Ana səhifə

Güle Güle Filmi Söyleşisi


Yüklə 173 Kb.
səhifə1/3
tarix27.06.2016
ölçüsü173 Kb.
  1   2   3

ÖNSÖZ
Muhasebecilik mesleğinin Türkiye’de attığı büyük adımlara İSMMMO’nun önemli katkılarda bulunduğu ilgili herkesce kabul edilmektedir. İSMMMO olarak mesleki ilerleme yolunda bilimsel ve aktif tutumumuzu hep sürdürdük ve bunun somut sonuçlarını da gördük.

Meslektaşlarımıza, sadece mesleki bilgilerle değil, sosyal sorunlarla ve faaliyetlerle ilgili çalışmalarımızla da ulaşmayı hiç ihmal etmedik. Bu kitabımızda, Türk sinemasının önemli bir yapıtının enine boyuna ele alındığı bir söyleşiyi okuyacaksınız. Güle Güle adlı filmi, meslektaşlarımızla sinemada izledik ve daha sonra Levent Lokalimizde, filmin saygıdeğer oyuncuları ile güzel bir söyleşi yaptık. Meslektaşlarımız, bu film özelinde, Türk sineması ve bu sektör üzerine merak ettikleri konuları sordular, kendi görüşlerini açıkladılar, ayrıntılı bilgiler aldılar. Oynatıldığı dönemde ülkemizde çok yankılar yaratan Güle Güle filmi odağındaki bu dopdolu sohbetten büyük zevk alacağınıza inanıyorum.

Saygılarımla.
Yahya ARIKAN

İSMMMO Başkanı



Güle Güle Filmi Sanatçıları İle Levent Söyleşisi
-Yahya Arıkan

Bizlere zaman ayırdıkları için değerli dostlarımıza teşekkür ediyorum. Filmi dün akşam hep birlikte izledik. Birçok arkadaşım, başta ben dahil olmak üzere ikinci kez izledik. gerçekten ilk izlediğim ile ikinci izlediğim arasında şahsen aynı duyguları yaşadık. Tabii son yıllarda Türkiye’de bu tip filmleri arar olduk. Biraz önce de aşağıda da kısa bir sohbetimiz oldu, şu anda bir milyonu geçti zannediyorum izleyici sayısı.

- Evet.

- Filmi bir değerlendirelim. Filmde çok işlediğiniz önemli bir boyut vardı, dostluk konusu, bir de kuşaklar arasındaki çelişkiler boyutu. Bizim Levent Söyleşimizin özelliği sohbet etmek. Önce değerli konuklarımızı dinlemek ve arkasından da sizlerin görüşlerini alarak sohbetimizi tamamlamak istiyoruz. Ben sizden öncelikle herkesi tanıyorsunuz, ama bir kez daha değerli konuklarımı tanıtmak istiyorum. Şükran Güngör beyefendi, oyuncu tanıyorsunuz, hoş geldiniz diyorum. Sayın Zeki Alasya, değerli oyuncumuza hoş geldiniz diyorum. Faruk Aksoy filmimizin yapımcısı hoş geldiniz diyorum.

- Hoş bulduk.

- Ve ilk sözü sayın Şükran Güngör’e veriyorum efendim, buyurun.

- Eyvah! Ne söyleyeyim? Yani önce bir sorgu suale çekilelim de ondan sonra cevap vermeye çalışalım. Yani ama bir arkadaştan soru gelirse oradan başlayabiliriz. Yani cevap verebilecek durumdaysam cevaplandırırım onları. Bunun dışında siz ne düşünüyorsunuz mesela nereden başlayayım söze?

-(Yahya Arıkan) Şimdi Şükran Bey dostluk üzerine konuşalım yani filmin ana konusu dostluğu gayet geniş bir şekilde ele almışsınız. Bu dostlukları gerçek yaşamımızda görebiliyor muyuz? Bir yerden girelim sohbette arkası gelecektir muhakkak.

-Vallahi bu genellikle söylenen, sorulan, böyle dostluk var mı? Artık bunlar değerini kaybetmiş değerler olduğu için nereden çıktı bu. Bence kaybolmuş değerler değil filmde gördükleriniz. Öyle olsaydı her yaştan Türkiye’deki seyircinin bu filme bu rağbeti göstermesi imkansız gibi geliyor bana. Yani bu dostluğu, bu fedakarlığı, bu arkadaşlığı yaşamayan insanlar nasıl olurda bu kadar zevk alabilir bu filmden? İnsanı düşündürüyor bu. Demek bu değerler hala var fakat çok kullanılmıyor veya böyle kullanıldığın taktirde ne olurmuş sorusu geliyor akla. İşte bu oluyor. Bir milyondan fazla seyirci bu filmi seyrediyor ve çok az aleyhte konuşan çıkıyor. Genellikle seyircimizi memnun eden bir film oldu. Bizde bundan çok memnunuz. İnşallah bunun devamı gelir diye umuyoruz. Benim şimdilik söyleyeceklerim bunlar.(Şükran Güngör)

-Peki efendim teşekkür ediyoruz. Şimdi Zeki Bey, birazda filmde acaba bu tip dostlukların çok azalmasından dolayı, hasret duymaktan dolayı mı bu kadar talep oluyor? Eğer sizin de bu konudaki bir değerlendirmenizi alırsak .

-Şimdi izin verirseniz Faruk Beyin böyle bir film çekeceğiz, bu filmde benimle, bizlerle beraber olur musunuz diye ilk buluştuğumuz günkü izlenimlerimi anlatmak istiyorum.

-Buyurun.

-The Marmara’nın şimdi adı Marmara galiba.

-Marmara evet.

-Çok da sevimli olmayan geçmişte çok acı olaylara sahne olmuş cafesinin açıkça söyleyeyim beni çok rahat da ettirmeyen o atmosferinde o duyguları o şeyleri yeniden anımsadığım için ilk kez karşılaştığımda Faruk Beyle ismini duyduğum fakat karşı karşıya gelmediğim genç bir adamdı, çok cesur bir prodüktördü

-Daha evvel yaptığı.

-....

-O zaman gençti çıktı.



-Her filmde biraz daha yaşlanacak.

-Ve de daha evvel seyrettiğim, çok sevdiğim, çok doğru da bulduğum bir filmi var. O kadar tanıyordum kendisini. Nedir film dedim. Ya umumiyetle bu durumlarda prodüktör yada prodüktörün görevlendirdiği birisi .... olursa çok daha sıcak bir ilişki kuruluyor daha birinci dakikadan itibaren. Bir senaryo uzatır ve ben okuyayım dersiniz böyle son derece formel bir şeydir bu. Okursunuz olur yada olmaz deyip pazarlığa girersiniz. Böyle bir senaryo da yoktu ortada yani koltuğunun altında da bir senaryo yoktu. Ben anlatayım size ağabey dedi. Lütfen dedim, hikayeyi anlattı ve ben kabul ettim. Şimdi bakın burada kendisi yani ben profesyonel oyuncuyum ben bu filmden kaç para alacağım, ne almayacağım diye konuşmadan kabul ettim.



-Hatta ben sordum para konusu konuşulmayacak mı diye.

-Şimdi bırak ben tadını çıkarayım bu olayın dedim. Hani o şey benzer çok sevdiğiniz bir yemeği yedikten sonra ben öyle yaparım en azından kahve içer misin dediklerinde hayır dedim çünkü kahve tadı kalırsa ağzımda. Oysa ben o sevdiğim yemeğin kalsın isterim bir süre. Hiç paraya bulaşmayalım, uğraşmayalım dedim, filmin tadını çıkarayım dedim. Eve gittikten sonra düşündüm, şimdi böyle bir filmde tabi etkileyen başka şeyler de var örneğin işte Yıldız Kenter ve Şükran Güngör gibi iki tane anıt isim var ve uzun yıllar geçmesine rağmen bu meslekte epey yaşlanmamıza rağmen hiçbir arada çalışmamışız bu arada da bu çok önemli etken. Yönetmen de Zeki Ökten denilen bir dev, onunla da çalışmamışım. Reklamlarda falan çalışmışım ama sinema da çalışmamışım, bunlarda çok etken tabi. Ama şimdi düşünüyorum bugün kü düşüncemle diyorum ki beni bu filme çeken hikayeydi. Eve gittikten sonra hikaye üzerine düşündüm hemen de tabi bir insanın beyni eleştiri yapmaya başlıyor. Burası şöyle olsa daha mı iyi burası öyle olsa, bir de yönetmenlik maceram olduğu için ben filmi çekmeye başladım zaten anlatırken. Ama eve gittikten sonra şunu düşündüm, böyle bir film Türkiye’de iş yapar mı yaparsa ne kadar yapar? Bugün itiraf ediyorum ki yakalanan bu işi beklemiyordum açıkça. İş yapılacağı falan böyle yerlerde söyleyecek fikrim olmayacaktı belli bir iş yakalayacaktı. Ama eh tamam işte görevini yaptı denecek bir iş yakalayacaktı bana göre öyleydi. Böyle bir iş yakalayabileceğini umut etmiyordum. Böyle bir iş yakalanması Şükran Beyin biraz evvel dediği olayı doğruluyor. Yani demek ki bu değerler dostluk, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, hoşgörü, isterseniz bir torbanın için sokalım hepsini, güzel duygular. 20. asrın özellikle son çeyreğinde giderek yitirmeye başladığımız duygular bütünüyle unutulmuşta değildi. Hadi diyelim ki yaşları belli bir yaşın üstünde olan kuşak bunları tamamen unutmamışta bunlardan yoksun büyüyen 25 yaşına kadar son çeyreğin 25 yaşına kadar olan çocuklarımız, gençlerimiz, evlatlarımız nasıl düşünüyorlardı, gördüm ki onlarda farkındaydılar bu duyguların. Nasıl farkındaydılar? Benim iddiam şu, bazı bilgiler son yıllarda yapılan araştırmalarda iç güdüsel olarak genetik olarak da taşınabilir. Demek ki bir yerlerden genetik olarak gençlerimizin bu duygularla bizim yaşadığımız kadar sıcak yaşamadıkları, sıcak, içiçe olmadıkları bu duygularla bile genetik olarak bir bağlantı da var. Ben böyle izah edebiliyorum. Çünkü şeyi hiç beklemiyordum özellikle böyle bir filmi gençlerle ağırlıklı olarak çocuklar tarafından bu kadar sevileceğini beklemiyordum. Bu şimdi beni umutlandırıyor iki nedenle umutlandırıyor açıkça. Birincisi umut ettiğim şekilde 21. asrın ilk çeyreğinde bu değerler giderek yükselen değerler olacak yalnız Türkiye’de değil dünyada. Bunun ip uçlarını yakalıyorum. İkincisi, üstüne gidildikçe ve bu tip film yapmaya heveslenen prodüktörlerin önü açıldıkça ki bana göre Güle Gülenin iyi iş yapmasının en önemli işlevi budur sayıları arttıkça bu filmlerin galiba duygularla iç içe olmamız ve sımsıcak sarılmamız daha da kolay olacak diye düşünüyorum. (Zeki Alasya)

-Teşekkür ederiz efendim. Faruk Bey buyurun.



-Şimdi ben bu filmi yapma kararını şöyle verdim kendi kişisel hayatımla da bağlantılı bir süreci var bunun. Genellikle son dönemlerde çevrede gördüğüm bir yığın şey kişisel olarak beni çok rahatsız etmeye başlamıştı. Yani dehşet bir kirlenme yaşanıyor ve dünyanın hiçbir yerinde olamayacak bir hızla yeni bir insan yaratılmaya çalışılıyor ve dolayısıyla Türk insanı bana göre Türk insanının geleneksel kimliği çok çabuk ve hızlı bir şekilde benim tasvip etmediğim illa kötüdür demiyorum bu yeni kimliğe ama çok tasvip etmediğim bir çizgiye doğru gidiyordu. Bu insan kimliğini yeniden insanlara sinema seyircisine ve bütün kamuoyuna anlatmak için bu filmi yapmak fikri doğdu bende. Bir başka şey o dönemde beni çok rahatsız eden bir takım skandal olaylar vardı Türkiye’de yani kokainden sorgulanan insanların üç gün sonra aldıkları ücretlerinin üç misli artması falan yani. Düşünün ki Türkiye kokainden dolayı narkotik şube tarafından sorgulanmak bile ücretinizi arttıran bir unsur haline geldi. Yani Allah korusun ben şimdi 35 yaşında bir adamım. Urfalıyım ben, Urfa’da kalsaydım 18 imde evlenmiş olurdum şimdi de 17 yaşında bir kızım olurdu. Şimdi ben ne derdim bu kıza vallahi baba kokain içiyorum veya içmek istiyorum dese ne derdim yani niye içme derdim bilemiyorum. Dolayısıyla öyle bir şey yapmak istedim ki kesinlikle hiçbir skandala bulaşmamış hepiniz açısından son derece beğenilen, tabii benim hem Şükran ağabey ile hem Yıldız Hanımın tiyatrosuyla hem Metin ağabey, Zeki ağabeyin tiyatrosuyla da seyirci olarak çok yakın bir şeyim vardı temasım vardı. Dedim ki bu olağanüstü insanları bu tertemiz insanları bir sevgi ve dostluk filminde bir araya getireyim. Filmin doğuş fikri aslında budur. Sonra bunu nasıl ilginç kılarım yani seyirlik bir şey haline getirelim falan, aslında ilk lafım benim senaristime Fatih yaşlı insanlara banka soyduralım, Fatih’in evinin terasında böyle bir laf söyledim. Sonra peki neden banka soyacaklar bu insanlar diye kendimi de zorladım ve oturup onu 8-10 sayfalık hale getirdim. İlk Yıldız Hanım ve Şükran Bey ile ben bu filmin fikrini paylaştım daha sonra Zeki ağabeyle paylaştım daha sonra Metin Akpınarla ve Sayın Eşref Kolçakla. Onlarında sizlere çok sevgileri var bu arada bu filmde oynayan herkesin çok sevgileri var. Şimdi bu kadar önemli insanların milyonlarca teks okumuş bütün bu insanların bu film çekimine bu kadar kısa sürede yani Zeki ağabey yarım saat, Yıldız Hanım yarım saat değil Şükran ağabey? Siz yarım saat , Metin Akpınar telefon konuşmasıyla falan filan ısınınca galiba çok doğru bir şey yapıyorum gibi çok güçlü bir cesaret aldım. Sonra bu filmin senaryosu Avrupa Konseyinin bir sinema fonu var, o sinema fonundan mali destek alarak bütçenin belli bir kısmı önimaj tarafından desteklenmiştir. Önimajın 25 üye ülkesi var, Kuzeylisi var yani soğuktan donan insanlar var, Akdenizlisi var, Doğu Avrupalısı var, Orta Avrupalısı var. Bu 25 üye ülkenin 25 temsilcisinin oy birliği ile bu film destek almıştır ki bunu önimaj tarihinde 11 yıllık bir organizasyondur o 3 ya da 4 filme nasip olmuş bir durumdur ve gerekçeli kararında da filmin anlatıldığı sevgi, dostluk ve aşk temalarının dünyanın bütün kültürlerinde en önemli kavramlar olduğu ve nasıl bir insan kimliği yaratırsak yaratalım eninde sonunda döneceğimiz noktanın aslında birbirimizi sevmek, dayanışma duygusu içinde olması sosyal bir konudur insan. Şimdi yurt dışından da böyle olağanüstü bir tepki görünce ben dedim ki galiba ben gerçekten muhteşem bir şey yapıyorum, giderek kendimi şişirdim, şişirdim, şişirdim ve hemen söyleyeyim bu 5 insanı bir araya getirmek başlangıçta bana en çok heyecan veren şeydi. Ama şimdi bana başka bir şey daha olağanüstü heyecan veriyor. Ben aslında 1 milyon kişi bekliyordum başından beri bu filme fakat 1 milyon kişiyi kendim için en üst hedef olarak koymuştum. Şimdi görünüyor ki Avrupa gösterimiyle beraber bu filmi en az 2,5 milyon insana b,iz seyrettireceğiz. Bu benim içinde sürpriz bir durumdu çok sevindirici bir durum fakat bir yapımcı olarak buradan şu kadar, şu kadar milyon dolar para kazanmak duygusu değildi benimki zaten. Bütünüyle o ............ yola çıksaydım Zeki ağabeyin dediği gibi, bu yaşta 3. filmini yapan yapımcı olarak zaten bir takım güzel kalçaların, güzel göğüslerin vs göründüğü herkesin sırtını yasladığı bunu yaparsam iş yapar dediği ama bence çok doğru olmayan bir tespit o zaman zaman iş yapar zaman zaman ellerinde kalır yaptıkları işler. Böyle bir film daha az riskliydi tematik olarak. Şimdi sinema salonlarından çıkan insanları görüyor ve biz yani bu filmi ben 6 kere seyrettim. Seyirci nasıl tepkiler veriyor gördüm, nasıl bir duyguyla sinema salonundan ayrılıyor yani düşünün ki bir kere sinema salonunda şöyle bir atmosfer, türbanlı genç kızlar, daha modern genç kızlar, genç erkekler, 10 yaşında çocuklar, 65-70 yaşında insanlar, 80 yaşında dedeler hep birlikte film seyrediyorlar. Yani demek ki yaşlılar üstü , ideolojiler üstü bir kavram yaratmışız. Zaten filmin ilanlarında gazete ilanlarında bunu görüyorsunuz zannediyorum. Türkiye’de ideolojik olarak bir araya gelmeleri, birinin ak dediğine öbürünün kara dediği bir takım yayın organları var. Bu yayın organlarının hepsinin üzerinde uzlaştığı son dönemlerde belki de tek vaka .......... . Neden çünkü paydasız sevgi. Sanıyorum doğru bir şey yaptık. Şimdi ....... tabi filmin seyircileri olarak muhtemelen bir takım yönlerini filmin eleştireceksiniz bizim de eleştirdiğimiz yanları var ve onları konuşacağız. Teşekkür ederim.

-Teşekkür ediyorum. Tabi filmi film yapan 5 güzel insanı bir araya getirmenin çok önemli bir özelliği de var. Tabi sizin çalışmanıza ışık tutması açısından da filmi dün akşam yaklaşık 300 arkadaşımızla izledik.

-Telefonda bana 300 kişi filme gidiyoruz dendiğinde vallahi bayağı alkışladım yani telefonu kapattıktan sonra (Faruk Aksoy)

-İsterseniz dostlar sizlerin düşüncelerinizi alalım hem sohbet olduğu için düşüncelerimiz, yorumlarımız, abartı var mı yok mu,

-Soruları da taşıyor olabilir. (Zeki Alasya)

-Devam edelim. Buyurun Hakan Bey.

-Şimdi benim önce Faruk Beyi tebrik etmem lazım. Çok güzel bir film ve oyuncular harika bir oyun çıkarmışlar. Bir gazetede köşe yazarımızın yazısında biraz eleştiri vardı ondan korkarak eşimle evde tartışarak gitmiştim. Çünkü Zeki Alasya, Metin Akpınar muhteşem bir ikili, diğer tarafta yine aynı birlikte yapmışlar Şükran Bey ve Yıldız Hanım ayrı bir ikilikleri var. Benim korkum şuydu, acaba 2-2 birbirlerinin arasında gerçekten uyum sağlayabilirler mi? Çünkü birbirlerini çok iyi tanıyan 2 ayrı grup var o gruplar birbirlerinin elektriklerini alabilirler mi ben ondan korkuyordum ve Faruk Bey bunu nasıl sağladınız, ayrıyeten oyuncularımıza soruyorum sizler nasıl böyle bir kaynaşma yaptınız?

- Onu ben sağlamadım yani bu insanları bir araya getirdim. Filmimizin yönetmeni Zeki Ökten filmi Zeki Ökten çekti karakterleri. Fakat ben de bu birliktelikte zaten sizin yaşadığınız kaygıyı yaşamadım. Yani olağanüstü oyuncular ne gerektirirse yorumlarlar yani farklı ekollerden geldikleri doğrudur. Ama yalnız böyle bir şey kaygı duymadım bu 5 kişiyle konuşurken. (Faruk Aksoy)

-Ama gene de tabi özetle bunun başarısının doğrudan doğruya yönetmene ait olduğunun altını çizmek lazım. Yani Faruk Beyin dediği gibi işte bu malzeme bir araya geliyorlar o malzemeden lezzetli bir yemek yapmak özellikle sinemada sadece ve sadece yönetmenin bileceği yönetmenin başaracağı keşke aramızda olsaydı da (Zeki Alasya)

-O çok utangaçtır onun için gelemedi.(Faruk Aksoy)

-Biz çağırdık ama.(Muammer Keskin)

-Doğan Bey buyurun.

-Ben bir şeyi eleştiri olarak bir şeyi söyleyeceğim. Türk milleti olarak biz mendil pek kullanmayız. Siz bu mendilleri niye dağıtınız?

-Eczacıbaşı’nın öyle önerisi olsa bana Güle Güle şeyleri, (Faruk Aksoy)

-Değerli arkadaşlar buyurun. Hayati Bey buyurun.

-Ben Şükran Beyle sonra yukarıda konuşacağım dedim.

-Yukarıda konuşacağım demiştiniz , doğru.

-Ben filmi tabi çok zevkle seyrettim izledim. Zaten başlı başına harika insanlar o yönden kendilerini kutlarım. Biraz abartılı buldum örneğin, banka soyma olayı biraz gerçek dışı gibi geldi bana. Acaba bu konuda yanılıyor muyum siz ne düşünüyorsunuz?

-Tabi gerçek dışı ama öylesine dostluk öylesine sevgi çemberinde buluşmuş 5 kişinin birinin başına beklenmedik bir felaket gelirse ve de onlar belli bir hedefe yönelik olarak o arkadaşlarına yardım etmek için mücadele verirler, zorlayabilecekleri bütün kapıları zorlarlar ve hiçbir şekilde bir çare bulamazlarsa sonuçta varacakları biraz gerçek dışı biraz abartılı olacaktır. Yani banka soyabilirlerdi bir pedallı makine ele geçirip para basabilirlerdi bunların hepsi kendi içinde abartılı olurdu. Ama abartı derken olayın olağanüstü yönünün bu noktasında var diye düşünüyorum bu bir. İkincisi, Güle Güle bir sevgi masalı. Masalın altını çiziyorum fakat bütünüyle masal diye bakmıyorum ama bir sevgi bazında bırakın o sevgi masalında bu yaşları 60’ın üzerinde 4 tane adam ölmek üzere olan arkadaşları için bu deliliği bu abartılı şeyi yapsın diye düşünüyorum ben. Başta bizde eleştirdik kendi içimizde ama böyle bir sonuca vardık yani. Korkmayalım ve cesaretle üzerine gidelim dedik. Sinema çok acımasız bakınız, isteseydik biz banka soygunu öncesinde fikirlerini ortaya korduk, çalışmalarını yaptırırdık, banka soygununu görmeden de bankayı soydurabilirdik. Çok klasik bir örnektir bu, bileniniz var bilmeyeniniz var ama klasik bir örnek olduğu için izin bir cümle ile söyleyeyim. Tren seyretmekte olan bir insan resimleyecekseniz sinemada illa treni görmek zorunda değilsiniz. Bir insanı oturtursunuz suratından belli ışıklar geçirirsiniz geçmekte olan bir tren efekti koyduğunuz zaman o insan treni seyreder olur. Doğru mu? Burada da bankanın soyulmasını görmeden de parayı aldılar deyip doğrudan da arabalarına girebilirdik oraya. Ama biz o abartıdan korkmadık açıkça. Hatta belki de bu masalın içinde onu gerekli bulduk. Hatırlatmak gerekirse en acıklı masallarda bile böyle çok güldüğümüz, hoşumuza giden yerler vardır. Güle Güle’nin banka soygunu da bu masalın galiba öyle yeri. Evet. (Zeki Alasya)

-Pardon Muammer bey buyurun.

-İkinci bir sorum var.

-Buyurun.

-Bu,

-Ben de çok kısa bir cevap vereyim ondan sonra soruya geçersiniz. (Faruk Aksoy)



-Buyurun efendim. (Arıkan)

-Biz isteseydik aynı zaman da o soygunu çok planlı, çok daha inandırıcı yapardık. Fakat biz onu özellikle yapmadık, ciddi bir soygun sahnesi olarak tasarlayabilirdik olayı. Bu işin çocuksu yanı yani karakterlerimizin çocuklaştığı, çocukça ve akıl dışı şeyler yapmaya karar verdikleri an. Çünkü daha önce hayatlarında belki trafik polisiyle bile karşılaşmamışlar. Dolayısıyla işin o kısmı Zeki ağabeyin dediği gibi şimdi bizim filmimizin ilk yarısı daha gerçek temeller üzerine oturuyor. İkinci yarısında daha masalsı daha fantastik bir anlatım izliyoruz. Bu da bilinçli bir tercihdi yönetmenin ve hepimizin burada işin içinde yer alan hepimizin bilinçli tercihiydi. Dolayısıyla orada bir tezat yok eğer bir abartı varsa sinema aynı zamanda bir abartının sanatıdır. (Aksoy)

-İkinci sorunuzu alalım.

-İkinci sorum, tabi bu sevgi üzerine kurulmuş çok özlediğimiz çok hasret duyduğumuz şey bu sevgi çünkü insanların yuvasız olduğu bir dönemde böyle film bizi gerçekten çok duygulandırdı.

-Sevgi ve de dayanışma. (Arıkan)

-Evet. Şimdi uluslar arası platformda acaba bu filmin iş yapma veya gösterilme şeyi ne olabilir, böyle bir şey düşünüyor musunuz?

-Evet şimdi uluslar arası alanda filmi popüler kılma yöntemleri çok bellidir. Filmlerin çeşitli markaları vardır yani dünyanın her yarinde bu markalar birinci olarak oyuncudur, ikinci olarak yönetmendir, üçüncü olarakta yapımcıdır. Yani insanlar oyuncusuna göre filme gider, yönetmenine göre filme gider yada bir yapım şirketi vardır ki hep çok iyi filmler yapıyordur o şirketin yaptığı filmlere gider. Şimdi açıkça biz yurt dışındaki insanlar ne yazık ki bunun içinde günahlardan biride Türkiye’deki yapımcılarıdır. Onu da ben benden önceki kuşağa bir eleştiri olarak söylemek istiyorum. Bizim yurt dışında şu anda bir markamız yok yani Türkiye’nin bu son derece önemli ve dünya çapındaki oyuncuları ne yazık ki yurt dışında bilinmiyor. Demek ki oyuncusuna göre filme gidemeyecekler, yönetmenimiz ne yazık ki yurt dışında bilinmiyor ve yapımcımız ne yazık ki yurt dışında bilinmiyor yaptığın filmler. Ancak bu filmin konusu başka bir takım örnek filmler var mesela İbno- Sino var bilmiyorum burada seyreden var mı o filmi yada en son Oscar alan hikayenin neydi, Herşey Güzeldir. Orada da aslında aynı durum vardı. Fakat Amerikalı bir dev şirket o iki filmi her nedense satın aldı, olağanüstü bir gişe başarısına taşıdı. Şimdi bizim filmimiz Batı Avrupa’nın tamamında gösterilecek. Bizim zaten Fransız bir ortak yapımcımız var. Fransız ortak yapımcımız filmi Fransa’da önümüzdeki sinema sezonunda dublajlı olarak oynatacak. Dublajlı olarak oynatması demek en az 40 –50 kopya yani en az 40 – 50 sinema salonunda bu film oynayacak olması anlamına geliyor. Almanya’da, Belçika’da, Avusturya’da, İsviçre’de ve Hollanda’da Warner Bross tarafından bu film dağıtılacak ve oradaki Türkler ve yabancılara bu filmi izlettirmeye çalışacağız. Dağıtımcının hedefi büyük onu da söyleyeyim. Dağıtımcı bu filmden bu güne kadar yurt dışında gösterilmiş Eşkıya ve Propaganda filmleri var bunlar 200’er bin kişi civarında seyirci topladılar. Dağıtımcının bu filmden beklentisi 200 bin rakamının en az 2’ye katlanacağı yönünde. Burada tabi oyuncularımızın yurt dışındaki Türkler tarafından tanınıyor ve çok seviliyor ve çok saygı duyuyor olması temel mesele. Diğer temel mesele de onlarla birlikte onların arkadaşları gidip filmi seyredecekler Almanlar, Belçikalılar, İsviçreliler biz onlarında işte burada bizde yaratılan duygu orada da onlar için yaratılmış olacak ve bundan dolayı bu filmin bu ülkelerde biz popüler olacağını teorik olarak varsayıyoruz ve onu diliyoruz.

-Muammer Bey.

-Evet bende öncelikle Faruk Beye gerçekten teşekkür ederiz.

-Teşekkür ederim.

-Yeni dünya düzeni içersinde böyle bir filme özellikle cesaret ettiğiniz için. Oyuncularımız için zaten hepimizin yılardır hem tiyatrodan hem de sinemadan beyeniyle izlediğimiz insanlar. Sizin cümlelerinizde bir soruyu yöneltmek istiyorum. Şimdi söylediniz ki 10 yaşından 70 yaşına kadar bu insanlar filmi izledi. Filmde eksik gördüğüm kendi namıma eksik gördüğüm yeni bir kuşağı dostluğunu öne çıkarıyorsunuz ki bu dostluğa hakikaten bu yeni dünya düzeni bize bir çok şeyi dayattı dostluklarımızı hep unuttuk. Genç kuşakla ilgili orada görüntüler vardı ama yeterli düzeyde değildi. Örneğin kendi aile yaşamımdan örnek vereyim, iki çocuk babasıyım zaman zaman çocuklarımla diyalog eksikliğimiz oluyor veya bu şuan ki bu ortam içerisinde belli orada da yansıttığınız şeyler var ama acaba bunu paralel olarak soruyorum filmin devamı var mı böyle bir şey düşünüyor musunuz?

-Ne dersiniz ağabey var mı bir şey? (Faruk Aksoy)

-Kendi aramızda esprisini yaptık.(Zeki Alasya.)

-İzin verirseniz küçük bir parantez açmak istiyorum. Yani genç nesil çok duyarsız gösterilmiş filmde. Yani onlar onu biraz açalım. Buyurun.(Yahya Arıkan)

-Hayır hemen bir şimdi bitireyim. Bu konuda zaten biz filmi izlerken de daha doğrusu şöyle de değerlendirilebilir, film vizyondan kalkmak üzere biz vizyona girdiğinde de böyle bir şey düşündük. İstanbul Odası olarak ama konjonktür uygun gelmedi, tam filmin sonuna doğru izledik, hatta bu konuda tereddütlerde izleyelim mi izlemeyelim mi diye ama gördük ki hakikaten bir kez izleyen ikinci kez de izlemeye zevkle geldiler izlediler. Şimdi bizim (Muammer Keskin)

-Neden tereddüt etiniz mesela? (Faruk Aksoy)

-Sonra geldi yani insanların çoğu izledi toplu izlemek açısından.

-Anladım.

  1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət