


YEZİDÎ kadınlar— Yezida yoktur! Sanki ayağını kesmiştir topraktan.

raşa— Ne kurt bilir, ne kuş tanır.

YEZİDÎ kadınlar— Hiçbir yol haber iletmez Yezida'dan. Hiçbir ışık aşikâr etmez.



raşa— Lakin umudumu kesmemişimdir senden Yezida.

YEZİDÎ kadınlar— Demişlerdir ki: Ola ki Yezida, kendini ır­mağa ata! Irmaktan gelen muratlısına sebep kendini ırmağa vura!



raşa— Üçüncü günün sonunda, yeşil murat mendiline se­bep, Dilek Ağacının dibine gelinmiştir, istenmiştir ki, yeşil murat mendilinin sim çözüle. Dilek Ağacının di­bine gelinmiştir ki...

yezîdı kadınlar— Bir de ne görüle: Yezida ölüm duruşun­da...

raşa— Gözümün ışığı Yezida! Yüreğimin evi Yezida! dokuz erkek kardeşin bir tek bacısı Yezida! Kaçtır yalvarırım sana. Üç gün olmuştur başında beklerem. Bir tek söz et bana. Bir tek söz uçur ağzından.

YEZİDÎ kadınlar— Gayrı ağzını bıçak kesmez. Her gün saçı-

84

nın bir tek örüğünü çözer ve demek istemektedir ki: Kırk örük tamam olanda, cümle örüklerim çözülende daireme gömüleceğim. raşa— Uyyyy!



Işıklar.

(Yezida birkaç örüğünü daha çözmüştür. Daha bitkin­dir. Ermiş bir kadın gibi inatla dikili durmaktadır gene de. Ağacın yanından aşağıya doğru, tepenin eğimine birer ağaç gibi dokuz erkek kardeşi dizilmiştir Yezida'nm. Raşa Ana yine ortada dövünmektedir. Perişandır. Yezidiler doldur­muştur sahneyi. Kalabalık çoğalmıştır. Işıklar her yanıp sön­düğünde kalabalık daha çoğalacak, sahneden salona taşa­caktır.)



yezidî kadınlar— Bu gün onuncu gündür. Yezida yerinden kımıldamamıştır. Ağzından bir tek söz çıkmamıştır. Her gün bir tek örüğün çözer. Ve sonra yeniden gömü­lür ıssızlığına.

raşa— Yezida'm ıssızlığın tekin değildir. Korku salar yüre­ğime. Acımı büyütür. Derdimi engin kılar.

yezîdî kadınlar— Bu gün onuncu gündür. Lakin Miro Ağa öfkesini yenip de, Yezida'nm yanına gelmemiştir. Ye-zida'yı Dilek Ağacının dibinde lanete terk etmiştir.

dokuz kardeş— Lakin biz gelmişiz babamızın yerine Babamızın hukukunu sürdürmeye.

85

YEZİDÎ kadınlar— Lakin er kısmının yüreği kalın olur Öfkesi, hıncı derin olur.



raşa— Yezida çıksın o daireden, başka bir şey istemiyrem. Benim ömrüm kızıma yazgılıdır.

yezidî kadınlar— Miro Ağa çağırtmış seni, dağdan insin de­yi buyurmuş Raşa Kadın. Erinin buyruğuna karşı du­rursan?

raşa— Benim ömrüm kızıma yazgılıdır. Miro Ağa öfkesiyle konuşmaktadır, yüreğiyle değil. Onun yüreği de baba yüreğidir. Elbet dindirecektir yalazını.

dokuz kardeş— Babamın buyruğuna uymak düşer sana aney,

Buyruğuna uyup dağdan düze inmek düşer. Bu mecnun kızın başını beklemek analık değildir. Sen ki bir ağa kansısan, sana ağalık yapmak düşer.



raşa— Dokuzunuzu da ben doğurmuşam. Alnınıza döğme-nizi ben çalmışam. Eliniz silah tutanaca elinizden ben tutmuşam. Şimdi bana karşı durursanız?

DOKUZ KARDEŞ—...

YEZİDÎ kadınlar— Oğulların törelerden söz eder Raşa Kadın. Erliklerini törelerde sınarlar. Töre, erliğin emniyetidir. Törelere danışırlar.

DOKUZ kardeş— Bacımız törelere başkaldırmıştır aney, asi ol­muştur. Bir Müslüman erinin elinden tutmuştur.



raşa— Namusuna halel gelmemiştir lakin. Irmağın dibinde yıkanmış bir taş kadar temizdir Yezida. Leke görme­miştir.

dokuz kardeş— Yezida! Bacımız, törelerimize başkaldır-mışsan, bir Müslüman eriyle kavillenmişsen. Bu ağaç, günahına şahitlik etmiştir onca zaman. Sen silsen de daireni, adımım atsan da dünya toprağına namus meselemizdir.

86

Biz seni ölüme yollayacağız yeniden.



raşa— Bir kavilden bir şey olmaz oğullarım, erlerim. Yezi­da, daha sabidir. Daha akıl yetiremez, yüreği uçandır, töre-görenek bilmez. Lakin namusuna halel gelme­miştir.

dokuz kardeş— Köyümüzün namusu ayağa düşmüştür. Yezida, köyümüzün namusun ayağa düşürmüştür. Cümle ahali bizi konuşmaktadır. Cümle civar köylerde adı geçer aşiretin, ve de Yezida'nm. Cümle er meclisle­rinde anılır. Namusun ak yeri kalmıştır aney? Irmağın dibindeki temiz taş başımıza yağmıştır.

raşa— Daha sabidir. Daha çocuktur. Bir yanlış iş etmiştir, lakin namusluk değil. Yezida'ya ölüm fazladır. Şim­diyse bir kötü fikir edinmiştir ki, yüreğimiz dağlar, ci­ğerimiz paralar. Bu yanlış iş hepsinden beterdir.

1   2   3   4


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət