Ana səhifə

Fethiye turizm raporu


Yüklə 238.5 Kb.
səhifə3/3
tarix18.07.2016
ölçüsü238.5 Kb.
1   2   3

XIII - SONUÇ:
Fethiye’de turizmden 1960’lı yıllarda söz edilmeye başlandı. 70’li yıllarda amatörce yapılan turizm; ev pansiyonculuğu, kamping işletmeciliği, küçük teknelerle turist gezdirilmesi, birkaç derme çatma otel ve lokantadan ibaretti. Bu yıllarda Almanya’da çalışan işçilerin çabasıyla yöreye gelen Almanlar’ın dışında; genellikle karayoluyla gelen Fransız ve İtalyan turistler ağırlıktaydı.( Yugoslavya iç savaşına kadar Avrupa’dan karayoluyla turist gelmeye devam etti.) İlk dönemlerdeki turistlerin yöre halkının yaşamını paylaşan,dinlenmekten çok öğrenmek, gezmek için gelen, genellikle eğitimli insanlar olduğu söylenebilir.( Tabi ilk dönem turistler arasında tarihi eser yağmacılarını da unutmamak gerekir. 60’lı yıllarda hazine avcılığı ve kaçak tarihi eser satışı önemli bir gelir kaynağıydı. )

Deniz yoluyla, geçerken uğrayanların dışında turist gelmiyordu. Fethiye tarih boyu kullanılan doğal bir liman olduğu halde, 80’lerin ortasına dek krom ihracatı için kullanılan iskele dışında liman hizmeti verilmedi.( 50’li yıllarda bu iskelenin yapımında, hemen limanın yanında bulunan ve bugün kazıyla ortaya çıkartılmaya çalışılan antik tiyatronun taşları kullanılmıştır.)

80’lerin ilk yarısından itibaren, seyahat acenteleri aracılığıyla genellikle 15 günlük ilk turist grupları ilçede görülmeye başlandı. Bu yıllarda turizm yatırımı yapılabilecek tarım arazileri ve şehir merkezinde “turistik” potansiyel taşıyan emlak satışları hızlandı. Kent dokusunda önemli değişimlerin başlangıcı bu yıllarda oldu. Uzun süre yerel yönetimlerin göz yummasıyla kaçak yapılaşma ve ardından gelen imar afları kent dokusunu değiştirdi. Belediye sınırları içinde bugün 150 kadar pansiyon var. Bu sayının 80’lerin sonunda en azından iki kat daha fazla olduğu söylenebilir. Ev pansiyonculuğu çerçevesinde başlayarak varolan altyapıyı zorlamadan ve kent dokusunu bozucu etki yaratmadan yapılabilen turizm, kısa sürede insanları baştan çıkardı. Pastadan daha çok pay alma hayaline kapılan pansiyoncular, kaçak inşaatlarla işletmelerini küçük birer otel haline getirdiler. O yıllarda kent merkezinde yapılan yaklaşık 100 yataklı bir otelin maliyetinin 4 - 5 yılda karşılanabildiği tahmin ediliyor. Bu nedenle kısa sürede kent merkezine çok sayıda küçük otel yapıldı. Doğal olarak altyapı yetersiz kaldı, merkezde konaklamak işkenceye dönüştü. 80’li yıllarda elektrik, su ve kanalizasyon yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar, turizm yatırımcılarının en çok şikayet ettiği konulardı. Sonraki yıllarda alt yapı sorunu çözümlendikçe, konaklama tesisi inşaatları kent dışına kaydı. Kent ticari ve idari merkez olarak gelişmeye devam etti. Bugün merkezdeki otellerin ve küçük ticari işletmelerin kârlı çalıştığı söylenemez. Yoğun yapılaşma ve trafik sorunu yaşanıyor. Kent merkezinde 4 büyük market, bir sabit pazaryeri ve bir semt pazarı var. Kışın hava kirliliği sorunu yaşanıyor. Bu kez plansız büyüme yüzünden değil ama yeterli kaynak ayrılmamasından dolayı kamu hizmetlerinde aksamalar görülüyor.

Gözlemlerime dayanarak söylemek gerekirse, 85 yılında mavi tur yapan yaklaşık 5 charter teknesi vardı. Sayıları adeta geometrik artışla büyüdü. Bu süre içinde koylara sabit bağlama yerleri yapılmadığı, atıkların toplanması için bir sistem geliştirilmediği için deniz kirliliğinden ve sığ deniz dibinin tahribatından doğan zararın önüne geçilemedi. Yerel yönetimlerin kendi çabalarıyla ve yılın belli dönemlerinde doğa korumacılarının kampanyalarıyla poşet, pet şişe toplanması dışında ciddi bir önlem yok. ( Yörede, merkezi İstanbul’da olan ve başkanlığını Eşraf Cerrahoğlu’nun yaptığı Deniz Temiz Derneği (TURMEPA), denizin temiz tutulması için çaba gösteriyor. Ancak bu çalışma bir sivil toplum organizasyonu olarak değerlendirilemez. Daha çok bürokrasiyle işbirliği içinde ve büyük turizmcilerin desteğiyle çalışan, gönüllü katılımdan çok profesyonel çabaya dayalı bir çalışma. Turizm işletmelerinin destek olmadığı yörelerde hizmet vermiyor. ) Turizmle ilgili tüm tekneler ahşap olduğu halde, Fethiye yöresinde deniz itfaiyesi bulunmuyor. Kirlilikten en çok etkilenenler balıkçılar. Onlar da avlanma düzenine uymayarak açıklarını kapatmaya çabalıyorlar. Balık ihtiyacının karşılanması için balık çiftlikleri kurulması ve onun da çevreye getirdiği yükün sineye çekilmesi kaçınılmaz oluyor.

80’li yıllarda Fethiye’ye en yakın plaj olan Çalış çevresindeki mülk sahipleri yapılaşma için büyük çaba gösterdiler. Bu yöredeki tarlalar, mevzuatı delerek otellerin yükseldiği yerler haline geldi. Ölüdeniz’de uzun süre kaçak devam eden yapılaşma, mevzuatı değişmeye zorlayarak bugünkü betonlaşmaya dönüştü. Bu dönemde Ölüdeniz’de kaçak yapılaşma ilginç biçimde gelişti. Yapı tamamlanana kadar kimse inşaata müdahale etmiyordu. Yapı bittikten sonra mal sahibi gidip jandarmaya teslim oluyor ve kaçak inşaat yapmaktan belli bir süre ( genellikle 22 ay) hapis yatarak otel, lokanta sahibi olarak turizme atılıyordu. Bugün Hisarönü ve Ölüdeniz, turizm adına betonlaşmanın kötü örneğidir. Ölüdeniz yakınındaki Kaya Köyü, benzer bir tehdit altında olmakla birlikte şimdilik köylülerin çabasıyla korunabilmektedir. Türkiye’nin marka haline gelmiş Ölüdeniz yöresinde henüz kanalizasyon sistemi yok. İşletmelerde foseptik kullanılıyor. Her işletmenin arıtması olmasına rağmen ne kadar kullanıldığı belli değil. Bu tür arıtma çalışmalarında genellikle biyolojik etkiler önlenebilse de, kimyasal arıtma yapılamıyor. Foseptiklerden sızıntılar nedeniyle, her yıl yüzbinlerce insanın tatil yaptığı bu yöre ciddi bir kirlilik tehdidi altında. Çevreciler, doğal yapının sızıntıları tutma özelliğinin aşıldığını düşünüyor. Yoğun sezonda kıyıda görülen kirliliğin buradan kaynaklandığı tahmin ediliyor. 5 yıl önce, nedeni bilinmeyen bir biçimde Ölüdeniz Kumburnu’nda yaklaşık 100 yaşında 30 kadar çam ağacı kurudu. Ölüdeniz’de 10 yıldır tamamlanamayan içme suyu hattı geçtiğimiz günlerde bitti. Yine de su yeterli değil. Tankerlerle işletmelere su taşınıyor. Ölüdeniz’in bugün çirkin bir yapılaşmaya sahip olmasında en büyük pay, mafyanın da desteğiyle taşıma oyla iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapan Oktay Sidekli’dir. Sidekli, milli park olan Kumburnu işletmeciliğini Muğla Özel İdaresine ait bir şirketin alması ve yıllardır burayı çalıştıran kişilerin yöreden uzaklaşmasının ardından desteksiz kalarak son yerel seçimi kaybetti. Son yerel seçimi CHP kazandı. AKP seçim propagandaları sırasında da dile getirdiği gibi, seçimi kazanamadığı için Ölüdeniz Plajı’nı özelleştirdi. Ancak hükümetin bu kararına karşı açılan davayı kazanan yerel yönetim, plajın işletilmesi hakkını geri aldı.

Ölüedeniz’de 80’lerin ikinci yarısında büyük tatil köyleri inşa edilmeye başlandı. Yöreye küresel ölçekte faaliyet gösteren seyahat acentelerinin yönelmesiyle, kitle turizmi etkin hale geldi.

Küresel tur işletmeleri küçük yörelere girerken ilginç bir yöntem izliyorlar.İlk aşamada iyi fiyatlarla kaliteli turist getirerek ve peşin ödemelerle yöredeki konaklama tesislerinin talebini yükseltiyor, kendilerine duyulan geleneksel güvensizliği aşıyorlar. Bu sürede genellikle küçük işletmelerden oluşan tesis sayısı artıyor. İlerleyen yıllarda turist getiren firmaların işletmelerden talepleri artıyor. Yüzme havuzu, bar, klima, restaurant vs. olan tesisler yapılmasını istiyorlar. Kısa sürede atıl hale gelen eski tesisler ya yeni taleplere göre elden geçiriliyor, ya da fiyat kırarak ayakta kalmaya çalışıyor. Ve giderek küçük işletmeler arza göre biçimleniyor. Böylece küresel tekelleşme, kendi gereksinimlerine uygun olarak pazara yön veriyor, getireceği turistten, fiyat belirlemeye kadar değişik seçeneklere sahip oluyor.

Fethiye’de turizmin sürükleyici sektör durumuna geçişinin ardından inşaat sektörü başta olmak üzere, ticaret, bankacılık, ulaşım, hizmet sektörü… turizme bağlı olarak biçimlendi. Bütün bunlar, tarım nüfusunun turizm işçisi haline gelmesine yol açtı. Esnaf, geleneksel yapıdan turizme bağlı duruma geldi. Kira ve emlak fiyatlarının hızlı artışı, kentin yerleşik nüfus bileşimini değiştirdi. Kent merkezinde büyük mağazalar, bankalar, şirket merkezleri, geleneksel dokuyla bağlantısız, turizme yönelik işletmeler hakim duruma geldi. “Turistik çarşı “ adı altında hediyelik eşya dükkanları, barlar, lokantalardan oluşan bir alan gelişti. Kent dokusunun korunamaması sonucu Muğla’da gecekondulaşmanın görüldüğü tek yer Fethiye’dir. Bugün, nüfusun yaklaşık üçte biri gecekonduda oturuyor. Mahalle sakinlerinin hemen hepsi turizm ve inşaat işçisi ya da küçük esnaf. Büyük mağazalarla küçük esnaf, esnafla seyyar pazarcılar ve her zaman olduğu gibi örgütsüz emekçiler arasında rekabet yaşanıyor. Yöneticiler; işsizliğin yarattığı sorunlar, politik baskılar ve kendi ekonomik çıkarları yüzünden popülizm yaparak durumun sürmesine refakat ediyor. Sektör içi rekabet, çeşitli nedenlerle turistin azaldığı yıllarda ve düşük sezonda şiddetleniyor. Böyle dönemlerde genel politikaları eleştiren ve sektörün farklı kesimlerinin birbirlerini suçlayan demeçlerinden geçilmiyor. Yönetim, bu nedenleri göz önünde bulunduruyormuş gibi yaparak her yıl sezon başlangıcında ( genellikle Nisan Ayı ortalarında ) turizme yönelik önlemler listesi yayınlıyor. Örneğin, alışverişe çıkan turistlerin belli bir yerden alışveriş yapmaya zorlanması olan “hanutçuluğun” önlenmesi şiddetle üzerinde durulan bir konu. Ama en büyük hanutçuluk, Türkiye’de her şey dahil sistemi ve rehberler aracılığıyla büyük işletmelerde konaklayan turistlerin, yine büyük mağazalardan alışverişe yönlendirilmesi. Yıllardır dile getirildiği halde bu adaletsizliğin giderilmesi yönünde adım atılmıyor. Büyük işletme sahipleriyle turizm politikaları oluşturanlar arasındaki organik bağ yüzünden… Her turizm yöresinde aktif ve etkili politika yapanların adı mutlaka büyük turizm yatırımcıları listesinin ilk sıralarındadır.

90’ların ortasına kadar turizmden iyi para kazandığını düşünen halk, giderek kazanç kaybına uğradı. Yerleşik (ya da geleneksel) nüfus mülklerini satarak, kiralayarak geçimini sürdürür hale geldi. Yerleşik ya da göç yoluyla yöreye gelen küçük mülk sahiplerinin genel görüntüsü şöyle: Her yıl bir yandan yeni işyerleri açılırken, öte yandan çok sayıda işyeri kapanıyor. Kendi işinde çalışan insanlar ücretli emek ya da seyyar satıcı oluyor

Yerel yönetimler ve meslek kuruluşları gelir dağılımında adalet sağlayıcı ve toplumsal yararı gözetici hiçbir önlem geliştirmiyor. Yerel yönetim, sermaye akışına bağlı olarak hızla artan nüfus karşısında kaynaklarını alt yapı yatırımlarına yönlendiriyor, açıklarını özelleştirmelerle kapatıyor. Meslek kuruluşları politik geleceğin basamağı olarak kullanılırken, gösterişli bir iki girişim dışında köklü çözümleri zorlayamıyor. Örneğin yerel yönetimin mülkiyetindeki mezbaha, otel, yat limanı gibi işletmeler kiralanırken; genellikle yerel küçük işletmelerin temsilcisi durumundaki meslek odaları sessiz kalıyor. Kent merkezinde büyük alışveriş mağazalarına izin verilirken, çok sayıda küçük esnafın işsiz kalmasına kimse müdahale etmiyor. Toplu konut yapımı, ucuz iş yeri sağlanması, toplu taşımacılığın geliştirilmesi gibi girişimler; turizm sektörünün gereksinimlerini karşılamaya yönelik alt yapı yatırımlarının yanında önemsiz kabul ediliyor. Halk buna rağmen ayni belediye başkanını başarılı bularak tekrar seçiyor.

Fethiye, 1989 yılında kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu’nun denetimi kapsamına alındı. Türkiye’de ayni kapsama alınan, Fethiye’yle birlikte 13 yöre var. Tarihi ve kültürel öneme sahip bu yörelerde imar planlarının yapımı, değiştirilmesi, arazi kullanımı ve her türlü yapılaşma ÖÇK tarafından denetleniyor. Belediyeler, yaptıkları imar planlarını ve değişiklik önerilerini kurulun onayından geçtikten sonra uygulayabiliyor. ÖÇK, sınırsız yatırım peşindeki turizm ve inşaatçıların ( ve bazı bürokratların ) en fazla şikayet ettiği kurumdur. Bugün her şeye rağmen yapılaşma benzer ilçelere göre daha alt düzeyde kaldıysa, bu kurulun ve ilçenin deprem bölgesi olması sayesindedir.

Turizm sektöründe sermaye büyüdükçe örgütlülük artıyor. En örgütlü ve sözü geçen kesim seyahat acenteleri, büyük tatil köyleri. Yerel ve merkezi politik kararlar daha çok bu kesimin taleplerine göre biçimleniyor. En örgütsüz kesim turizm emekçileri. Sendika ya da dernek olarak hiçbir örgütlenmeleri yok. Küçük işletme sahipleri, birbirleriyle korkunç bir rekabet içindeler. Genel görüntü, serbest piyasa adı altında her alanda kuralsızlığın yaşanması. Turizmi geliştirmek adına yapılan harcamalar bu alandan kazanç sağlayanlar arasında gelirleriyle orantılı biçimde dağıtılarak karşılanacağına, ağırlıklı olarak kamuya ödetiliyor. Örneğin turizmin çeşitli nedenlerden krize girdiği anlarda bile zararın karşılanması için devletin önlem alması isteniyor. Oysa dış turizmin çeşitli nedenlerle gerilediği dönemlerde iç turizmi canlı tutabilecek önlemler varsa, sektör zarar görmez. Doğrudan turizm işletmelerini desteklemek yerine, çalışanlara tatil yapabilecekleri olanaklar sağlanması, tüm toplumun refah düzeyinin adil biçimde yükselmesine katkıda bulunabilir.

En büyüğünden en küçüğüne kadar turizmle ilgili herkesin ortak görüşü, daha çok turist gelmesi için daha iyi tanıtım yapılması ve yol, liman, iletişim gibi alt yapı hizmetlerinin arttırılması. Büyük sermayenin buradan hemen çıkardığı sonuç; büyük işletmeler yapılması ve devletin kredi, arazi tahsisi, vergilendirme kolaylıkları sağlaması. Bürokrasi de bu görüşleri destekliyor.

Fethiye yöresinin turizm alanı kıyıda Kaş sınırı içindeki Patara’dan başlayarak, Göcek beldesine kadar uzanıyor. Göcek ve Ölüdeniz, yerel yönetim örgütlenmesi olan merkez ilçeye bağlı beldeler. Bu beldelerde denize bağlı turizm yatırımları var. Öte yandan, mevcut yatırım alanlarının kapasitelerinin son sınırına gelmesi nedeniyle bugüne dek el atılmayan beldelerde yeni gelişmeler gözleniyor. Antik Likya kenti Kadyanda yakınında, Fethiye’ye 25 km. uzaklıktaki Yeşil Üzümlü Köyü bu yörelerden biri. Burada imar planının tamamlanması ve ulaşımın kolaylaşmasına bağlı olarak yabancılara emlak satışında hızlı bir artış gözleniyor. Üzümlü köyündeki geleneksel ipek – pamuk karışımı dokumacılığın ve şarapçılığın geliştirilerek köyün turizmden daha çok pay alması için çeşitli girişimlerde bulunuluyor. Kalkınma kooperatifi bu çalışmalarda yer alıyor. Merkeze 80 km. Uzaklıktaki Seki Beldesinde, Toroslar üzerinde kış turizmini geliştirmek için Eren Dağı Kayak Tesislerinin yapımına başlandı. ( Bu tesisler AKP Milletvekili Hasan Özyer ailesine ait. ) Antik Likya kenti Pınara yakınlarında Yakapark olarak anılan yöredeki su kaynağı çevresinde sayıları her yıl artan lokantalar, önemli gezi alanlarından. Bu yöre yakınlarında Saklıkent olarak adlandırılın kanyon ve Ören Çayı; gezilen, rafting yapılan önemli yerlerden. En çok ilgi çeken tarihsel mekanların başında, Patara yolu üzerindeki Likya başkenti Xanthos ve Letoon harabeleri geliyor. Fethiye ilçe merkezi Likya kenti Telmessos kalıntıları üzerinde. Kaya mezarları, tiyatro ve müze ilçe merkezinde ilgi çeken yerler.

Antik yerleşim kalıntıları genellikle Likya dönemine ait. Mübadele sonrası Rumların boşalttığı Kaya Köyü ( Levissi) kalıntıları ilgi çeken gezi alanları arasında. Mübadele yıllarına kadar yöredeki asıl yerleşim birimi Levissi. Makri ya da Türkçeleşmiş haliyle Meğri olarak adlandırılan Fethiye, Rumlar tarafından daha çok deniz ticareti için kullanılmış. Bu nedenle kasabaya eski günlerde “iskele” denmiş. Son yıllarda turizmi canlandıracağı düşünülerek Kaya Köyü’ndeki Büyük Kilise’nin restorasyonu için girişimlerde bulunuluyor. Köyün mimari yapısı özellikle şehircilik uzmanlarının ilgisini çekiyor. Üniversitelerin köyle ilgili röleve çalışmaları tamamlandı. Levissi büyük turizm yatırımcılarının başlıca ilgi alanlarından biri. Şu ana kadar korunabilmesi, kooperatif aracılığıyla örgütlenen köylülerin ve mimarların çabasıyla sağlanabildi. Erkan Mumcu Turizm Bakanı olduğu sürece buraya ilişkin önemli projeleri bulunduğunu sık sık vurgulardı. Fethiye Belediyesi’nin köyü mücavir alan içine alma çabasından köylülerin tepkisiyle vazgeçildi.Yörede Rumlardan kalma halı dokumacılığının geliştirilmesi için kooperatif önderliğinde AB destekli bir proje yürütülüyor.

Konaklama, tarihi alanların görülmesi, deniz turizmi dışında Eşen ve Ören çayları üzerinde rafting yapılıyor. Ölüdeniz yakınında, Babadağ’da yamaç paraşütü ilgi çeken bir etkinlik. Her yıl bu etkinliği tanıtmak ve yaygınlaştırmak amacıyla “Hava Oyunları” adıyla uluslararası gösteri düzenleniyor. Gelecek yıllarda, deniz turizmcileri de uluslararası yat yarışları organize ederek benzer bir ilgi odağı olmayı planlıyor.

2002 yılından bu yana limanın bir bölümünde belediyenin desteğiyle “Su Sporları Merkezi” adı altında yelken ve kürek çalışmaları sürdürülüyor. Her yıl, uluslararası nitelik taşımasına gayret edilerek yarışmalar düzenleniyor. Bu amaçla kürekçiler için belediye tarafından bir kayıkhane yapıldı.

Bugün Fethiye’de turizm sektöründe yapılan iş ve faaliyet gösteren işletme türleri şunlar: Rehberlik, tur operatörlüğü, otel, pansiyon, lokanta, bar, disko, yamaç paraşütü, rafting, seyyar satıcılık, hediyelik eşya dükkanları, tekne gezileri, su altı turizmi, emlakcılık, kayak turizmi, turist taşımacılığı, safari turları, doğa yürüyüşleri, yat limanı işletmeciliği.

Fethiye’nin tarihi geçmişine baktığımızda, yörede en uzun hüküm süren Likyalılar, ardından Roma ve beylikler döneminde Menteşe Beyliği, Selçuklu ve Osmanlı izlerine rastlanır. Türklerin yöreye yerleşimi M.S. 13. yy. dolaylarındadır. Halen yerleşik halkın günlük yaşamında ve folklorunda geçmiş halkların izini görmek mümkün.

Bu yöredeki kültür genel olarak tarih boyunca görülen iki ana unsurun çatışmasının ve bileşiminin izlerini taşır. Tarih boyunca dağlarda yaşayan ve yerleşim merkezleri oluşturan topluluklarla, deniz kıyısında yaşayanların farklı kültürleri bir arada bulunmuştur. Yaylacılığın, tarım ve hayvancılığın, ticaretin, diğer topluluklarla ilişkilerin, yönetsel yapılanmanın, genel olarak kültürün bu etkileşim içinde biçimlendiği düşünülebilir. Örneğin kıyı halkları daha barışçı ve uzlaşmacıyken, dağlılar daha çatışmaya yatkın ve sert tutumludur. Kıyıda ticaret, dağlarda hayvancılık ve tarım gelişmiştir. Bugün Burdur sınırları içinde bulunan Dirmil Yaylası ( resmi adı 80 sonrası “Altın Yayla” oldu ama halk bu adı benimsemedi…) “Termiller” olarak bilinen halkın ilk yerleşim oluşturduğu bölgedir. Ayni yıllarda, yöreye gelenlerin bir bölümü Patara’dan Telmessos’a kadar uzanan kıyıya yerleşmiştir. Değişik coğrafî tercihlere sahip ve Likya yazı dilini kullanan bu iki farklı topluluğun ortak kökenden geldiği tahmin ediliyor.

Son yıllarda gelişen milliyetçilik dalgasına bağlı olarak bu tarihsel zenginliğin dikkate alınmadığını söyleyebiliriz. Kültürün, bugünün egemen dili olan Türkçe’yi yöreye taşıyanların tarihsel geçmişine indirgenerek ele alınması bir yoksullaşmadır. Bu yoksullaşmanın somut izini, son 30 yılda dokusu bozulan tüm kıyı kentlerinde görebiliriz. Tarihte bu yörelerde yaşayan halkların yerleşim planları, mimari tarzları yüzyılların birikimidir. Coğrafya, iklim, doğal afetler vb. sayısız deneyin sonucu ortaya çıkan yerleşimler ve buna bağlı olan yaşam tarzı; kâr uğruna birkaç on yılda yok edilerek toplum tarihsizleştirilmiştir. Bu yoksullaşma bir başka açıdan daha yaşanıyor: Günün güçlü politik akımları milliyetçilik ve siyasal islâm açısından yorumlanan kültür, Türklerin kendi tarihlerini çarpıtmalarına da yol açıyor. Yüzyıllar boyu farklı toplulukların nasıl bir uzlaşı içinde yaşadığını anlamak yerine, tarihe “fetih ideolojisi” gözüyle bakılıyor. Pek çok yerde geleneksel yer adları, eski izleri silmek ya da marka haline getirmeyi kolaylaştırmak gibi ticari kaygılarla değiştiriliyor. Güdürümsü, Kelebekler Vadisi olurken, Faralya Köyüne Uzakyurt, Belceğiz kumsalına Belcekız deniyor…

Son yıllarda gelişen yabancılara emlak satışı sayesinde, Fethiye’ye yerleşen yabancılar “Akdeniz Dostları” adıyla bir dernek kurdular. Üye sayıları 500 dolayında.

Bugünlerde yörenin tanıtımında “Fethiye, turizmin yükselen ışığı” sloganı kullanılıyor. Turizmin çeşitlendirilmesi ve 12 aya yayılması hedefleniyor. Böylesine plansız, programsız biçimde turizm yapılmaya devam edilirse, “yükselen ışık” yatsıya varmadan sönebilir.

XIV - ÖNERİLER:

Turizm, sanayi toplumuna ve düzenli kent yaşamına bağlı bir sektör. Başlangıç yıllarında turistin “gezgin” profili vermesi ve yörede geleneksel yapı değişmeksizin turizm yapılabiliyor olması, ilerleyen yıllarda yanıltıcı etki yarattı. Kaynakların kısa sürede kullanılmaz hale gelebileceği düşünülmedi. Belki bugün için kimi alanlarda geç kalınmış olabilir. Sektörün merkezi olarak planlanması zorunlu. Planlamada, turizmin ağırlık taşıdığı bölgelerin özel olarak ele alınması ve iyileştirilmesi temel alınmalı. Bu yörelerde planlı bir anlayışla, ekonomik yapıda turizmin sürükleyici sektör olmasının yarattığı dengesizlikler giderilmeli, değişik sektörler de desteklenerek seçenekler arttırılmalı.

Doğanın, toplumsal yapının, yerleşimin, tarihsel değerlerin korunması için mutlaka yatırımlarda sınırlamaya gidilmeli. En kısa zamanda yöredeki tüm değerlerin dökümü çıkartılmalı. Sürekli yaşayan nüfusun niteliği, yörenin barındırma kapasitesi, doğal kaynakların özellikleri, tarihsel dokunun ve kültürel yapının bilgisi bir merkezde toplanmalı. Hiçbir resmi kurumda, sektörle ilgili işletme, çalışan sayısı ve gelir – gidere ilişkin işe yarar bilgi yok. ( Örneğin turist sayısı pasaport işlemlerinden ya da kapılardan giriş yapanların sayısından tahmin ediliyor. Turizm geliri adı altında işçi dövizinden yabancılara arsa satışına kadar her şey var. Firmaların gelirleri ve ortakları ticari sır kapsamında. Politikalar zaten kapalı kapılar ardında oluşturuluyor.)

Kent ve köy yerleşimlerinin, gelişigüzel yapılaşmayla bozulma tehdidi altında olması nedeniyle tüm yerleşim birimlerinde imar durumu yasal güvence altına alınmalı ve sıkı biçimde denetlenmeli. Mevcut yapılaşmayı ve yaşam tarzını bozmadan iyileştirmek amaçlanmalı. Yatak kapasitesini arttırmak gibi sonucu hesaplanamayan hedefler saptamak yerine, varolanı kullanmayı ve geliştirmeyi temel alan planlı bir turizm yapılmalı.

Ulaşım gibi alt yapı yatırımları öncelikle yöreye günübirlik ziyaretleri kolaylaştırma amacı taşımalı, toplu taşımacılığa önem verilmeli, ulaşım maliyetleri düşürülmeli. Turistin ilgisini çeken bir bölgeye farklı noktalardan gidilebilmeli. Gelirin adil dağılımı için yatırımların yalnızca ilgili bölgede yoğunlaşması önlenmeli. Turizmde alternatiflerin arttırılması için farklı niteliklerdeki turizm yatırımlara ağırlık vermek yerine, geleneksel toplumsal yapıyla ve çevreyle uyumlu bir turizm politikası geliştirmek amaçlanmalı. Bugün turizm “deniz, güneş, kum” anlayışına göre biçimlendiği için, bu üçlünün bulunduğu yerlerde konaklamaya önem veriliyor, ulaşımda buna göre biçimleniyor. Bu anlayışın dışına çıkmak amaçlandığında da bu kez kış turizmi için dağlara büyük tesisler yapılıyor, rafting için dere boyları hesapsızca kullanılıyor, ören yerlerinin çevresi lokantalarla donatılıyor. Yatırım alanı ve hedefi belirlenirken geniş kapsamlı ve uzun vadeli hesaplamalar yapılmalı, geri dönülmez olumsuz değiştirici etkilerden kaçınılmalı.

Turizm sanayi toplumunun ve dolayısıyla kentli olmanın bir uzantısı olsa da, turistin ilgisini çeken alanlar doğal ve tarihsel dokunun bozulmadığı yerler. Hızlı para girişiyle buraların geleneksel yapısı çabuk bozuluyor. Bir kentli olan turistin, geldiği yerde kent olmanın özelliklerine ihtiyaç duyması da bozulmada etkili oluyor. Yalnızca turiste yönelik yatırım yapıldığında, yerleşik nüfusun bu gelişmeden pay alması mümkün olmuyor. Turizm yörelerine yatırım yapılırken temel ilke, turisti değil, yörede yaşayanların gereksinimlerini gözönünde tutmak olmalı. Örneğin, turizm sezonunda nüfusu katlanan yörelerin içme suyu, kanalizasyon, arıtma, katı atık toplama giderleri dolaylı yoldan yörede yaşayanlara ödetiliyor. Altyapı iyileştikçe yöreye yapılan yatırım artıyor ve yeni gereksinimler doğuyor. Bu kısır büyüme döngüsü, yöreye gelen nüfusu karşılamaz duruma gelene dek sürüyor. Sonunda, Denizli Pamukkale’de örneği yaşandığı gibi, milyonlarca yılın eseri doğal güzellikler tahrip oluyor, sektör kâr uğruna bindiği dalı kesiyor. Sorunun farkına varıldığında, bu kez de bozulanı düzeltmek için kaynak harcamaya başlanıyor. Eğer turizmden önce yörenin yerleşik halkı insanca yaşam koşullarına sahip değilse, turizm geliştikten sonra da olmayacak. Kısa sürede doğal, geleneksel değerler kaybolurken yoksulluk artacak, tekelleşme gelişecek. Büyüyen pastadan büyükler istediği kadar pay alırken küçüklere tabakları yalamak kalacak.

Benzer biçimde, genellikle uluslararası duruma bağlı olarak savaş ve ekonomik kriz dönemlerinde turizmde kriz yaşanıyor. Sektörün ileri gelenleri böyle dönemlerde devletin yardımcı olmasını istiyor. Vergi indirimleri, uygun krediler, borç ertelemeleri, hatta kimi zaman doğrudan destek talep ediyorlar. Turizm, yalnızca dış turizmden ibaret değildir. Tatil mekanlarından ülke halkının yararlanması için önlemler alınırsa, sektörde ciddi krizler yaşanmaz. Bu nedenle, ekonomik nedenlerle tatil yapamayanlara olanak yaratılması temel alınmalı. En azından ölü sezonda işletmelerin atıl durumda kaldığı göz önünde tutularak emekliler, ev kadınları, yıl boyu çalışanlar tatil olanağına kavuşturulabilir. Çalışanlara, tatil yapma koşuluyla ödemede bulunulabilir. Yaz boyu boş kalan okullar, öğrencilerin karşılıklı yöresel değişim programı çerçevesinde tatil yapması için kullanılabilir.

Kayıt dışı ekonominin hüküm sürüyor olması, turizmden elde edilen gelirin bilinmesini, vergilendirilmesini olanaksız kılıyor. Herkes daha çok tanıtım, daha çok yatırım isterken, elde edilen gelirin yatırımları ne ölçüde karşıladığı belli değil. Ne kadar dikkatli davranılsa da turizm yörelerinde kısa sürede yoğun nüfus barınması çevre sorunlarına yol açıyor. Yöreden elde edilen turizm gelirinin bir bölümünün çevresel etkileri en aza indirmek için harcanması zorunlu olmalı. Ülkeye giren döviz miktarı değil, yapılan işten en az zararla çıkmanın hesaplanması temel alınmalı. Şu ana kadar bir yöreden elde edilen gelirle; turist gelsin diye yapılan yol, havaalanı, liman, bina vb. altyapının ne kadarı karşılanıyor, belli değil.

Ekonomi ve politikanın şeffaflıktan uzak oluşu yüzünden, turizm mafyanın kara para akladığı belli başlı alanlardan biri. Yüksek bedellerle kiralanan, satın alınan işletmelerden hangi yolla gelir elde edildiği bilinmiyor. Bu da, sektörün kendi içinde bir denetim sistemi olmayışıyla yakından ilintili. Sunulacak hizmetin tanımı, fiyat standardı tüketiciyi ve üreticiyi rahatlatacak tek yol.

Turizm emekçilerinin örgütlenmesi, turizm yatırımcılarının korkulu rüyası. Ücret artışlarının rekabet gücünü azaltarak kârlarını düşürmesinden endişe ediyorlar. Oysa, bunun temel nedeni kendi aralarındaki örgütsüzlük ve plansız turizm yapılması. Öte yandan çoğu küresel ilişkiler ağı içinde faaliyet gösteren işletmelerin gelirlerinin önemli bir bölümü yurtdışına transfer edilirken; turizm emekçilerinin aldığı pay, turizmin ülkeye sağladığı en önemli girdi kabul edilebilir. Bu nedenle tıpkı sigorta zorunluluğu gibi, turizm emekçilerinin sendikal örgütlenmesi desteklenmeli. Turizm gelirlerinin belli bir bölümünün çalışanlara ayrılması, sezonluk çalışanların yıl boyu gelir sahibi olması, iş güvencesine kavuşması savunulmalı.

“Daha çok tanıtım, daha çok turist” kısır döngüsü içinde kendi hakkımızda gerçeklerden uzak bir söylem geliştiriliyor. Tanıtım boş vaatlerde bulunmaktan, şovenist etkilerden kurtarılmalı. Yalnızca yöreye gelenlerin beklentilerini karşılamaya yönelik değil, yörede yaşayanların da bilincini geliştirecek bir tanıtım yapılmalı. Tarih, kültürel zenginlik, insani değerler öne çıkarılmalı.

Özetle, planlı, demokratik, doğa ve toplumla uyumlu bir turizm yapılmalı. Tanıtım ve yatırım çılgınlığıyla turizm yörelerinde hayatın alt üst edilmesinin önüne geçilmeli. Kâr amacına yönelik turizm yapılmasının yıkıcı etkisine bağlı olarak, turizm yörelerinde ekonomik, toplumsal, kültürel yok oluş yaşanıyor. Bu nedenle turizmle ilgili bir kısım insan milliyetçi, gerici söylemi bir tür kendi değerlerini savunma yöntemi olarak benimsiyorlar.. Hem tutucu düşünenler, hem her şeyi mübah görenlerin her ikisi de demokratik bir toplumsal yapıya geçişe karşı anlayışlardır. Turizm yörelerindekilerin yaşadığı bu yabancılaşmanın önüne geçmek için çareler üretilmelidir.



Mehmet Polat
8 Haziran 2005





1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət